2012 yılında NTV yayınlarından çıkan ve çok satan bu çeviri kitap, çizgi-romanı andırması özelliğiyle çocuk ve genç okurları hedefliyor. Şimdi Türk gençlerine ve çocuklarına Batı Aydınlanmasının nasıl sunulduğuna bir bakalım.
Batı Aydınlanması, özgürlük, sekülerlik konularına Din Nedir yazımda giriş yapmıştım. Kitapta beklendiği gibi özgürlüğe vurgu yapılıyor. Kitabın hiçbir yerinde aklı tutan, engelleyen şeyin ne olduğu, özgürlüğün hangi bağdan özgürlük olduğu açıkça yazılmıyor. Doğrudan Hristiyanlığa, tanrıcılığa (teizm) ve Kitabı Mukaddes’e ve bunları bahane ederek uydurduğu “dinler” kategorisine saldıramıyor, dolaylamalarla ilerliyor. Pozitivizmin, maddeciliğin ve tanrıtanımazlığın propagandası böyle olmak zorunda. Eğer böyle yapmaz, sözde gerçeğe doğrudan işaret eder ve nedensellik bağlarını apaçık kurarsa, propaganda ürünündeki eğriliğin açıkça görünmesi işten bile değildir. Onun için sözü dolandırmak, imalar ve duygusal yönlendirmelerle ilerlemek zorundalar. “Akıl” kitabında safsata yapmak zorundalar. Sayfada gördüğünüz filozof tanımı yanlıştır. Filozof basbayağı düşünür demektir. Ama önyargılara, geleneklere, otoriteye cepheden karşı olmayan filozoflar gördüğünüz gibi yazar tarafından filozof sayılmamakta. Aynı zamanda önyargı, gelenek, otorite kavramlarına da mutlak olumsuz anlam yüklenmekte. Oysa üçü de olumsuz değildir. Üçü de yerine göre olumlu veya olumsuz veya ikisinin karışımı olabilen nötr kavramlardır. Örneğin isyan kavramı da tek başına kötü olmak zorunda değildir, yeterince kötü bir otoriteye ve düzene başkaldırmak iyi sayılabilir. Akıl kavramına da tam tersi yapılıyor ve mutlak iyi sayılıyor. Oysa akıl da tornavida gibi, bıçak gibi bir araçtır; tek başına olumluluğu, iyiliği temsil etmez. Üçüncü olarak da şunu fark etmeliyiz: Nötr şeyler olan önyargıya, geleneğe ve otoriteye başkaldıranlar cesaretli olarak niteleniyor. Cesaret de tek başına olumlu bir kavram olmak zorunda değil. Deli cesareti, cahil cesareti gibi şeyler de var…
Kralların ne yaparlarsa yapsınlar büyük adam sayılmamaları, aydınlanmanın ve modernizmin kategorik olarak neyi iyi, neyi kötü saydığıyla ilgili bir fikir veriyor. Aydınlanmacılara göre yenilik iyidir, eski kötü; çünkü filozoflar önceki sayfada gördüğümüz üzere ancak yeni bir şey söylerlerse filozof sayılacaklar, iyi bir şey söylerlerse değil. Adaleti sağlamak büyük ölçüde bir kralın elindedir ama ne denli adil olursa olsun Aydınlanmacı onu büyük adam saymayacaktır. Çünkü ülkeyi adil yöneterek, iyiye çağırıp kötüden alıkoyarak yeni bir şey türetmiş olmayacak.
Doğayı, dolayısıyla Tanrı’yı özünde kötücül saymak modernliğin alametifarikasıdır. Yazara göre Anjelik’i delirten kendi dengesizliği değil, herhangi bir biçimde tanrıcı veya dindar sayılmasını sağlayabilecek davranışıdır. Çünkü Diderot önyargıya, geleneğe ve otoriteye başkaldırabildiğine göre herhalde doğrusunu bilir!
Koyu harflerle: “Mutlak ahlaki standartlar olamaz.” Türkçesi, ahlak diye bir şey yoktur… “Neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmenin bir yolu yoktur… Onun için sürüngen beyni düzeyinde algılayabildiğimiz acı ve hazdan başka üzerinde birleşebileceğimiz bir şey yoktur…” Kitap, ilerleyen sayfalarda neyin iyi, neyin kötü olduğunu söyleyerek kendiyle çelişecek. Çocuklara ve gençlere bu kitabın verdiği “eğitim” bu.
