Kuran’ın Yasaklandığı Yıllar – Bölüm:1

“Mustafa Kemal döneminde Kuran’ın yasaklanma çalışmaları başlatılmıştır. Mustafa Kemal ölünce CHP’nin mason kadroları Kuran’ı ve hatta Arapça olan herşeyi yasaklamışlardır. Bu durum Menderes’le birlikte ülkeye demokrasi ve özgürlük gelene kadar sürmüştür.”

Emin misiniz?

Olay 1: Kuranmeali.org kapatıldı.

Yıllardır arama yapmak ve Arapça metni kolayca incelemek için kullandığım, Türkiye’nin en çok ziyaretçisi olan Kuran çalışma sitesi Kuranmeali.org, 2019 başlarında önce hükümet tarafından engellendi.

https://www.parlamentohaber.com/kur-an-meali-yasaklandi/

Arşiv: http://archive.is/hGEZH veya http://archive.is/DqiXx

Ardından site yöneticisi siteyi kapattı. Kapandığını fark eder etmez site sahibine mesaj atıp eğer siteyi sürdürme niyeti yoksa alan adını bana satmasını istedim. Yanıt alamadım. Niyetim sitenin eski içeriğini Evrenosoğlu’nun çevirisini ve yorum sayfalarını çıkarıp aynen yüklemek ve yayınını sürdürmekti. Adamın cemaatinden kimseyi tanımadığım için elimden e-posta yazmaktan fazlası gelmedi. Daha sonra alan adını bir başkasının satın aldığını fark ettim:

https://sedo.com/search/details/?partnerid=14460&language=tr&domain=kuranmeali.org&origin=parking&utm_medium=Parking&utm_campaign=template&utm_source=3000

Arşiv: http://archive.is/btNMo

Bağlantının Aralık 2019’daki görüntüsü:

Gördüğünüz gibi kuranmeali.org alan adı şu anda bir Yahudinin elindedir. Buna şaşırdı iseniz Kuran’ı yeterince dikkatli okumuyorsunuz demektir.

Bu olayın öncesinde hükümetin Evrenosoğlu’na sataştığını öğrenmiştik. O yüzden elimizde belgesi olmasa bile sitenin hükümet baskısıyla kapatılmış olmasını yüksek olasılık görüyorum. En son 2018’in on birinci ayında Alexa.com’un verdiği bilgiye göre kuranmeali.org dünyada 34 bininciydi. Ondan sonra kuranmeali.com 150 bininci sırada geliyordu. Alan adını satın almak için benden önce davranan, organik bağlantıları olan pek çok kişinin olduğuna eminim. Çünkü en çok kullanılan Kuran çalışma sitesiydi. Bana göre en kolay kullanılan ve içinde en kolay arama yapılabilen siteydi. Yoksun kaldık.

Tartışma

Böyle durumlarda denetimi ve ulusal/dinsel egemenliği yitirmemek için “hacker”lık kapsamına giren önlemler almak sizce doğru olur mu? Doğru olur ise bunu yapabilecek olan Müslüman işadamları, Müslüman bilgisayar kurtları neredeler? Yoksa hiç var olmadılar mı?

 

Olay 2: Ali Rıza Safa’nın Kuran çevirisi toplatıldı.

2016 yılında Kayseri Kitap Fuarı’nda bulunan Ali Rıza Safa’nın Kuran çevirisi, Kuran’ı kendinden başkasına yakıştıramayanlarca şikayet edildi. Mahkeme kitabı toplattı. Öncesinde Haksözhaber sitesi kitabı henüz toplattıramamış olmanın acısıyla şu haberi yapmıştı:

http://www.haksozhaber.net/kayseri-valiliği-kuran-tahrifine-goz-yumuyor-84696h.htm

Arşiv: http://archive.is/itHMT

Haberin çeviride neyin sakıncalı olduğunu söylemediğine dikkat edin. Yapılan Fatiha alıntısı uydurmadır. Haksözhaber’in iftiracı bir şirket olduğunun belgesidir. Daha sonra başardılar ve kitap toplatıldı.

Mahkeme kararına ulaşamadım ama Ali Rıza Safa’nın söylediğine göre savcı sırf İleri Yayınları’ndan çıktı diye bunun “solculara yönelik bir çeviri” olduğunu düşünmüş. Bu çeviri de her Kuran çevirisi gibi özel mülke izin veriyor, övdüğü krallar (=diktatörler) var, ateizmi eleştiriyor, sınıfsız toplum talebi yok. Nasıl solcu oluyorsa artık? Hani Diyanet’in Kuran çevirisine orak-çekiçli kenar süsü yapsalar ona da solcu diyeceklermiş.

Bu çevirinin giriş bölümlerinde ve dipnotlarında Atatürk övülüyor diye kıpır kıpır olmuş birileri. Recep Tayyip Erdoğan’a peygamberlik, hatta tanrılık yakıştıranlara ses çıkaramıyorlar nedense. Şimdi biz bunların Müslüman olduklarına mı inanalım? Bugün Türkiye’de Kuran çöptedir. Müslüman kişi onu çöpten çıkarmaya uğraşandır. Çöpün içinde bıraktığı halde onu sözde yüceltmeye çalışır gibi yapanlar Müslüman değillerdir.

Safa’nın çevirisi en iyi çevirilerden biridir. Bu çeviriye yönelik nefretin nedeni öncelikle yazarın “Yalnızca Kuran”ı savunması, ikinci olarak da Mustafa Kemal’in devrimleriyle ve laiklikle barışık olmasıdır. Belki arı ve güzel Türkçe kullanması da günah sayılıyordur bu çevrelerce. İşte “Yalnızca Kuran” diyenlerin İsrail’in adamları olduğuna bir kanıt daha (!).

Örneğin Ali Bulaç’ı günahım kadar sevmem ama yaptığı çeviri Diyanet’inkinden ve bir çoğundan iyidir. Şimdi salt politik olarak tehlikeli bir kişi olduğu için onun çevirisini ortadan kaldırmaya çalışırsam Müslüman mı olurum, yoksa başka bir şey mi? Kişilerle fikirleri ayırmayı, meyveyi dikenini ayıklayarak yemeyi öğrenememiş çocuk zekalı kişiler Kuran’ı ayağa kaldırabilirler mi sizce?

 

Olay 3: Edip Yüksel’in Kuran çevirisi toplatıldı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mollalar kurulunun inisiyatifi ve mahkeme kararıyla en iyi çevirilerden bir diğeri olan Edip Yüksel’in çevirisi toplatıldı.

Hakim, verdiği kararda Basın Yasası’nın 25. maddesine dayanıyor. Madde şu:

“…Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda, Anayasanın 174 üncü maddesinde yer alan inkılap kanunlarında, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, 153 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarında, 155 inci maddesinde, 311 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, 312 nci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında, 312/a maddesinde ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarında öngörülen suçlarla ilgili olarak basılmış eserlerin tamamına hâkim kararıyla el konulabilir.”

