Sıradışı Kuran Tefsirleri veya Kuran’ın Yaşamdaki Karşılığını Bulmak

Aslında Kuran’dan habersiz olanlar da Kuran’ın anlattığı şeyi bilme potansiyeline sahiptir. Gerçek bir tane olduğuna ve insanlara onu bilme yetisi verildiğine göre Kuran’ı işitmemiş veya çalışmamış insanlar da onun mesajına ulaşabiliyor olmalıdır (17:36, 90:8-10). Doğal olarak bu keşif, çabayla doğru orantılı olacaktır. Burada Kuran ile evren arasındaki paralellik dikkat çekicidir (45:3, 51:20-21). Şöyle ki, Kuran’a çalıştığımız ölçüde onu anladığımız gibi, evrene de çalıştığımız ölçüde anlayabiliyoruz. Bu yazının adı “Doğadaki Ayetler-2” de olabilirdi.

Eşek yükü ciltleri ileri-geri sallanarak okumanın da Kuran’ı anlamanın bir yolu olduğu öne sürülebilir. Ama bunun Kuran’ı daha iyi anlamanın yolu olduğundan çok Kuran’dan uzaklaşmanın etkili bir yolu olduğunu düşünüyorum. Zamana hapsolmuş, yenilenmeyen ve bunun sonucunda kişinin içinde bulunduğu ortamın gereklerine yanıt vermeyen yorumları okumak aslında Kuran’dan uzaklaşmanın etkili bir yolu olabilir. Tıpkı Kuran Kursları gibi. Kuran Kursları herhalde şeytanın en büyük icatlarındandır. Adında Kuran var ama içinde yok. İnsanlara Kuran’la ilgili bir şey yaptıkları duygusunu veriyor ve böylece, evet, tam da böylece onları Kuran’dan uzaklaştırıyor. Çünkü yaşamınızda Kuran’a hiç yer olmamasına karşın varmış gibi düşünmenize yol açıyor. Kuran’ı anlamak üzere elinize alacağınız varsa da almıyorsunuz. Kaybettirdiği zaman da cabası. “Klasik tefsir” dedikleri ciltler de kişiye zaman yitirtmekte bayağı etkilidirler. Keçiboynuzu gibi; bir çuval yemeniz gerekir ki biraz ağzınız tatlansın. Akademik çalışmalar dışında buna gerek olmadığını düşünüyorum.

Düzenli Kuran okumak gerekliliğin ardındaki gerekçeyi bu bağlamda ele alalım. Kuran’ı her gün sabah ve akşam (24:58) bir kaç sayfa bile olsa okumanın yarattığı etkilerden biri, zihinde taze olan yakın yaşantıda kitabın paralelini yakalamak olmalı. Kişi bunu yapamıyorsa en azından haftalık Kuran dersine kesinlikle katılmalıdır (62:5-11); tabi, böyle bir ders veren varsa. Sık yineleme, belleği diri tutmak için zorunludur. Öğütler, çıkarımlar, örnekler bellekte taze olduğunda şu olur: Hem vicdanınızın sizinle konuşmalarında hem de tanık olduğunuz olaylarda Kuran’ın doğrulamasını hemen bulursunuz. Bir süre sonra –ideal olarak– önünüzdeki fiziksel gerçekliğin bütününü ahlakın soyut kavramlarıyla yorumlayabilir duruma gelirsiniz. Örneğin önünüzde muhtarlığa dilekçe veren bir kaç komşu vardır. Veya otobüste yanınızda oturan arkadaşınız, telefonda okuduğu haberi yorumlar. Veya işyerinde toplantıda “yalnızca işle ilgili” bir şeyler söylenir. Bu olayların hepsinde ahlaki bir yorumumuz olmalıdır. Kuran’ı düzenli okumanın bize sağladığı şeylerden biri budur.

“Bu dava, kitapta anlatılan şu olaya çok benziyor…”

“Firavun da tam olarak bunu dememiş miydi?”

