Faiz: Bakara Suresi’ne Göre

Faiz ve rant konusunda açıkça yanlış içtihatta bulunan bir yazara nerede yanıldığını anlatmaya çalışırken konuyla ilgili söylemem gereken birkaç şeyin daha olduğunu fark ettim. Bakara Suresi’nin faiz ve rant ile ilgili ayetlerini sırayla yorumlamayı deneyeceğim. Umarım konunun biraz daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur.

Bakara Suresi’nde riba ile ilgili yargının yaklaşık bağlamı 2:254 ayetinden başlıyor, 2:275-282’deki kesin yasağa dek sürüyor, surenin sonuna doğru kapanıyor.

2:254 Ey inanca çağırılanlar! Ne alışverişin ne dostluğun ne de ara buluculuğun olmayacağı gün gelmeden önce, size geçimlik olarak verdiklerimizden yardımlaşmak amacıyla paylaşın. Çünkü nankörlük edenler, kendilerine yazık edenlerdir.

“Paylaşın” veya “bölüşün”. Bu karşılıksız yardım hibe olmak zorunda değil. Alışveriş de bölüşme olabilir. Artık değeri, yani emek sonucu anaparada oluşan artışı (Alm. mehrwert, İng. surplus value) bölüştürecek alışverişler var, bölüştürmeyip tek elde toplayacak alışverişler var. Güney Amerika muzu alırsak bunun bölüştürme değeri azdır, paranın pek az bölümü tarım işçisine gider, muz tekelini semirtiriz. Türk muzu alırsak bölüştürme değeri daha fazladır. Paranın daha büyük bölümü şirketleşmemiş, kooperatifleşmemiş, sendikalaşmamış ve yakın (Ar. karib) olan Türk çiftçisine gider. İşveren olarak işçileri çıkarıp makine almak bölüştürmeye yönelik değil, artık değeri tek elde toplamaya yöneliktir. O makine ithalse bu girişim artık değeri tek elde toplar çünkü ithal malların döviz maliyetini bütün toplum öder. Bu durumda işadamı lirayla satın alır ve kullanır ama dövizin maliyetini bütün ülke borçlanarak öder. Hele bu yatırımı krediyle yaptıysa daha da kötü. Çünkü yatırımdan dönen, işçinin ve yöneticinin emeğiyle ortaya çıkan gelirin bir bölümüne hiç bir emek vermeyen banka ortak olacaktır. Yapılan yatırım kazançlı olmasa bile banka faizini alacaktır. Yani kredili işlemler artık değeri bölüşmeye (Ar. infak) değil, toplamaya (Ar. kenez) yöneliktir. Eylemin bölüşme potansiyeli yükseldikçe o eylemin “Allah için” olma niteliği artacaktır. Çünkü Allah yasakladığı dışındaki bütün nimetleri müminler ve örtücüler yararlansınlar diye yaratmıştır (7:31,32, 16:14…).

2:255 “Allah! O’ndan başka Tanrı yoktur. Yaşayan ve Sonsuzdur; Her Şeyin Kaynağı ve Dayanağıdır. O’nun, aymazlığı da uykusu da olmaz.  Göklerde olan her şey ve yeryüzünde olan her şey, O’nun malıdır. O’nun izni olmadıkça, O’nun katında, kim ara buluculuk yapabilir? Onların yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O’nun bilgisinden, dilediği kadarının dışında, hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun, her şeyi kuşatan egemenliği, gökleri ve yeryü-  zünü kaplayıp kuşatmıştır. Onları koruyup gözetmek, O’na zor gelmez. O, Yücedir; Büyüklüğü Sınırsızdır!”

Çünkü biriktirdiğiniz şey size iyilik değildir. Bölüşmeniz de biriktirmeniz de Allah’ın izniyle oluyor. Sanmayın ki biriktirip paylaşmayarak o kazancı Allah’tan (demek ki yoksunlardan, ona gerek duyanlardan) kaçırıyorsunuz. Allah’ın elinden, sanki onun iradesine muhalif olarak bir şey almış olduğunuzu düşünecek kadar aptal olmayın. Her zerrenizi kaplamış ve sizi avucuna almış durumda (2:186, 8:24, 11:56, 50:16…).

2:256 Dinde zorlamak yoktur. Doğruluk, sapkınlıktan açıkça ayrılmıştır. Kim katışıksız dini kirletmek için uğraşanlara arkasını dönerek Allah’a ina-nırsa, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam tutanağa tutunmuştur. Çünkü Allah, Duyandır; Bilendir.

Bir başka deyişle size paylaşmayıp esirgeme iradesini veren Allah’tır. Allah sizi doğruyu yapmaya zorlamıyor. Dileyen iyiyi özgür iradesiyle seçebilsin ve bu seçimin tadını alabilsin diye.

