“Topuklarını Yere Vurmasınlar”

topuk.jpg

Uyarı: Feminist ezberlerle yoğrulmuş zihinler bu “kadın düşmanı” yazıda bildirilen gerçekleri ve görüşleri kaldıramayabilirler.

Yazıyı pdf olarak indirebilirsiniz (15 sayfa): tıkla

Başörtüsü konusunda kısa bir çalışmam olmuştu. Başörtüsü ayetinin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili kanıta dayalı bir görüşüm var. Buna rağmen başörtüsü yazısı yazmadım. Büyük olasılıkla yazmayacağım da. Çünkü incir çekirdeğini doldurmayacak bir konu. Dahası İslam’ın son derece yanlış anlaşılmasına neden olan, bize fazlasıyla zihin enerjisi yitirten ve dikkatimizi gerçek sorunlarımızdan dağıtan bir tartışmaya taraf(ımsı) olmak istemedim. Çünkü bu çoğunlukla kör ve sağır tartışmada bildik iki konum da İslam’ı yanlış anlatıyor veya yanlış anlıyor.

Buna karşılık yaptığım okumalarda 24:31 ayetinin “topuklarını yere vurmasınlar” buyruğunun üzerinde yeterince durulmadığını görüyorum.

Önce ayetin bağlamına ve sureye bir bakalım. Dikkatli okursanız bu surede konu daldan dala atlamıyor. Zinanın adli cezasını bildirerek başlıyor ve aile düzeniyle ilgili yönergelerle sürüp bitiyor. Kuran’ı sürükleyici bir polisiye romanı okur gibi, yani etkin bir zihinle, kimin ne yapmaya çalıştığını, kimin neyi kovaladığını düşünerek okursak konu bütünlüğü daha berrak oluyor. Zina için dört tanık istedikten (24:4) sonra okurun aklına dört tanığın nereden bulunacağı gelmelidir. Üç kişi bulup sevgilisinin evinde eşimi basabilir miyim? Yanıtı 24:58-60’da geliyor. Peki, ev halkı basabilir mi? Bununla ilgili sınırlama 24:58-59’da veriliyor. İnsanları zinaya zorlamak yasaklandıktan sonra zinadan nasıl uzak durulacağıyla ilgili yönergeler 24:27-29 ve 24:30-33’te veriliyor. 24:56’da araya “namaz” karışmış gibi mi görünüyor? Bunun tapınma töreni değil, kitabın buyruklarını belleyip uygulamak olduğu 24:34-37 ve 24:54-55’ten bellidir. Surede konu bütünlüğü böylece açıktır. Şimdi zinaya yaklaşmamak için yapılması gerekenleri sayan ayetlerden biri olan 24:31’e dönelim.

İnanan kadınlara da söyle; bakışlarını korusunlar ve eşey organlarını sakınsınlar. Görünenlerin dışında çekiciliklerini açığa vurmasınlar.  Örtülerini yakalarının üzerine kapatsınlar. Şu kişilerden başkasına çekiciliklerini göstermesinler: Kocaları; babaları; kocalarının babaları; oğulları; kocalarının oğulları; erkek kardeşleri; erkek kardeşlerinin oğulları; kız kardeşlerinin oğulları; evlerindeki kadınlar; yanlarında kendilerine bağlı olanlar; kendilerine bağlı olup eşeysel isteklerden yoksun bulunan erkekler; kadınların gizli bölgelerinin ayırdında olmayan çocuklar. Ayrıca gizledikleri çekiciliklerini belli etmek için adımlarını yere vurmasınlar. Hep birlikte pişmanlığınızı Allah’a gösterin; ey inanca çağırılanlar! Böylece belki kurtuluşa erişirsiniz. 24:31

ve lâ yadribne : ve vurmasınlar (3. dişil çoğul kişi, istek kipi)

bi erculihinne : ayaklarını (3. dişil çoğul kişi)

li yu’leme : bilinsin için (3. eril tekil kişi, edilgen istek kipi)

mâ yuhfîne : gizledikleri (3. dişil çoğul kişi, geniş zaman)

min zîneti-hinne : süslerinden (3. dişil çoğul kişi)

Kadınlarla ilgili bir iki bir şey bilen herkes kadın topuğunu yere vurduğunda ne olduğunu bilir. En dikkat çeken “süsleri”, yani göğsü ve kıçı belli olur. Buyruk bunu yasaklıyor. Buraya kadar karmaşık bir şey yok. Bu yazıyı yazmamın nedeni, bu buyruğun hiçbir yerde görmediğim ve üzerinden atlanan bir uygulamasının daha olması:

Yüksek topuklu giymek, topukları yere vurmaya neredeyse denktir.