“Bu adam kentten kovulmak istenen elçilere benziyor…”

“Meryem bu durumda şöyle yapmayı seçerdi…”

“Bu kişilerin yaşadıkları, ikiyüzlülere yeryüzünde verilecek cezanın bir parçası olmalı…”

Bu cümleleri aklınızdan daha sık geçirmeye başlarsınız. Ayetlerin gerçekleştiğini gözünüzle görmeye başlarsınız. Veya benim başıma pek gelmedi ama ayetlerle çelişen olguları da görebilirsiniz; yani reddedecekseniz bilerek reddedersiniz. İşte bu, yani kendi tanıklığınız bütün tefsirlerden değerlidir. Deneyimlenerek edinilmiş bilgi, aktarma yoluyla gelen bilgiye göre daha sağlam ve kalıcıdır. Tanık olmamış olanlara Kuran’ı anlatmak bu yüzden çok zor. Bu yüzden Muhammed ve onu izleyenlerden (hayranları değil, izleyenler!) başkası, Kuran derslerine girdiklerinde “Bu deli ne anlatıyor?” deyip çıktılar (9:127, 11:91, 47:16). Tıpkı bugünkü yaşamımız gibi, baştan aşağı çoktanrıcılığa batmış onursuz yaşamlarından memnun oldukları için bir dertleri, bir arayışları yoktu. Ortada çözüm aradıkları bir sorun görmedikleri için Muhammed’in sözlerini anlamak için hiç bir çaba göstermediler, aynı bugün göstermedikleri gibi. Kuran’ı anlamadıkları için anlayanlara düşman oldular. Yeri gelmişken, Muhammed ve yoldaşlarının çoktanrıcılarla savaşmak zorunda kalmalarının nedeni de budur.

Bakılan her yerde Kuran ayetleri görmeye başlamak, ulaşmayı hedeflememiz gereken ileri bir noktadır diye düşünüyorum. Peki, daha ulaşmadıysam o noktanın varlığını nasıl biliyorum? Çoğunluğun “dinsel” açıdan ele almadığı durumlarda veya Kuran’ı aklına getirmeksizin yaptıkları işlerde ayetleri görmeye başladım, oradan biliyorum. Birileri doğru bir şeyler söylediğinde –ki zamanımızda bu gerçekten ender bir olay oldu–, ilgili ayetleri doğrulamış veya biraz abartılı bir ifade olacak ama, örnekleyerek tefsir etmiş oluyor. Zaten Kuran “yaşam kitabı” ise Müslüman olsa da olmasa da herkes ayetlerin doğruluğuna tanık değil midir? Ve bu tanıklığı iyi, doğru, güzel bilinen şeyleri dile getirerek, tanıklık niyetiyle olmasa bile sürekli bildirmez miyiz? Bildiriyorlar nitekim…

Not: Yazarların ve alıntı yaptığım kaynakların her savına katıldığım veya her doğrusunu onayladığım gibi bir sonuç çıkarılmaması gerektiğini genel bir kural olarak anımsatmak istiyorum.

 

  • Bir Başka Din: Tasavvuf kitabının yazarı Cemre Demirel (michaelsikkofield.blogspot.com), dunya ve ahira kavramlarını açıklıyor:

  • Toplumbilimci Niyazi Berkes, Teokrasi ve Laiklik kitabından aldığım bu yazısında Kitaplıların davranışlarını örnekliyor, yani 5:51 ve benzer ayetleri tefsir ediyor:

 

  • Yılmaz Özdil, 2:104, 6:123, 11:59, 14:21, 17:16, 33:67, 43:54, 71:21 ayetlerini yorumluyor:

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/yilmaz-ozdil/taseron-26439924

Benzerlerini son yıllarda bolca gördüğümüz bu haberi okuduktan sonra Özdil’in yorumuna katılmamak elde değil:

http://www.sozcu.com.tr/2014/gundem/o-santiyede-100-kisinin-isine-son-verildi-644254/

https://www.ntv.com.tr/turkiye/100-kisinin-isine-son-verildi,5BNa-NUtFUa9CEuMYD22LQ

 

  • Aynı ayetleri Penguen yazarı Kaan Sezyum, derginin 26.01.2017 sayısındaki yazısında yorumluyor:

 

  • Kuran’dan habersiz bir Amerikalı, 10:45, 23:112-113, 46:35 ayetlerini tefsir ediyor (Türkçe altyazı açılabiliyor): /watch?v=IrBlmpqh8T0 (başına Youtube ekleyiniz)

