Kimi filmleri izledikten sonra birine vermez, saklarız. Kimi kitapları okuduktan sonra birine vermez, ikinci kez okumak için saklarız. Çünkü iki veya daha çok kez izlendiğinde veya okunduğunda zevk veren anlatılar vardır, bunu biliriz. Zevkin ötesinde esin ve bilgi de verebilir bunlar, duygu da yaşatabilir. Onun için filmler arasında yeniden izleme değerine göre ayrım yaparız. Kitaplar arasında da yeniden okuma değerine göre ayrım yaparız. Kitapları ikinci kez okumanın yararları türlü kaynaklarda şöyle sıralanıyor:
– O kitapta neyi beğendiğimizi veya değerli bulduğumuzu anımsar, belleğimizi tazeleriz. İyi fikirler sık anımsanmalıdır.
– Daha önce ayırdına varmadığımız şeyler buluruz. İlkinde dikkatimizden kaçmış şeyler olabilir. Eğer not alıyorsak daha da iyi. Çünkü ikinci okuyuşumuzda dikkatimizden kaçacak kimi noktayı ilk okuyuşumuzda çoktan işaretlemiş olacağız.
– Daha önce ayırdına varmadığımız şeyler buluruz. Çünkü aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz. O kitabı ilk okuduğumuzda başka biriydik, şimdi başka biriyiz. Arada başka bir kitap okumamış olsak bile. Kitabı yeniden okuyarak ilk okuduğumuz “ben”i anımsayabilir, ona dışarıdan bakabiliriz.
– Belki de en önemlisi, ilk okuduğumuzdan bu yana kitabın bizi nasıl etkilediğini görme olasılığı. Devinime geçmeyen potansiyelin, uygulamaya geçmeyen kuram, esin ve bilginin değeri nedir? Basit bir örnek vermek gerekirse beslenme önerileri içeren bir kitabı yeniden okuyarak kitabın hangi öğütlerini tuttuğumuzu, hangilerini unuttuğumuzu görebiliriz. Yoğunlaşmamız gereken noktaları süzebilir, tazelenmiş bilgiler arasında yeni bağlantılar kurabiliriz. Yeni bağlantılar, yeni fikirler demek.
Aslında hepsi bu kadar. İnsan ürünü anlatılar için geçerli olan şeyler ve fazlası Kuran için de geçerli. Yalnız, Kuran, okurundan onu arada sırada değil, her gün okumasını istiyor:
Güneşin kaymasından, gecenin kararmasına dek namazı kıl [salatı uygula]. Ve tan zamanında Kuran. Kuşkusuz, tan zamanında, Kuran’ın tanıkları vardır. İsra 17:78
Kuşkusuz, efendin, senin ve seninle birlikte olan bir topluluğun hem gecenin üçte ikisinin biraz eksiğinde hem onun yarısında hem de onun üçte birinde ayakta olduğunu bilir. Gecenin ve gündüzün ölçülerini belirleyen Allah, bunu yapamayacağınızı bildiği için sizi bağışlamıştır. Artık, Kur’an’dan, size kolay geleni okuyun. Aranızdan bir bölümünüzün sağlığının bozulacağını, bir bölümünüzün Allah’ın lütfundan aramak için yola koyulacağını, bir bölümünüzün de Allah’ın yolunda savaşacağını bilir. Artık ondan size kolay geleni okuyun. … Müzzemmil 73:20
İnananlar, ancak öyle kimselerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperir ve O’nun ayetleri okunduğunda inançları artar. … Enfal 8:2
Bunun benim fark edebildiğim nedenleri şunlar:
– Kuran konularına göre bölünmüş değil. Okur bir bölümü (sureyi) okurken birden çok konuya aynı anda maruz kalır. Ve her seferinde kesinlikle ana düşünceye (Tanrı’dan başkasına kulluk etmemek) maruz kalır. Ve hemen her konu bir kaç bölümde birden “dağınık” olarak anlatılır. Böyle olduğu için özellikle belli bir konuyu tazelemek amacıyla belli bir bölümü okuma gibi bir olanak yoktur. Bu “olanaksızlık” kötü bir şey değil, hatta bir olanaksızlık değil, kaldı ki kitap her olanaksızlıkla birlikte yeni olanakların doğduğunu da söyler (94:5-6).