2:257 Allah, inanca çağırılanların Dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Oysa nankörlük edenlerin dostları katışıksız dini kirletmek için uğraşarak onları aydınlıktan karanlığa götürenlerdir. Ateşin yoldaşları işte  onlardır. Sürekli orada kalacaklardır. 

2:258 Allah, ona yönetim vermiş olmasına karşın Efendisi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? İbrahim “Benim Efendim, yaşam verir ve  öldürür!” deyince, “Ben de yaşam verir ve öldürürüm!” demişti. İbrahim “Kuşkusuz, Allah güneşi doğudan getirir; öyleyse sen de batıdan getir!”  deyince o nankör şaşırıp kalmıştı. Zaten Allah, haksızlık yapan bir toplumu doğru yola eriştirmez. 

2:259 Veya altüst olmuş ıssız bir kente uğrayan kimseyi? “Allah, ölümünden sonra buna nasıl yeniden yaşam verecek?” demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktıktan sonra yeniden yaşam verdi. Dedi ki:  “Ne kadar kaldın?” “Bir gün veya bir günden az kaldım!” dedi. “Hayır, yüz yıl kaldın; yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamış. Ayrıca, eşeğine bak;  insanlara bir gösterge olman için böyle olmuştur. Bir de kemiklerine bak; onları nasıl birleştirip, sonra et giydiriyoruz!” Artık, ona açıkça belli olunca şöyle dedi: “Biliyorum ki Allah Her Şeye Gücü Yetendir!”

2:260 Ve İbrahim şöyle demişti: “Efendim! Ölülere nasıl yeniden yaşam verdiğini bana göster!” Dedi ki: “İnancın yok mu?” “Hayır, öyle değil! Fakat  yüreğimin doygunluğa erişmesi için!” Dedi ki: “Öyleyse dört kuş yakala; onları kendine alıştır. Sonra onların her birini bir dağın üzerine ayrı olarak bırak. Sonra da çağır; koşarak sana gelecekler. Çünkü bilmelisin ki Allah Üstündür; Bilgelik ve Adaletle Yönetendir!”

Allah’ın egemenliğinin dışında bir hareket alanı yoktur. Ondan kaçmanız da, kaçırmanız da mutlak olanaksızdır. Kaçırdığınızı sandığınız şeyleri (aldığınız faizi, rantı; biriktirip paylaşmadıklarınızı) size ve toplumunuza acı olarak geri dönmek üzere, yine Allah’ın izniyle kaçırıyorsunuz, ona rağmen değil.

2:261 Allah’ın yolunda yardımlaşmak amacıyla mallarını paylaşanların durumu, yedi başak veren ve her başakta yüz çekirdek bulunan bir tek çekirdek gibidir. Allah, dilediğine katlayarak verir. Çünkü Allah, Lütfu Geniştir; Bilendir.

Bölüşmeye ve iyi işlere yönelik harcama, yatırım ve hibe, hepsi de Allah yolunda yapılmıştır. Reklama, uyuşturuculara, iffetsizliğe yapılan yatırım Allah yolu sayılmaz örneğin. Elçilerin mesajlarını bir anlamda özetleyen 2:133, 5:117, 6:152, 7:33, 12:37-40, 16:2,90, 17:31-37 vb. ayetlerden anımsadığımız üzere aşırı gitmeksizin, bayağı ve yakın olanı öncelemeksizin, ileriyi düşünerek, sıkça kötüye kullanılan ifadeyle “sürdürülebilirliği” önceleyerek, temiz olan nimetlerden yararlanmaya yönelik işler Allah yoludur. Bu işlerin maddi ve tinsel verimi yüksektir. Bu verimi hem fiziksel verim hem net kalıcı yarar (Türkçesi kut, Arapçası bereket) olarak anlayabiliriz. Ahlaksızlık her zaman toplumun fiziksel (=ekonomik) verimini düşüren bir şeydir. Toplum, enerjisinin ne kadar büyük bölümünü temiz işlere, bölüşmeye harcarsa fiziksel verim de, dirliğin kalıcılığı da o kadar yüksek olur. Bu yasa başak benzetmesiyle, her düzeyin anlayacağı biçimde, hiçbir teknik terim kullanmadan anlatılıyor.

2:262 Allah’ın yolunda yardımlaşmak amacıyla mallarını paylaşan ve verdikleri şeyin arkasından başa kakmayan ve incitmeyenlerin ödülleri efendilerinin katındadır. Üstelik onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler.

2:264 Ey inanca çağırılanlar! Allah’a ve Sonsuz Yaşam Günü’ne inanmamasına karşın, insanlara gösteriş yapmak için, yardımlaşmak amacıyla yapıyormuş gibi, başa kakarak ve inciterek yardımlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayaya benzer. Güçlü bir yağmur onu çıplak bırakır. Onlar, yaptıklarından bir getiri elde edemezler. Çünkü Allah nankörlük eden bir toplumu doğru yola eriştirmez.