Aydınlanma düşüncesini ve modernizmi benimsemiş olan yazar, Tanrı’yı insanın doğasından, tarih boyunca yaşamış bilgelerin uzlaşmasından, akılla keşfedilebilecek olandan koparıyor. Görülüp tanınan gerçeklikle Tanrı’nın arasını ayırıyor. İnsanların birbirilerini iyiye yöneltirken, kötüden alıkoyarken başvuracakları mutlak iyilik ve mutlak nesnellik kaynağını onların elinden alıyor. Allah’ın birleştirilmesini /ulaştırılmasını buyurduğunu kesiyor (2:27, 13:25). Bunu bilerek yapıyorsa kötü niyetlidir ve toplumu kasıtlı olarak ahlaksızlaştırmaya çalışan bir bozguncudur. Bunu bilmeden yapıyorsa kavgası Kitabı Mukaddes’in sakat tanrı imgelemiyledir, Tanrı’nın kendisiyle değil. Nitekim Tanrı’dan söz ederken Musa’nın levhalarının resmedilmesi Tanrı ve din kavramları için Kitabı Mukaddes’in ölçü alındığını gösteriyor. Her iki durumda da elinde Kuran’ı bulunduran bir halkın çocuklarının eline bu Aydınlanma kitabının verilmemesi gerekir.
Boş söz. Hepsi “filozoflardan”, yani hepsi de önyargıya, geleneğe ve otoriteye başkaldıran “cesaretli” insanlardan oluşan bir toplum var olabilir mi? Kural koyarsanız önyargı oluşturursunuz, işlemez. Belirli bir iş görme biçimi oluşturamazsınız, oluşturduğunuz anda o bir gelenek olur. Yönetemez, yargılayamazsınız çünkü bu otoriteyi gerektirir. Bu filozoflar yurttaşlar kendi doğrularında diretirler ve geri adım atmazlarsa bu da fanatizm olur; bu fanatizmden kurtulup aydınlanmış yeni bir toplum kurmak isteyerek o toplumdan ayrılırlar. Nesnelliğin ve iyiliğin değişmez kaynağını yitirmek böyle bir şey işte. Kendi kuyruğunu kovalarsın…
Hristiyanlığı, Yahudiliği ve İslam’ı yasa olarak değil de inanç olarak tanımlayınca yukarıdaki önermeler mantıklı imiş gibi gelebiliyor. Jefferson ve Madison’un söyledikleri cümle şuna benziyor: “Komşumun bir faşist /ırkçı /Nazi /cinsiyetçi /homofobik /çocuk pornosu tüketicisi /radikal İslamcı /Anti-Semit /komplo kuramcısı /nefret suçlusu olduğunu söylemesinin bana bir zararı yoktur. Böyle söylemekle beni soymuş veya ayağımı falan kırmış sayılmaz.” Oysa modernizme bağlı seküler toplumlar içinde bu cümleleri kurabilecek olanların oranı milyonda biri geçmez. Çünkü saydığım gruplar seküler dinin cadılarıdır. Aforoz edilirler, linç edilirler, diri diri yakılırlar. Oysa bunlar yalnızca inanç düzleminde var olabildiği varsayılan, eyleme geçmedikçe zararlı olmadığı düşünülen ideolojiler veya eğilimlerdir. Aydınlanmacıların bunlara hoşgörü göstermeleri beklenirdi ama göstermiyorlar. Çünkü sekülerlik (veya seküler din) kendi kutsallarını, dokunulmazlarını ve buna paralel olarak kendi ruhbanını ve engizisyonunu yaratmıştır; yaratmayı sürdürmektedir. “Tanrıların sayısı” boş bir sözcük oyunudur. Bu kitap gençlere hem kuramda, hem de uygulamada kendiyle çelişen ilke ve tutumları evrensel gerçekmiş gibi aşılıyor.
Tanrı’nın ses ve görüntü olarak betimlenmesinin kötü sonuçları vardır. Tevrat’ta doğrudan yasaklanmıştır. Kuran’da dolaylı olarak yasaklanmıştır. Avrupa’nın Tanrı’ya biçim yakıştırmak gibi budalaca ve iğrenç bir geleneği vardır. Bu rezilliğin çocuklarımızın ve gençlerimizin gözüne sokulması pornodan bile zararlı bir etki yaratabilir. Çünkü görüntü, sözden daha akılda kalıcıdır. Kuran’ın buyrukları birer seçenek değil, diri kalmak ve dirliğini sağlamak isteyen toplumlar için birer zorunluluktur. Allah’ın adını arındırma buyruğunu yerine getirmenin yollarından biri kuşkusuz onun insansı betimlemelerine engel olmaktır. Müslümanlar Kuran’la ilgisi kalmamış bir hurafe yığınını din diye benimsediklerinden, bu gibi kepazelikleri Muhammed’in karikatürleriyle uğraştıklarının milyarda biri kadar umursamıyorlar.
Tanrı’nın “kenara çekilmiş” olması ve “mucizeler” yaratmıyor olması çok derin bir konu. Ayrıca bir yazıda tartışacağım.
Burada bir itiraf gizli. Sekülerliğin din dediği şeyi “inanç pazarından beğendiği inancı seçme özgürlüğü” olarak tanımladığını vurgulamıştım. Bilginin de tıpkı inanç gibi alınıp satılan, böylece eşitlik, demokrasi ve özgürlük ortamında bile üzerinde denetim ve tekel kurulabilen, kıtlığı yaratılabilen bir mal olması kanıksanıyor. Buna da Aydınlanma deniyor!