 

  • Sibel Edmonds 63:1-8, 4:143 ayetlerini tefsir ediyor: /watch?v=T0FkIDTSJ-w (başına Youtube ekleyiniz)

 

  • Araştırmacı yazar Cengiz Özakıncı, “Yoldan çıkmış bir kişi, size bir haber getirirse onu araştırın” (49:6) ayetini tefsir etmekle kalmayıp uygulamasının bir örneğini veriyor: Tarihin Bilinmeyen Yüzü, 20.05.2017 “Atatürk’e Saldırılar – 2” /watch?v=X_hQLwOmaOM (başına Youtube ekleyiniz)

 

  • Tanınmış ve ufuk açan antropolog Marcel Mauss’un (1872-1950), Armağan Üzerine Deneme kitabında bir kaç Kuran bölümünün tefsiri gizli. Mecazi değil, doğrudan tefsir. Birinci kısımın “İnsana armağan ve tanrılara armağan” adlı dördüncü bölümünde şunları söylüyor:

“Zekat/bağış, bir yandan armağan ve zenginlikle ilgili ahlaki bir fikirdir, öbür yandan kurbanla/fedakarlıkla ilgili bir fikirdir. Eliaçıklık gereklidir çünkü yoksa öc alıcı (İng. Nemesis), aşırı zenginlik ve mutluluğunun intikamını yoksullara ve tanrılara vererek alır. Bu, eski armağan ahlakının adalet ilkesi düzeyine yükseltilmesidir. Tanrılar ve ruhlar kendilerine ayrılmış bu payı onaylarlar ve boş yere yok edilmeyip yoksullara ve çocuklara gitmesini isterler. Orijinal olarak Arapça sadaka, İbranice zadeka gibi yalnızca adalet anlamına gelirdi. Daha sonra zekat/bağış (İng. alms) anlamına gelir oldu. Mişna çağının bağış ve zekat öğretisini doğurduğunu söyleyebiliriz. Daha sonra Hristiyanlık ve İslam’la dünyaya yayılmıştır. Zadeka sözcüğü bu dönemde anlam değiştirmiştir çünkü Kitabı Mukaddes’te zekat/bağış anlamına gelmemektedir. ” (Marcel Mauss, The Gift, Cohen & West, 1966, s.16-17.)

Sonuç kısmının “Politik ve Ekonomik Sonuçlar” bölümünde şunları söylüyor:

“İnsanı yalnızca bizim Batı toplumları, çok yakın zamanlarda ekonomik bir hayvana dönüştürmüştür. […] Uzun bir süre boyunca insan oldukça farklı bir şeydi. Hesaplayan bir makineye dönüşeli fazla olmadı.” (s.74)

“Ünlü 64. sure, Muhammed’e Mekke’de verilen ‘Karşılıklı Aldatma’ suresi şöyle der:

Aslında mallarınız ve çocuklarınız yalnızca bir sınamadır. Oysa en büyük ödül Allah’ın katındadır. Artık tüm gücünüzle Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşıyın. Dinleyin ve boyun eğin. Ve kendi iyiliğiniz için karşılıksız yardımda bulunun. Bencil tutkularından kim kendisini korursa, kurtuluşa erişenler işte onlardır. Allah’a güzel bir borç verirseniz, katlanarak size geri verilir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah, Ödül Verendir; Hoşgörülüdür. Gizli gerçekleri ve görünenleri Bilendir. Üstündür; Bilgelik ve Adaletle Yönetendir. 64:15-18 [Ali Rıza Safa meali -Ç.N.]

Allah adını toplumla veya profesyonel grupla değiştirin veya üçünü birleştirin; zekat/bağış kavramını işbirliği ile, yani özgeci bir ödünç vermeyle değiştirin; şimdilerde [1920’leri kastediyor olmalı -Ç.N.] ortaya çıkan uygulama hakkında yaklaşık olarak fikir sahibi olursunuz. Belli ekonomik gruplarda ve kendi çıkarlarını ve ortak çıkarları çoğu zaman önderlerinden daha iyi bilen kalabalıklarda görülebilir.”