Şimdi bunun nasılını anlatacağım.

Süsleri Belli Etmek

Yüksek topuk üstünde duran kadının çekiciliğinin artması bilinen bir şeydir. Ve fakat bu çekicilikte salt ayağın görüntüsünden fazlası vardır.

Yüksek topuğun iskelet sistemi üzerindeki etkisi başlıca ikiye ayrılabilir: Duruştaki değişme ve yürüyüşteki değişme.

Yüksek topuğun bacakların ağırlık merkezini öne kaydırdığı, bunu telafi etmek için sırt omurlarının geriye doğru eğildiği, böylece bel çukurunun belirginleştiği çokça yazılmış. Ama bilimsel yayınları taradığımda çelişkili bulgulara rastlıyorum. Bel çukurunun artması belli ki her kadında gözlenen bir etki değil.

yuruyus

Yürüyüşteki değişmeye gelince bu konuda açık kanıtlar var. Yüksek topuk bu ikonda gördüğünüz leğen kemiğinin abartılı salınımını kolaylaştırır. Yüksek topukla atılan adım normal adımdan farklıdır. Ayağın çizdiği yay değişir. Dizin çizdiği yay değişir. Bunu telafi etmek için leğen kemiğinin ve uyluk başının uzayda çizdiği yay daha abartılı olur.[1] Bu farklar doğrusal ölçü olarak milimetre düzeyindedir belki ama insan gözü doğrusal uzaklıklardan çok eğri çizgileri, oranları ve göreli konumları algılamakta seçici olduğu için bu farkları kolayca ayırt eder. Yüzleri ayırt etmemiz de aynı ilkeyle bu kadar kolay olabiliyor. Demek ki topuklu ayakkabıyla yürümek “süslerden” kıç olanın belli edilmesidir. Demek ki başörtülü (yazma, yeldirme, yaşmak değil; sıkmabaş) bir kadının sıkma (tayt) giymesi nasıl bir çelişkiyse, topuklu giymesi de öyle bir çelişkidir.

Yüksek topukların topluma cinsel fitne dışında bir maliyeti de vardır. Sözgelimi ses çıkarmayan zemin kaplamalarına yapılan yatırımın başlıca nedeni yüksek ve sivri topuklardır. Düz kadın ayakkabıları ve erkek ayakkabıları darbe sesi oluşturmaz. Türkiye’de pek yaygın değil ama Avrupa ve ABD’de yüzer döşeme ve benzeri darbe sesini yalıtan döşeme sistemleri yaygındır. Türkiye’de döşemenin sesi az geçirmesi istenen sınırlı sayıda ofis binasında asmolen döşeme kullanılıyor, bunun maliyet farkı görece azdır. Sokakta ise yağmur mazgallarının ve kaldırım taşlarının yüzey standartlarının belirlenmesindeki iki ölçüt bisiklet ve tekerlekli sandalye lastiği ve ince topuklardır. Yüksek topuklu ayakkabının neden olduğu ortopedik bozuklukları (ayak, bacak, sırt) ve bilek burkulması gibi kazaları veya ağrıları iyileştirmek için tüketilen kaynak ve parayı şimdiye dek kimse hesaplamadı diye yok sayacak değiliz. Yüksek topuklarla makul uzaklıkları yürüyemeyen kadınların yürümek veya otobüse binmek yerine taksi veya otomobile binmeyi yeğlemesi nedeniyle oluşan maliyeti de kimse hesaplamamıştır. Makul bir süre ayakta duran veya ortalama uzunlukta bir yolu yürüyen topuklu kadın “yorulduğunu” bildirdiğinde insanlar bunun gerçek bir yorgunluk olduğunu sanırlar oysa bu zorlanmış ve gereksiz bir yorgunluktur.

topuk_xray
Solda: 1944 yılından bir karikatür. Yüksek topuğun Türkiye’ye ilk geldiği yıllar. İnsanlar anormalliği görüyorlar ama “medeniyet” putuna dokunamadıkları için göz yumuyorlar. Yukarıda; parmakların normal duruşu. Aşağıda; yüksek topuklu ve sivri burunlu ayakkabı içinde duruşu.

