Kuran Nasıl Okunur veya Kuran Kendini Nasıl Okutur – Bir Deneme Daha

“Kuran’da şu yazıyor, bu anlatılıyor” gibisinden yazı /kitap yazmanın, yorum yapmanın kendine özgür bir niteliği var. Bu nitelik, anlatılan şeyin Kuran’ı zaten okuyor olmayanlarca neredeyse anlaşılmaması. Bu gerçekten tuhaf ve özgün bir kitap. Ve fakat kendini her türlü iftiradan, lekeden, çelişkiden koruyabilen bir kitap. Yalnızca yanına varıp “Anlat bana!” demeniz gerekiyor. Okumaya devam et

Tavsiye Ettiğim Kitaplar (veya Ne Kitaplar Sevdim Zaten Yoktular)

Faiz ve banka konusunda yazdığım yazıyı okuyanlardan veya banka düzeni karşısında takınmamız gereken tutumu tartıştıklarımdan hep benzer tepkiler alıyorum. Faizsiz bir düzen düşleyemiyorlar. Düşleyemedikleri için doğal olarak yaptığım çıkarımları, verdiğim yargıları kabullenemiyorlar. İçine doğduğumuz ve içinden hiç çıkmadığımız ortamların varlığı bizi farklı bir ortamı düşlemekten alıkoyuyor. Suyun dışını kafasında canlandıramayan balıklar gibiyiz bir anlamda. Ancak belli bir tarih ve toplum bilgisine eriştikten sonra anlayabiliyoruz bundan başka yaşam biçimlerinin de var olduğunu. Kuran’ı da ancak bu ufuk genişliğimiz ölçüsünde anlayabiliyoruz. Okumaya devam et

Müslüman Doğmayanın Suçu Ne?

“Müslüman ülkede doğmayanların suçu ne? Müslüman olmayanlar cennete girecekler mi? Yahudi ve Hristiyanlar cennete girecekler mi?…” Bu ve benzerleri aslında aynı soru. Anlamı bilerek veya bilmeyerek perdelenen sözcüklerin varlığı, bu tür sorulara kimseyi tatmin etmeyen yanıtlar verilmesine ortam sağlıyor. Örneğin Kuran’daki Arapça din sözcüğü ile Türkçedeki din sözcüğünün bambaşka anlamlara sahip olduğundan habersiz kişiler bu soruyu yanlış yanıtlamak zorundalar. Kuran’ı yetersiz bulup sözde hadisişeriflere bakanlar zaten hepten kayboldular… Doğru yanıtın özeti aşağıda. Okumaya devam et

Kuran Müslümanı’nın Asgari Donanımı (Okuryazar Olmayandan Kuran Bağlısı Olur mu?)

Sık yaşadığım bir durum: Kuran’ı yorumlayan bir yazar veya konuşmacı, çalışma alanındaki yetkinliğiyle yaptığı çıkarımların yanına bilimle veya kültürle veya öteki dinlerle ilgili öyle bir yanılgı ekliyor ki “çok yazık!” demekten kendimi alamıyorum. Veya nitelikli ürününü öyle kötü bir dil ambalajına sarıyor ki sıradan bir okurun kullanıp yararlanması olanaksız. Veya öyle can alıcı saptamalarda bulunuyor ki, kitabın kaynakçasını açıp baktığımda Avrupa dillerinde tek bir kaynak göremeyince “Bir de yabancı dil bilseydi kim bilir nasıl bir kitap olacaktı!” diye hayıflanıyorum. Veya toplumun var olmasını sağlayan fizik ve matematik yasalarından habersiz olduğu için iyi öğrendiği kuramı uygulamaya çevirmeye çalışırken olmadık potlar kırıyor. Okumaya devam et

Arapça Sözcük Denkliği ve Anlam Kıyımı

Kuran’la ilk tanışmamız ne ‘hoca’da olur, ne camide, ne de ‘Kuran Kursu’nda. Bunların Kuran’la ilgileri yoktur. Kuran’la ilk tanışmamız onun çevirisiyle (veya mealiyle) olur. Kimi okur, çelişkiler bulur, vazgeçer. Kimisi de terimlerle dolu olduğu için anlaşılmaz bulur. Kuran’ın bütününü veya bir parçasını çevirenlere veya onun üzerine yorum yapanlara anlatmakta zorlandığım bir konu var:

Arapça kökenli Türkçe sözcüklerin anlamları, Arapça orijinallerine denk değildir! Okumaya devam et

Kuran’da Başkanlık Sistemi ve Referandum

Başlığı görünce “Kuran’da başkanlık sistemi ne gezer, ne saçmalıyor bu adam?” dediyseniz size bir soru: Yaşam dinsel ve dinsel olmayan diye ikiye ayrılır mı; Kuran’da böyle bir ayrım var mı? Bir soru daha: Kuran bir din kitabı mı? Evet, Kuran’da demokrasi de yok, teokrasi de, monarşi de… Ama adalet var, denge, ölçü, iyilik var. Asliye ceza mahkemesi, Yargıtay da yok Kuran’da ama hukuk var. Başkanlık sistemi yok ama bu Kuran’ın, dolayısıyla yazarının bu konuda bir fikri olmadığı anlamına gelmez. Haşa! Tek bir insan eylemi söyleyebilir misiniz ki Allah’ın o konuda bir söyleyeceği, eyleyeceği olmasın? Kuran yere sigara izmariti atanlardan söz etmiyor, suçun ve suçlunun büyüğünden söz ediyor. Sık sık, dönüp dolaşıp Allah’ın yolundan dönenlerden, tek ve gerçek Tanrı’dan başkasına tapanlardan ve tanrılık taslayanlardan söz ediyor. Bunların nasıl ve neden yok edilme gerekçesi olduğunu anlatıyor. Okumaya devam et