 

  • Yahudi yazar Charles Eisenstein, ülkemizde tanınan Kutsal Ekonomi kitabında Kuran’ın ekonomik gerçeklerini tefsir ediyor. İnsanın sağkalımının bireysel değil ancak toplumsal olabildiği, “sürdürülebilir” tek yaşam biçiminin paylaşım ve dayanışma üzerine kurulabileceği, harcamamak üzere biriktirmenin toplumu yoksullaştırdığı, faizin uygarlığı toptan çökerteceği, bolluğun bilimle veya teknolojiyle veya doğal kaynak tüketimiyle veya para politikasıyla değil özgecilikle geleceği gerçekleri kitap boyunca işleniyor. Bu kesin gerçekleri bildiren Kuran bölümleri buraya alınamayacak denli çok…

Ürünlerini sabahleyin kesinlikle toplayacaklarına yemin eden bahçeciler gibi onları sınayacağız. Hiç kuşkuları yoktu. Ardından, onlar uykudayken, Efendinden bir salgın orayı kapladı. Sonunda, kapkara kesildi. Sabahleyin, birbirlerine seslendiler: “Ürün toplayacaksanız, erkenden bahçenize gidin!” Böylece, çıkıp gittiler; aralarında fısıldaşıyorlardı. “Bugün, hiçbir yoksul oraya girerek yanınıza sakın sokulmasın!” Ve kararlı olarak, sabah erkenden vardılar. Birden orayı gördüklerinde, şöyle dediler: “Büyük olasılıkla yolumuzu şaşırdık!” “Hayır, yoksun bırakıldık!” Aralarındaki en sağduyulu olan, şöyle dedi: “Size söylemedim mi? Keşke yüceltseydiniz!” 68:17-28

Uygarlığın Krizi adlı yedinci bölümden özetleyerek çeviriyorum:

“Yaklaşan kriz karşısında insanlar kendilerini korumak için ne yapabileceklerini soruyorlar. “Altın mı alayım? Yiyecek mi stoklayayım? Uzak bir yerde güçlendirilmiş bir yerleşim mi inşa edeyim? Ne yapayım?” Ben farklı bir soru sorayım: “Yapabileceğim en güzel şey nedir?” Paranın yaratılmasını ancak kategorik olarak iyi bir şey sayarsak deflasyon, yani paranın çökmesi kategorik olarak kötü olabilir. Ne var ki daha önce verdiğim örneklerden paranın yaratılmasının bizi pek çok yönden yoksullaştırdığını görebiliyorsunuz. Paranın yok olması bizi zenginleştirme potansiyeline sahip.

Her ekonomik durgunlukta bunu görürüz. İnsanlar ürün ve hizmetler için para ödeyemediklerinde komşulara ve dostlara dayanmak durumunda kalırlar. Alışverişleri gerçekleştirecek para olmadığında hediye ekonomisi yeniden ortaya çıkar ve yeni para biçimleri yaratılır. Sistem ölçeğinde, borcun yükselmesi toplumun varlığının paraya çevrilmesi için çok büyük bir baskı yaratır. Az bir kazanç için doğaya büyük zarar verme pahasına çıkarılmamış madenleri çıkarmak gibi. Süreci ters çevirme zamanı geldi. Ürün ve hizmet evreninden çıkardığımız şeyleri hediye, karşılıklılık, kendine yeterlik ve toplumsal paylaşma evrenine katmalıyız. Dikkat edin, bu bir para birimi çöküşü sonrasında zaten gerçekleşecektir. İnsanlar zorunlu olarak dayanışacak ve toplumsal ilişkiler yeniden kurulacaktır.

Bireysel dirliğiniz için kaygılansanız bile yapacağınız en iyi yatırım herhalde insanlara olacaktır. Bağlantılar, şükran duygusu ve çevrenizdekilerin desteği.

