“Hediye Vermek Sünnet mi?”

Önümüz yılbaşı ve “dinimizi” öğrenmek için Kuran’ı eline alıp adam gibi okumak dışında her yola inatla başvuranlar yine din satıcısı münafıklara soracaklar, bilirkişilerden fetva isteyecekler, internet forumlarında bol sloganlı çekişmelere dalacaklar. Ben yılbaşı fetvası vermeyeceğim konusunda görüş bildirmeyeceğim. Bir görüşüm olmadığından değil, üzerinde durulmayan başka bir konuya dikkat çekmek istediğimden. Takip ediyorsanız farkına varmışsınızdır, dikkatlerden kaçan veya az konuşulan ama önemli olduğunu düşündüğüm konularda yazmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Yılbaşı vesilesiyle doğum günü, X günü, Y günü… diye git gide uzayan lanet bir özel günler listesiyle birlikte yaşayan ve bu günlerde birilerine bir nesne vermek zorunda olduğunu hisseden bir kalabalığın aklına gelebilecek bir soruyu yanıtlamak veya aklına hiç gelmemiş bir soruyu aklına sokmak istiyorum.

Hemen hiçbir insan davranışını, tıpkı sözlerde olduğu gibi bağlamından bağımsız olarak, bir başka deyişle gözlendiği koşullardan ilgisizmiş gibi değerlendirmiyoruz. Dolayısıyla yılbaşında veya özel olan veya özel olduğuna inandırılan günlerde hediyeleşme eylemimizi, içinde bulunduğumuz yer, zaman ve kültüre göre değerlendiriyorum. Geçmişin farklı koşullarında hediye vermek farklı değerlendirilebilirdi, ben bugün için değerlendiriyorum. Hediyeleşmenin bir yaşam alışkanlığı durumuna, bir gelenek durumuna getirilmesinin zararlarını saptamaya çalışıyorum. Bunların çocuklar üzerindeki zararının görece yüksek olduğunu düşünüyorum. Ama biliyoruz ki yetişkinler de çocukların zayıflıklarını azalmış ve denetlenmiş olarak taşımayı sürdürürler.

Gelenek olmuş çoğu davranış gibi hediyeleşmenin de bütünüyle akılcı ve işlevsel kökenlerden türediğini kestirmek güç değil. Bugün yılbaşı olarak bilinen kutlama aslında dinsel kökenlidir. İsa’nın doğumunu kutlamazdan önce Avrupa ve Ortadoğu toplumları yılın başı olarak kabul ettikleri günde –hangi günse o– yıllık döngünün yeniden başlamasını kutlamışlar. Tarım toplumu için yıllık döngü her şeyin odağıdır çünkü sağkalım bu döngüye bağlıdır. İnsanlar önemli bir sıkıntı atlattıkları zamanlarda daha verici olurlar. Aşkın özneler için kurban adamak veya hediye /sadaka vermek bu günlerde görülür. Eski Türklerin yılbaşı olan ve İlkyaz Bayramı da denen Nevruz’da eğlenceyle birlikte hediye dağıtma da görülmüş. Osmanlı sarayı Nevruz’da hediye dağıtmış.

