Taslaman, soyunun tükenme eşiğinde olduğunu düşündüğüm düşünen Müslümanların son örneklerinden. Bir dahi olduğunu düşünmüyorum elbette. Ama okuduğum kadarıyla kalıplara sıkışmışlık belirtisi göstermiyor. Bir düşünce kampına ait olma zorunluluğu duymuyor. Ve anladığım kadarıyla modernizm ve gelenekselci bağnazlık kutupları arasında bir seçim yapmak zorunda olmadığının bilincinde.
Yazar evrim fikrine (veya evrim olgusuna) karşı değil. Ne var ki bana göre başlarken evrimin ve evrim kuramının bir tanımını yapmaması hata. Sokaktaki adama, senin, benim gibi Müslümanlara yol göstermek amacıyla bir kitap yazdığında, kavram bulanıklığından olanca gücünle kaçınmalısın. Sokaktaki adam, yani disiplinli, yöntemli olarak bilgi edinmeyi kendine uğraş edinmemiş adam sözlük kullanmadığı için kavram karmaşasında boğulması an meselesidir. Evrim deyince aklına maymun gelen okur, kitaba evrimin sıkça kullanılan anlamıyla tanışarak başlamalıydı. Evrim kuramına geldiğimizde ise iş biraz daha kötü. Bu kez kuramın tanımını da yapmak gerekli. Özellikle bilim eğitimi almamış pek çok kişi kuramı ve olguyu birbirinden farklı kesinlik düzeyi bildiren terimler sanıyor örneğin. Evrim yasası değil de evrim kuramı denmesinden yanlış sonuçlar çıkaranlar var. Bu yaygın yanılgılar baştan düzeltilmeliydi. Ayrıca kitabın adında yer alan evrimci sözcüğünün tanımı da yapılmalıydı. Türkçede –ci eki çok geniş bir anlam kümesine sahip ve bir fikrin ve öğretinin hevesli yandaşı anlamına da geliyor, o fikrin veya öğretinin etkin üreticisi, yayıcısı, satıcısı anlamına da geliyor. Taslaman bu adı hangi anlamda kullandı, açık değil. Sözcükler ve tanımlar üzerine bu uzun paragrafı bu kısacık kitaba çok görmeyin. Eski ve yeni kitapları, özellikle tarih kitaplarını şöyle bir karıştıranlar fark edecektir; Türk toplumu artık felsefe üretimini bırakmış durumda ve bu yüzden Türk dili büyük yaralar aldı. Basın-yayın dünyasının iletişim konusundaki özensizliğine ve düşük bilgi düzeyine kasaba politikacılarının kürsü söylemleri ve ilkokul terk düzeyindeki yasa metinleri eklendi. Ve bu yaralı canlıyı, Türkçeyi, yani Türk toplumunun bildiği tek iletişim aygıtı can çekişir duruma geldi. “Senin ne anlattığın değil karşıdakinin ne anladığı önemlidir” özdeyişini belki her zamankinden daha fazla hatırlatma gereksinimi duymamız bundandır. Anlattığımızla karşıdakinin anladığı arasındaki güvenilir arayüz, sabit çıpa olan ortak anlam dağarcığını yitiriyoruz. Böyle bir ortamda laiklik-teokrasi-demokrasi gibi üst düzey tartışmalar yapamayacağınız gibi, bilim okur-yazarlığı düzeyi yerlerde sürünen bir kitleye evrim kuramıyla ilgili bir dert anlatmaya uzun uzun tanımlar yapmadan başlayamazsınız. Çünkü yanlış anlaşılırsınız.
Benzer biçimde kitapta evrim kuramına “inanan” ve “inanmayan” diye bir ayrım yapılıyor, yine tanımı yapılmadan. Tanımını yapmış olmasını dilerdim çünkü kanıtlanabilen bir gerçeğin veya gözle görülebilen bir olgunun varlığına inanıp inanmamak ne anlama geliyor, bilemiyorum. Sözgelimi evrime “inanan” biyologlar inanmak sözcüğünü kullanmaktan kaçınırlar, çünkü bu bir görüştür, inanç değil.