Kişisel düzeyde yapacağınız en büyük devrim benlik duygunuzda /kavramınızda olacaktır. Descartes’ın ve Adam Smith’in ayrık ve kopuk benliği süresini doldurdu ve artık işe yaramaz. Birbirimizden ve yaşamın bütününden ayrılmazlığımızın ayırdına varıyoruz. Faiz bu birlikteliği yalanlar, çünkü öteki pahasına ayrık benliğin büyümesini amaçlar. Sizin için azalan, benim için de azalır. Sürekli büyüme ideolojisi bizi öyle bir yoksullaştırdı ki soluk alamıyoruz. Uygarlığımız bu ideoloji üzerine kurulmuştur ve bugün çökmektedir. ”

Okumuş olduğunuz bu bölüm şu ayetlerde anlatılan iki seçeneğin yorumudur:

17:11 İnsan, iyiliği çağırırken, kötülüğü de çağırır. Çünkü insan, çok acelecidir.

17:18 Kim ivedi olarak isterse, dilediğimiz kimseye, dilediğimiz ölçüde ivedi olarak veririz. Sonra, ona cehennemi veririz. Gözden düşmüştür; kovulmuş olarak oraya girer.
17:19 Kim de sonrasını [ahira] isterse ve inanmış olarak ona gereği gibi çalışırsa; işte onların çalışmasına değer verilir.

11:15 Kim dünya yaşamını [dunya] ve onun çekiciliğini isterse, yaptıklarının karşılığını orada tümüyle veririz; eksiksiz olarak.

2:200-201 …İnsanlardan kimisi, şöyle der: “Efendimiz! Bize, yakında [Ar. dunya] ver!” Oysa sonunda /sonuçta [ahira] onun bir payı yoktur. Onların kimisi de şöyle der: “Efendimiz! Bize, hem yakında [dunya] iyilik ver hem de sonunda /sonuçta [ahira] iyilik ver…

3:134 Onlar varlıkta ve yoklukta yardımlaşmak amacıyla paylaşırlar, öfkelerini yenerler ve insanları hoşgörürler. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

16:96 Sizin yanınızda olan tükenir. Oysa Allah’ın katında olan kalıcıdır [bakın]. Ve dirençli olanları, yaptıklarının en güzeliyle kesinlikle ödüllendireceğiz.

Ayrıca bkz. http://kuranmeali.eu/KokTranscript/BGY

Armağan Ekonomisine Geçiş adlı on altıncı bölümde, yazar daha önce parayla ölçülmemiş şeylerin parayla ölçülmesindeki yanlışlığa dikkat çekiyor.

“Niceliksel olarak ölçülemez gereksinimlerimizi karşılamak için para dolaşımına gerek var. Niteliksel olan niceliksel olana denklendiğinde, sonsuz olan sonlu olana denklendiğinde, birincisi değer yitirir.”

Allah’ın değerini gereği gibi ölçümleyemediler… 39:67, 6:91

Vergi matrahından düşülsün diye yapılan “sosyal sorumluluk projeleri” de bence niteliksel olan toplum hizmetini niceliksel olana çevirerek aşağılıyor ve böylece toplumu Allah’tan uzaklaştıran sürece katkı sağlıyor.

Allah’ın yarattığı ekinlerden ve çiftlik hayvanlarından ona bir pay ayırdılar. Böylece, kendi akıllarınca, şöyle dediler: ‘İşte bu, Allah için; işte bu da ortaklarımız için!’ Ortakları için olan [bencil çıkar] Allah’ın tarafına geçmez ama Allah için olan [sosyal sorumluluk harcaması] ortaklarının tarafına geçer [matrahtan düşülerek bencil çıkara dönüşür]; ne kötü yargı veriyorlar. 6:136

 

  • Antropologlar çok kadınla evlenmeye izin veren 4:3 ayetini tefsir ediyorlar.

Murdock ve Wilson, Yerleşim örüntüleri ve toplum örgütlenmesi: Kültürler arası yasalar makalesinde yeryüzündeki kültürlerin ezici çoğunluğunda çokkarılılığın baskın olduğunu saptıyor. (Murdock, G.P. & Wilson, S.F. 1972. Settlement patterns and community organization: cross-cultural codes. Ethnology 11: 254–295.)