Bunları kimi kadın okur çoktan biliyor. Kimi kadın bilmez, erkeklerinse çoğu bilmez. Gençler karşı cins konusunda dehşet verici bir cahillik içindeler. Hayır, okul bunu gideremez, daha da artırır. Bu açığı kapatmak ailelere ve toplumsal sorumluluğu olan kişi ve örgütlere düşüyor.

Ses

Topuklu ayakkabıyı kösnül bir nesne yapan hem içindeki ayakla birlikte kendi görüntüsü hem de yukarıda kısaca özetlediğim iskeleti eğme ve hareketlendirme etkisidir. Bu yapay çekicilik tıpkı kadının doğal çekiciliği gibi bir süre sonra erkeğin zihninde yer eder. Bu görüntüye çoğunlukla sert topuk malzemesinin yarattığı ses eşlik eder.

Halı kaplı olmayan ofislerde akşama kadar bir o yana bir bu yana yürüyen yüksek ve sert topuk giymiş kadınlar, hele ofis veya yürüdükleri sokak sessizse o sesi herkese dinlettiklerinin ve o anda dikkat çektiklerinin farkındalar. Normalde bundan rahatsızlık duymaları gerekirdi. 33:33[2] ayetinin “cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın” buyruğu aslında bunu da kapsar. Çünkü cinsel çekicilik özelliği olan bir şeyi üzerinde taşıdığı bilgisini o anda çevresine sesle iletiyor. 24:31’deki “gizlediklerini belli etmek” ifadesinin anlamının uzun bir “tesettür” eteği altında gizlenmiş yüksek topukların sesini de kapsayacağına dikkat edin. Kuşkusuz, “takva giysisi”yle kast edilen bu olamaz.[3] Dikkat odağı olmak modern çoktanrıcı kadının normali olmuştur. Genç prenseslerimizde görülen dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanma hastalığı, ilgi ve dikkat odağı olma alışkanlığının ilerlemiş halidir yalnızca. “Kadın hakları” savunuculuğunun yalnızca hak/yetki talep edip görevlere/sorumluluklara hiçbir zaman talip olmama ilkesi de aynı doğrultuda bir ahlaksızlıktır.

Burada şunu da anlamak gerekiyor. Zihnimiz kimimizin sandığı gibi klavye ve fareyle yönettiğimiz, üzerinde egemen olduğumuz bir bilgisayar programına benzemiyor. Bir Windows bilgisayarında Ctrl+Alt+Del yapar ve Görev Yöneticisi’ni açarsanız, ekranda hiçbir pencere açık görünmese bile arka planda elli, yüz hizmetin çalışmakta olduğunu görürsünüz. Bunları siz çalıştırmadınız ama bilgisayarın komutlarınıza tepki verebilmesi için bunların sürekli açık olması gerekir. İşte zihnimizin arka planında böyle hizmetler sürekli açıktır. Bir dış uyarana maruz kalır kalmaz gerekli duygusal tepki, çağrışımlar ve zihnimizdeki anlam karşılığı bilinçli bir çabamız olmaksızın ortaya çıkar. Bu demektir ki bilincimizin yönetimi mutlak bir yönetim değildir. Bilinç yarı-otonomdur. Bilinçaltını ve duyguları yönetebilmek bilgi isteyen, uzun, yorucu ve zor bir uğraştır. Topuk sesi duyunca kösnül duyguları uyanan erkek “seksten başka hiçbir şey düşünmeyen” bir boğa değil, normal bir insandır (gerçekte cinsellik kadınların zihninde daha büyük yer kaplar ama burada o konuya girmeyeceğim). O güne dek o sese hep cinselliği artırılmış çekici kadın görüntüsü eşlik etmiştir çünkü. Mangal cızırtısı, tava hışırtısı duyan birinin acıkması veya kişinin hayran olduğu spor arabanın sesini tanıması veya sevdiği oynak bir ezgiyi duyan insanın neşelenip ritim tutmaya başlaması ne kadar sapıklıksa bir erkeğin topuk sesinden etkilenmesi o kadar sapıklıktır.

