İyilik Boşluğu

Mutfağımın camından gördüğüm kavşakta son bir yıldır gözle görünür bir değişim var. Giderek daha fazla sürücü sağa dönüşlerde yayalara yol veriyor. Son bir yıl içinde bu konuda ciddi bir eğitim veya bilinçlendirme çabası olmadığına göre, bu durumun sebebi ne olabilir diye düşündüm.

Sokak hayvanları hakkında insanları duyarlı olmaya çağıran, bu konuyu haber bültenlerine ve reklamlara vıcık vıcık malzeme yapacak kadar gözde hale getiren bir kampanya(!) dönemindeyiz. Adeta ülkenin ilk üç sorunundan biri imiş gibi sokak it ve kedilerinin korunması ile ilgileniyor, “hayvan refahı” gibi aslında besicilik faaliyetinin terimleri olan kavramları günlük yaşama taşıyoruz. Bir ofis binasının otoparkında şöyle bir yazı gördüm: “Otoparkta yavru kediler var, arabanızı çalıştırmadan önce motorda kedi var mı diye kontrol edin lütfen.” Bizim mahallede sokak hayvanlarını besleme konusunda abartılı eylemlerde bulunan çok sayıda insan var. Hayvanları aşılamaya gelen belediye veterinerine saldıracak kadar. Bu insanların, marketten çıkıp koca bir salam külçesini sokak itlerine yedirirken aldıkları zevki gözlerinden okuyabilir, çıkardıkları seslerden anlayabilirsiniz. Bu sırada onları dehşetle izleyen ve çocuklarına o salamı almaya gücü yetmeyen çöpçü veya işsiz onların ilgi alanlarına girmese de, aslında bu insanlar hayatlarındaki koca bir boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. “İyilik boşluğu”.

Nedir iyilik boşluğu? İnsanın özünde sevgi ve iyilik bulunduğu ile ilgili pek çok dinde ve felsefe akımında sayısız önerme bulunur. Bu gerçekten de böyledir. Ünlü “iyilik sorununun” arka planında da bu vardır. Yani ortada hiç bir bilimsel neden bulunmadığı halde iyi-olumlu olmak isteriz. Varsayılan sistem ayarlarımızın kötülük ve çirkinlik sanıldığı bir düzende, insan kendini kötülükle kuşatılmış hissettiğinde, hayatında olumlu işler, haberler, tutumlar göremediğinde, hele hele bu olumsuzlarda kendi payı olup olmadığını sorguluyorsa artık arınma zamanı gelmiştir. İnsanı insan yapan özündeki iyilik yok edilememiştir ama o özün üzerinde birikmiş olan kapkara ziftin temizlenmesi gerekir.

Bu kolay bir iş değildir. Önce, kişinin kendisine dürüst olması gerekir. Olan bitenle ilgili isyanlarını ve itiraflarını söze ve eyleme dökmesi gerekir.[1] İnsanlardan görülen zararların, ihanetlerin vicdanen affedilmesi gerekir. “Kötü” insanların etkisizleştirilmesi gerekir. Toplumsal ahlak anlayışının ve değerler sisteminin sorgulanması gibi büyük işlere soyunmak gerekir. Toplumun güvenini kötüye kullanan yardım örgütlerinin kovuşturulması gerekir. Haksızlıklara ve kötülüklere dur dedirtecek kadar büyük bir acıma gerekir. Toplum neydi, biz kimdik, hatırlamak gerekir. Gerekir de gerekir. Eskiden “N’aber?” dendiğinde verilen “İyilik, güzellik” yanıtı çok ucuzdu. Eskiden insanlar kötülükle kuşatılmış olduklarını (en azından şimdiki kadar) hissetmiyorlardı. Çocuklarını sokağa salabiliyorlardı ki bu güvenlik (esenlik; Ar. selam) algısını etkileyen en önemli etmenlerden biridir. Ama artık iyilik ve güzellik pahalıdır. Doğal olarak iyileştirmeye çalışmanın sonuçları olur, bu bedeli de herkes ödemeye yanaşamaz. 

O halde, bilinçli veya bilinçsiz olarak kendini iyi hissetmenin yolları aranır. Yogaya, meditasyona, “spiritüal” sohbetlere filan gidilir, kişisel gelişim ve tasavvuf kitapları okunur. Ama bunlar ağrı kesici gibi geçici bir huzur verir. Yardım örgütlerine yaklaşılır belki ama hiç biri güven vermez. Oysa insanın küçücük de olsa gerçek bir iyiliğe ihtiyacı vardır. Böylece o kararmış ruhun içinden iyi işler ve eylemler sızmaya başlamalıdır. Bu aynı zamanda ruhbilimsel bir korunma mekanizmasıdır. İnsan, yaşamının anlamsız veya çirkin olduğunu algıladığında bu algıyı ortadan kaldıracak bir şey yapmalıdır; yoksa onu sürdüremez. Depresyon dedikleri şey bir hastalık değil, yaşama anlam verememe, onda artık bir güzellik bulamama durumudur. Boşuna o şarlatanlara para verip ilaç kullanmayın, hasta değilsiniz. Yapmanız gereken yaşamınızı gerçekten güzelleştirmektir. Kolay yolu seçip örneğini verdiğim işleri yaparak güzellik algınızı aldatmayı da deneyebilirsiniz. Bu yazıda anlattığım şey budur, kolay yolu seçmek.