“Yine İlgilen Ama Hobi Olarak…”

Gelenekçi din algısı, din kavramını yaşamın tümünü açıklayan sonsuz kapsayıcılıkta bir öğreti veya bütün kuralların üzerinde bir hukuk ilkesi olarak değil, parçayı açıklayan ve bütünü bireysel deneyime ve bilgi birikimine bırakan bir özel ilgi alanı durumuna düşürmüş. Yaşamın her alanında yaşanan ahlaki çıkmazları veya geniş gri alanları gelenek dinlerinin bilenlerine (örneğin “hoca”lara) sorduğumuzda aldığımız –veya aslında alamadığımız– yanıtlar bu yitikliği göz önüne seriyor. Okumaya devam et

“Hediye Vermek Sünnet mi?”

Önümüz yılbaşı ve “dinimizi” öğrenmek için Kuran’ı eline alıp adam gibi okumak dışında her yola inatla başvuranlar yine din satıcısı münafıklara soracaklar, bilirkişilerden fetva isteyecekler, internet forumlarında bol sloganlı çekişmelere dalacaklar. Ben yılbaşı fetvası vermeyeceğim konusunda görüş bildirmeyeceğim. Bir görüşüm olmadığından değil, üzerinde durulmayan başka bir konuya dikkat çekmek istediğimden. Takip ediyorsanız farkına varmışsınızdır, dikkatlerden kaçan veya az konuşulan ama önemli olduğunu düşündüğüm konularda yazmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Yılbaşı vesilesiyle doğum günü, X günü, Y günü… diye git gide uzayan lanet bir özel günler listesiyle birlikte yaşayan ve bu günlerde birilerine bir nesne vermek zorunda olduğunu hisseden bir kalabalığın aklına gelebilecek bir soruyu yanıtlamak veya aklına hiç gelmemiş bir soruyu aklına sokmak istiyorum. Okumaya devam et

“Dinle ilgilenmiyorum”

Bir haber sitesinde, din satıcısı münafık bir politikacının yolsuzluğuyla ilgili bir haberin altında şöyle bir yorum vardı: “Müslüman olsaydım yakasına yapışırdım.” Yorum yazan şaşkının bu cümleyi kurabilmesini sağlayan olgu, din ile ahlakın arasının ayrılmasıdır. Yorum yazan şaşkın, herkesin bildirdiği bağlılıktan, ettiği yeminden, verdiği sözden yalnızca “dindaşlarına” değil, bütün topluma karşı sorumlu olduğunun ayırdında değil. Büyük olasılıkla insanları “bir dini olanlar” ve “olmayanlar” diye ikiye ayırıyor. “Dini olanlar” yalnızca birbirlerine karşı sorumlular, öyle mi? Peki, “dinsizler” kime karşı sorumlu? Dinsizlerin inanmasalar bile dini bilmek gibi bir sorumlulukları yok mu? İçinde bulundukları toplumun tarihini, kültürünü, sanatını bilmek gibi bir sorumlukları var da, dinini bilmek isteğe mi bağlı? Sahi, Türkçe, Matematik, Fen, Tarih, Coğrafya gibi derslerin zorunlu olmasına ses eden yok ama din dersinin seçmeli olması için yaygara kopuyor, öyle değil mi?

“Dinle ilgilenmemek” bir seçenek mi? Okumaya devam et

Kuran’daki Dualar ve Konuşmalar Simgeseldir

Bekleme odasındaki su sebilinden su almıştım. Yanımdaki sehpada boş kullan-at plastik bardağı gören sekreter çöpe atmak için davrandı. “Atmayın, kullanıyorum” deyince alaycı bir gülüşle “Yenisini alırsınız?” dedi. Kullan-at bardağı iki kez kullanma fikri gözüne gereksiz göründü. Sekreter benim yaşlarımda, okumuş, aklı başında biri. Plastik bardakların sonsuz bir kaynaktan geldiğini düşünüyor olamaz. Sorsam, plastik bardakların değil, hiçbir tüketim nesnesinin sınırsız bir kaynaktan geldiğine inanmadığını ve çöpleri için de sonsuz depolama olanağı olmadığını söyleyeceğine eminim. Davranışı ile inandığını sandığı şey arasındaki çelişkinin ayırdında olmadığına, yani bu yanıtı içtenlikle vereceğine eminim. Peki, bu davranışını nasıl açıklarız? Plastik bardakların ve çöp alanının sonsuz olduğuna inansaydı yine aynı umursamaz davranışı gösterecekti. Öyleyse bir karar vermeliyiz: Sekreterin ağzıyla söylediğini göz ardı edip sonsuz plastik bardağın varlığına inandığını kabul etmek zorundayız.

Benim anladığım, Kuran’a göre sekreter buna inanıyor. Okumaya devam et