topuk_taliban
Akıllı insanların gerçeğe sahip çıkmamalarının cezası, o gerçeğin saygı görmeyen kişilerin ağzında heder olmasıdır. Kuran’ı seslendiren kalmayınca onun ayetleri yalnızca IŞİD’in, İhvan’ın ağzından duyuluyor. Keşke Müslüman geçinen kalabalıklar kitaplarına sahip çıksalardı da bu konuda söz söyleme sırası onlara gelmeseydi. Kimi toplumsal ve tarihsel gerçekleri söylemekten korkan aydınlar, o gerçeği Tayyip Erdoğan’ın ağzından duymaya neden katlanamıyorlar? Siz söyleseydiniz de ona düşmeseydi? Aşırı nüfus sorununu keşke aklı başında adamlar konuşsaydı da Bill Gates gibi toplum düşmanı bir psikopata söz düşmeseydi. Yeni Dünya Düzeni ve küresel çeteler hakkında çok önemli gerçekleri bilenler sustukları için insanlar bu gerçekleri ‘kertenkele uzaylılar’ gibi deli saçmalarıyla karıştıran David Icke’ın ağzından duymak zorunda kalıyorlar. Covid-19 düzmecesiyle ilgili gerçekleri söylemesi gereken dizi dizi bilimadamları, anlı şanlı doktorlar, yan yana sıralanmış kütükler sustukları için bu görev Fatih Erbakan’a düştü. Yüksek topuklar hakkındaki gerçekleri bilenler sustukları için bu gerçeğin bildiriminin altında Taliban’dan başkasının imzasını görmüyoruz. Şimdi ‘GK Talibancıymış’ desinler… Her kötü şeyi yasaklayamayız belki ama yasak olmayan her şeyin iyi olduğunu varsaymak modernizme özgü bir deliliktir.

Boy Uzatma

Bu üçüncüsü, cinsel çekicilikle ilgili bir konu değil. Dolayısıyla ayetin yasağı kapsamına girmiyor. Ayet boy uzatmayı yasaklamıyor. Ama biliyoruz ki yüksek topuk kadının boyunu uzatıyor. Peki, kadının boyu uzayınca ne oluyor ve Kuran öğrencileri için bunun ne önemi var?

Önce şunu açıklamayı deneyeyim. Madde evreni ve anlam evreni birbirinden bütünüyle kopuk değildir. Çevrenize bakarsanız eğer maddenin ve anlamın, demek ki somutun ve soyutun birbirine yapışık olduğunu görürsünüz. Dilimiz en kestirme göstergedir. Son üç cümleyi okuyun ve sözcüklerin kaçının somut (madde) kökenli olup soyut anlama yükseltildiğini görün. Soyut anlamlı adların kökenbilimine dalarsak neredeyse hiçbirini bulamayız ki somut anlamdan türetilmiş olmasın. Somutun nerede bitip soyutun nerede başladığını düşünürseniz işin içinden çıkamayacaksınız, benden söylemesi. Çünkü çok bulanık ve temel kavramları sorgulatan bir sınır bu. Ne var ki düşünebilmek ve düşünceyi iletebilmek için soyutla somut arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Bu zorunluluk soyut ve somut iki ayrı evren olduğu yanılsamasını yaratabiliyor. Hümanist kişi diyor ki “fizik yasaları kesindir ama ahlak yasaları özneldir, arızîdir, değişkendir; bu yüzden en hakiki mürşit pozitif bilimdir; dinler yalandır.” Buradaki temel yanılgı fiziği yöneten yasaların maddesi olmayan, maddesi olmadığını düşündüğümüz veya maddesini algılayamadığımız şeyi, yani tini /ahlakı yönetmediği sanısıdır. Oysa evren tek bir evrendir ve tanrımız tek bir Tanrı’dır. Maddeyi yöneten yasa, anlamı (mânâyı) da yönetiyor. Mantık yasaları havaya, taşa, toprağa içkindir. Bir başka deyişle mantık yasalarında tutarlılık esas olduğu gibi fizik yasalarında da tutarlılık esastır ki aslında ikisi aynı yasadır.[4] Bir önermenin aynı anda bütünüyle yanlış ve bütünüyle doğru olamayışıyla bir nesnenin aynı anda hem var hem yok olamayışı aslında aynı yasadır. İnsan somut bir bedene ve soyutu anlayabilecek yetilere sahiptir. Hem maddeyi hem anlamı anlayabilir ve biçimlendirebilir. Böylece insan canlı ve cansız maddenin uyduğu fizik yasasının yanında yalnızca kendisinin bilebileceği ahlak yasasına da uyar. Ahlak yasası dediğimiz şeyin yerçekimi yasasından tek farkı, ahlaktaki yere düşüşün kısa sürede algılanamayacak, deneyi yapılamayacak, yani bilimsel yöntemle saptanamayacak kadar uzun sürmesidir. İkisinde de “nesneler yere düşer”. Ama toplum ahlak yasasına uymayı başaramayıp da yere düştüğünde hiçbir şeyi hatırlayan kimsecikler kalmaz ortalıkta.[6] Ve fakat bu durum nesnel ve değişmez bir ahlak yasasının varlığını bilmeye engel değildir. Çünkü bilimsel yöntem, bilmenin tek yolu değildir. Sezgi, aktarım, içsel deneyim de bilgi edinmenin yollarıdır.[7] İçsel deneyimden kastım elbette tasavvufçunun “keşif” dediği değildir, herkesin paylaştığı ve bildiği ama bilimsel yöntemin konusu yapılamayan (dışsal olamayan) deneyimlerdir.[8]