Bobbi Low, Çiftleşme ve evlenme sistemleri üzerindeki ekolojik ve sosyo-kültürel etkiler makalesinde şöyle diyor (çeviri benim): “Çokkarılılık, üreme hücreleriyle üreyen türlerde varsayılan, en olası çiftleşme düzenidir. Erkek-dişi görüngüsü –erkek ve dişi arasındaki farkların devamlı bir örüntüsü– her yere yayılmıştır. […] Ana çizgileriyle belirtilen nedenlerden ötürü çoğu ekolojik koşul altında çokkarılılık çoğu türün erkekleri tarafından kovalanacaktır. İnsanlar istisna değildir: Farklı evlilik düzenlerinin yaygınlığıyla ilgili geniş veri, Murdock’s Ethnographic Atlas 1967, Atlas Of World Cultures 1981 ve Murdock and White’s Standard Cross-Cultural Sample 1969 içinde bulunabilir. Bu kaynaklar toplumların %83’ünün çokkarılı olduğunu, hemen hiçbirinin (%0.05) çok kocalı olmadığını ve ‘tekeşli’ diye anılanların çoğunlukla ‘tekeşli veya hafif çokeşli’, yani genetik olarak çokeşli olduğunu bildiriyor.” (Bobbi S. Low, Ecological and socio-cultural impacts on mating and marriage systems, Oxford Handbook of Evolutionary Psychology ed. Robin Dunbar, Louise Barrett, 2007, s.451-453.)

Henrich, Boyd ve Richerson, Tekeşli evlilik bilmecesi makalesinde şöyle diyor: “Antropolojik kayıttaki toplumların yaklaşık %85’i erkeklerin çok karıyla evlenmesine izin verir. […] Tarımın ortaya çıkışından sonra insan toplumları büyüdükçe, karmaşıklaştıkça ve eşitsizlik arttıkça çokeşlilik düzeyleri yükseldi, en erken imparatorlukların kocaman haremler inşa ettiği aşırılıklar görüldü. Ne var ki bugün, mutlak varsıllık düzeyleri arasındaki farklar tarihte görülmemiş boyutlara ulaşmışken, tekeşli evlilik hem ahlaki hem yasal olarak zorlanıyor /uygulanıyor. Modern evliliği oluşturan kural ve kurumlar paketinin kökeni eski Yunan ve Roma’da bulunabilirken, bu tuhaf /olağandışı evlilik düzeninin yeryüzüne yayılması yalnızca yakın yüzyıllarda, başka toplumlar batıya benzenmeye çalıştıkça gerçekleşti.”(Henrich J, Boyd R, Richerson PJ. 2012. The puzzle of monogamous marriage. Philos Trans R Soc B 367:657–669.)

Ve White, Çokkarılılığı yeniden düşünmek: Eş-karılar, yasalar ve kültürel sistemler makalesinde erkeklerin ancak azınlığının çokkarılılık için gerekli yeteneğe ve kaynağa sahip olabildiğini bildiriyor. (White, D.R. 1988. Rethinking polygyny: co-wives, codes, and cultural systems. Current Anthropology, 29: 529–572.)

Seküler ve pozitivist hukuk savunucuları, Tanrı’nın elçilerini reddederken sözümona “modern bilimin ışığını” Elçilere alternatif yapıyorlar. Oysa tek yaptıkları, “dogma” diyerek bir kenara attıkları gerçeklerin yerine kendi dogmalarını koymak. Gerçek bir tanedir. Onu bilimsel ve dinsel olarak ikiye bölüp “dinsel” dedikleri gerçekliği toplumun dışına itmeye çalışanlar, işlerine gelmeyen bilimsel verileri yok sayıyorlar.

2:13 Üstelik “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın!” denildiğinde şöyle derler: “Akılsızların inandığı gibi inanalım, öyle mi?” İyi bilin ki gerçek akılsızlar onlardır, fakat bilmezler.

2:17 Onların durumu ateş yakan kimselerin durumunun tıpkısıdır. Çevrelerini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlıklarını alır ve göremez durumda karanlıklar içinde bırakır.

 

  • Amerikalı yatırım danışmanı Chris Martenson, faize dayalı para düzeninin neden çökmek zorunda olduğunu, bu çöküşün endüstriyel uygarlığın da sonu olacağını bilimsel içerikle ancak İngilizce bilen herkesin anlayabileceği yalın bir uslupla açıklıyor. 2:279 ayetinin tefsiridir:
    https://www.peakprosperity.com/crashcourse

Bir Cevap Yazın