İnfakı, yani nimeti paylaşmanın, artık değeri bölüşmenin her türlüsünü -karşılıklı ve karşılıksız olanını- hesaba kattığımız için başa kakmayı da aynı ölçüde geniş anlamamız gerekiyor. Bir işverenin işçilerine “onları doyurduğu” gerekçesiyle sendikalı olma olanağı tanımaması başa kakmanın bir türüdür. Bir ustanın çırağına ettiği eziyeti “ona meslek öğretiyorum” diye savunması başa kakmanın başka bir türüdür (usta ve çırak kavramlarını en geniş anlamıyla anlayın). Bu davranışları bankanın aldığı faizle karşılaştırın. Banka başa kaksa yine iyi; daha kötüsünü yapıyor, faiz alıyor! Düşünün, Kuran diyor ki; “Matematiksel olarak zorunlu olmadığın halde başkasına yararı dokunacak alışverişlerini (yukarıda örneklerini verdim) ve/veya hibelerini onların başına kakma”. Banka bu buyruğa uymak isterse bunu nasıl yapması gerekir? Faizsiz kredi vermesi, bir de bunu başa kakmaması gerekir! Banka bu buyruğu yerine getirmekten bir değil, iki adım uzak.

2:263 Gönül alıcı bir söz ve bağışlama; arkasından inciten davranışlar gelen bir yardımdan daha iyidir. Çünkü Allah, Sınırsız Varlıklıdır; Hoşgörülüdür.

Aynı şekilde banka bu buyruğu yerine getirmek isterse ne yapmalıdır? Hiç bir şey yapmıyorsa bile sıkışık borçluların borcunu ertelemelidir. Yüzü ve duyguları olmayan bir makine gibi değil, insan gibi davranmalıdır.

2:265 Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ve bunu benliklerinde güçlendirerek, yardımlaşmak amacıyla mallarını paylaşanların durumu, verimli bir tepe üzerindeki bahçe gibidir. Güçlü bir yağmur aldığında iki kat ürün verir. Güçlü bir yağmur almasa da çiseleme bile yeterlidir. Çünkü Allah, yaptıklarınızı Görendir.

Şimdi bu cümlenin yapısına dikkat edelim. Genelde “Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak ve benliklerini güçlendirmek” olarak çevrilen bölümdeki ifade: Tesbiten min enfusihim. Tesbiten sözcüğü geçişli eylemmiş. “Sabit” duruma getirmek anlamında. Enfusihim sözcüğü “onların benlikleri” anlamında. Tesbiten enfusihim deseydi yaygın çeviri doğru olacaktı. Ama tesbiten min enfusihim diyor. Demek ki toplum (enfusihim) içinde güçlendirilecek parçalardan da söz ediyor. Yani burada “kişi kendini güçlendirsin”den çok “toplumun içinde bir şeyleri güçlendirsin” anlamı var. Bu güçlendirilecek şey(ler) toplumun bağları olabilir. Bağlardan bir bölümü, mesela ekonomik bağlar olabilir. Veya toplumun belli kesimleri, mesela çiftçiler olabilir. Önceki örneği devam ettirerek “yerli muz al da toplumunun çiftçileri daha çok para kazansın” veya “sahip olduğun market zincirinde yerli çiftçinin ürününü sat ki yeni kuşak çiftçiler güçlenip iyice yerleşsinler, bu üretimde SABİT olsunlar” denebilir. Bu infakı devam ettirerek “üretici-tüketici kooperatifi kur, küçük çiftçiyi semirmiş toptancıya karşı kayıran sistemler kur” vb. çıkarımlar yapabiliriz. Yani yön belli; artık değeri bölüştürmek, toplamak değil. “Bölüştüren sistemler kurarsanız, bölüşmeyi kültürünüzün bir parçası yaparsanız banka krizi, salgın hastalık benzeri durumlarda (ayete bkz; ‘bahçe güçlü bir yağmur almasa da’) ters dönmez, ayakta kalırsınız. Size bu güvence verilmiştir.” Gelenekçi, ezberci öğretiye aklımız kaymasın; Allah’ın vaadi ölümün öncesinde de geçerlidir (2:58,201, 3:148,165, 5:18, 7:96,156, 9:74, 11:52, 14:27, 16:30,97,122, 20:124, 22:15,28 24:14, 29:27, 40:51, 45:21…).

2:266 Aranızdan biriniz şunu ister mi; içinden ırmaklar akan ve içinde her türlü meyvesi olan hurmalık ve üzümlerden bir bahçesi olsun ve güçsüz çocuklarıyla kocamışlık gelip çatsın? Sonunda kızgın bir kasırga vursun; onu kasıp kavursun? Allah ayetlerini işte böyle açıklıyor; belki düşünürsünüz diye.