Fikir içeriğine gelelim. Kitapta en büyük eksiklik (ve benim için en büyük düş kırıklığı) şu: Yazar Kuran’ın evrim konusunda açık işaretleri olmadığını söylüyor ve evrime işaret ettiği öne sürülen bir ayeti değerlendirmekle yetiniyor. “Ol deyince olur” ayetleri, çamurdan yaratılma ayetleri, sudan yaratma ayeti (21:30), “İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir” ayeti (3:59), tek benlikten yaratılma ayeti (4:1), yerden bitki gibi bitirme ayeti (71:17), maymun ayetleri (2:35, 5:60) ve birkaç tane daha… Oysa benim saptadığım kadarıyla doğrudan veya dolaylı olarak evrime işaret eden ellinin üzerinde ayet var:
2:28,29,36,38, 3:6,33,98, 6:11,98, 7:10-11,169, 15:28-29, 16:8, 18:37, 20:123, 22:5, 23:12-14,79, 25:54, 29:19-20, 30:11,20,22,27,54, 31:28, 32:7-9, 35:1,11, 37:11, 38:72, 39:6, 40:67, 42:11, 50:15, 53:32, 55:14, 56:61, 65:12, 70:41, 75:37-39, 76:1-2, 82:6-8, 84:19, 87:3.
Bu ayetleri ilk keşfeden ben değilim elbette. T. O. Shanavas, Islamic Theory of Evolution kitabında, Yılmaz Yunak, Kuran’daki Maymun kitabında, Kaan Göktaş, Kuran Açısından Evrim Teorisi kitabında bu ayetlerin çoğundaki evrim işaretlerini görüyor. Taslaman hiç değilse 71:14’teki atvaran sözcüğüyle ilgili bir yorum yapmalıydı. “Evreden evreye” (geçirerek yaratır) biçiminde çevrilen bu sözcük aslında doğrudan “evirerek” olarak çevrilmeye uygundur. Aynı eylem kökünden (TVR) türeyen tatavvur sözcüğü bugünkü Arapçada evrimin birebir karşılığı olarak kullanılıyor. Arama motorlarında üç saniyenizi ayırarak bunu görebilirsiniz. (WordPress Arapça harflerde sorun çıkardı, Arapçasını buraya yazamıyorum) Yanlış anlaşılmasın, bu ayetler evrim kuramını anlatmıyor, Kuran bilim kitabı değil. Bu ayetler evrim gerçeğine işaret ediyor. Evrimle yaratılıyor olmamızdan ahlaki bir sonuç çıkarmamız gerekiyor. Parmağa değil parmağın gösterdiği doğrultuya bakmamız gerekiyor.
Yazar bu ayetleri incelemeden, Kuran’ın evrimle ilgili kesin bir fikir edinmemizi gerektirmediğini öne sürdükten sonra Müslümanlara “teolojik agnostik” olmayı öneriyor. Türkçesi ile tanrıbilimsel bilinemezcilik düşüncesini benimsemelerini söylüyor. Burada yine kavramsal bir hata yaparak bilinemezciliği bir fikir sahibi olmamak, ilgilenmemek, bilmemek, kararsızlık anlamında kullanıyor. Oysa bilinemezcilik adından anlaşılacağı üzere bilinemeyeceğini öne sürmektir. Yani bu konuda bilinemezci iseniz “evrim konusunda kararsızım” değil, “evrim konusunu bilemem, sen de bilemezsin, kimse bilemez” demeniz gerekir. Yazar agnostikliğin tanrıbilimsel anlamda Allah’a inanmanın ve inanmamanın dışında üçüncü bir kategori olduğunu söylüyor. Ama Kuran’da neden üç kategoriyi de bulamadığımız sorusuna bu kitapta bir yanıt bulamıyoruz. Taslaman’ın bu soruya yanıtını duymak isterdim doğrusu.
Bilinemezci (veya düzeltilmiş ifadeyle “ben bilmem”ci) yaklaşımın Kuran’a uygunluğunu, Kuran’ın evrim konusunda kesin bir bildiride bulunmadığıyla açıklıyor. Aslında Kuran’ın evrim konusunda çok da “yansız” olmadığını yukarıda listelediğim ayetleri çalışarak ve kitapları okuyarak görebilirsiniz. Bu tartışmanın bir yüzü. Öbür yüzü de şu: Diyelim ki Kuran gerçekten evrimden hiç söz etmiyor. Öyle bile olsa bu bize evrim konusunda benbilmemciliği benimseme hakkı verir mi? Kuran’da yerçekimi de yok. Bir Müslüman “Ben yerçekimine inanmıyorum” diyebilir mi?
Öte yandan yazar Kuran’ın evrim karşıtı olmayı gerektirmediğini ve Adem’in ışınlanarak dünyaya geldiğini düşünmek için bir neden olmadığını sözü geçen ayetlere başvurmadan da ortaya koyabilmiş.
Taslaman sanırım bir ayeti yorumlarken teknik bir hata yapıyor. 2:30 ayetini şöyle okuyor:
“Orada kargaşa çıkaracak ve kan dökecek birini mi atayacaksın?”