Buradan şuna geleceğim. Bebekler sevimliyse bunun nedeni geometrinin ve fizyolojinin öyle gerektirmesi değildir. Aslında bu eksik ama doğru bir yanıttır, bebeği sevimli yapan şey biyolojinin yasalarıdır. Ama bebek sevimli olmasaydı belki ana-babası onu yeterince sevmezdi, böylece soyları kururdu. Bunu “evrimsel süreçte bebeği sevimli olan ana-babalar genlerini aktarabildiler, öbürleri ise gen havuzundan silindi” biçiminde anlatmak da olanaklıdır. Ve fakat bu açıklama pozitif bilimden başka yol gösterici tanımayan, beş duyuyla hazır algılanabilenin dışında gerçeklik tanımayan anlayışla aynı hataya düşer. Doğrudur ama eksiktir. Bebeğin sevimli olmasının hiç kimsenin inkar edemeyeceği duygusal ve anlamlı bir karşılığı vardır. Bunu ancak içsel deneyimle anlayabilir veya sezebiliriz. Çocuklar ailelerine yaşama sevincidir, göz aydınlığıdır, kimi zaman tarif edilemeyen bir anlamdır. İşte bu noktada somutla soyutun arası bulandı. Bebeğin gözünün neden büyük, çenesinin neden küçük, sesinin neden ince olduğunu fizyolojiyle, matematikle açıklayabilirsiniz ama bu, onun biçiminin böyle olmasının biçimin ötesinde bir anlamı olmasını engellemiyor. Evcil hayvanların sevimliliği de buna benzer.[9]

İnsanın bedeni veya doğanın biçimi veya göğün rengi veya çevrede gördüğümüz her şeyin o biçimde olmasının matematiksel, fiziksel, kimyasal bir açıklaması vardır ama bu, onların neden böyle olması gerektiğini açıklamaz. Bebeğin sevimliliğinin “hoş bir rastlantı” olmadığı gibi, erkeğin boyunun kadından uzun olması da salt mekanik gerekliliklerle ve iskelet sistemiyle veya üreme işleviyle açıklanamaz. Pozitif bilim yapanlar erkeğin boy uzunluğunun “nedenini” açıklayacak bir sürü şey buldular ve daha bulacaklardır da. Ama bunlar kesinlikle her şeyi açıklayan bulgular değildir. Boyu uzun, anladık; peki neden güzel? İşte pozitif bilimin buna verecek hiçbir yanıtı yoktur. Güzelliği kimse inkar etmez ama nedenini de bilimsel yöntemle bulamaz. Kadın da güzel, neden? Yaşamak güzel, neden? Somut (madde) için geçerli olan yasanın soyut (ahlak) için geçerli olmadığı varsayımı bu soruların yanıtını vermeye engeldir. Pozitivistlerin, hümanistlerin “bizim güzellik dediğimiz şeyler akılsız bir evrimin yan etkileridir” açıklaması tam bir sahtekarlıktır. Çünkü bu yanıt insanın varlığının ve eyleminin anlamsız olduğunu ima eder. Ama bunu dedikten hemen sonra suçluları cezalandırmayı ve sanat eserlerine hayran olmayı sürdürürler, böylece kendi sözlerini yalanlarlar.