Doğum günü geleneğinin, yaşını dolduran bebeğin sağ kalışının kutlanması ile başladığını kestirmek güç değil. Çünkü eskiden yaşını doldurmamış bebeğin ölümü olağandı. Ne var ki maliyetli olduğu ve “yatırım” istediği için bir bebeğin sağ kalması sevindiricidir, ana-babada minnet duygusu yaratır. Yaşını doldurmanın yerini diş çıkarma da tutabilir. Yaş ilerledikçe ölme olasılığı düşer, kutlanacak bir şey kalmaz. Nitekim bugün de doğum günü en çok çocuklar için yapılır. Bunun yanında kutsal kişiliklerin ömür boyu, hatta ölümlerinden sonra da doğum günlerinin kutlandığını anlatan belgeler var. Çünkü onlar varlıklarıyla minnet uyandıran olağanüstü kişilerdir, Tanrı iyi ki onu o topluma bağışlamıştır. Ne var ki bu günler köken olarak doğan kişiye değil çevreye hediye dağıtılan günler. Güzel bir gelişme yaşayan kişi şükran duygusunu çevreye küçük hediyeler dağıtarak karşılar. Bugün nişan, düşün, sınav kazanma gibi olaylarda dağıtılan helva ve tatlı bunun devamıdır. İyi haberi bildirme veya sevilen ölmüş bir kişiyi anma vesilesi olarak ikinci işlevi de bulunur. Doğum gününde çocuğa veya yetişkin kişiye bir şey vermek anlamsızlaşmış bir davranış, çünkü çocuk veya yetişkin salt varlığının kutlanacak bir şey olduğunu düşünmeye zorlanır, oysa bunda kutlanacak bir şey yoktur. Çocuk zaten bütün yaşamını vermeden almakla geçirdiği için bu almayı bir kutlamaya dönüştürmek anlamsız.

Tarih kitaplarına göre sevgililer günü Aziz Valentin ile başlamıştır, uzun bir öyküsü vardır. Ama bizi ilgilendiren sevgililerin, daha doğrusu sözlülerin veya evlenme hazırlığında olanların birbirlerine ikramda bulunması fikrini neden bu kadar çabuk benimsedikleri. Sözlülerin ve evlenmekte olanların birbirlerine veya bir ailenin ötekine hediye vermesi akılcı ve işlevseldir ve hemen bütün toplumların tarihinde görülür. Bu gelenekler karşı tarafı evliliğe razı etmek veya evden ayrılan işgücünün kaybını telafi etmek gibi gerekçelerle gelişmiş olabilir. Aynı biçimde yeni evli çifte hediye vermek bütünüyle rasyonel gereksinimlerden doğmuştur, çünkü yeni evli çift hemen her zaman yoksuldur, giderilmemiş pek çok gereksinimi olur. Yeni çifte yardım etmek toplumun bütününün zindeliğini ve mutluluğunu artırır.

Anneler Günü bir gelenek değildir, yirminci yüzyılın seküler batılısının bir icadıdır.

Öğretmenler Günü özel günler içinde bir istisna olabilir çünkü okul öğretmeni yaptığı işin karşılığını öğrenciden değil kamu maliyesinden alır. Yani öğrencinin şükran duygusunu iletmesi ve öğretmene güdülenme sağlaması için hediye vermesi gerekli olabilir. Ancak aşağıdaki çekincelerim bu durum için de geçerli.

Yılbaşında ve benzer özel günlerde örneğini gördüğümüz hediyeleşme, çok kısaca değindiğim kökenlerden kopmuş durumda. Dinini sorgulayacak denli düşünmesini bilen herkes bu davranışı da sorgulamalı, gerekçelendirmeye çalışmalı, dahası, iyi bir sonuç yaratmayı ummalı. Hediyeyle ilgili hangi ansiklopediyi açarsak açalım kökenlerde dinsel gerekçeleri buluruz. Bu demektir ki “dinini sorgulayan” kişi hediye alırken veya verirken iki kez düşünmelidir. “Bu hediye neyi kutluyor?” “Bunun bana veya ona ne yararı var veya bizden çok kime yararı var?”

Hediyeleşmek düzenli yapılan bir alışkanlık olduğunda ortaya çıkan sorun, yıl içinde birkaç kez, belki onlarca kez hediye vermek zorunda kalmak. Böyle olunca bu hediyeler hazır satın alınıp verilen ürün ve hizmetlerden oluşuyor. Satın alınmış şeylerin hediye olarak verilmesi durumunda ortaya çıkması olası kimi zararı aşağıda kısaca sıraladım.