Atatürk veya cumhurbaşkanı aleyhine işlenen suçlar, sokak güvenliğiyle ilgili suçlar, askeri güvenlikle ilgili suçlar zaten ilgisiz. Burada anılan 765 sayılı kanun eski kanun, o da ayrı bir gariplik. Eski terörle mücadele kanununun anılan maddeleri de örgüt propagandasıyla; baskı, tehdit, yıldırmayla ilgili suçlar; onlar da ilgisiz. Geriye yalnızca 765 sayılı yasanın şu iki maddesi kalıyor:

311/2 “Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik etmek…”

312a “Hayat, sağlık veya mal bakımından halk arasında endişe, korku, panik yaratmak amacıyla alenen tehdit…”

Kuran’ı paramparça eden bir yazar bile bu suçları işlemiş olmaz. Yani mahkemenin kararı kesinlikle yasaya aykırıdır.

Karardaki hatalar bununla kalmıyor. Ne Ceza Yasası’nda, ne Basın Yasası’nda “İslam dini” tanımlanmış değildir. Yasada tanımlanmamış bir şey hakkında hakimler yargıda bulunamazlar. İkincisi, mahkemelerin “İslam inancını” korumak gibi bir görevi yoktur. Olmalı mıdır, orası apayrı bir tartışma. Ama Anayasa’ya ve yasalara göre mahkemelerin böyle bir görevi yoktur.

Ben yıllardır Yüksel’i takip etmiyorum. Yaptığı yararsız ve zararlı işlerle ilgili pek çok eleştiri iletmişliğim de vardır. O iki ayeti yabancı saymasının hiçbir geçerli gerekçesi olmadığına eminim. Ama Yüksel’i beğenelim, beğenmeyelim, şu nesnel saptamayı yapmak zorundayız: Edip Yüksel’in çevirisine yönelen bu düşmanlık, Edip Yüksel’in öbür eylemlerine engel olamayıp telaşa kapılan, parmaklarını ısıranların zayıf buldukları yerden saldırmasıdır.

Şimdi soğukkanlılıkla DİB’in ve Türk mahkemelerinin davranışıyla ilgili genel bir durum değerlendirmesi yapalım:

– Bu ülkede Muhammed Peygamber’in sarhoş, deli veya sahtekar olduğunu yazan ve ima eden pek çok kitap ve makale yayınlanmaktadır. Ne DİB, ne de mahkemeler bir kaç istisna dışında bunlara dokunmuyorlar. Toplatılan kitapta böyle hakaretler veya iddialar yok, dikkat edin. Tersine kitabın giriş bölümlerinde ve dipnotlarında Muhammed’in bütün davranışlarını savunma ve onu aklama eğilimi vardır.

– Bu ülkede bırakalım elçilerini, Allah’nın kendisine söven sayısız kitap ve makale serbestçe yayınlanmaktadır. Bunlara karşı DİB’in herhangi bir şey yapma niyeti yoktur. Mahkemeler zaten bir şey yapamazlar çünkü bu ülkenin yasalarına göre Tanrı’ya sövmek serbesttir! TCK yalnızca lastik gibi Yargıtay’ın istediği yere çekip sündürebileceği bir “halkın dini duyguları” ifadesini kullanır, Tanrı’dan söz etmez. Teknik olmayan dilde bunun karşılığı şudur: TCK, Tanrı’yı kutsamıyor. Halkın “duygularını” kutsadığının onda biri kadar Tanrı’yı kutsamıyor. Ateizm savunucusu sayısız kitap ve makalenin raflarda ve internette okuyucularını bekliyor olması bunun kanıtıdır. Bu durum Richard Dawkins’in sitesinin engellenmesinin bir tabana şirin gözükme veya -mış gibi yapma girişimi olabileceğini akla getiriyor. Eğer hükümet gerçekten Tanrı’ya sövülmesinden rahatsız olsaydı, bu eylemi yasadışı yapan tasarılar çoktan hazırlanmış ve geçirilmiş olurdu. Dawkins’in sitesinin engellenmesi hem yurtiçindeki sekülerlik savunucusu basında hem de Kitaplıların basınında çok ses getirdi ve eleştiri konusu oldu. Ama gerçekte “Müslüman” Türkiye’de Tanrı’ya sövmenin serbest olduğunu kimse söylemedi. Aynı aşağılık basın bize yıllardır Suudi Arabistan’da veya İran’da Tanrı’ya sövdükleri için idam edilenlerin haberlerini “Ortaçağ kafası” örneği olarak taşıyıp durdu. Nasıl iki taraflı çalıştıklarına dikkat edin. Toplatılan kitapta Tanrı’ya hakaret olmadığına dikkat edin. Tersine, kitapta Tanrı’nın adlarında (veya tanımında) Kuran’a ters düşecek hiç bir ifade bulunmuyor.

– Türk yargıçları salon kapısında biriken kalabalığın homurtusuna göre karar verir oldular. Mercedes-Benz O403 otobüsünde üretim hatası yüzünden yanarak ölen 49 kişinin hesabını soran yargıcın Şırnak’a sürüldüğü günleri bile mumla arıyoruz artık. Hükümet baskısına gerek bile yok artık. Barodan bir kaç avukatın salondan içeri dalıp hakim koltuğunda oturan yirmili yaşlarında, yasayı okumaktan aciz yeniyetmeye parmak sallaması yetiyor. Sen bu yargıçlardan, bu saçma yasalara dayanarak mantık ve vicdan bekliyorsun. Yasalar yetmediği için çaresiz Allah düşmanı gavurun AİHM’ini dayanak göstermek zorunda kalıyorsun. Bunları yapmak istemezsen köşeye çekilip toz toprak içinde gelenin geçenin seni çiğnemesi tehlikesi ile yüz yüzesin. Müslüman bir toplum “Suriyeli kardeşlerimizin” sorunlarından önce şu açmazı nasıl çözeceğini konuşuyor olmalıydı.

Yasadışı mahkeme kararı aldıran ve bunu kutlayan hukukçular. Konumuz bağlamında düşünün. Tehlikenin farkında mısınız?

– DİB başkanı bir-bir buçuk milyonluk makam arabasına biniyor. Ankara’ya giderseniz bir sabah DİB’in önünde bekleyin ve içeri giren süper lüks makam arabalarını sayın. Konuyla ne mi ilgisi var? İlgisini anlamıyorsanız Kuran’ı yeterince bilmiyorsunuz demektir, daha çok çalışın.

