Başımdan geçmiştir.
Bir ahbapla eski mobilyaların kalitesini konuşuyorduk. Söz, oradan eski insanların dayanıklı tüketim mallarından uzun ömür beklentisine geldi. Çalıştığım eski işyerinde patronun masif ahşap büro mobilyalarını sırf verniği dökük olduğu için kötü görünüyor diye çöpe atıp laminat kaplı ucuz mobilya aldığı örneğini verdim. Sonra ahbap, aynı oturma takımını yirmi yıl kullandığını övünerek anlattı. Sonra da karısının sırf kapakları kötü görünüyor diye bütün mutfak dolaplarını çöpe atıp yenisini yaptırmak istediğinden, kapakları değiştirmeye karısını ikna edemediğinden yakındı. Bu iki olayı anlatırken yanımıza gelen bir başka ahbap, kadına hak verdi.
“Yahu ben şunun şurasında on beş yirmi yıl daha yaşayacağım. Dolapların yenisini yaptırmak istersem, param da varsa kendimi niye tutayım?”
Birinci ahbap TEMA’nın kurucusu Hayrettin Karaca’nın kırmızı kazağını yirmi yıl giymesine özendiğini söyledi. “Benim param var ama tüketmeye hakkım yok” deyişini örnek gösterdi. İkinci ahbap, insanın tüketmeye neden hakkının olmadığını anlayamadığını, bizim bu ısrarımızın saçma olduğunu söyledi. Dedim ki:
“Senin çocuğun var, torunun olmak üzere; benim çocuğum yok. Ve sen paran var diye torununun hakkını yiyorsun. Yok yere çöpe atıp yenisini alacağın mobilyanın kerestesi nereden geliyor bilmiyorsun diye umursamıyorsun. Dünyada kumun tükendiği yerler var, haberin var mı? Kum diyorum, kum! Sen torununun hakkını yiyorsun. Benim torunum olmadığı halde yemeye çekiniyorum.”
“Onlar da kendi kaynaklarını bulsunlar” dedi. “Ben öldükten sonrakilerin ne yapacağından ben mi sorumluyum?”
Bunu söylerken rastlantı eseri oturduğu yerin tam arkasında, büronun duvarında süs olarak asılmış “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” cümlesinin olduğunu fark ettim. Yani “Kuşkusuz Allah içiniz ve ona dönücüyüz.”
Namaz kılan, kurban kesen, hac planları yapan bir arkadaş bu… “Arkana dön ve oku” desem anlamayacak… “Sen ahireti inkar ediyorsun” desem “inancından” söz ettiğimi sanacak ve anlamayacak, üstelik ağırına gidecek… Herhangi bir “dinsel” göndermede bulunmadan “Sen ölümden sonrasını yok sayıyorsun” dedim. Herhalde anlamadı ki zevk için tüketme kararını rasyonelleştirmeye çalıştı biraz daha.
“Ahiret” deyip durduğumuz şeyin ne olduğunu anlatmanın zorluğunu bir kez daha fark ettim. Bir yanda alev alev yükselen hazcılık, öbür yanda üstümüze başımıza iyice bulaşmaya başlayan, “iyilik de kötülük de içinde, cennet de cehennem de bu dünyada” diyen gizemcilik çamuru. İkisinin de aynı yolun farklı şeritleri olduğunu, yolu değiştirmek gerektiğini anlatmanın bir yolunu bulmalı.