– Kitabın kendine özgü dili ve kendine özgü anlatım biçemi şunu gerektiriyor ki, dilbilgisiyle, sözcük seçimiyle ve cümle kuruluşuyla ilgili küçük ayrıntılar atlanmamalı. Bu, aslında kitabı dingin kafayla, çok yavaş ve dikkatli okumak gereğinin gerekçesi. Aynı zamanda yeniden okumanın da gerekçesidir, çünkü düşünme kapasitemiz bir okuyuşta bütün ayrıntıları görecek, bütün bağlantıları kuracak denli yüksek değil. Her bir cümleyi bir piksel varsayalım, kitabın bize çizdiği resmi ilk seferde kafamızda canlandırmamız zor. Üstelik araya dikkat dağıtan, yabancılaştıran, asıl amacı unutturan bunca parazit giriyorken… Ama dikkatli ve parazitsiz bir okuyuşla, yalnızca bir okuyuşta resmin ana çizgileri ve renkleri ortaya çıkacaktır.
– Ve üçüncü nedeni bize bir tanrıtanımaz söylesin!
“Fikirlerin düzgünce iletilmesi gerekliliğinin yanında, bize sürekli yinelenmesi zorunluluğu vardır. Sevdiğimiz gerçeklerin günde üç, beş veya on kez bize anımsatılmaları gerekiyor çünkü başka türlü onlara bağlı kalamıyoruz. Sabah dokuzda okuduğumuz şeyi öğleyin unutmuş olacağız, akşamleyin yeniden okumamız gerekecek. İçsel yaşamlarımız bir yapıya sokulmalı, sürekli dikkat dağılmasına ve yabancılaşmaya itilmeye karşı koymak için en iyi düşüncelerimiz güçlendirilmelidir. Dinler, bağlılarının yaşamlarının derinliğine olduğu kadar uzunluğuna da egemen olan ayrıntılı takvimler ve zaman çizelgeleri düzenleyerek, ayların, günlerin veya saatlerin aşılama olmaksızın geçip gitmesine izin vermeyecek denli bilge olmuşlardır. Buna karşılık özgür ve seküler toplum bizi ne kadar da yalnız bırakıyor. Bizim için önemli olan fikirlere kendiliğimizden ulaşmamızı bekleyip hafta sonlarını bize tüketim ve eğlence için bırakıyor. Bilim gibi, keşfi özendiriyor. Yinelemeyi ise kıtlık olarak yorumluyor. Bizi ardı arkası kesilmeyen bir yeni bilgi akışına kapıp götürüyor. Ve dolayısıyla bizi her şeyi unutmaya zorluyor.” Alain DeBotton, Ateistler İçin Din’den. Çeviri bana ait, yayınlanmış Türkçesinden farklı olabilir.
Güncelleme:
Örgün eğitimde sıkça kullanılan yoğun ders anlatma ve sınava dek konuya dönmeme yönteminin verimsiz olduğu, buna karşılık seyrek aralıklarla yineleme yapmanın verimli olduğu uzun süredir biliniyormuş. Öğrencilerin sıkça uyguladıkları altını çizme, özet çıkarma yöntemlerinin etkinliğinin düşün olduğu, seyrek aralıklarla yinelemenin ise öğrenmeyi kolaylaştırdığı saptanıyor. Deniyor ki, yoğun ve tek oturumda çalışmak kısa süreli öğrenmede yararlı olsa bile, konuyu seyrek aralıklarla yinelemek uzun süreli bellek için daha etkili. Davranış ve beyin bilimleriyle ilgili bir bilimsel dergideki güncel bir makale konuyu ayrıntılarıyla ele alıyor. İngilizce makaleye şu adresten ulaşabilirsiniz:
psi.sagepub.com/content/14/1/4
Aynı konuyla ilgili benzer bir makale:
bbs.sagepub.com/content/3/1/12.full.pdf+html
Üyelik veya para isteyen bilimsel yayınları sci-hub.io adresinden ücretsiz edinebilirsiniz. İlgili makalenin özetini şu adreste okuyabilirsiniz:
spring.org.uk/2016/03/the-very-best-learning-method-is-not-taught-to-students-or-teachers.php
Olayın konumuzu ilgilendiren yanı şu: Her gün veya gün aşırı veya en azından haftada bir Kuran’dan bir parça okununca aynı sure seyrek aralıklarla yeniden okunmuş oluyor. Eğer sıralı okunursa, en kötü olasılıkla bir kaç ayda bir aynı sureye geri dönülüyor. Verimli olduğu söylenen yöntem farkında olmadan uygulanmış oluyor. Kitap bir oturuşta bitirilip rafa kaldırılmayacak. Seyrek de olsa mutlaka tekrar edilecek. Bu, yukarıda saydığım gerekçelerin yanına yeni bir gerekçe olarak eklenebilir. Elçi’nin gece çalışması elbette daha yoğundu ve bu yöntemin etkinliğinden yararlanmıyordu. Ancak “sıradan kişiler bu avantajdan yararlanabilirler, yararlanmalılar. Müslüman toplum bilimin bulgularıyla Kuran’ın söylediklerini yan yana getirme alışkanlığı edinmemiş.
