Kitap Eleştirisi: İslam Nasıl Yozlaştırıldı

Yaşar Nuri Öztürk bu sayfalarda ancak şükran ve saygıyla anılacak. Yeri geldiğinde fikirleri çatır çatır eleştirilecek. Çünkü boş sözle işi olmayanlar için eleştiri bir ancak bir üretkenlik kanalı olabilir. Kişi saygı duyduğu şeyi eleştirir, bu şükretmenin yollarından biridir. Bilgi bolluğuna koşut bilgi kirliliği ile tanımlanabilecek günümüzde eleştiri de hak edilmesi gereken bir nimettir. Ve bundan dolayı eleştiriye saygı duyulmalıdır. Öztürk Kuran’la hiç ilgilenmediğim yıllarda, dinsel söylemin derininde bir şeylerin çok ters gittiğinden kuşkulanmamı sağlamıştı. Yıllar sonra Kuran’ı okuduğumda anladım ki Öztürk’ün yalancılara, uydurukçulara, komploculara sövüp sayması azmış bile.

yozlaştırıldı kapakKitabın önsözünde şunlar yazılı: “Bu eser, Kuran’ın verileriyle ve Kuran’ın denetiminde, İslam Tarihi olarak anılan sürecin eleştirisini amaçlayan bir denemedir.” Yazar yapıtına çok haklı olarak deneme diyor çünkü İslam tarihinin ve kültürünün yozluk birikiminin derinliğine, kirliliğin dal ve budaklarının sıklığına ancak konuyu araştıranın tanık olduğunun ve bu tanıklığın bütüne ermesinin ne zor ve zahmetli olduğunun ayırdında. 2000 yılında 650 sayfa yazmış ancak yozlaşmışlığı bütünüyle saptayacak olsa bir 6500 sayfayı daha doldurması gerekirdi. Bu şaka değil, sözlerimi vurucu olsun diye abartıyor değilim. İşte bundan dolayı Kuran’ı okuyup da şaşırmayan bir Türk’ün onu anlamadığını söylemekte bir sakınca görmüyorum.

“Hurafe başlığına şöyle başlıyor: Hurafenin ana ocağı Yahudilik’tir. Onu Hristiyanlık izler. Ehlikitap geleneği, bir anlamda hurafeler geleneği gibidir. Bu gelenek nazardan muskacılığa, falcılıktan cinciliğe, melek kanadı saymaktan şeytan çıkarmaya… kadar, akla gelebilecek tüm hurafe çeşitleriyle doludur.

Üzerinde olduğumuz tahribin İslam tarihi içinde en büyük ustası tarihin en eski Siyonisti olan ve İslam’ı en taze çağında bağrından hançerleyen Yahudi kahin-haham Kab el-Ahbar’dır (ölm. 33/653). O, Hristiyanlıkta tevhidî tahribatın sembolü olan ırkdaşı Pavlos’un İslam içi belirişidir. Ne ilginçtir ki bunların ikisi de tevhit dinine, sağlığında her türlü kötülüğü reva gördükleri iki peygamberin ölümünden sonra ‘girmişlerdir’.”

Sayfa  414’te (2000 yılı dokuzuncu baskı) “Kutup, Gavs…” bölümünde Kab el-Ahbar’ın Muaviye’nin sadık yandaşı olduğunu ve Ömer cinayetini hazırlayan takımda yer aldığını da ekliyor. Yukarıdaki iki paragraf Kuran’daki İslam’ı öğrenmek ve arındırmak isteyenlerin kafasına çakılmalıdır. Yazar bu olgunun nasıl ve nedenine, işleyişine girmiyor. Kitaplılar’dan kaynaklanan bozulmaların her biri kendi başına geniş bir araştırma konusu. Bunun yerine Hurafe (boşinanç), Bidat (yenilik), Siyaset ve Rableştirme (tanrılaştırma) olarak dört bölümde özlü serimler yapıp ardından abecesel sırayla alt konu başlıklarını sıralıyor. Böylece Müslüman yaşamındaki yozlaşmayla ilgili ansiklopedik bir ilk başvuru kitabı olarak raflarda yer almayı hak ediyor. Ama yalnızca arşivlik bir başvuru kaynağı, çünkü konuların her biri kendi alt başlıklarını oluşturabilecek ayrı birer araştırma konusu ve yaptığı yorumlar kimi zaman can alıcı özünü kaçırıyor. Kimi zaman konu hakkında ayetlerden doğrudan çıkarım yapabilmek (benim düzeyimdeki bir Kuran okuru için bile) olanaklı iken saygın İslam düşünürlerinin yorumlarına dayanma gereksinimi duyuyor. Buna karşın bu kitap Kuran’dan fazla uzaklaşmadan yorum yapabilen seçkin düşünce ürünlerinden.

Kuran’da boşinanç kavramına gönderme yapan sözcükleri incelediği bölümü özellikle önemli buldum.

Bidat başlığında Kuran’ın yüze yakın ayetinde geçen salat eyleminin Hicri V. yy’da “tanınmaz” duruma geldiği bilgisi aktarılıyor.

Boşinanç ve bozuk uygulamaları üretenler ve sürdürenlerin güdülenme kaynakları hakkında şu ipucu dikkat çekici:

“Hurafe ve siyaset dinciliği çok iyi bilmektedir ki o eski kural ve kabuller yıkılırsa bugünün dünyasında onların yerini alacak yeni kabuller üretmek mümkün olmaz. O halde onların yaşatılması lazımdır. Bunun için onlara vücut verenlerin dokunulmaz, kutsal, zaman üstü, aşılmaz ilan edilmesi kaçınılmazdır.”

Öztürk’ü kitaplarından ve gazete yazılarından tanıdığım kadarıyla kitabın altında yatan yoğun emeği ve sağduyulu ayıklamacılığı görebiliyorum ama kendisini hiç bilmeyen biri, kaynağı bildirilmeyen bilgilerin sıklığı karşısında düş kırıklığına uğrardı. Ayrıca Öztürk Kuran ve Sünnet ayrımında keskin olamıyor. Bir başka eleştirim, bidat ve hurafe dediği yozlaşmaların kaynağını Yahudi ve Hristiyan kültürü olarak saptadığında nokta atışı yaparak somut bağları göz önüne sermiyor. Bu durumda filanca yozlaşmanın falanca kültürden kaynaklanması okur için bir söylenti veya bir uzman görüşü niteliğinde kalıyor, tanıklığa dönüşmüyor.

Çerçeveletip duvara asın:

“Bizim yapacağımız şudur: Kuran’ı önümüze koyar, dikkatle okuruz. İnsandan istediklerini dikkatle not ederiz. Sonra dönüp dünyaya bakarız: Hangi toplum bu değerlerin daha fazlasını hayatına sokmuşsa onun İslam’dan nasibinin daha çok olduğuna hükmederiz.
Bunu yaptığımızda karşımıza çıkacak olan tablo, gerçekten ürpertici olacaktır. Ama unutmayalım ki Kuran’ı ciddiye almanın ilk adımı işte bunu yapmaktır. Çünkü akla kara, aldatanla aldanan, uyuyanla yürüyen ancak o ciddi işin yapılmasından sonra ortaya çıkar…” s.316

 

Bir Cevap Yazın