Kuran’ın çevrilemeyeceğini ve din adamlarından başkasınca anlaşılamayacağını anlatabilmek için Kuran Çevirilerinin Dünyası ve Türkçe Kuran ve Cumhuriyet İdeolojisi kitaplarını yazmış olan, Kitaplıları veli edinen Saidi Nursi, Fethullah Gülen gibi kişileri eleştiremeyen Dücane Cündioğlu ta 2001’de Edip Yüksel’in çevirisinin yasaklanmasını istemişti:

https://www.yenisafak.com/arsiv/2001/ocak/05/dcundioglu.html

Arşiv: http://archive.is/dD4Fd

Üstelik o zamanki çeviride 9:128-129 eksiksiz yazılmıştı (gerçi yeni baskıda da yazıyor ama dipnota alınmış). Kendine ve Tanrı’ya saygısı olan okurlar; artık şunu anlayın: “Kuran çevrilemez” diyenler sizi saptırmaya çalışanlardır. Hiç kuşkunuz olmasın. Bu kişilerin adam yerine konduğu, ciddiye alındığı bir toplumun Kuran’ı yaşam kitabı yapma (salatı ayağa kaldırma; ekimussalat) olasılığı sıfırdır.

Burada özellikle geleceğe dönük olarak şu dersi çıkarmamız gerekir: Edip Yüksel, içinde Muhammed’e hakaret edildiği için hadis kitaplarına dava açmayı ve toplatmayı düşünmüştü. Bu sakat bir yaklaşımdır. Hadis ve siyer kitaplarında Peygamber Muhammed’e hakaret edildiği tartışmasız bir gerçektir. Ama bunu mahkemeye götürerek onaylatmaya çalışmak, başarılı bile olsa kötü sonuçlar doğurabilir. Piyasadaki falanca kitapta falanca peygambere veya toplumun filanca kesimince saygı duyulan falanca kişisine hakaret edildiği gerekçesiyle her aklına esenin mahkemeye başvurduğunu düşünün. Hristiyanların İsa’ya veya Hristiyan olmayanlara hakaret ettikleri kitapları toplattık. Yahudiler Yahudi olmayanlara hakaret ediyorlar, haydi onları da toplattık. Feministler kadınlara hakaret ediyorlar; feminist kitapları toplattık. Hayvanseverler bütün insanlara hakaret ediyorlar, onları da toplattık. Ateistler bütün dindarlara ve Tanrı’nın kendisine hakaret ediyorlar; o zaman en başta onları toplatmalıyız. Bunun sonu hangi noktada gelir? Adliyesi çalışmayan bir ülkede bunun sonuçları felaket olabilir. Sağını solundan ayıramayan yargıçların bu kadar zor ve üst düzey davalarda doğru karar veremeyecekleri kesindir. Adliyede böyle bir yoğunluk haklı olanın değil güçlü olanın kazandığı bir savaşa dönüşebilir. Bu girişim yanan kitap dağlarıyla sonuçlanabilir. Görece doğru yol, gerçeği dile getirmektir. Sınırsız konuşma özgürlüğü diye bir şey elbette yoktur ama doğruyu yaymadan, doğruyu kolaylaştırmadan yanlışı yasaklamak hiçbir zaman işe yarar bir fikir değildir.

Tartışma

Sizce Kuran bağlılarının bu karara vermeleri gereken tepki ne olmalıdır? Edip Yüksel’i beğenip beğenmediğinizi sormuyorum. Verilmesi gereken tepkiyi soruyorum.

Sözgelimi kitabın on binlerce korsan baskısı yapılıp posta kutularına, boş otobüslere, tren vagonlarına bırakılabilir mi?

Sözgelimi bir sokak ilanı yaptırıp “Bu iki Kuran çevirisi yasaklandı” haberi yorumsuz duyurulabilir mi? Bakalım insanlar ne düşünecekler?

Sözgelimi kasıtlı çeviri hatalarıyla dolu mealleri yine aynı mahkemeye şikayet etmek doğru olur mu? Özel bir görev takımı kurulsa, bu takım yasadışı yollarla durdurulana dek her hafta bir meali şikayet etse nasıl olur?

Yaklaşımı ve derinliği “Edip Yüksel zaten münafık idi, İsrail’in adamı idi, beter olsun”dan öteye gitmeyen Müslümanlara tepkimiz ne olmalı? Ne kadar beyinsiz olduklarını ve sıranın kendilerine geleceğini yüzlerine vurmalı mıyız, yoksa onları kendi hallerine mi bırakmalıyız?

Yarın bir gün ülkemizin hep ezilen, hor görülen, hepsi birer sevgi pıtırcığı ve hoşgörü abidesi olan Gayrimüslimleri, Kitabımukaddes’i eleştiren yapıtları aynı maddelere dayanarak şikayet etmeye ve sonuç almaya başlasalar tepkiniz ne olurdu? Öyle ya, yasa maddesi “halkın inancı” diyor, “Müslümanların inancı” değil!

Bir soru daha: Böyle durumlara tepki verebilmek için bu ülkedeki Kuran bağlılarının örgütlenmiş olmaları gerekmiyor muydu? Aranızda Bahçe’ye tek başına girebileceğini uman var mı? Kuran kurtulacaklardan söz ederken “o kişi” mi diyor, yoksa “onlar” mı? 8:73, 9:41, 42:39, 61:4, 2:43…

Kuran Çevirileri Toplatılmalı Mı?

Bu tartışma “Kime göre, neye göre?” sorusuna denktir. Kuran çevirilerinde kasıtlı veya kasıtsız ne kadar yanlışa katlanmamız gerektiğine karar vermemizin yolu yine toplumda Kuran bilgisi sağlam nitelikli bir azınlığın oluşmasına bağlıdır. Eğer bu azınlığın oluşması süreci, bu azınlığın oluşmasını engellemek amaçlı sabotajlardan yavaş kalırsa yapacak bir şey yoktur. Kötüler kazanır.

Kuran’ı bilen nitelikli bir azınlığın, yani hem Kuran bilgisi ortalama kelam profesörünün üstünde olan, hem de sayıca “mikro” denemeyecek, iyi meslekler edinmiş bir topluluğun oluşması gerekiyor. Böyle bir topluluk bütün ülkenin üzerinde gözetleyicilik yapabilir. Sözgelimi serserinin biri televizyona çıkıp ayetleri eğip bükmeye başladığında onu tekzibe zorlayacak birileri olmalıdır. Sözgelimi ateizm propagandacıları boş kaleye gol atamamalıdırlar. Onların yalanlarını hızlıca açığa çıkaracak, doğru bilgiyi yayacak zamanı, parası ve azmi bol bir görev takımı olmalıdır. Sözgelimi politikacının biri ayetleri kullanarak kendi rezilliğini perdelemek istediğinde o ayetlerin gerçek anlamını topluma duyuracak işler yapabilen bir topluluk olmalıdır. Kısacası kimsenin Kuran bilmediği bir toplumda her eline sazı alanın Kuran hakkında atıp tutmasını engelleyen bir sigorta görevi gören, çekinilen bir azınlık olmalıdır. Kimine biraz çelişki gibi görünebilir: Kuran’a iftira atılamasın diye din adamı olmayanlardan oluşan bir fikir takımı oluşturmak. Çelişki gibi görünse bile değildir. Kuran’ın iftiralardan korunmasının yolu, olabildiğince çok sayıda kişinin Kuran bilgisinde olabildiğince derinleşmesidir. Zaten Muhammed Peygamber’in ilk yoldaşlarının başarılı olabilmesi de böyle olanaklı olmuştur. Bu kişiler kendi bulundukları ortamda ayetlerin eğip bükülmesine izin vermiyorlardı. Kuran’ı onlar kadar iyi bilmeyenler de kimin daha güvenilir olduğunu anlamakta güçlük çekmiyorlardı. Bunların sayıları azalmaya başladıkça iktidar Muaviye’lerin eline geçti ve Kuran bilgisi yitmeye başladı.