 

1) İyiliğin Parasal Karşılığı Olduğu Algısı

Modern insanın, yaşamına tinsellik (Türkçesevmezlerin maneviyat dedikleri) katmakta zorlandığı ve salt maddeye dönük güdülenmelerden bunaldığı ortadadır. Böyle bir ortamda hediyeleşme alışkanlığı küçüklere iyiliğin, güzelliğin ancak para ile alınabileceğini, her değerin bir para karşılığı olduğunu öğretir. Yaşam, iyiliği kovalamakla dolduracağımız bir boşluk değil miydi? Kuran’a göre en değerli nimet beleş olandır (52:40, 68:46, 6:90, 10:72, 11:51, 12:104, 25:57, 26:109,127,145,164,180, 34:47, 36:21, 38:86, 42:23). Kuran’ı duymamış bile olsa insan duygusal olgunluğa eriştiği ölçüde, en büyük iyiliklerin parasız olduğu gerçeğini anlar. Yalnızca parası ödenerek edinilmiş nesnelerin hediye olarak verilmesinin yarattığı beklenti, yapılan iyiliğin maddesel olduğu koşullanmasını zamanla yaratacağı için zararlıdır. Bu zarar en azından kişinin kendi üretimi olan hediyeyi vermesine izin vererek hafifletilebilir. Bir resim, bir ahşap maket, bir alçı heykel, bir kırkyama çanta, bir yün atkı, bir eşya kutusu, bir boncuk takı, özel bir kurabiye vb. yapımların kişiye para maliyeti yok gibidir. Ama yaratıcı düşünce, zaman ve emek maliyeti vardır. Bundan dolayı karşılığı yalnızca para olarak ödenmiş olanlara göre –hayır, ne satın alacağını “düşünmek” emek sayılmaz!– daha yüksek bir değer ifade eder. Hediyeyi verenin cüzdanının ne ölçüde hafiflediği sakat ve yanıltıcı bir ölçüdür. Eğer denedi iseniz, bir hediyeyi üretmenin size maliyetinin daha ağır olduğunu görmüşsünüzdür. Birincisi, üretim süresince hediyenin sahibini düşünürsünüz, onun yerine kendinizi kor ve beğenmeye çalışırsınız. İsteseniz de istemeseniz de bu sizi ona yakınlaştırır. İkincisi, yiten banknotlarla yerini dolduracak olanlar tıpatıp aynıdır. Tüketilen zaman ve emek ise geri gelmeyecektir. Bu kopyalanamayan, yani sahtesi üretilemeyen bir davranıştır. Gerçekten değer verdiğiniz anlamına gelir.

 

2) Mutluluğun Madde ile Geleceği Algısı

Sahibinin armağanı sevmesi beklentisi, verende de, alanda da mutluluğun maddesel gönenç ile geleceği inancını yaratır. Bu zarar hediyecinin hediye olarak bir nesneyi vermesi yerine ilgiliye bir şey öğretmeye zorlanması ile hafifletilebilir. Sözgelimi birkaç saat yabancı dil dersi vermek, yabancı dilini geliştirmek isteyen kişiyi mutlu edecektir. Veya yüzme öğretmek… Veya bir yazılımı kullanmayı öğretmek… Hediyecinin kazancı, öğretme işini deneyimlemiş olması veya öğretebileceği bir şey biliyor olması gerektiğini anlamış olmasıdır. İlgilinin kazancı yeni bir şey öğrenmesidir. İkisi de kazançlı çıkar. Pahalı bir nesne satın alan kişinin yüreğindeki burukluk ve karşılık beklentisi burada görülmez. Hazreti bilmem kim “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” demiş. Buna inanıyorsanız hazretlerinin dediğini yapın o zaman. İçten olun. Vermek zorunuza gidecekse zaten o kişiyi sevmiyorsunuz demektir. Dürüst olun, laf olsun diye iş yapmayın; yapmacıklığa boğulduğumuz şu zamanda Müslüman olduğunuzu anlasınlar.