Bu ayette bölüştürmeyip toplayan sistemlerin sonu bir benzetmeyle haber veriliyor. Kişilerin ömürleriyle toplumların ömürleri arasındaki benzerliğe işaret eden ayetleri anımsayalım (krş. 7:34, 10:49, 15:5, 22:5 ile 3:145, 6:2,60, 11:3). Toplumlar (kavim anlamında) da kişiler gibi doğar, büyür, zayıflar ve ölürler. Toplumun zayıflığı ile mecazi örnekteki kişi zayıflığı arasındaki benzerliğe dikkat edin. Geleceği söylenen samyeli, riba (faiz ve rant) düzeninin kaçınılmaz çöküşüdür. Riba düzeni bir saadet zinciridir ve bütün saadet zincirleri matematik yasaları gereği çökmek zorundadır. Riba düzeninin neden bir saadet zinciri olduğunun açıklaması biraz uzun. Bunu kavramak için daha önce verdiğim kaynakları inceleyin.[1] Ayetin uyarısı ve tehdidi hem kişisel hem toplumsal ölçekte geçerlidir. İnkarcı toplumun sonu yok (Ar. helak) olmaktır. İnkarcı kişinin sonu önce diriyken mutsuzluk, sonra ateştir.

2:267 Ey inanca çağırılanlar! Kazandığınız güzel şeylerden ve sizin için topraktan yetiştirdiklerimizden yardımlaşmak amacıyla paylaşın. Size verildiğinde gözünüz kapalı olmazsa almayacağınız kötü şeyleri vermeye kalkışmayın. Çünkü iyi bilin ki kuşkusuz, Allah Sınırsız Varlıklıdır; Övgülere Yaraşandır.

Bu, bölüşmeyi başa kakmama ilkesinin devamı olabilir. Veya başa kakmama ilkesinin yanına yeni bir ilke de sayabiliriz: “Ne yiyorsan onu bölüş.” Çiftçiysen ilaçsız temizleri kendine ayırıp, ilaçlı, yapay gübreli şişirilmiş olanları başkasına satma. Lokanta sahibiysen yemeyeceğin yemeği satma. Bill Gates isen bilgisayarında nasıl bir işletim sistemi kullanmak istiyorsan onu yapıp sat. Bankaysan sözleşmeleri eşit koşullarda yap. Sana mecbur iseler (bugün olduğu gibi), bu durum bütün sözleşmeleri kendine yontarak onlara haksızlık etmen için geçerli neden değildir. Razı görünmeleri, haksız bir sözleşmeyi meşru yapmaz (4:29). Bu ilke zaten bankanın bankalık yapmasını yasaklıyor en başta. Ama zaten bunların kişisel gelişim öğütleri olmadığını ve bir toplum düzeni tarifi olduğunu bu aşamada çoktan anlamış olmamız gerekiyor. İlke, karşılıklı alışverişlerde olduğu gibi karşılıksız verilenlerde de geçerli olmalıdır.

2:268 Şeytan sizi yoksullukla korkutur ve sağtöreye uygun olmayan edimlerde bulunmanız için sizi zorlar. Oysa Allah bağışlanma ve lütuf sözü verir. Çünkü Allah, Lütfu Geniştir; Bilendir.

Gelenekçi, ezberci, Batı dinlerinin avucunda oyuncak olmuş yorumların etkisinden kurtulalım. Şeytan sağda solda uçuşan, sol omuzda bekleyen, Allah’la savaşan boynuzlu bir herif değildir. O boynuzlu herif, Kitabımukaddes’in uyduruk şeytanıdır. Kuran’ın şeytanı insanı gerçekten (=Allah’tan) uzaklaştıran her türlü itki ve fikirdir. “Bütün ekonomi bunun üzerine kurulmuştur; başka bir düzen bilmiyoruz; faiz olmadan kalkınma olmaz; rant da alışveriş gibidir” vesaire kütüphane raflarını, üniversite ve meclis kürsülerini dolduran bin bir türlü gösterişli fikrin, gerekçenin her biri şeytandır. Riba düzeni kesinlikle çökecek ve herkesi yoksul bırakacaktır. Çökme noktası diyebileceğimiz nokta gelmeden bile yüz milyonları yoksul bırakmaktadır, mekanizmayı anlayabilenler bunu görüyor. Bölüşmeyip biriktirenler ateşi boylayacaktır. Bu ateş az veya çok herkesi yakıyor; yalnızca bölüşmeyen değil, kendisiyle bölüşülmeyen de yoksul kalacaktır (8:25, 17:16). Bu bir kaybet-kaybet senaryosudur. Oysa Allah bize kazan-kazan senaryosunu öneriyor. Ondan iyi bilebileceğinizi düşünecek kadar çıldırdınız mı?