Oysa bu cümlede atamak eylemi geniş zaman kipinde çekilmiş olmalı. Bu eylemin kipini ayetteki öbür eylemlerle karşılaştırdığımda aynı kipte olmaları gerektiğini görüyorum. Yani melekler soruyu şöyle soruyor olmalılar:
“Orada kargaşa çıkaracak ve kan dökecek birini mi atamaktasın?”
Nitekim Prof. İsmail Yakıt, Kuran’ı Anlamak kitabında (2003, s.89-96) bu eylemin geniş zaman kipinde çekildiğini söylüyor. Böyle olunca meleklerin geleceği nasıl bildikleri açmazını çözmeye de gerek kalmıyor, çünkü bilmiyorlar; olan bitene gerçek zamanlı olarak tanık oluyorlar.
Yazar “Boşlukların Tanrısı” bölümünde çok isabetli bir saptama yapıyor. Bilimsel bilgi birikiminin genişlemesini Tanrı’ya ve dine olan gereksinimin ortadan kalkmasına gerekçe yapmanın mantıksızlığını örneklerle açıklıyor. Çünkü Tanrı gökte değil, doğanın bilinemez köşelerine gizlenmiş değil. Tanrı her yerde ve her oluşun öznesi. Teknik direktör gibi saha kenarından oyunu izleyen ve yalnızca gerektiğinde etkin olarak (ör: mucize yaratarak) oyunun gidişini değiştiren bir özne değil. Kimin neyi bilip neyi bilmediği, Tanrı’ya ve dine olan gereksinimi –bu gereksinimin nedeni her ne ise– ortadan kaldırmıyor. Bunu açıkladığı sayfalarda şu cümlenin altını çizdim:
“Süreçle yaratmayı reddetmek, başlangıçta yaratmış ve sonra yarattıklarıyla tüm bağlarını kopartmış deist bir Yaratıcı anlayışına sürükler ki “her an bir iş ve oluşta olan aktif Allah” inancına sahip olan İslam dini açısından böylesi bir Allah tasavvuru kabul edilemez.”
Ve fakat 144. sayfada bu saptamayla çelişen bir paragraf görüyorum:
“Ayrıca Wilson gibi düşünenlerin yaptığı önemli bir yanlışı da vurgulamak faydalı olacaktır. Onlar, ahlakın “dıştan” gelmediğini, “beyin”den çıktığını gösterdiklerinde dinlerin otoritesinin tamamen ortadan kalkacağını düşünmektedirler. Oysa Müslümanlara ve diğer tek tanrılı dinlerin mensuplarına göre insan bedeni ve zihni (beyni), Allah’ın planlarının ürünüdürler. Bu ise beynin kendisinin “dıştan” geldiğini, yani kendi kendine oluşmadığını gösterir. Bu yüzden, bir Müslüman için ahlaki kuralların, beynin yaratılışına veya beyni oluşturan genlere uygun kurallar olmasında bir sorun bulunmamaktadır.”
Kavramlar mı karıştı, yazarın kalemi mi sürçtü? Boşlukların Tanrısı’nın yanlış bir imgelem olduğunun bilincinde iken bir “dış”tan nasıl söz edebiliyor? Bir şeyin Allah’ın planı olması, onun dıştan gelmesini gerektirmez. Bunu anlattığı bölümü okuduk. Süreçle yaratma diye bir şey varsa, ki kitap boyunca bunun varlığını kanıtlıyor, ahlakın ve dinin beyinden çıkmasında bir sorun olmamalı. Bir dıştan ve bir içten söz ederek yazar kendisiyle çelişiyor. Allah “doğal” süreçlerle dine hazır bir beyin yaratmış ve “doğal olmayan” süreçlerle o beyne bir din indirmiş değil. Böyle anlamamız gerekmiyor. Wilson’ın maddeciliğini bir kenara bırakalım. Dinin beynin ürünü olduğunu söylemesinde, gerçekten İslam’a nasıl bir aykırılık var? Bu önerme, elçilerin varlığını yadsımaz. Ancak kendisine elçi ulaşmayan insanların da sorumlu yetişkinler olduğu ve hesap verecekleri gerçeğini onaylar. Öyle ya, şu anda yeri dolduran sekiz milyarın en az yedi buçuğuna Kuran’ın sözü ulaşmadı diye bu insanların “dinsiz” olduklarını düşünemeyiz.