Amaç Muaviye’lerin iktidara gelebilmesini engellemek olmalıdır. Bunun yolu Kuran bilgisini yaymaktır. Bir şeyleri yasaklayarak veya yasalar çıkararak sorunların çözülebileceğini düşünmek budalalıktır. Bu kısır düşünme biçiminden kendimizi kurtarmamız gerekir. Yani aslında attığım alt başlık yanlıştır. Hangi çevirileri toplatmak gerektiği veya neyi yasaklamak gerektiğini sormak düşük zekalılara kalmalıdır. Bilge kişiler bu işin anahtarının salat olduğuna, yani Kuran bilgisini yaymak ve egemen bilgi durumuna getirmek olduğuna aymışlardır. Gerçeğin gelip gerçekdışını (hakkın batılı) kovması, kimi cahilin sandığı gibi kaba kuvvetle olmaz. “Düşünce özgürlüğünün sınırı nerededir?” gibi yanlış sorular sormayalım. Peygamberler ihtilal yapıp hükümeti ele geçirmeye çalışmadılar. Doğru düşüncenin egemen olmasına çalıştılar. O zaman yanlış düşünce zihinleri kendiliğinden terk eder. “Neyi yasaklasam acaba?” diye mesai yapan ama yasaklamak dışında hiçbir yapıcı adım atmayan Diyanet Muaviye’nin yolundan gidiyor, Muhammed’in değil.

Bu perspektifi unutursak neyin toplatılıp neyin toplatılmayacağı konusunda havanda su döveriz. Toplatılan bu çevirilerin savunması en iyi biçimde yapılmalıdır elbette. Müslüman bir ülkede en az yüz avukatın bu işi gönüllü üstlenmek için sıraya girmesi gerekirdi. Buna rağmen adli mücadele ile alınacak yol çok sınırlıdır. Edip Yüksel’in çevirisi toplatıldı diye sevinen bazı Müslüman taslaklarının asıl yapmaları gereken iş Kuran’ı Edip Yüksel’den veya ülkedeki herkesten daha iyi bilmek ve bu bilgiyi yaymak için çalışmak idi. Allah’ın vaadi budur. Kuran’ı herkesten daha iyi bilen ve yılmadan öğreten topluluk baskın çıkar.

Diyanet Kapatılmalı Mı?

İnanılması güç bir biçimde, “Yalnızca Kuran”cı görünenlerin içinde böyle bir fikri savunanlar olduğunu görüyorum. Demek ki hiçbir şey bilmeden Kuran okuyunca edinilecek bilgelik de ancak bu kadar oluyor. Saçma sapan işler yapar hale geldi diye Diyanet’i yok etmeyi düşünmek, ağrıyan başı kesmeye benziyor. Bu toplum iki yüz yıldır çok zayıfladı ve bu zayıflık yüzünden Kitaplılar burada iç savaş çıkarmaya çalışıyorlar. İnkılap Tarihi dersinde okuduğumuz Kuvayı Milliye’ye ve Ankara Hükümeti’ne karşı isyanlar konusu bu çabaların meyveleridir. DİB’in yok olması zaten epey çatlağa sahip olan bu toplumu iç savaşa biraz daha yaklaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Ne garip, “Tekke ve zaviyeler yeniden kapatılmalı mı?” diye soran yok…

 

Olay 4: Kuran ayetini hatırlatan sokak ilanı yasaklandı.

Konya’da Kuran ayetini afişe yazmış, parasını verip yayınlatmışlar. Hepsi birer sevgi pıtırcığı, hoşgörü abidesi, eşsiz zenginliğimiz olan Türkiye Yahudileri ve Hristiyanları şikayet etmişler, AKP’li Konya Belediyesi de onlara secde edip afişi kaldırmış. İslam düşmanlarının olayı nasıl çarpıttıklarına ve ilgisiz yerlere çektiklerine, nasıl hemen mağduru oynadıklarına dikkat edin:

https://t24.com.tr/haber/konya-da-otobus-duraklarina-yahudileri-ve-hristiyanlari-dost-edinmeyin-yazili-afisler-asildi,844776

Arşiv: http://archive.is/EfbLj

Şu belgeye göre daha afiş kimse şikayet etmeden önce kaldırılmış; ne kadar doğrudur bilemeyiz. Ama bunun adı oto-sansürdür ve hiçbir şeyi değiştirmez. Kendileri kaldırdı ise bu karşılaşacakları yaptırımı bildikleri içindir. Kaldırmamakta ısrarcı olsalardı çok iyi biliyoruz ki önce belediye, sonra Erdoğan yetkiliyi sıkıştıracaklardı. Yine kaldırılmasaydı yasadışı yöntemlerle kaldırılacak veya davalar açılacak, sevgi dolu azınlıklarımız olayı büyütecek ve bizi Batı’daki abilerine dövdürmeye başlayacaklardı.

Sapla samanı karıştırmayalım lütfen. Ayetin doğru çevirisi o değildir, grafik rahatsız edicidir vesaire konular ikincildir. Çok iyi biliyoruz ki gerçeğe katlanamayan örtücüler öncelikle bunun bir Kuran ayeti olmasından, özellikle de “örtülmesi gereken” ayetlerden biri olmasından rahatsızlar. Çeviri hatasıymış, grafikmiş bunlar bahanedir. Evet, çeviri iyi değil ve berbat bir afiş. Ama bunu tartışmaya başladığımız anda konuyu ıskalamış oluruz.

Şimdi kendinize bir sorun bakalım:

“Parasını ödeyerek Kuran’dan bir bölümü afişlere yazdırmak istersem AKP Türkiye’sinde acaba nasıl bir sansüre uğrayacağım? Sansürcüler neyi ölçü alacaklar, kendi Kuran bilgilerini mi, bir avuç ensesi kalının gönlünü mü?”

Türkiye Yahudilerinin gazetesi Şalom elbette afişi yasaklayanları değil, yayınlatanları eleştiriyor:

Mevlana’nın nasıl İslam’a bir alternatif olarak gösterildiğine dikkat edin. Zaten öyledir. Bugün tasavvuf olarak bilinen şey Kuran’a terstir; Kuran’ı inkar eder.

Peki, Kuran ayetlerini kamuya açık yerlerde yazmayı, okumayı; Kuran’ın seslendirilmesini, bilinir olmasını kendine bir tehdit olarak algılayan Gayrimüslimlerin İslam’a ve Allah’a sövme “özgürlüklerine” dokunuluyor mu? Yine Şalom’un geçtiğimiz aylarda yayınlanan hafta sonu ekinde yanıtı buluyoruz.