2:269 Dilediğine bilgelik verir. Kime bilgelik verilmişse ona çok iyilik verilmiş demektir. Zaten sağduyulu olanlardan başkası anlamaz.

Evet, çıldırdılar…

2:270 Allah, yardımlaşmak amacıyla yaptığınız her paylaşmayı veya adadığınız [nezertum] her adağı kesinlikle bilir. Haksızlık yapanların ise yardımcıları yoktur.

Kuran’ı bir “din kitabı”, “din”i de yaşamın küçük bir parçası, bir boş zaman uğraşı sanırsak gelip geçici alışverişlerle sınırlı, çocuk oyunu gibi bir Müslümanlık kurgularız. Koyun keser, Keriz Feneri’ne banknot verir, arada bir camiye girip çıkar ve yeryüzünde etkisiz eleman oluruz. Allah etkisiz eleman değildir. Allah’ın bir şeyi bilmesi, o şeyin sonuçlarının olacağı anlamına gelir.

Kuran bir kişisel gelişim kitabı değil, bir toplumsal düzen ilkesidir. Buradaki nazar sözcüğünün anlamı adak ise bunu bir sistem olarak anlamalıyız. Adak, daha sonra harcanmak üzere önceden ayrılmış her şeyi kapsamalıdır. Sonuçları daha sonra alınacak olan ve kâr amaçlı olmayan bir sigorta sistemi (sosyal sigorta gibi) adak olabilir. Kurumuş bir gölü gelecek kuşaklar için diriltmek amacıyla harcanan toplumsal emek adak olabilir. İmar planında uzak gelecekte kamu yararı için kullanılmak üzere ayrılan boş alanlar bile adak olabilir. Bunun yanında elbette kişisel adaklar da vardır. Biriktirmek yasak olduğuna göre ya harcayacağız (infak) ya da gelecekte harcamak üzere adayacağız. Gelecekte Allah yolunda “harcanmak” üzere yetiştirilen çocuklar da adak olabilir. 2:128 ve 37:102’de İbrahim oğlunu Allah yoluna adıyor. 3:35’te Meryem, İsa’yı adıyor. Ve daha çocukken oğlunun Tevrat’ı öğrenmesini sağlıyor. İyi okullarda okusun da kariyer yapsın diye özel okul ve üniversite parası biriktirseydi adamış olmayacaktı. Banka ne bölüşür ne adar. Günde yirmi dört saat gerçeğe söver.

2:271 Karşılıksız yardımları açıkça yapmanız güzeldir ama yoksullara gizlice vermeniz sizin için daha iyidir; suçlarınızın bir bölümünü bağışlatır. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan Haberlidir.

2:272 Onları doğru yola eriştirmek senin görevin değildir. Tam tersine, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. İyilik amacıyla ne paylaşırsanız kendiniz içindir. Zaten paylaştıklarınız yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için olmalıdır. İyilik amacıyla ne paylaşırsanız haksızlık yapılmadan tümüyle size geri verilir.

Bu ayetlerle ilgili söylenecek çok şey olduğunu sanıyorum. Ama ben yalnızca tek bir katmanıyla anlayabiliyorum: Artık değeri bölüştürücü sistemleri İslam adına kurabilir, niyetinizi açıkça bildirebilirsiniz. Kişisel ölçekte de yaptığınız yardımı gizleyebilir veya gizlemeyebilirsiniz. Bölüştürdüğünüz ve ekonomik olarak olumlu sonuç (açın doyması, gelir dağılımının düzelmesi) aldığınız halde insanlar İslam’a ısınmıyor olabilirler. Bu da Allah’ın izniyledir. Bu sizi yıldırmasın. İstediğiniz sonucu alma hırsıyla ideolojiye vurgu yaparak, minnet bekleyerek olayı sevimsizleştirmeyin (2:262’ye geri dönüyor). Partiniz Türk tarımını yok olmaktan kurtardığı halde çiftçiler size oy vermeyecek olabilirler. Siz yaptığınızın karşılığını çoktan aldınız. Hem size, hem çiftçilere fazlalaştırıldı bile.

Allah’ın günahları örtmesi öldükten sonra tahsil edilecek bir çek yazması değildir. Allah günahı örttüğünde bunun sonucu burada ve şimdi gözlenebilir. Allah’ın suçu örtmesi demek, yaşanacak olan kötü sonuçlarının yaşanmaması demektir. En basitinden bir politikacının fitneleyici sözleri amacına ulaşmadıysa ve toplumun kesimlerinde düşmanlık artmadıysa bu esenlik durumu o toplum kesimlerinin örtülmüş bir günahına karşılık gelir. Politikacının suçu da azalmıştır (42:30).