Bunu rastlantı eseri keşfettim ve yalnızca yüzeysel olarak inceledim. Üzerine gidilse, Kuran’ı daha etkin çalışmanın kim bilir ne yolları bulunacaktır. Hemen her bilgi dalında olduğu gibi öğrenme bilimiyle uğraşanlarımız Kuran’a ilgisiz. Kuran’ı iyi bildiği sanısıyla ortalıkta gezenlerimiz de bilimden habersiz. Bu yarığın kapanması gerekiyor. Ve bu yarık Abdülaziz Bayındır’ın dediği gibi bu iki kişinin bir arada çalışmasıyla, ilahiyatçının bilim adamına danışmasıyla kapanmayacak. Bunun yolu düşünen, bilim yapan, üreten insanların ellerine Kuran’ı alıp çalışmalarından geçiyor. Batı’da böyle bir yarık yok. Mürekkep yalamışların inananı da, inanmayanı da geleneksel olarak Kitabı Mukaddes’i iyi bilir. Bu konuya döneceğim.
Güncelleme:
Aldoux Huxley’nin Algı Kapıları’ndan, zaten bilinen şeyin yinelenmesine olan gereksinimimizi itiraf eden ilginç bir bölüm; burada bulunmasında yarar var:
“Budist keşişlerin ölmek üzere olan ve ölmüşler için yaptıklarını, modern psikiyatristler deliler için yapamazlar mı? Gün boyu ve hatta uykudayken bile onları ikna edici bir ses olmalı ve şöyle demeli, bütün tedhişe, şaşkınlığa ve karmaşaya rağmen nihai Gerçeklik sarsılmaz biçimde kendi kalır ve en zalimce hırpalanmış zihinde yanan iç ışıkla aynı maddedendir. Teypler, saat kontrollü cihazlar, seslendirme sistemleri ve yastık hoparlörleri gibi araçlar aracılığıyla bir yetersiz personelli kurumun hastalarını bile bu temel ilke gerçeğinden sürekli haberdar etmek mümkün olmalı. Belki bu şekilde kayıp ruhların birkaçına yardım edilebilir ve onlar kendilerini içinde yaşamaya mahkum buldukları bu dünyanın (başlangıçta güzel ve müthiş, ama her zaman insandan başka bir şey, her zaman tamamen anlaşılır olmayan) üzerinde kontrol yeteneği kazanabilir.” Mehmet Fehmi İmre çevirisi, İmge Yayınları, 2003, s.41.
selam, Çağın hastalığı zaten okumamak bırakın milleti kendini müslüman tanıtan ve gören kesim bile kitabı okumuyor , okuyan ise kendi dilinde değil arapça okuyor günlük yaşamda takıldığı sorunlarda bile kitaba değil ilmihalllere başvuruyor inanın büyük çoğunluk bu halde oysa yaratanın ilk emri oku ..ben okumanın farz olduğu düşüncesindeyim ve her gün ihmal etmeden okuyorum geçmişte kitabın yüzünü bile açmadığım günlere ahh ederek ..Ve önüme her gelen nazım geçenlere kuran okuyun anladığınız dilde diyerek uyarıda bulunuyorum şu an bunu kendime görev edindim çünkü inandığımızı söylediğimiz dinin kitabını okmuyor isek ancak yalancı oluruz bunu çok keskin bir şekilde çevreme söylüyorum ..selam ile…
İyi ediyorsunuz. Yılmakla sınanacağız. Yılmayın.