Kapakta gördüğümüz ve Şalom’un övdüğü kişi Alejandro Jodorowsky, Arjantinli Yahudi yönetmendir. Holy Mountain filmi İsa Peygamber’e hakaretle doludur. Santa Sangre filmi de Hristiyanlığa alaylı göndermelerle doludur. Türkiye Yahudileri başka dinlere sövme (veya sövenleri övme) haklarını saklı tutarken bırakın sövmeyi bir yana, kendilerinden söz eden Kuran ayetlerinin okunmasına mı katlanamıyorlar?

Pokerde kağıt çalan İsa; “Satılık İsa’lar”; palyaço papaz; kendi kaynayan dışkısında (cehennemde) ebedi cezasını çeken İsa. Hepsi Jodorowsky’nin yazıp yönettiği Holy Mountain’dan.

Tartışma

Sizce bu olaya Kuran bağlılarının vermeleri gereken tepki nedir? Sözgelimi Kuran’ın “sakıncalı” veya sakıncasız rastgele ayetlerini herhangi bir güncel bağlamda olmaksızın afişlere yazıp yayınlatmak olumlu sonuç doğurabilir mi? Belediyeler veya mahkemeler hangi ayetlere ses çıkarmıyorlar, hangi ayetleri yasaklıyorlar gibi bir bilginin elimizde bulunması bize neler kazandırır? İzin verilmediği durumlarda seküler mahkemelerle, seküler yasalara göre belediyelere ve basına dava açmak doğru olur mu?

Kuran yerine Kitabımukaddes’in “sakıncalı” yüzlerce dizelerinden bir kaçını yayınlatmayı denemek iyi bir fikir olabilir mi? Örneğin Tevrat’ın “onlardan tiksinecek, nefret edeceksiniz” bölümü veya İncil’deki “doğurulmuş oğul” bölümleri… Bunun şöyle ilginç bir sonucu olabilir: Gayrimüslimler bunları da şikayet edebilirler. Yani hem Kuran’ın, hem Kitabımukaddes’in “sakıncalı” bölümlerine neden katlanamadıklarını açıklamak zorunda kalabilirler.

Ama bunları yapabilmek için Kuran bağlılarının örgütlenmesi gerekmiyor mu? Yahu örgütlenmeyi de geçtim, şu olaylardan sonra bunlar hiç tartışıldı mı? Kuran’ın çöpte olmadığı bir toplumda bunlar enine boyuna tartışılır, uzun süre gündemden düşmezdi.

Bir soru daha: Birinci olay ile dördüncü olay arasında nasıl bir benzerlik görüyorsunuz?

Bir soru daha: Bu dört olay kendini “laik” olarak tanıtan bir partinin iktidarında gerçekleşseydi kendini “muhafazkar” olarak tanıtan partiler ve basın şirketleri nasıl tepki verirlerdi sizce? “Din elden gidiyor”lar mı desiniz, “askeri vesayet”ler mi dersiniz, “Müslüman uyuma”lar mı dersiniz… Bugün aynı tepkiyi vermiyorlarsa münafıktırlar, biline. Bu olaylar Allah’ın bize gerçekte kimin ne olduğunu gösterdiği turnusol kağıtlarıdır; ayetlerdir.

 

Bir Şeyin Yasaklanması Ne Demek?

“Madem öyle, orası kırk yıl onlara yasaklanmıştır. Yeryüzünde şaşkınlık içinde dolaşacaklar. Yoldan çıkmış toplum için, artık üzülme!” 5:26

Ayetin önünü ve arkasını okursanız Allah onlara “o yurda göçmeyin” buyruğu vermiyor. Musa’nın halkı o gücü kendilerinde bulamıyorlar, göçmeye kendileri çekiniyorlar. Allah onlara o yürekliliği vermeyerek onları göçmekten alıkoymuş oluyor. 5:72, 7:50, 21:95 ayetinde de aynı mantığı bulacaksınız.

Ve önceden, sütannelerini ona yasaklamıştık. 28:12

Burada “harremna” eylemini “yasaklamak” veya “haram etmek” olarak çevirmek doğrudur. Musa Bebek’e sözlü bir buyruk verilip “Sütanneni emme, e mi?” denecek değildir herhalde. Bilinçdışı olmakla birlikte doğal yollarla Musa Bebek bunu yapmaktan engellenmiş, alıkonmuştur. Eğer ülkenin ahlakı ve yasaları Kuran’dan uzaklaştırılıyorsa, biz olan bitenin farkında olmayan cahiller bile olsak Kuran bize yasaklanıyor /haram ediliyor demektir.

Sizlerden iyiye çağıran, uygun olanı emreden ve kötülüğü yasaklayan bir toplum olsun. 3:104

Bu ayette “kötülüğün yasaklanması” (nehyi an el münker) çevirisi yanlış değildir. Daha uygun bir çeviri “kötülükten alıkoymak”tır. Yasaklamak yasal durumu ve yasama işlevini çağrıştırırken, alıkoymak engellemeyi de kapsıyor. Genelde “iyiye çağırmak” olarak çevrilen “emri bi el maruf” kalıbının daha doğru çevirisi “iyiyi yaptırmak”tır. Böylece geceyle gündüz gibi birbirine tam karşıt, birbirini bütünleyen iki eylem tanımlanmış görünüyor: İyiyi yaptırmak, kötüyü yaptırmamak. Alıkoymanın, yani yaptırmamanın uygulaması kötülükten uzak durmayı öğütleme ile başlar. Uyarma, ayıplama, kınama, dışlama, adlî olmayan yaptırım, adlî yaptırım gibi uygulamaların hepsi kötülükten alıkoymanın parçasıdır.[1]

Kendisini efendisine adamış olanlar [rabbani]  ve dini uğraş edinenler [ahbar], suç olan şeyler söylemekten ve açgözlülükle yutmaktan, onları neden alıkoymadılar; ne kötü davranıyorlar. 5:63

Bakın burada “yargıçlar“ denmiyor, din adamı sınıfı ve yol göstericiler kast ediliyor. Yani yaptırım gücü zayıf olan, doğrudan egemenliği elinde bulundurmayanların “alıkoymasından” söz ediliyor. 11:62 ve 11:88’de de aynı biçimde, Elçilerin sözlü çağrıları “alıkoymak” olarak anılıyor. Yani çağrı yapmak, öğüt vermek, kınamak, dışlamak gibi fiziksel olmayan eylemler alıkoymak (nehy) sayılıyor. Tıpkı yasa tasarısını Kuran yargılarına göre biçimlendirmeyi öneren vekilin ayıplanması, kınanması, bir daha seçilmemesi ve böylece bunu yapmaktan alıkonması gibi.

…Nankörlük edenler şöyle derler: “Öncekilerin söylencelerinden başka bir şey değil bu!” Hem ondan uzak dururlar hem de ondan alıkoyarlar… 6:25-26

“Kuran eski mitolojik öykülerin aynısıdır” demek efektif olarak ondan alıkoymaktır. Çünkü bu sav kabul gördüğünde artık mahkeme sizin çevirinizi toplar, afişinizi kaldırtır ve böylece Kuran’a çağırmaktan sizi alıkoymuş olur.