2:273 Kendilerini Allah’ın yoluna adayan yoksullar için olmalıdır. Onların, yeryüzünde dolaşmaya güçleri yetmez. Durumlarını bilmeyen, onurlarından dolayı onları varlıklı sanır. Onları yüzünden tanırsın; arsızlık yaparak insanlardan istemezler. İyilik amacıyla ne paylaşırsanız Allah kesinlikle onu bilir.

Bu bölüştürme (öncelikle) Allah yolunda olanlaradır. Yani temiz kalmaya çalışanlar. Bugün bu durumda olanların başını temiz yaşamaya çalışanlar çeker. “Yangında ilk kurtarılacaklar” bunlardır. Temiz kalmak için çocuğunu okula veya askere korka korka gönderenler, hak edilmiş, iyi para kazanmaya çalışanlar, Kuran’ın buyruklarına uygun aileler kuranlar ve bunlar için büyük ödünler verenlerdir. “Bankadan başka yol yok” diyenler modern yaşamın neredeyse hiçbir yönünü eleştirmiyorlar. Faizsiz borçlanma olanaklarını sunmuyor, aramıyor, sonra da faizin iyi olduğunu öne sürüyorlar. Kayıt dışı bahanesiyle nakit alışverişi yasaklıyor, sonra da “banka olmasa nasıl para transferi yapardık” diyorlar. Özel mülkiyeti yok ediyor, sonra da kamulaştırmaların toplum yararına olduğunu öne sürüyorlar. KİT’leri kapatıyor, sonra liberal kapitalizmi benimsememizi bekliyorlar. Hastaneleri ticarethaneye, doktorları sekreterlere çeviriyorlar, sonra da alternatif tıbbı yasaklamaya kalkıyorlar. Doğal tarımı zarar eder hale getiriyor, sonra da GDO’nun tayyip olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyorlar. Umumi telefonları kaldırıyor, sonra da “cep telefonsuz yaşanmaz” diyorlar. Temiz (Ar. tayyip) olan nimetlerden yararlanma olanaklarını giderek daraltırken zaten en iyi nimetlerden yararlandığımızı söylüyorlar. Hem alternatifleri yok ediyor hem de yaşamanın başka yolu olmadığını söylüyorlar.

2:275 Faiz yiyenler, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. “Faiz de alışveriş gibidir!” dedikleri için böyledir. Oysa Allah alışverişi helal yapmış; faizi yasaklamıştır. Efendisinin öğüdünü kim dinler ve hemen buna son verirse geçmişi kendisine, işi de Allah’a kalmıştır. Kim dönerse, ateşin yoldaşları, işte onlardır. Sürekli orada kalacaklardır.

İşte bu bağlamda riba yasağının anlamı yerli yerine oturuyor. Riba sözcüğünün zekat, salat, tespih, din kavramları gibi uzun uzadıya tanımlanmamış olması, berrak bir çıkarım yapmamızı engellemiyor. Biriktirmeyip bölüşmemiz gerektiği ilkesi apaçık. Artık değer az sayıda elde toplanmayacak. Çalışanın çalışmasının karşılığı, çalışamayanın asgari geçimliği olabildiğince dengeli olarak dağıtılacak. Demek ki riba her ne ise, Allah’a ve Kuran’a savaş açmaya denk olduğuna göre (2:279) artık değeri şiddetli biçimde toplayan, bölüşülmesine engel olan bir şey olmalı. Yoksulu müthiş bir hızla yoksullaştıran, zengini aynı hızda zenginleştiren bir şey olmalı. Sözcük anlamının “kabarmak” olduğu bilgisine de kolaylıkla eriştiğimize göre (22:5), ribanın rant ve faiz olduğu belli oluyor. Çünkü eğer rant ve faiz değilse nedir? Kabarma sözcüğüyle anlatılacak ve geliri hızla tek elde toplayacak. Modern dünyada rant ve faizden başka bir karşılığını düşünemiyorum.

2:276 Allah faizi [ribayı] eritir; yardımları [doğrulamayı/sadakayı] ise artırır. Çünkü Allah, suçlu nankörlerin hiçbirini sevmez.

2:254’ten başlayarak bölüşmeye, artık değeri Allah yolunda harcamaya çağrıldık. Şimdi ribanın tersinin doğrulama (Ar. sadaka) olduğu söyleniyor. Demek ki rant ve faiz, bir şeyin yalanlaması olmalı. Neyin yalanlaması olduğu belli. Yapılması gereken bir sürü hizmetin, çözülecek bir sürü sorunun olduğu bir zamanda insanlar iş bulamıyorlar, iş bulabilenler çalışıyor ama karşılığını alamıyorlar, birileri de çalışamayanın çaresizliği ve çalışanın emeği üzerinden semirdikçe semiriyor. İş ve ev kredisi verenler, arsa rantı yiyenler, hepsi de durduğu yerde kabaranı yerler. Bu kabarma çalışanın birilerinin emeğinden gelir, başka yerden değil. Çünkü bu dünyada katma değer yalnızca emekle üretilir. Herhangi bir cüzdandaki herhangi bir para, herhangi birinin harcanmış veya harcanacak emeğinin karşılığıdır. Bu karşılık yalanlanıyor.