 

3) Gereksinimlerin İsteklerle Yer Değiştirmesi

Şu ortamda hediyeleşme alışkanlığı gereksinim kavramının yerine istek kavramının geçmesine neden olur. Küçüklere gönüllerinin istediği doğrultuda, sağduyudan, uzgörüden ve ihtiyattan uzak bir yaşam beklentisi aşılar. İktisatçılar yalan söylerler, ihtiyaçlar sınırlıdır. İhtiyaçları karşılanmış birine hediye etmek üzere bir ürün veya hizmet satın almak, doğal kaynakları ve parayı boşa harcamaktır.

Gelecek bilincinden uzaklaştırır. Çünkü para gereksinimleri karşılayan bir kaynak olarak değil de gönlün gerekçesiz, hedonist isteklerini doyuran bir kaynak olarak algılanırsa, gelecek için, kötü gün için hazırlık yapma gereği unutulur. Nakit bittiğinde kredi kartına, o da bittiğinde krediye uzanır el. Kuran’da, medrese kafasının etkisinde kalarak baştan savma biçimde “ahiret günü” diye çevriliveren ahira sözcüğü sonrası, son, sonuç anlamlarına geliyor. Ayet açıkça yevmel ahira (ahira günü) demediği sürece bunu evrenin sonu kapsamına indirgememiz doğru değil. Sonrası, son, sonuç, bu dünyadaki gelecek zamanın içinde bir yerlerde de olabilir, her şeyin sonunda da. Ayetlerde ahira yazan her yerde diriliş gününü anlarsak bu dünyayı kötülüklerden arındırmaktan vazgeçer, Musa’ya “Tanrı’nla ikiniz savaşın” dedikleri gibi bütün işleri Allah’a ve kurtarıcılara bırakırız ki bu kadercilik dediğimiz lanettir. Kuran paylaşmadan biriktirmeyi kınıyor, önlem almayı, temkinli olmayı değil (12:46 ve devamına bkz).

…ihtiyaçtan artanı [verin]… 2:219

Gereksinimin yerine gönlün kopuk isteklerini doyurma duygusunun geçmesi, karşılıksız verme eylemini akılcı bir nedenden koparır. Bu kopuş Kuran’ın “ihtiyaç duyana karşılıksız ver” buyruğunun anlaşılmasını ister istemez zorlaştıracaktır. Yakınlar arasında hediyeleşme yaygınlaşırken gelir düzeyi öbekleri birbirlerinden yalıtılıyor. Sanki insanlar verme dürtülerini gerçek ihtiyaç sahiplerine gerçek yararlar sağlayarak değil, eksiği olmayan kişilere simgesel hediyeler vererek doyurmaya çalışıyorlar gibi.

Temel gereksinmelerini karşılayabilen kişinin eline bundan fazlası geçtiği anda bundan bir pay ayırıp kendisinden daha şanssız olanlara vermelidir. Bunu yapmaya çalışan kişi kendisine sürekli neye ihtiyacı olduğunu soracak, yaşamındaki ihtiyaç fazlaları gözüne batmaya başlayacaktır. Böyle bir bilinç düzeyine erişmiş kişilerin anlık hoşluk için gereksiz şeyleri birbirlerine vermelerini ve bundan mutlu olmalarını ben düşünemiyorum. Böyle bir şeyin iki istisnası olabilir: Hediye edilen nesne ya çok ucuzdur ya da kitaptır.

Bu maddede andığım zararın hafifletilmesi için hediye veren kişi ancak gerçek bir ihtiyacı karşılaması koşuluyla hediye vermeye yöneltilebilir. Böylece çocuklara maddecilik ve hazcılık başta olmak üzere yıkıcı duygu ve düşünceleri küçük adımlarla, üstü örtülü olarak aşılayan bilgisayar oyunu ve benzeri hediyeler ortadan kalkacaktır.

 

4) “İlerleme” Dogması

ilerleme

Hediye almayı alışkanlık edinmiş çocuklar “bir dahakine daha iyisi” gibi, aslında uslandırma sanılan yönlendirmelere maruz kalırlarsa çokluk hırsı edinebilirler. Son altı yüzyıldır maddesel gönencin artması, modern toplum bireylerinde bu bolluğun dünyanın olağan, her zamanki hali olduğu yanılsamasını yaratmıştır. Bugün kentli de köylü de, zaman ilerledikçe hep daha iyi barınma, ulaşım, haberleşme olanaklarına kavuşacağını düşünmektedir. Oysa son bir kaç kuşaktır yoğunlaşan bu artış ve iyileşmeler olağan değil olağandışıdır. Bilinen tarihte benzeri yaşanmamıştır. Bunun sonsuza dek sürdürülmesi aritmetik yasalarına aykırı bir durumdur. Pek yakında endüstriyel uygarlık dediğimiz bu sefa piramidi (saadet zinciri?) göçecektir. Türkiye’de 70’li yıllardan sonra doğan kuşaklar yokluk ve darlıkla sınanmadıkları için yaşamın sürekli iyiye giden bir şey olmadığı bilinci onlara herhalde ancak öğüt yoluyla kazandırılabilirdi. Çünkü bu kuşak işlerin gerçek anlamda kötüye gitmesini, bolluktan yokluğa geçişi deneyimlemedi. Ne yazık ki önceki kuşak bunu başaramamış ve yetinmek dediğimiz erdemi sonrakine aktaramamış görünüyor. Hediyeleşme geleneği, iki kuşak önce yitip giden ama geri gelmesi gereken bu bilinci kökünden baltalar. Kuran bağlılarının çocukları, yaşamın hiç bir döneminde ve yeryüzünde hiç kimseye artan bolluk ve rahatlık sözü verilmediğini anlamalıdırlar. Onlara bu bilinci aşılamak ve bu terbiyeyi kazandırmak Kuran bağlısı ana-babanın görevidir. Doğa yasalarının basit aritmetiği bu tırmanma sürecini bir noktada koparacak ve uzun bir iniş başlatacaktır. Bu nokta sandığınızdan yakın olabilir (yararlı okuma: http://y2u.be/NPBQklC5g5M). Yarının bugünden daha varsıl olacağı gibi bir güvenceyi Allah kimseye vermemiştir; bu şeytanın vaadidir. Tersine;

Çoklukla övünmek sizi oyaladı. 102:1

Korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek kesinlikle sizi sınayacağız… 2:155

Öğretiyi unuttuklarında, verilenlerle sevinip şımarıncaya değin her şeyin kapılarını onların üzerine açtık. Onları ansızın yakaladığımızda artık tüm umutlarını yitirdiler. 6:44

 

5) Kültürel Kan Kaybı

Dolaylı bir zarar da hediyeleşmenin, bu geleneği ithal ettiğimiz toplumların özel günlerini taklit etme isteği yaratmasıdır. Doğum günleri gibi, Noel veya daha doğru adıyla İsa’nın Doğumunu Kutlama Günü gibi, Sevgililer Günü veya daha doğru adıyla Piskopos Valentin’i Anma Günü gibi, Cadılar Bayramı veya daha doğru adıyla Azizleri Anma Günü gibi…

“Müslüman”, “maneviyatçı” hükümetin Hristiyan bayramını kutlayan kurumu, Türkiye, 2016.
“Müslüman”, “maneviyatçı” hükümetin Hristiyan bayramını kutlayan kurumu, Türkiye, 2016.

Kökenle ilgili bu saptamayı yapanlar artık düşünsel refleks olmuş basmakalıp bir tepkiyle karşılaşıyorlar: “Batıda bunların dinselliği çoktan kaybolmuş durumda!” Din kavramını tapınakla eşliyorsanız bunu söyleyebilirsiniz. Ama Kuran’da böyle bir din anlatılmıyor. Kuran’da “dinsel alan” ve “dinsel olmayan alan” ayrımı yok. Benimsediğimiz her yabancı kültür öğesi bizi kendi sahip olduğumuz dinsel, düşünsel, kurumsal… kısaca kültürel birikimden uzaklaştırır. Kültür, kopyalanamayan bir şeydir; diş protezi gibidir, başkasınınkini kullanamazsınız, yaralar. Yiyemez ve ölürsünüz.

Bunların vereceği zararı önlemenin görece zor olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce bunları pompalayan basın ve eğlence sektörleri Türk ve Müslüman olduğundan emin olamadıklarımızın elinde. Türk ve Müslüman olduğunu düşünenlerin çoğunluğu da bu kavramların anlamını çoktan unuttu. Bu günleri iyi dilekle bile olsa kutlanmasına katılmamanın, sıradan bir günmüşçesine yaşamı sürdürmenin, yani mutlak tepkisizliğin olumlu bir tepki olabileceğini düşünüyorum. Elbette çocukların bundan etkin olarak korunmaları gerekiyor. Bu olanaksız değil. Dinsel ve kültürel azınlıklar yeryüzünde yüzlerce yıldır varlar ve genç kuşakları çoğunluğun geleneklerinden korumayı ve onlara kendi değerlerini, dünya görüşlerini benimsetmeyi başarıyorlar. Kuran bağlısı Müslümanlar ne yazık ki hızla dinsel, ideolojik azınlık durumuna düşmekteler. Kendilerini kolektif delilikten korumanın yollarını bulmalılar. Çocukları etkileyen şey yetişkinleri de etkiliyor. Çünkü öğrenme, taklit etme, koşullanma, alışma ömür boyu süren süreçler.

Geçici bir çözüm hediyeleşme işinin Ramazan ve Kurban Bayramlarına kaydırılması olabilir ama bu hediyeleşmenin zararlarından korumayacaktır. Daha iyisi, ana-babalar çocuklarına hediye değil yalnızca başarılarının karşılığı olan ödüller vermeyi deneyebilirler. Böylesi hem hak ve ödev bağını kurmasını kolaylaştırır hem de maddeci kışkırtmalardan korunmuş olur. Çocuğa satın alınmış hediyeleri kabul etmeyi yasaklamak uzun vadede onun çıkarına olabilir. “El ne der” diyorsanız o kınayan “el”in bu toplumun kültürünü çoktan unutup yabancı kültürlerin (ve dolayısıyla dinlerin) etkisi altında yozlaşmış olduğunu bildiririm.

Hiyerarşik ve ekonomik düzeyleri yakın kişiler ve topluluklar arasında olduğu sürece hediye vermenin ilişkileri geliştirdiği açıktır. Ama bu işin yararlarını sayıp döken hangi kaynağı açarsak açalım, satın almayla gelen bir yarardan söz edildiğini göremeyiz. Hazır satın alınmış bir hediyenin yararı ile birlikte zararı da gelecektir. Saf yarar ve iyilik umanlar satın alınmamış hediyeler vermeliler. Peygamber bugün yaşasaydı herhalde Çin malı nesneleri veya üç beş yıl içinde çöpü boylayacak olan endüstri ürünlerini veya birer savurganlık nöbeti olan “tatil”leri satın alıp bir başkasına vermezdi. İhtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamak –oyuncağa gerçekten gerek duyan çocuğa oyuncak almak da bunun içinde– zaten Kuran’ın özel günlerle sınırlandırılmamış, kurumlaştırılması gereken buyruğudur ve paylaşma (Ar. infak) görevini yerine getirmektir. Bunun ve kendi emeğiyle ürettiği şeyi armağan etmenin dışında kalan hediyeleşmeden, maddeciliğin ve hazcılığın baskın olduğu ortamda bir yarar umamayacağımızı düşünüyorum.

Hediyeleşmeye yöneltilen bu eleştiri hoşunuza gitmiyorsa ve satın alınmış hediyeler olmaksızın yaşamın sıkıcı ve sönük olacağını düşünüyorsanız maddeci ve hazcı dinin etkisi altına çoktan girmiş ama bunun ayırdına varamamış olabilirsiniz. Bu durumda kendinizi gözden geçirmenizi size dostça öneririm.

Bir Cevap Yazın