Kuran’dan alıkoymak, Kuran’dan uzak durmayı öğütlemek ile başlar. Kuran’a çağıranı ayıplamayla, onu engellemeyle, kınamayla ve yaptırım uygulamayla sürer. Yukarıda Türkiye’den verdiğim örneklerin henüz ağır yaptırım aşamasına geçmemiş göründüğüne aldanmayın. Güçlü bir çağırıcının olmadığı bu ortamda olası bir çağrının nasıl bir tepki alacağını kestirmek güçtür. En sert tepkiyle karşılaşması gayet olasıdır. Kuran şimdilik açıkça “haram” edilmiş değildir ama etkin olarak “nehy” edilmektedir.

 

“Kuran’ın Yasaklanması” Ne Demek?

AKP’liler “Cehape 1930’larda, 40’larda Kuran’ı yasakladı” diyedursunlar. Bu dört örnekte görüldüğü gibi AKP, CHP’yi solda sıfır bırakmaktadır. Bu dört örnekolay, Kuran’ın Arapça mırıldanmasını veya robot gibi ezberlenmesini veya ona şarkı muamelesi yapılmasını yasaklamıyor. Ama onun halkın bilincine yaklaşmasını, yaşamın içine girmesini, yaşamın yasası olmasını engelliyor. İşte asıl yasaklama budur. Tam engellemenin, toptan yasaklamanın ilk aşamalarıdır bunlar.

Aslında Perşembenin gelişi Çarşamba’dan belliydi:

https://www.cnnturk.com/turkiye/diyanetten-kuran-i-kerim-ve-meallerine-yakin-takip

Arşiv:

http://archive.is/qTWJS

Haberin görüntüsü:

Hatırlayacaksınız, beyefendi kısa bir süre önce “Yalnızca Kuran”cıları da düşman ilan etmiş ve açıkça tehdit etmişti:

https://www.ihvanlar.net/2017/10/21/cumhurbaskani-erdogandan-sunnet-dusmanlarina-uyari/

Arşiv: http://archive.is/brGLr

“Erdoğan sünnet inkarcıları” diye aratırsanız konuşmanın ilgili bölümünü dinleyebilirsiniz.

Hatırlayın, cumhuriyetin ilk yıllarında “gavur” CHP, İtalyan ceza yasasını kopyalamıştı. 765 saılı bu yasanın beşinci faslında evli çiftlerin zinasının cezası hapisti. En azından kısmen Kuran’a uygundu. AKP 2004 yılında çıkardığı yasada bunu kaldırdı[2]:

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2004/10/20041012.htm

CHP’nin okuttuğu hayat bilgisi kitabında baba ailenin reisi, abi küçük kardeşin koruyucusu idi. Bu aşılama Kuran’ın ilkelerine yakındı. AKP 2015’te bunu değiştirdi, artık el kadar bebelere hayat bilgisi ve sosyal bilgiler derslerinde feminizm (=erkek düşmanlığı) öğretiyorlar. Yalnızca feminizmi değil, İslam’ın karşıtı olan liberalizmi, bireyciliği, görececiliği de öğretiyorlar. CHP döneminde kısa süre Atatürk’ün yazdığı “Muhammed Kuran’ı iyi niyetlerle kendi yazdı” temalı tarih kitabı okutulmuştu. Bugün daha beterdir. AKP “Kuran+hadis+hükümet” temalı din dersini üstelik seçmeli olarak okutuyor. Sonuç: Gençlerin dörtte üçü ateist, kalanı da sarhoş. Dinle ahlakın aynı şeyler olduğunun bir kanıtı daha.

AKP, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nu çıkardı. Arabuluculuk kişiye ve topluma karşı işlenen suçların, hakkı yenen alt sınıflara ödenecek sus payının, gerçeğe aykırı tanıklık etmek için ödenecek olan rüşvetin yasallaştırıldığı bir sistemdir. Kıblesi İbrahim’in Evi değil, AB ve ABD olanların yapacağı iştir.

1980 sonrasında ve özellikle AKP döneminde sendikaların bitirildiğini bilmeyen yoktur. Paralı kölelerin veya yarı-kölelerin, yarı-rakabelerin hakkını koruyan örgütler olan sendikaların var olmadığı bir toplumun Müslüman olabileceğini öne sürmek zordur (4:33,36, 6:141, 16:71,90, 53:39).

İmar planlarında artık “cami alanı” değil “mabet alanı” ayrılıyor. Daha da kötüsü ülke, cemaati olmadığı halde onarılıp “hizmete” açılan onlarca kilise ve havrayla doldu. Halife Ömer, el geçirdiği ülkelerle yaptığı anlaşmada metruk, cemaatsiz tapınakların onarılmaması koşulunu öne sürmüş (“Ömer’in akdi”; ahd Umar). Daha sonraki halifeler de bunu sürdürmüşler. Bunun nedeni taze Müslümanlara yabancı dinlerin aşılanmasını önlemek istenmesiymiş. Bugün Türkiye’de bu koşuldan etkin olarak vazgeçilmiş oldu. 1071’de başlayan Müslüman egemenliğinin simgesel anlamda sonu AKP döneminde gelmiştir.

AKP İsrail’le olan dış ticareti artırdı. https://ticaret.gov.tr/yurtdisi-teskilati/orta-dogu-ve-korfez/israil/ulke-profili/turkiye-ile-ticaret Arşiv: http://archive.is/7oDED

Bu örnekleri okumaktan bıkacağınız kadar artırabilirim. Kitaplı bir hükümetle gizli anlaşma imzalayanların, Sözcükleri Yerlerinden Kaydıranlar’dan ayan beyan madalya alanların on sekiz yıldır çıkardıkları bütün yasaları sıralamaya gerek yok. Gidişin yönü bellidir. Türkiye hızla Kuran’dan kaçmaktadır. Yukarıda sözünü ettiğim Müslüman taslakları daha şu hükümetin işlerini bile eleştirebilmiş değillerdir. Dilerlerse ıkına ıkına günde bin beş yüz rekat namaz kılsınlar, İbrahim’in Evi’nden çok uzaklar.