Allah’ın ribayı eksiltip doğrulamayı artırması burada ve şimdi olmaktadır. Ölüm ötesinde gerçekleşecek olsaydı yazar bunu böyle anlatmazdı. Karşılığın ateş veya bahçe olarak ödeneceğini söyleyebilirdi ama öyle demiyor. Allah’ın iyilik amacıyla paylaşılanları bilmesi (2:273), ona yönelenlere karşılık vermesi, yani ranttan uzak ve paylaşımcı bir ekonomik düzeni kutlu kılması demektir. Başka türlü söyleyecek olursak, ribadan uzak durarak yaşamaya çalışan bir mümin topluluğu hem maddi, hem tinsel olarak zenginleştirmesi demektir. 5:66 ayetinde “üstleri ve ayaklarının altı”, 7:96 ayetinde “yeri ve göğü açmak” ifadelerine dikkat ediniz.

2:277 İnanmış olarak erdemli edimler yapanların, namazı dosdoğru kılanların ve zekatı verenlerin ödülleri, efendilerinin katındadır. Üstelik onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler.

İnne ellezine amenu: Bu uyarıya güvenenlere

ve amilu es salihati: demek ki iyileştirici iş yapanlara

ve ekamu es salate: demek ki izlengiyi /öğretiyi /ahlakı /yükümlülüğü ayakta tutanlara

ve atevu ez zekâte: demek ki arınmaya ulaşanlara, demek ki ribadan uzak durup bölüşmeye yönelenlere (bkz. 2:254-277)

lehum ecruhum inde rabbihim: kalıcı iyilikler ölçütüne göre karşılık vardır.

ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun: Demektir ki onlara kazananlardan olacakları güvencesi verilmiştir.

2:278 Ey inanca çağırılanlar! Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşıyın. Ve faizden [ribadan] kalanı bırakın; eğer inanıyorsanız?

2:279 Böyle yapmazsanız Allah’a ve onun elçisine karşı savaş açtığınızı bilin. Pişmanlık gösterirseniz anaparanız sizindir. Ne haksızlık yapmış ne de haksızlığa uğramış olursunuz.

2:280 Güç durumdaysa ona yeterli bir süre verin. Karşılıksız yardım olarak bağışlamanız sizin için daha iyidir; keşke bilseydiniz!

Kuran’ın bu yargısının farkına varıldığında çoktan yapılmış bulunan riba sözleşmelerinin riba ödenmeden, gelir dağılımını bozucu olmadan, sömürü oluşmadan, yoksuldan varsıla haksız bir aktarım olmadan tamamlanması söyleniyor. Rant ve faiz yasağı kitabın ve surenin genel bağlamında nimeti bölüşmek ve adalet çerçevesine oturduğu için Kuran’a teslim olmuş kişi, alacağının anaparasını da bağışlama seçeneğini zaten değerlendirecektir.

2:282-283 Ey inanca çağırılanlar! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde yazın…

Bundan sonraki ribasız sözleşmelerinizi buna göre hazırlayın…

2:285 Elçi, efendisinden kendisine indirilene inandı; inananlar da öyle. Tümü Allah’a, onun meleklerine, onun kitaplarına ve onun elçilerine inandılar. “O’nun elçileri arasında ayrım yapmayız!” Şöyle de dediler: “Duyduk ve boyun eğdik. Efendimiz; bağışlamanı diliyoruz.

Bundan önceki elçilerin de ribayı yasakladıkları sonucuna varmak olanaklı. Bozuk Tevrat’ta ribaya izin veren bölümlere üstü kapalı gönderme olabilir bu ayette.

2:286 Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden aşırısını yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına yönelik, yaptığı kötülük kendi yitimine yönelik olacaktır. “Efendimiz; unutur veya yanılırsak, bizi sorumlu tutma!” “Efendimiz; bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!” “Efendimiz; gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükleme!” “Bize hoşgörülü ol, bizi bağışla ve bize merhamet et. Bizim Sahibimiz Sensin; nankörlük eden topluma karşı bize yardım et!”