Yüz yirmi ikinci sayfada okura Yaratıcı’nın niteliklerini tanımlayamayacağımız söylenmişti. ABD’nin Aydınlanmacı Kurucu Babaları 146. sayfada Yaratıcı’nın kime ne verdiğini anlatıyorlar. Hiçbir kanıta ve kaynağa başvurmadan, üstelik kaynak adayı olabilecek Kitabı Mukaddes’i ve Kuran’ı yok sayarak…
Voltaire 111. sayfada filozofların dünyayı değiştirmek gibi bir amaçları olmadığını ve zaten bunu başaracak potansiyelleri olmadığını söylüyor; 162. sayfada ise toplumu değiştirmeye çalışıyor. Aydınlanmanın çelişkilerle dolu değerler dünyasını aşılamaya çalışan kitabın sayfalarının da çelişki dolu olmasına şaşırmadık.
Bir sayfa önce engin servetini paylaşmak yerine şatolar yaptırıp sefasını süren Voltaire şimdi köleleri özgürleştiriyor, bizim düşüncemiz için canından geçiyor. Bir sayfa sonra ise özgürleştirmek istediği kalabalıkları aşağılıyor. İnsanların aydınlanmaya vakitleri yok çünkü sen onların emeğiyle şatonu yapasın diye çalışmak zorundalar. Aydınlanma düşünürlerinin çoğunun mirasla ve soy bağıyla bir yerlere gelebilmiş kişiler olduğunu öğrenince taşlar yerine biraz daha oturuyor.
Sayfa 110’da rahiplerin katil, filozofların melek olduğunu söyleyen yazar, sayfa 171’de katledilen bin dört yüz kişinin sorumluluğunu filozoflara yakıştıramıyor elbette, devrim mahkemelerine atıyor. Devrim mahkemeleri bu kişilerin ölümü hak ettiğine karar vermekte kullandıkları bilgileri Adam Smith’in “bilgi pazarı”ndan edinmiş olmalı (bkz. sayfa 141). O pazara bu bilgileri sunanlar dünyayı değiştirme gibi bir derdi olmadığı öne sürülen filozoflardan başkası değildi.
Kitabın adında “aklını özgürce kullanmak” ifadesi geçtiği halde aklını özgürce kullanmak nedir, bir tarifini veya uygulamasını içinde bulamadık. Aydınlanmamış insanların neden akıllarını kullanamadıklarını anlamadık. Özgürlüğün bir tanımına rastlamadık. Yalnızca dolaylamalarla ve imalarla karşılaştık. “Dinler” uydurma kategorisi üzerinden Tanrı’nın elçilerine karşı gelmenin ve Kuran’ı çöpe atmanın iyi olduğu mesajını aldık, hepsi bu.
Ezberci eğitimden yakınan sekülerlik seviciler Aydınlanma tanrılarının dogmalarını kanıta başvurmadan bir bir aktarmakla yetinen bu kitap hakkında ne düşünürler?
“Dinlerin uyuşturucu olduğunu” öne sürenler açık ve somut nedenselliğe başvurmaya gerek görmeyen bu kitapta uyandırıcı bir içerik bulabiliyorlar mı?
Çocuklarımıza bu tür endoktrinasyon yapan başka hangi kitaplar var? Acaba ders kitaplarında da varmı böyle şeyler? İncelediniz mi?
Böyle bir veritabanı hazırlamadım. Yapmak gerekir. Ama takım işidir, tek kişilik değildir. Ders kitapları da satır satır incelemek ve raporlamak gerekir. Aslında ders kitaplarını satır satır inceleyen ve raporlar hazırlayanlar var. Ama bunu kendi dinleri için yapıyolar, İslam için değil. “Ders kitaplarında ayrımcılık”, “cinsiyetçilik” vb. bir sürü rapor ve yayın bulursunuz. Bu yayınlar hükümete baskı yapacak lobileri yönlendiriyorlar, onların eline malzeme oluyorlar. Toplum artık Müslüman olmadığı için hükümetler de Müslüman değil ve bu baskıların gereğini yapıyor, müfredatı sürekli güncelliyorlar. Sizi kaygılandıran konu aslında Türklerin Kuran’ı nasıl çöpe attıklarının, Allah’ın elçisine nasıl sırt çevirdiklerinin berrak bir resmidir. Şu anda Türkiye’de hükümete İslam’a veya gerçeğe aykırı çocuk yayınlarına karşı önlem alması için baskı yapan hiç bir grup yok. Yalnızca Avrupa Birliği ve şirket destekli Hristiyan vakıfları, yine AB ve ABD destekli feministler, ateistler, hayvanseverler, Siyonist Yahudiler ve Ermeniler var. Hükümet onların dediklerini yapıyor.
Şurada ders kitaplarındaki zihinsel saldırının bir kaç örneği bulunuyor: http://mahiye.com
Yakında bir inceleme de ben yapacağım.