Düşünün şimdi: Çevrenizde Kuran’ın Elçi sözü olduğunu, toplum olarak yolumuzu aydınlatacağını söyleyen kaç kişi var? Sokak reklam afişlerinde bırakın Kuran’dan bir bölümü, sizi iyiliğe çağıran herhangi bir şeyi en son ne zaman okudunuz? Varsa yoksa kötülük… “En ucuzunu al, enayi misin sen? Beleşse saldır. Doyma, daha fazlasını iste. İste, sana versinler. Aman sen verme. Yetinme. Paylaşma. En yakınınla bile rekabet et, bağışlama. Gönlüne göre yaşa, ahlakçı olma. Kötülere dokunma, hoşgörülü ol. Kurdukları tuzaklara kafa yorma, sal gitsin. Gerçek diye bir şey yoktur, yalnızca öznellik vardır. Önünden ye, yazgını eline almaya çalışma. Güçlüye itaat et…”

Kuran’ın yasaklanması açık ve kurallı bir yasaklama biçiminde gelmeyecektir. Açıktan açığa yasaklanacağı günleri de görebiliriz ama o noktaya gelininceye dek insanların akıllarından ve yüreklerinden, toplumsal gerçeklikten bütünüyle silmek için yoğun çaba harcanacaktır. Adı “yasaklama” olmayan yasaklamanın örneklerini şöyle verebilirim:

Geleneksel İslam anlayışındaki “mekruh” kavramını incelerseniz aslında bunun da bir yasak olduğunu görürsünüz. “Yasak” ana başlığı altında bir alt kategoridir yalnızca. Salt adını “haram” veya “yasak” koymadık diye mekruhların yasak olmadığını öne süremeyiz.

Vejetaryenler “yasak” sözcüğünü kullanmıyorlar diye eti yasaklamadıklarını söyleyecek değiliz. Bal gibi yasaklıyorlar.

Çocuğunun önüne bilgisayar koymayan bir ana-baba, çocuğuna bilgisayar kullanmayı yasaklamış olur. Yani bir yasaklamanın varlığından söz edebilmek için önce eve bilgisayarı koyup, sonra da “Kullanma!” demeleri gerekmiyor.

Bilgisayar kullanıyorsanız farkındasınızdır, tarayıcıların eski sürümlerini kullanmak yasaklanmıştır. Hayır, eski sürümleri kurmanızı ve kullanmanızı engellemiyorlar ama hiç bir site açılmayacaktır çünkü site yöneticileri siteleri yalnızca ve yalnızca en son sürümlerde açılacak biçimde hazırlarlar. Bu uygulamada yasaklamak demektir.

Bugün cep telefonsuz yaşamak “yasaklanmış” mıdır? Kağıt üstünde değil ama uygulamada yasaklanıyor gibidir. Çünkü cep telefonu kullanmayan bir tüketici ve bir yurttaş olarak hareket alanınız her sabah biraz daha azalmış oluyor. Varılacak nokta cep telefonu olmayan kişinin sanki nüfus cüzdanı yokmuş gibi adım atamamasıdır. Böyle bir durumda cep telefonsuz yaşamanın yasak olup olmadığını sormak gereksiz ve anlamsız olacaktır.

Bugün faizsiz /rantsız yatırım “yasaklanmış” mıdır? Kağıt üstüne yasak tanımına uyan bir düzenleme yoktur ama uygulamada yasaktır. Çünkü birikimini ranta bulaşmadan değerlendirmek, ranta bulaşmadan iş kurmak isteyenler için kurumsal kapılar bütünüyle kapalıdır. Bir Türk girişimci /yatırımcı, banka müşterisi olmadan iş kuramaz, taşınmaz alamaz, satamaz, vergi bile veremez. Çoğu konut sitesinde banka müşterisi olmadan oturmanız bile engellenmiştir, aidat ödeyemezsiniz. Bu durumda ranta bulaşmadan ticaret yapmanın kağıt üstünde yasaklanıp yasaklanmadığını sormamıza gerek yoktur.

Bugün evlilik yasaklanmış mıdır? Kağıt üstünde dileyen her reşit evlenebilir, bu hakkın kullanımını kimse kısıtlamıyor görünüyor ama uygulamada öyle değildir. Uygulamada evlilik büyük oranda yasaklanmıştır. Koşullara uyarlanamayan, işlevini yitiren gelenekler sonucunda evlenmek erkeğin ve ailesinin omzunda ürkütücü bir kambura dönmüştür, hacize denk bir ekonomik yıkımdır. Boşanma mevzuatı erkekler için alabildiğine yıkıcı ve köleleştiricidir. Medeni yasa ve mahkemelerimiz evliliği erkeğin yaşamına konan bir ipoteğe çevirmiştir. Bu, erkeklere verilen bir “evlenmeyin” mesajıdır. Devlet hastanesinde tedavi olmayı, ithalat yapmayı kolaylaştıran hükümet evlenmeyi öyle zorlaştırmıştır ki, kimi erkeğin davranışı evlenmenin yasak olduğu bir ülkede gözlenebilecek davranışlardır. Kadınlar ise önce okulda, sonra basın-yayın dünyasında yoğun bir beyin yıkama ile erkeklerden tiksindirilmektedir. Sperm bankalarının kullanıma girmesiyle ve hükümetin eşcinsel evlilikleri tanımasıyla kadınlara ve erkeklere verilen bu “evlenmeyin” mesajı tamamına erecek, evlilik onda dokuz yasaklanmış olacaktır.

“Kuran’ın yasaklanması” kavramını da böyle düşünmenizi öneririm. Sözcüklere takılmayalım. Kuran yasaklanıyor veya engelleniyor veya ondan caydırılıyor veya sökülüp atılıyor veya üstü örtülüyor veya etkisizleştiriliyor… Hepsi birdir. Müslüman toplumun geri kalanını bilmiyorum; Türklerin yaşamında Kuran’ın yeri kalmamıştır. Kuran, uygulamada yasaklanmıştır ve bu yasak derinleşmektedir. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmek uygulamada yasaktır. Böyle bir arayışta olan kişinin toplumdan alacağı tepki, internet siteleri 2004 model tarayıcıyla açılabilsin veya cep telefonu olmadan yaşam sürülebilsin isteyen birine verilen tepkiye benzer. “Hangi çağda yaşıyorsun?” Dikkatinizi çekmek istediğim nokta, AKP döneminde bu yasağın kalkmadığı, tam tersine daha da kemikleşip yerleştiğidir. Bundan böyle Kuran’ın yasasını benimsetmeye çalışacak olan varsayımsal bir siyasi parti herkesten önce AKP’nin engellemesiyle karşılaşacaktır. Ağızların çıkardığı tutarsız sesleri dikkate almıyoruz. Biz Kuran’ı okuyoruz ve on sekiz yıllık eylem birikimine bakıyoruz.

Öncesinde, Türkiye Türklerinin en iyi günlerinde bile Kuran ne kadar egemen olabilmişti? Bu derin ve geniş bir sorudur, tartışılmalıdır. Ama geldiğimiz nokta artık Kuran’ın bırakın egemen olmasını, sesinin bile çıkmamasına eşdeğerdir. Düşünün: Kendi isteğiniz, ıstırabınız ve gereksiniminizle açıp okumanız dışında nerede Kuran’dan bölümler okudunuz? Meclis kürsüsünde kim, hangi vesileyle Kuran’ı anımsatıyor? Hangi gazete hükümeti veya insanları Kuran’la eleştiriyor? Kuran dersi (“kursu” değil) veren kaç gönüllü kurum var? Belediyeler ücretsiz meslek ve yetenek kurslarında birbirleriyle yarışıyorlar. Hangi belediye veya kamu kurumu Kuran dersi veriyor? Camilerde, televizyonda, THY’nin koltuk arkası eğlence sisteminde Arapçası okunuyor. Türkçesini okuyup yorumlayan var mı? Benim bu trajediye uyanmam için neden otuz yaşıma gelmem gerekti?