Peki, iyiliği bu kolay yolları bile seçmeden, yayaya yol verme bedelini bile ödemeden satın alabilir miyiz? Yani, yolsuzların korunduğu, namussuzluğun övüldüğü, çirkinliğin yeğlendiği, cahilliğin yüceltildiği bir toplumda küçülüp yok olmaya yüz tutmuş ahlaki değerlerin maddeleşmesi mümkün mü? Sağlığımızı sahte gıdalar, endüstriyel etkiler ve yıkıcı tedavilerle kaybettirip, sonra da bize sağlığımızı yeniden satmayı önerebildiklerine göre, yok ettiğimiz ahlakı da satabilmeleri mümkün mü? 

Bakın kapitalist deha bu fikri nasıl kullanıyor ve sizlere ahlakı nasıl “satıyor.” İyilik ve doğruluk, ekmek peynir gibi piyasada satılıyor, karın doyuruyor. Mecaz yapmadığımı aşağıdaki alıntı resimlerden anlayacaksınız. Artık seküler demokrasilerin ve kapitalizmin kuralına göre, modern çoktanrıcılığın kuralına göre paranız ve oyunuz kadar iyisiniz. Artık birine iyilik dilediğinizde siyasi bir mesaj da vermiş olabilirsiniz. Artık ahlakın marka değeri var. Artık iyilik eskisinden de ucuz. Kutlu olsun.

Çoğumuzun bilerek veya bilmeyerek durup dururken (ahlaki veya yaptırımsal bir bedeli yokken) yayaya yol vermesinin, insan dışı bir canlıya (tercihen sıcak ve tüylü) iyi davranmak istemesinin ve “iyi” ve “doğru” diye pazarlanan malları satın almasının nedeninin ortak olduğunu düşünüyorum. İçimizdeki iyilik boşluğunu doldurmanın en ucuz yöntemleri bunlar. Tabi ki, çevresine yararlı olmak için örgütlenen, kendi konforundan vazgeçen dürüst ve bilinçli insanlar eleştirimizin dışında. Onlar kolaycı olmayan, gerçek güzelliğe, yani Allah’a yönelen insanlar.

Burada iki şeye dikkat çekiyorum. Birincisi, aşırı ve abartılı iyilik gösterileri depresyon göstergesi davranış bozukluklarıdır. İkincisi, toplum parçalandığı için bireylerin tek başlarına elde edebildikleri iyilik şimdilik bu ölçüdedir ve bir süre sonra bu da yetersiz kalacaktır. Önünde sonunda acı reçete ve toplum biriken hesabı kendi önüne koyar. Çünkü kolay yolu seçmek, Allah’ın çağrısına olumsuz yanıt vermektir. Kolaya kaçan inkarcılar aslında zoru seçtiklerinin farkında olmazlar, böylece gittikçe zorlaşan bir cezayı hak ederler.[2]

Bir şeyleri gerçekten düzeltmek yerine, kendimizi temizlemek veya yakınımızdakileri temizlemek yerine ite, kediye yönelerek, birkaç kadının kocalarından yediği dayağı veya bıçağı dünyanın en büyük sorunuymuş gibi bağıra bağıra, söve söve kınamak (ve bunu yaparken ironik olarak sorunları büyütmek) Allah’ın öfkesini çağırmak demektir. Musa’ya “Sen ve Tanrı’n gidin savaşın, biz gelmeyiz”[3] diyerek iyileştirme yapmayı reddedenler nasıl Allah’ın cezasını hak ettilerse, bu toplum başına gelecek korkunç kötülükleri hak etmekle meşguldür.

 

[1] Bunun birinci aşaması eleştirel düşünme alışkanlığı kazanmak olabilir. Bu iş zihnin paslarından arınıp, ayağa kalkıp hiç sendelemeden düzgün yürümeye çalışmasıdır özünde. Zihin işlerlik kazandıktan sonra vicdan da kaçınılmaz olarak onu izleyecektir.

[2] Aslında, sizin çalışmanız, gerçekten türlü türlüdür. Kim verir ve sorumluluk bilincine erişirse ve en güzeli doğrularsa onu en kolay olana kolayca iletiriz. Kim cimrilik yapar ve kendisinin kendisine yeterli olduğunu sanırsa ve en güzeli yalanlarsa onu en zor olana kolayca iletiriz. 92:4-10

[3] “Ey Musa!” dediler; “Onlar orada oldukça oraya asla girmeyiz. Şimdi sen ve efendin; ikiniz gidip savaşın. Biz burada kalacağız!” 5:24

İyilik Boşluğu” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın