Bu yazıyı tektanrıcı bir cemaatin nereye ve niçin yönelmesi gerektiğiyle ilgili kısa bir özet olarak yazıyorum. Bunların açılımı ve gerekçeleri yapacağınız araştırmadadır. Evet, herkes aynı araştırmayı yapamaz, bu da cemaat olmanın gereklerinden biridir. Bu böyle bir kısır döngüdür. “Neden cemaat olunmalı” sorusunun yanıtı verebilmek için bile minyatür bir cemaat taslağı oluşturup araştırmak gerekebilir. Ben cemaat olamamış, bulamamış biri olarak belki başkalarına yardımı olur diye öğrenebildiklerimi paylaşıyorum. Kitapçıda yalnızca başaranların öykülerini bulursunuz. Oysa bu gerçeğin yalnızca küçük bir parçasıdır. Başaramayanlardan, hatta denememiş olanlardan da öğrenilecek şeyler olabildiğini eleştirel düşünürler bilirler.
Varsayımsal cemaatin, mecazi Nuh’un Gemisi’nin neden kurulması gerektiğini önceki yazılarımda tartışmıştım. Ne yapması gerektiğini belirleyen en önemli etmenleri ise burada kısaca sıralıyorum.
Kaynak Kıtlığı
Bugünlerde bazı endüstri mallarının tedarikinde sıkıntı yaşanıyor. Elektronik içeren kimi üründe tüketiciler de bunun farkında. Bunun ne kadarı Kovid’den kaynaklanıyor bilmemiz zor. Ne kadarının Ukrayna’dan kaynaklandığı konusundaki basın yorumları da güven vermiyor. Kıtalar ötesinde, konuştuğu dili bile bilmediğimiz ülkelerdeki fabrikaların niye mal yetiştiremediğini ancak kestirebiliriz. Gerçek bir hammadde kıtlığı varsa Kovid ve Ukrayna bunu perdeliyor olabilir. Zaten salgın (tiyatrosu) ve savaş olsa da olmasa da bu noktaya gelineceği hatta daha kötü kıtlıklara gelineceği kesindir. Bunu anlamak için cokus.wordpress.com adresindeki yazılara bakın. Gereken her şey yazılmış, benim üstüne bir şey eklememe gerek yok. İnsan kaynaklı küresel ısınma masalı, enerji verimliliği gevezeliği, elektrikli arabalar, etin yasaklanması, hepsi kıtlığın habercisidir. İnsanları hayvan sürüsü yerine koydukları için dürüstçe “kıtlık olacak” demiyorlar ama ona razı edecek yalanları ve tezgahları hazırlıyorlar. On, yirmi yıl önce olsa kentliler derdim ama artık köylüler de şu genellemeye dahil: Bizi sağ tutan şey market raflarıdır. Market rafları boşalsın, bir hafta içinde cartayı çekeriz. Ekmek kuyruğunda günleri tükenen bir cemaatin Müslümanlığından eser kalmaz. Hayır, hiçbir yere gidemeyiz. Otobüse, trene, yola sığmayız. Yüz milyon kişi yüzerek Yunanistan’a geçmek istesek Ege’ye sığmayız. Ne kadar aptal olduğumuzu ve sağkalım sistemimizin ne kadar kırılgan olduğunu 2020’de anlamadıysanız sıfırdan anlatmaya gücüm yok, kusura bakmayın. Teker teker her birimiz akıllı görünüyoruz ama hepimiz bir araya gelince aptal bir yığın oluşturuyoruz. Zaten Kuran’a göre tövbe edebilmek için önce aptal olduğumuzu kabul etmemiz gerekmiyor mu?
Enflasyon ve Sigorta
Riba yazılarımda kısaca değindim. Bu sistem riba üzerine kuruludur ve riba, başkanın emeğinin çalınmasıdır. Birkaç kişi semirsin diye milyonlar boşuna çalışır, budur riba. Basın ve örgün eğitim bunu anlamayalım diye var. Sistemi ayakta tutan şey kişi başına düşen çalıntı emeğin artması veya sisteme emeği çalınacak yeni insanların eklenmesidir. Kısacası bu bir saadet zinciridir ve saadet zincirleri çökmek zorundadır. Artık zincir bütün dünyayı kapladığı için bu çöküş tek seferde olmayacaktır. 2008 krizini biraz olsun incelediyseniz benzer veya daha kötü bir “krizin” her an yeniden olabileceğini biliyorsunuzdur. Ve fakat aklı başında her iktisatçı bu düşüşlerin şiddetlenmesini ve sıklaşmasını bekliyor. Halkı uyarmamayı seçebilir, o ayrı. Bu kez küçülmeye yüksek enflasyon eşlik edebilir. Yani işsizlik, kıtlık ve enflasyon aynı anda olabilir, iktisat kuramında yeri vardır. Büyüme durunca ribayla çalışan, yani saadet zincirinin bir parçası olan sosyal sigorta sistemi de çökebilir. Özel sağlık sigortanız dükkanı kapatabilir, geçmiş olsun, bütün ülke aynı anda mahkemeye gidemez. Emeklilik sistemi de mevduat sistemi gibidir: Herkes aynı anda parasını talep ederse kimse beş kuruş alamaz çünkü öyle bir para kasada yok, hiç olmadı. Emekliler parasız kalırlar, çalışanların aldıkları para kuşa döner, parası olan ise kıtlıkta mal bulamaz. Gençler birbirlerini boğazlamak dışında yapacak iş bulamazlar. Kariyer ve para üzerine bir yaşam kurmanın hata olduğu anlaşılır ama iş işten geçmiş olur. 1933 öncesi Almanya’sını biraz karıştırırsanız ekonomik umutsuzluğun insanları nelere razı ettiğini anlayabilirsiniz. Veya 2001 Arjantin krizini araştırabilirsiniz. Zamanını ve enerjisini alacağını tahsil etmeye tüketen bir cemaat ne yapabilir ki? Tağut, yazgımızın birkaç bankerin elinde olduğunu anlamayalım diye elinden geleni yapıyor. Gözümüzü perdelemek için büyücülerini kullanıyor. Bankalar yarın sabah kepenk açmayıversin, bütün üretim araçları yerinde durduğu halde aç kalırız. Bu kadar aptal bir sisteme hizmet ediyoruz. Bu sistem bataklık gibi, girdikçe daha da çıkamaz oluyoruz. Ağaca yaklaştıkça kurtulmamız zorlaşıyor.
Savaş
Üçüncü dünya savaşı veya bölgesel savaşlar veya iç savaş. Niyesine, nasılına uzun uzun girmeye gerek yok. Barış, dilemekle, “barışsever” olmakla gelen bir şey değildir. Barışseverlik ve barış duaları hurafeden ibarettir. Hayalet, peri, ecinni inancından farkı yoktur çünkü nedenselliği reddeder ve gözlenen sonuçları açıklanamayan gizemlere bağlar. İki dünya savaşı üzerine biraz kafa yorduğumuzda kaynak paylaşımının önemli bir etmen olduğunu görürüz. Matematik çok basit; “strateji merkezleri” gibi cilt cilt analiz yazmaya gerek yok: Nüfus artıyor ve kişi başına düşen kaynak geometrik hızla düşüyor. Bunun sonu ya ani düşüşlere gönüllü olarak katlanmaktır, yani düşüşü tasarlamaktır ya da kıt kaynakları gasp etmek için savaştır. Eh, modern ahlak birincisine yer bırakmadığına göre ikincisi olacak demektir. Kişi başına düşen Ayfon sayısının artması insanları yanıltıyor. Zaten şeytanın süsü olmasa kimse kötülük etmezdi. Oysa herkesin bildiği halde hayran olunası bir azimle inkar ettiği gerçekler var: Çalışan kesim sürekli yoksullaşırken hazır yiyiciler sürekli güçleniyor. Basının ortaya çıkışından beri dil ve iletişim bozuluyor, buna sahibinden daha akıllı telefonlar ve sosyal medya eklendi ve bozulma ivme kazandı. Yapay zeka iletişime yapılan ölüm vuruşu olacak. Sivil toplum, yani toplumun örgütlenme yeteneği azalıyor. Toplumsal bağlar sürekli zayıflıyor. Çocuklar yalnız, sevgisiz ve eğitimsiz büyüyor, toplumun parçası olma yetisi kazanmıyorlar. Sevgi ve özgecilik yerini kesintisiz olarak nefrete ve bencilliğe bırakıyor, zaten özgürlük bu demektir. Bunları toplayınca çatışmadan başka ne çıkar? Bu gidişi geri çevirecek bir şey biliyor musunuz? Deyin ki “şöyle bir kıvılcım çakacak, zaten şöyle bir potansiyel de var, işler düzelecek”? Bulamazsınız, öyle bir şey olmayacak.