Biri şu veya bu nedenle kitaptan kısa bir bölümü afişe yazıyor ve afiş hükümet buyruğuyla yasaklanıyor. Kesinlikle vakayı adiye değildir. Neden bu ülkenin entelektüelleri ve basını bu alıntının ne anlama geldiğini, yasaklanmasının doğru olup olmadığını ve bağlantılı bir sürü konuyu tartışmıyor?

Siz hala Müslüman bir toplumda yaşadığınızı mı sanıyorsunuz?

 

 

Güncelleme: 2023’teki Kuran Toplatma Girişimleri

Yeni değil ama burada arşiv olarak dursun. İhsan Eliaçık Tivitır hesabından paylaşmış. Şubat 2023’te İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesi bu yasadışı kararı veriyor.

Yasadışı, çünkü TC yasaları “İslam dini”ni tanımaz. İslam’ın ne olduğu mahkemeye sorulamaz. Diyanet mevzuatı dahil hiç bir yasada İslam’ın ne olduğu yazmaz. Mahkeme, yasada adı bile geçmeyen bir şeyin ne olduğunu biliyormuş gibi, hatta yayınlanmış kitapların o ne olduğu belli olmayan şeye uygun olmasını sağlama yetkisini almış gibi iş yapıyor. Hem usul hem esas hatası yapıyor. Bu hakimin süresiz meslekten atılmadığı bir ülkede hukuk falan olmaz. Neyse, Mart’ta başka bir yerel mahkeme (mahkemenin ve hakimin adı neden kapatılıyor anlamadım) kararı bozmuş. Her iki kitabın yayıncılarının sitelerinde konuyla ilgili bir şey olmaması olayı ciddiye almadıklarını gösteriyor bana göre. Yayıncılar Birliği her yıl “Yayınlama Özgürlüğü Raporu” hazırlıyormuş. 2016 yılında Ali Rıza Safa’nın mealine yapılan toplatma girişimi yılın raporunda yer almazken Tübitak’ın KENDİ kitaplarına uyguladığı filtreyi sansür saymışlar. Değişik bir kafa. 2023 raporunda Diyanet’in girişimleri yer almazsa hiç şaşırmayacağım.

Basına göre Mayıs 2022’de Gazi Özdemir’in meali için toplatma kararı çıkmış. Diyanet bunları 2019’da çıkardığı bir genelgeye dayanarak yapıyormuş. Şurada okuyabilirsiniz: https://web.archive.org/web/20220704074926/https://hukukmusavirligi.diyanet.gov.tr/Documents/Diyanet%20%C4%B0%C5%9Fleri%20Ba%C5%9Fkanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1%20Din%20%C4%B0%C5%9Fleri%20Y%C3%BCksek%20Kurulu%20Uygulama%20Genelgesi.pdf Genelge deyince uyanık olanlarınız 2020’deki hukuk rezilliğini hatırladılar. Anayasanın bile üstünde olan bir genelge çıkarılmış, insanlar eve kapatılmıştı. Yine benzer bir anarşi. Genelge kurumların iç işleyiş belgeleridir, halkı ilgilendirmez. Bu hükümet yıllardır yasa çıkarma usulünü yok ettiği gibi kurallar arasındaki hiyerarşiyi de darmadağın etti. Normal koşullarda mahkemelerin kazan kaldırmaları gerekirdi. Yaptıkları tam olarak “yeryüzünde düzen sağlandıktan sonra bozgunculuk çıkarmak”tır.

Hukuk rezaletini bir kenara bırakıp da olması gerekeni konuşacak olursak yine bu yasaklama girişimlerini onaylamak olanaklı değil. Bu yasaklamalar bu adamların Kuran’la zerre ilgileri olmadığını da gösteriyor. Bunlar Müslüman olamazlar. Çünkü Kuran çalışan herkes ateistlerin, Kuran düşmanlarının bile yayınlarında yararlanılacak şeyler olabildiğini bilirler. Kuran’da yayın yasaklarına gerekçe yapılabilecek buyruklar Kuran’la alay etme, Allah’a doğrudan sövme gibi durumlarla ilgilidir (4:140, 6:68). Ben bunların dışında bir yasaklama gerekçesi olabileceğini düşünmüyorum. Zaten bu blogda Allah’a ve elçilerine sövüp de yasaklanmayan yayınların örneklerini vermiştim. Diyanet aynı RTÜK gibi çalışıyor. Bir duyarlılığı varmış gibi meal yasaklıyor, böylece dikkatları dine gerçekten sövenlerden kaçırıyor.

CIA fitnecisi Graham Fuller yıllar önce “bir ülkeyi Amerika’ya yaklaştırmak istiyorsam bunun en iyi yolu İslam’ı temsil ediyor görünen birini başa getirmemdir” demişti. Kelimesi kelimesine değil, buna benzer bir şey. Kuran’ı yasaklayacak iktidar kesinlikle İslami kılıkta olacaktır, şüpheniz olmasın. Burada tarihi bir ders de var. İslam devleti diye kitaplarda okuduğumuz şey bu hükümetin benzerleridir hep. Zamanın zeka ve ahlaksızlık düzeyine göre Kuran’ı yasaklamış hepsi. Bizim zeka ve ahlaksızlık düzeyimiz şimdilik bu sonucu üretiyor. Gelecekte daha fazlası olacak. Bunu kestirdiğim için yazının adını “1” koymuştum. İkincisini yazmam gerekmesin inşallah. 30.12.2023

 

 

Dipnotlar:

[1] Aynı sözcüğü içeren 22:45 ayetine bakarsak namazın neden “kötülükten alıkoymadığını” açıkça görebiliriz. Çünkü bir eylemin kötülükten “nehy” etmesi için öğüt vermek, çağırmak, özendirmek, ayıplamak, kınamak, dışlamak, cezalandırmak olarak özetleyebileceğimiz yelpazede bir işlevi olmalıdır. Namaz bunların hiçbirini gerçekleştirmez. Ama Türkçe hutbe kısmen gerçekleştirir. Demek ki salat, namaz değildir. Öğüttür, anımsa(t)madır.

[2] Hükümeti ve meclisin yeterli çoğunluğunu elinde bulundurduğu 2004’te bu yasayı AKP’nin yapmadığını öne süren bolca yüzsüz vardır. Bunlar Anayasa Mahkemesi’nin 1996, 1998 ve 1999’daki bozma kararlarını göstererek kafa karıştırırlar. Bu bozma kararları Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle ilgilidir, zinanın suç olması gerekip gerekmediğiyle ilgili değil. Bu yalana kansak bile şunu soramayacak kadar geri zekalı mıyız: AKP zinayı neden hala yasaklamıyor?

Bir Cevap Yazın