Erkek eğer somutta daha uzun boyluysa bunun soyutta bir karşılığı neden olmasın? Ne rastlantı, böyle bir karşılık var galiba! Erkek kadını korur ve yönetir. 4:34’te bu açıktır. Ayet, erkeklere fazla verilen şeyden söz ederek başlıyor. Erkekler bu fazladan şeyle kadınları ayakta tutuyor ve gözetiyorlar. Buna karşılık kadının mahremini koruması ve itaatkar (kanitatun) olması gerektiği söyleniyor. Bu “kanitatun”un yalnızca Allah’a karşı olduğu yorumu eksiktir çünkü bu durumda ilk cümlede erkeğin kadın için yaptığı hizmetten söz edilmesinin anlamı kalmıyor. Erkek verdiği hizmetin karşılığında fazladan bir yetki ediniyor olmalı (hak-sorumluluk veya yetki-görev dengesi). Bu fazladan yetki 2:228’de “derece” sözcüğüyle bir kez daha belirtiliyor.[10] Ayrıca 66:3-5 ayetleri kadının itaat ve gizliliği koruma sorumluluğunun hem Allah’a hem kocasına karşı olduğunu bir kez daha belli ediyor.[11] 4:34’teki cümle yapısına bakıldığında itaatin ve korumanın yan yana anılması, itaatin kocaya karşı olduğunu göstermelidir. Bu, Allah’ın meleklere “Adem’e secde edin” demesine benzer.[12] Adem’e secde eden melekler Allah’a secde etmiş olurlar. Kocasına bu konuda itaat eden kadın Allah’a da itaat etmiş olur. Böylece 4:34’teki itaat her iki özneye de gider.

Erkek, malından kadına harcamıştır:

er ricâlu : erkekler

kavvâmûne : ayakta tutucular, sağlayıcılar (eril çoğul)

alâ en nisâi : kadınlar üzerinde

bi mâ : dolayısıyla

faddala : kayırdı (3. eril tekil kişi geçmiş zaman)

allâhu : Allah

ba’dahum : onların bir bölümü, kimisi

alâ ba’dın : bir bölümüne, kimisine

ve bi mâ : ve sebebiyle, dolayısıyla

enfekû : harcadılar (3. eril çoğul kişi, geçmiş zaman)

min emvâlihim : mallarından (2. eril çoğul kişi)

fe es sâlihâtu : öyleyse /bu nedenle salihler (3. dişil çoğul kişi)

kânitâtun : saygılı ve itaatkarlar (dişil çoğul isim-fiil)

hâfizâtun : koruyucular (dişil çoğul isim-fiil)

li el gaybi : gıyabında, yokluğunda (3. eril tekil kişi)      (4:34)

Sözcüklere verilen anlamlar doğruysa şu çıkıyor: “Allah’ın onları kayırmış olması ve kadınlar için harcamış olmaları nedeniyle erkekler kadınları ayakta tutuculardır. Öyleyse iyi kadınlar saygılı ve itaatkar ve onların yokluğunda koruyuculardır.” (bütün kipleri doğru yazan bir meal bulamadım)

Nedenselliğe dikkat: “Allah erkeklere fazladan verdiği içindir ki kadınları ayakta tutuculardır.” Yani erkeğe verilen fazla (Türkçesi kayra; Arapçası fadl), onlara yaşamı kolaylaştırıyor değil, onlara bir sorumluluk yüklüyor. Tıpkı İsrailoğullarına verilen fazla nimetin (Tevrat’ın) karşılığında onlara fazladan bir sorumluluk (öbür milletlerin bilmediği yasaya uymak, yasayı o milletlere bildirmek) yüklenmiş olması gibi.[13] Tevrat verilmemiş olan kavimlere haksızlık edildiğini söylemek doğru olmayacaktır. Bu durumda kadına tanınan görece sınırlı hak, ona yapılmış bir haksızlık olmamalıdır. Kadının sorumluluğu da buna karşılık görece azdır.