Yapay Zeka
Savaş kadar etkili olacağa benzer. Bütün zihinsel işler ortadan kalkacak. Mühendislik, doktorluk, muhasebe (gerçi Türkiye’deki deli saçması sistemde bu uzun zaman alabilir) gibi ofis işleri bitecek. İnsanlar yapay zekanın verdiği kararla insanın verdiği karar arasındaki farkı anlayamayacak kadar gerilediler, bu yüzden piramidin tepesindekiler boş kaleye gol atacaklar. Geriye yalnızca terzilik, berberlik, kaynakçılık, tamircilik, yapıcılık gibi, nesnelerle çalışılan el işçiliği kalacak. Çiftçilik bunlardan en önemlisi ve en kalıcısıdır. Çünkü başka her şeyden vazgeçseniz karnınızı doyurmaktan vazgeçemezsiniz.
Geleceğin mesleklerini sıralayan bütün o fiyakalı dergi makaleleri balondur. Geleceğin mesleği çiftçiliktir. Bütünüyle hümanist ve bencil güdülerle bile yaklaşsanız böyledir. Ama bir yandan da köyler boşalıyor? Fark etmez. Boşaltmayıp sahip çıkanlar kazanacaklar. Ribacı, fikri mülkiyetçi, endüstriyel tarım üretimine teslim olmayıp öncelikle kendi (cemaatinin) karnını doyurmaya yatırım yapanlar kazanacak. Bu cemaatin falanca mezhep veya filanca yorumu benimsemesi gerekmiyor, amaç bilincine sahip ve ahlaklı olmak yetecektir. Amerika’daki Amish benzeri münzevi cemaatleri inceleyin; işte onlar kazanacaklar. Çünkü hem modernizmi reddeden bir ahlakları var hem de çiftçiliği tek yol olarak görüyorlar. Atlarına çakacak nal bulamasalar bile aç kalmazlar, demek ki köle olmazlar. Bizse arabamıza benzin koyamasak ters döneriz, döneceğiz de. Ve bu yaptığımız hataların cezasından başka bir şey olmayacak. Allah adildir.
Birkaç başlığa sıkıştırdığım bu değişimin bir ivmesi var. Yani değişim hızı sabit değil. Modern Hurafelere Giriş yazımda grafiklerin değerini değil, eğimini okumamız gerektiğini açıklamıştım. Bugün olanları izliyor, konuları araştırıyor ve bir yargıya varıyoruz. “Bu iş kirliymiş, uzak duralım” diyoruz. “Aşı tuzakmış, vurdurmayalım.” Veya “özel emekliliğe girenler pişman olacaklar, girmeyelim” gibi. Ancak bu yargılara varabilmek için yapmamız gereken araştırma için her seferinde daha az vaktimiz oluyor. Temiz kalmak isteyenlerin bir noktada artık gecikmeli tepki verme olanakları kalmayacaktır. Her gün yeni bir bomba patlatılacak ve gerçek miymiş, yapay zeka ürünü müymüş, ne yapmamız gerekiyor, acil bir toplanalım diyene kadar iş işten geçecek. Zaman ve enerji, somut adımlar atıp ilerlemek yerine sürekli kaygı ve kafa karışıklığı içinde cemaatten kopma noktasına gelenleri kazanmaya harcanacak. Cemaatin içinde ideal olan herkesin farklı bir konuda birikiminin ve deneyiminin olmasıdır. Ama bilgisini cemaatle paylaşması ve onları ikna etmesi için bir süre gerekir. Bu sürenin git gide daraldığı bir zamandayız. İşlerin bozulmasındaki bu hızlanma, cemaatin sistemden olabildiğince bağımsız olması için bir başka gerekçedir. Cemaat sistemden ne kadar bağımsız olursa esneme ve uyum sağlama yeteneği o kadar yüksek olur.