İşte Tevrat’taki o bölümler elçi sözü değildir, olmamalıdır. O bozuk bölümleri görünen gerçeğe aykırı biçimde, doğruymuş gibi, ribadan yana yorumlayan hahamları dinleyenler yoldan çıkmıştır. Onların yasalarındaki bu bozulma onlara verilmiş bir cezaydı. Bir başka deyişle; “Siz sakın onlara benzemeyin. Temiz kalma konusunda kararlı olursanız onlara ve her türlü dirence karşı size yardım ederiz.” (5:66, 7:96…)

Peki, yardımın geleceğine neden emin olamıyoruz? Neden rantsız ve faizsiz bir düzeni aramaya ikna olamıyoruz?

2:2 İşte Kitap! O nda kuşku yoktur. Sorumluluk bilinci taşıyanlar için yol gösterendir.

2:3 Onlar, gizli gerçeklere inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar; kendilerine geçimlik olarak verdiklerimizden de yardımlaşmak amacıyla paylaşırlar.

Demek ki yeterince sorumluluk bilinci taşımadığımız için paylaşmanın yaşamsallığını anlamıyoruz, yardım vaadine güvenemiyoruz. Peki, kimler güveniyor? Zaten bu yardımı aramakta olduğu için Kitap’ı okuyanlar:

1:6 “Dosdoğru yola eriştir bizi!”

1:7 “Nimet verdiklerinin yoluna… Öfkeye uğrayanların ve sapkınların değil!”

En doğrusunu Allah bilir. Allah’ın bilgisine dokunmak olanaksızdır. En bilge olanımız, Allah’ın bildiğine en çok yaklaşandır.

 

 

[1] Para sisteminin tarihi: gerceginkitabi.com/dunyayi-ve-onun-yuzde-5ini-istiyorum/ (kurgu değildir, gerçektir)

Para sisteminin tarihi: /watch?v=UDd4BrmLunw (başına Youtube ekleyin)

Para sisteminin tarihi: /watch?v=0jG_JXa-sCY

Para arzı ve merkez bankası sistemi: /watch?v=H3emNLok5Bw

Para ve banka sisteminin doğayla ilişkisi: cokus.wordpress.com/2009/05/27/kesisen-yollar-ekonomi-ekoloji-enerji/

En kapsamlı, en eksiksiz kaynak; para-banka-ekonomi-doğa ilişkisi, saadet zincirinin çöküşünün fiziksel zorunluluğu (İngilizce): www.peakprosperity.com/crashcourse

Sistem daha çökmeden milyonları nasıl yoksul bıraktığının ayrıntıları için Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabını okuyabilirsiniz. Bunları gözünüzde büyütmeyin. Karmaşık sistemleri anlamadan doğru yargıya varmaya çalışmak gerçekçi değildir (17:36). Yine de bulabildiğim en özlü kaynakları paylaşıyorum.

Faiz: Bakara Suresi’ne Göre” üzerine bir yorum

  1. Şimdi iki ayrı kurgu yapacağım:

    1. kurgu:
    Ahmet’in biri garson biri aşçı iki arkadaşı var. Yalnız başına bu ikisi bir lokanta işletebilir. İkisi birlikte Ahmet’ten 100 bin TL borç alıp lokanta açıyorlar ve işler iyi gidiyor 3 yıl sonra Ahmet’e 100 bin TL’yi geri ödüyorlar.

    2.kurgu:
    Ahmet’in 100 bin TL’si var. Bu parayı sermaye yaparak bir lokanta açıyor ve bir garson bir aşçı işe alıyor, ikisine de asgari ücret veriyor. İşler iyi gidiyor ve 3 yıl içinde başlangıç parası 100 bin TL’yi kazanıyor. İşçileri asgari ücretle çalışırken kendisi birkaç ufak tefek işle ilgilenip gelirin büyük bölümünü cebine koyuyor ve bu yıllar yılı sürüyor.

    Çıkarım: 1.kurguda 100 TL borç adı altında verildi ve 3 yıl sonra artmadan, kabarmadan geri alındı. 2.kurguda 100 TL’nin adı sermaye oldu ve bu 3 yıl sonra geri kazanılmasına karşın arttı/kabardı ve çalışanlara gitmesi gereken para Ahmet’in 100 bin TL’si yüzünden Ahmet’e gitti(Ahmet yaptığı iyiliği başa çaldı.). 1.kurguda çalışmalarının karşılığı olarak işçilerin cebine giden para 2. kurguda Ahmet’in cebine gitti. Buna göre Ahmet kabarttı, artırdı. Ahmet, “Bu lokanta benim!” sözüne sığınarak bunu yaptı oysa borç verdiğinde aynı hakkı iddia etse tefe olduğunu söylerdik.

    Bilmem demek istediğimi anlatabildim mi? Adı borç olunca karşılığı alınıyor ama adı sermaye olunca araya bir parazit(işveren) giriyor ve emeğinin ve sermayesinin kat kat karşılığını yıllarca işçilerin hakkı olan paradan kazanıyor.

Bir Cevap Yazın