“Harcadılar” sözcüğü geçmiş zaman kipindedir. Demek ki olup bitmiş olandan, biyolojik ve kültürel tarihten söz ediliyor. Erkek kadına çoktan harcamış. Öyleyse bugün kimi evde kadınla erkeğin birlikte harcıyor görünmesi (ki bu fosil yakıt kaynaklı maddi gönencin oluşturduğu geçici bir durumdur) ayetin yargısını değiştirmemelidir. Değiştirecek olsaydı “harcarlar” veya “harcasınlar” denirdi. Erkekle kadın böyle evrilmiş ve bunu değiştirmek için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Zaten ayetin hemen öncesinde bunu değiştirme talebinin (ki ona feminizm diyoruz) gerçekdışı olduğu söyleniyor:

Allah’ın bir bölümünüzü diğerlerinize kayırdığı şeyi istemeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay ayrılmıştır. Allah’tan onun lütfunu isteyin. Kuşkusuz, Allah her şeyi Bilendir. 4:32

Allah her şeyi biliyor, yani kimi çağ ve kültürde bu durumun bazı kadınların ağırına gideceğini de biliyor. 4:32-34’ü tek seferde okursak erkeklerin veya kadınların kendi içlerinde olan farklar kadar erkekler ve kadınlar arasındaki genel farkların da bu kayırmanın içinde olduğu açıktır.

Yönetemediğiniz şeyi gözetemez ve ayakta tutamazsınız. Tuttum sanırsınız ama uzun sürmez, çöker. Bu yüzden erkeğe fazladan bir ayakta tutuculuk sorumluluğu verildiyse buna karşılık gelen fazladan bir yetki de bulunmalıdır. Bu yetki diktatörlük veya köle efendiliği değildir elbette. Erkeğin boyu iki metre, kadınınki bir metre değildir. Yani erkek kadının üzerinde diktatör değildir. Ama erkeğin boyu kadınınki kadar da değildir. Yani “eşit” de değildirler. Her şeyi siyah-beyaz görmek modernizmin bir hastalığıdır. Kuran’da grilere, yani ölçüye ve dengeye güçlü bir vurgu olduğunu görüyoruz. İlkeler ve doğrultu gösteriliyor, ayarı tutturma ve adil olma işi Müslüman topluma bırakılıyor.

Şimdi bu durumun bir rastlantı olduğunu, aynı uslamlamanın şişmanlar ve zayıflar, kafatası büyük olanlarla küçük olanlar için yapılamayışını kanıt olarak öne sürüp itiraz edenler olacaktır. Ama çocuklara baktığımızda boy farkının otoriteye nasıl yansıdığını çok iyi görürüz. Çocukların kısa olması “doğanın güzel bir rastlantısı” değildir. Çocuk, aşağıdan baktığı yetişkinlerin otoritesini kabullenmekte sıkıntı çekmez. Yaşı ilerledikçe ve uzadıkça önce onların da hata yaptıklarını görür, boy farkı azalınca onlarla akıl ve otorite yarıştırabileceğini görür, sonra da onlar gibi bir yetişkin olur. Nitekim işkembeden konuşmuyorum. Bunlar bilimsel olarak da izi sürülmüş gerçeklerdir.[14]

Bu gerçeği bilmek için bilime muhtaç değiliz. Kanıtlar her yerdedir. Gövde gösterisi yapan ve kavgada karşıdakini caydırmaya çalışan kişi rakibine üstten bakmaya çalışır, duruşunu dikleştirir ve bunu bilinçsizce yapar. Filmlerde otoritesi ve gücü vurgulanmak istenen kişinin yüzü alttan gösterilir. Sosyal medyada erkek profil fotoğraflarının çoğu alttan, kadınlarınkinin çoğu üstten çekilmiştir. Çok kısa boylu erkeklerdeki özgüven sorunu iyi bilinir. Bu gibi olgular boyla ve yükseklikle otorite arasındaki ilişkiyi gösterir. Kadın, erkeğinin uzun boylu olmasını ister ve bu salt “estetik” bir seçim değildir. Çünkü madde ve tin yapışıktır. Kadın aslında bilerek veya bilmeyerek kendisi ve çevresi üzerinde otoritesi olan bir erkeği yeğlemektedir. Çünkü kadının yaratılışı, tasarımı budur; boyun eğemediği erkeği yetersiz bulur.[15] Erkeğin kadında aradığı bedensel nitelikler incelendiğinde çoğunlukla anlaşılır ve açıklanabilir nitelikler olduğu görülür. Ama erkek bunları hiçbir zaman bilimsel nedenlerine dayanarak falan aramaz. Kur yapmaktan tutun cinsel birleşmenin mekaniğine kadar her şeyde madde ve anlam paraleldir; anlam maddeyi, madde anlamı çağrıştırır.[16]