Toplu yok oluşlardan kurtulmak için ilkel kır yaşamına dönmek olduğu düşüncesi kesinlikle bana özgü değil. Elin gavuru bunu 1970’lerde fark etmeye başlamış. Permakültür denen şeyi keşfetmiş. Ekolojik yerleşimler kurmuşlar ama bunlar ahlaki yönden zayıf gibiler, yani bu girişimlerin çoğu ahlaki arınmadan çok doğru üretim ve tüketim biçimine odaklanıyorlar. Gerçi ahlaki eksiği hissediyor gibiler, eğer yakından incelerseniz dinsel ayinler yapmaya ve böylece aklı aşan grup içi duygusal bağlar kurmaya çalışıyorlar. Mahiye Morgül kentte yaşayan bir eğitimci ve modern yaşamdan uzaklaşmak gerektiğinin farkına varmış. Mete Gündoğan kentte yaşayan bir öğretim üyesi ve aynı şeyi fark etmiş, kitaplarından ve Tivit’lerinden belli. Modern ahlakı sünger gibi emmiş ama kendine kentten uzak bir yaşam kurmaya çalışan bireysel girişimciler de çok derinde bir şeylerin yanlış olduğunu seziyorlar. En ilgisiz gördüğümüz kişi bile bu gerçeğe uyanmış olabilir. Ancak çözümlemeleri eksik olabilir, soruna bulduğu çözüm yanlış olabilir, o ayrı.
Bunun bireysel ve modern ahlakla başarılabilecek bir dönüşüm olduğunu yıllar önce ben de düşünmüştüm. Ama şimdi ilk kuşaktan sonra gerisi gelmez, kurulan düzen çöker diye düşünüyorum. Çünkü çiftlik her geçen gün daha ağır ve daha ağır sınanacak. Buna ancak ahlaki bir iradeyle direnilebilir. Matematik de önemlidir. O yüzden de teknik çözümle ahlaki çözümü birleştiriyorum ve modern kültürden gelmesine rağmen tufandan kurtulabilecek tek topluluğun kendine yeten bir çiftlik/kır yaşamı kuran tektanrıcı bir cemaat (veya cemaatler) olduğu sonucuna varıyorum. Tarikat, örgüt, manastır gibi her birine kötü çağrışımlar yüklenmiş adlar da kullanabilirsiniz, hiç fark etmez. Kendine yeten yaşam matematik işidir çünkü herkes her şeyi yapamaz, işbölümü gerekir. Bu kişi sayısının bir alt sınırı vardır. Kişilerin bağlılıklarının da güçlü olması ve terk edilme korkusunun olmaması gerekir. Bu yüzden ticari bir ortaklık gibi düşünülemez, bu ahlaki bir ahira girişimi olmak zorundadır.
Bunun dışındaki girişimler, sözgelimi kentte kalmayı tasarlayan cemaatler belli bir süre ayakta kalabilir, belli bir esneklik ve dayanışma oluşturabilir veya acılara kısmen dayanıklılık sağlayabilir ama darbeleri aldıkça tükenir, kalıcı olamaz. Yine de yoktan iyidir. Zaten her şeyi aynı anda yapmak olanaksız olduğu için bir yerden başlanmalıdır diye düşünüyorum. Zaten Muhammed ve yoldaşları da en başından plan yapmış değiller, adım adım ilerlemişler.