Geçelim “Sosyal Darwinizm” bölümüne… Yazar bu bölümde vahiyden bütünüyle kopmuş bir anlayışla “olan”dan “iyi” olanı çıkarsama girişiminin (doğalcı ahlak) yanlış olduğunu anlattıktan sonra sosyal Darvinciliğe örnek olarak… evet, konuyu daha önce okuyanlar doğru tahmin ettiler, Hitler’i veriyor. Yetmiş yıl öncesinden, üstelik popüler yazında abartıla abartıla şehir efsanesine dönmüş bir örnek vermek yerine güncel bir örnek verseydi daha iyi olurdu. Biyolojik determinizm gibi… Transhumanism gibi… Veya sosyal Darvinciliğin ilerlemecilik, fütürizm, seküler hümanizm gibi modernist ideolojiler üzerindeki etkisini inceleseydi okur sosyal Darvincilikle ilgili güncel bir bakış açısına sahip olabilirdi. Oysa şimdi kitabın okuru sosyal Darvinciliği gözden düşmüş ve etkisi geçmiş bir ahlak anlayışıymış gibi hatırlayacak.
“Çamurdan Yaratılma” bölümünde Cairns-Smith’in yaşamın kilde başladığı hipotezinden söz etmiyor. Fazla yandaş bulmuş bir hipotez değil ama yine de okuru bundan haberdar etmesi, yaşamın nasıl başladığı konusunun hala karanlık olduğunu hatırlatması ilginç olabilirdi. (Cairns-Smith, Seven Clues to The Origin Life, 1985)
Evrim kuramı tanrıtanımazlığa ve hazcı-maddeci dine dayanak yapılıyor. Bu biyolojik gerçeği komünizme destek yapmaya çalışan da var. Bu durumun Müslümanı evrimden soğutmaması gerektiği konusunda uyararak bitiriyor kitabı Taslaman. Sahi, bu dünyada varlığı kötüye kullanılmayan tek bir gerçek var mıdır acaba?
“Bir Müslüman, Hz. İsa’yı ilahlaştıranlardan dolayı Hz. İsa’ya sevgisinden vazgeçmediği gibi bilimi ateizm için araçsallaştırmaya çalışan ateistler yüzünden Allah’ın yarattığı varlıkları tanımamızda en önemli yardımcılarımızdan biri olan bilimden vazgeçmemelidir.”
Evrim alerjiği Müslümanları müjdeliyorum: Bu kitap, tek tek çürütmeniz gereken pek çok savla dolu. Kitabı okumayacakların ise en azından “Evrim Teorisine Bakışta Hristiyanlık ve İslam Arasındaki Farklar” bölümünü okumalarını tavsiye ederim. Bu bölüm tek başına bir kitap olmalıydı. Ne Kuran, ne de iki satır biyoloji okumadan evrim karşıtı kesilenlerin aslında hangi geleneği sahiplenip sürdürdüklerini anlamaları gerek. Oğlanların sünneti ne kadar Yahudiliğe özgü ve İslam dışı ise, evrim karşıtlığı o kadar Hristiyanlığa özgü ve Kuran şöyle dursun, geleneksel İslam’da bile yeri yok.
Bir saptama :
Dini konuların ülkemizde siyaset kurumunca bir ‘sos’ gibi kullanılması toplumun düşünce üretimini ve gerçekleri araştırma, tartışma ve algılama biçimini yozlaştırdı.
Siyasi kamplaşma din ile ilgili konuların da belirleyicisi. Yani artık X politik görüşü ‘evrimci’ Z politik görüşü ‘yaratılışçı’ olmak durumunda.
Siyaset, para ve gücü yöneticiler için tekrar üretirken kendi kültürsüzlüğünü de çoğaltıyor. Tartışmalı konularda cevaplar baştan belli. Taraflara kalan ise kabullerin arkasını -uygun görünecek- argümancıklarla doldurmak.
İnsanın bilişsel yeteneklerinin iki sonucu bilim ve sanat. Bunların toplumdan uzak tutulma çabaları sonucunda gerçeklerden ve değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Hatta konuları adil ve derinlikli biçimde tartışma yetimizi de kaybediyoruz.
Konuya geri dönersek:
Evrimi düşünürken Allah’ın yaratımını sadece biyolojik boyutuyla değil, bilişsel yetkinliğin getirdiği estetik anlamıyla da düşünmemiz uygun olacaktır.
Kan dökücü bir varlığın sanat ile benzerlerinden ayrılması; insan olması ve bir ehliyete kavuşmasını çok iyi anlamamız gerekiyor.
Kuran’da evrim konusu -yukarıdaki eleştiride de işaret edildiği üzere- Taslaman’ın değindiğinden daha geniş bir biçimde işlenmiş durumda.
Taslaman gibi doğa bilimleri özellikle de modern fizik gibi karmaşık konularda geniş bilgi birikime sahip bir biliminsanından, bilimin; yani Allah’ın ayetlerinin yanında durmasını bekliyoruz. Söylediklerinin söyleyebilecekleri yanında cüce kalması nedeniyle, kendisine cesaret diliyoruz.