Bu işin teknik hazırlığıyla ilgili küçük bir önerim var: Cemaat (taslağı), bir kağıt alacak ve tepeye ulaşılacak son ülküyü koyacak. Bütün her şeyi bunun altına yazacak. Diyelim ki tepede falanca kırsalda dev bir çiftlik kurmak var. Atılacak her adımı tepenin eteklerine yazacak ve tepeye yaklaştırdığını görecek. Yaklaştırmıyorsa o adımı atmayacak. Dipten tepeye ulaşan farklı güzergahlar olabilir. Bunu da alternatif akış şemaları çizerek görselleştirebilir. Sözgelimi çiftliğe harcanacak parayı kazanmak amacıyla şehirde bir iş kurmak yukarıya doğru atılmış bir adım olabilir. Buna paralel bir başka adım gençlere kır yaşamıyla ilgili eğitim almaları olabilir. Çelişik görünen bu iki adımın ikisi de cemaati amaca yaklaştırıyor olabilir. İkincisi, cemaat bir risk matrisi hazırlayacak. Sütunlar soldan sağa en yüksek olasılıktan en düşük olasılığa doğru sıralanacak. Satırlar ise sonucu en kötü olandan en iyi olana doğru. Öncelikler bu ikisinin çarpımına göre belirlenecek. Diyelim ki sakat doğum çok düşük olasılık ama ailenin elini kolunu bağladığı için sonucu en kötü. Bu olasılığa karşı bir hazırlık yapılacak. Ama diyelim ki ikinci (naylon) salgın hem çok yüksek olasılık hem de sonucu yeterince kötü. Birinci öncelik buna hazırlanmak olacak. Tek bir aile değil kalabalık bir grup olduğunda bu çok büyük ve karmaşık bir matris olabilir. Zaten buna duyulan gerek karmaşıklığıyla doğru orantılı olarak artar. Sonuçta berrak düşünebilmek ve doğru karar verebilmek için ne biliyorsanız onunla plan yapacaksınız, kara düzen gidemezsiniz. Uzun vadeli bir yatırım yaptığınızı da unutmayacaksınız. Bu kuşak beklenen sürede veya erken ölünce planı sonraki kuşak sürdürecek. Bu öngörüleri yapabilmek için üyelerin modernizmin bütün hurafelerinden kurtulmuş olması gerekiyor.
Saadet zinciri, üyelerini yitirmeyi hoş görmez, suyunu çıkarıp tüketecek çok sayıda piyon ister. Tağut, farklı ve görece temiz bir yaşam biçiminin örneğinin insanlara gösterilmesinden çok korkar. Çiftçi cemaat(ler)e engel olmak için hükümetler ve şirketler, öncelikle basın şirketleri ellerinden geleni yapacaklar, kuşkunuz olmasın. Bu yazıda anlatılan gerekliliği ortaya çıkaran koşulları gerçekten anladıysanız bu aldatmacanın ve korkutmacanın hepsine karnınız tok olur. Tağut’un büyücülerine ikna olur ve vazgeçer gibi olursanız bu anlamadığınızı gösterir. Ama bunun bir kör inanış olması gerekmiyor. Burada sözünü ettiğim etmenleri masaya yatırın, dersinize çalışın, hesabınızı yapın ve deyin ki başka seçenekler de var. Tartışmaya açığım.
Bu yazıyı karamsar buluyorsanız bu sizin karamsar olduğunuzu gösterir. Yaşamın en az bugünkü rahatlıkta süreceği, değişecekse de iyiye doğru değişeceği beklentisi bizim kuşağımızın zihnine erken yaşlarda gerek ailelerimiz gerekse örgün eğitim ve basın tarafından ekilen hastalıklı bir dogmadır, hurafedir. Birkaç hafta önceki seçimde bile oyları yönlendiren temel etmen bu dogma oldu. Baktığımız her yerde yönelebileceğimiz iyiliği ve sakınmamız gereken kötülüğü görebiliyor isek bu tabloda umudu görebilmemiz gerekir. Göremiyorsak eğri oturalım doğru konuşalım; imanımız eksik demektir. Bana verilen bilgiyle ben kurtuluşun münzevi bir cemaat kurmakta olduğunu görüyorum. Zaten münzevi cemaat diye bir toplumsal kategori yok, Kuran’ı ilk izleyenler de böyleydi. Sonradan kendilerini yalıtmaya gerek duymayacakları kadar güçlenmişler, o ayrı mesele, o çok sonraki olasılık.
Hani Kuran “gördüğünüz ve sevdiğiniz her şey yok olacak” diyor ya, işte onun büyük bölümü hepimiz ölmeden gerçekleşecek. Arınanlar topluluğunun gideceği yol bellidir. Müminler falanca şirketi kurmak, falanca zengin semtte tezgah açmak, falanca ofiste işe girmek, falanca gözde mahallede daire almak, falanca güzel kızla evlenmek gibi modern yaşama bağımlı hayallerinden vazgeçecekler. Kırmızı hapı yutacaklar, kafa kafaya verecekler ve ahirası için ölmeye değer bir cemaat kurmaya çalışacaklar. Ben basit bir adamım ve basit düşünüyorum: Sonunda eğer denedik ve yapamadıysak mümin değiliz veya içimizde müminler çoğunlukta değil demektir. Yani Allah’ın bizi bu tufandan saklayıp kayırması için gereken gerekçeyi üretemedik demektir. Ve öldüğümüz ana dek “denedik ama yapamadık” noktası gelmeyecektir.
Ek 1:
Yıllar önce bir eposta grubunda tarım tabanlı bir sağkalım topluluğundaki işbölümüne örnek olarak bir taslak çizelge paylaşılmıştı. Somut bir örnek olması açısından koyuyorum (Excel programınız yoksa Libreoffice ile açabilirsiniz). indir
Ek 2:
Bir cemaatin üyesi olmakla geniş toplumun kaosu içinde oradan oraya sürüklenmek arasındaki farkların kısa bir listesini yapayım. Bu listeyi aklıma geldikçe güncelleyeceğim.
- Cemaatin hedefi olur. Geniş toplumda ise hedef yoktur. Amaca ulaşma yolunda somut hedefler oluşturmak ve oluşturmamak arasındaki fark pek çok teknik ve bilimsel yayında, hatta AB yayınlarında bile anlatılmıştır. Örneğin büyük şirketler bunu iyi bilirler ama Türkiye’nin kamu kurumları hâlâ anlamadılar. Hedef koymadan belediyecilik, polisçilik, adliyecilik yapmaya, hizmet üretmeye çalışıyorlar; yapamazlar. Çünkü bugün hedefe dünden ne kadar daha yaklaşıldığı gibi bir soru sorulmaz, öyle bir bilinç oluşmaz. Oysa küçük bir şirket gibi çalışan cemaatte gündem hep budur. Böylece zihinsel uyuşukluk, alışkınlık, duyarsızlaşma gibi sorunların ortaya çıkmasına izin verilmez. “Her hafta bir üye, okuduğu kitabı bize anlatacak; bu yıl 52’şer kitap okuyacağız” gibi çok basit ve masum hedefler bile konabilir.
- Cemaatte çokluk, zenginliğe dönüşür. Cemaate bir üyenin eklenmesi, öbür bütün üyelerin ondan yararlanması demektir. Kişiler arasındaki ilişkilerin ahlak üzerine kurulu olması demek, verimsizliğin veya yıkıcılığın olmaması demektir. Böylece sayıdaki aritmetik artış geometrik bir kazanca dönüşür. Kazanca dönüştürülemeyen artış reddedilir, yani ya üye reddedilir veya cemaatin büyümesi durdurulur. Her şey amaç ve hedef gözetilerek ve denetim altında yapılır. Geniş toplum dediğimiz sürüde ise çokluk azaptır. Dürüst olalım, Suriyeli Müslüman kardeşlerimizin (!) geldiğine bu ülkede hiç kimse sevinmedi, onlara yardım edenler dahil. Kırk daireli apartmanınızda son boş dairenin dolması veya yeniden boşalması ne kadar umurunuzda oldu?
- Cemaatte zamanla dost ve düşman öğelerin bilgisi ortaya çıkar. Hayata bakış keskinleşir. Bu kimi zaman istenmeyen nedenlerle bile olsa iyi bir yönü vardır. Çünkü dost ve düşmanların bilgisinin ve tehdit algısının canlı ve taze olması, üyelerdeki amaçlılık bilincini diri tutar. Abartılmadığı sürece bu iyidir. Yahudileri inceleyenler bunun abartılmış ve resmen paranoyaya dönmüş bir biçimini onlarda görüyorlar. Düşman goyim algısı, onları birbirlerine bağlayan en önemli etmendir. Yararlanmak isteyenler için bunda Allah’ın ayetleri vardır. Geniş toplum o denli parçalanmıştır ki dostu düşmanı ayıran çizgileri artık göremiyoruz bile. En basitinden tüketici olarak yerli üretimi tercih etmek için bir nedenimiz kalmadı çünkü örneğin o üreticinin şerefsizin önde gideni olduğunu biliyoruz. Yani artık hangi çıkar öbeğinin içinde olduğumuzu, küme çizgilerini nereden geçireceğimizi bile bilemiyoruz. Oysa cemaat küçüktür, amacı ve hedefi doğrultusunda yapılacak seçimler çok nettir, kararlar alınır ve uygulanır. “Şunlar düşman, uzak durulacak.”
Allah’a olan inancımızla +1