Ortalama kadın topuklu giydiğinde boyu ortalama erkeğinki kadar olur. Ömrünün ortasında ilk kez topuklu giymiş ortalama kadın, ömrü boyunca yukarı doğru baktığı, bilinç veya bilinçaltı düzeyinde otorite farkını kabullendiği ortalama erkeğe yaşamında ilk kez aynı hizadan bakmaya başlar. Eğer anlam evreniyle madde evreninin kopukluğuna iman edenlerdenseniz bunun bir anlamı yoktur. Ama gerçekçi iseniz bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Modern kadının yüksek topuk giymesi erkeğin otoritesine başkaldırıdır. Bu başkaldırı bilinç düzeyine çıkmamış olabilir. Ne yaptığının farkında olmayabilir. Ama bu eylemin sonuçlarını hem kendisi yaşar hem çevresi. Dinlemesi gereken yerde erkeğin sözünü dinlemez ve onu azıcık daha asi yapan bir şeyin ayağında durduğunu bilmez; kocası da bilmez.[17] İkisi birden mutsuz olur.

Bu son alt başlık Kuran’ın topukları yere vurmama buyruğuyla ilgili değildi. Ama tektanrıcı kişi bu konuda duyarsız olamayacağı için ve beyin ölümü gerçekleşmiş bu ülkede hiç kimse bu gerçeği dile getirmediği için bu görev benim gibi bir diplomasızın üstüne vazife oldu.

abdullah hayrunnisa gul.jpg

Sonuç

Yüksek topukla ilgili burada sunulmuş yargıların özeti (gerekçeleri bilinmediğinde anlamsızdır):

Durağan ->         Görsel çekicilik artar ->                 24:31 ve 7:26’ya aykırı

Yürüyüş ->           “Süsleri” belli eder ->                     24:31 ve 33:33’e aykırı

Boy uzatma ->   Örtülü başkaldırıdır ->                    4:34’e aykırı

***

 

Yoksa siz Kuran’ı aştınız da “bilimin ışığında” mı yürüyorsunuz? Aynı sureden bir uyarı:

Oysa nankörlük edenlerin yaptıkları çöldeki yanılsama gibidir. Susayan onu su sanır; ama yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Zaten karşısında Allah’ı bulur. Sonra onun hesabını eksiksiz olarak verir. Çünkü Allah hesabı çok hızlı görür. Veya engin denizdeki karanlıklar gibidir. Üzerini dalga üstüne dalga kaplar. Onun üzerinde bulutlar vardır; üst üste yığılmış karanlıklar. Elini çıkardığında neredeyse onu bile göremez. Çünkü Allah kime aydınlık vermemişse onun için artık aydınlık yoktur. 24:39-40

Yok, “Müslümanız” diyorsunuz da feminist mezhebi mi benimsediniz? Aynı sureden bir uyarı:

“Allah’a ve elçiye inandık ve boyun eğdik!” derler. Sonra bunun ardından onların arasından bir küme yine döner. İşte onlar zaten inanmış değildir. Aralarında yargı vermesi için Allah’a ve onun elçisine çağırıldıklarında aralarından bir küme yüz çevirir. Ama gerçek kendilerinden yana olursa boyun eğerek ona gelirler. 24:48-49

Yani Kuran’ın kadını kayıran yargılarına gelince “he”, erkeği kayıran yargılarına gelince “ı-ıh”. Kuran’ın sözde “kadın düşmanı” ayetlerini listeleyen bir alay ateist/deist feminist ve bu ayetlere takla attırmaya çalışan feminist “Müslüman” yorumcu var. Ama Kuran’ın sözde “erkek düşmanı” ayetlerini listeleyen tek bir ateist/deist feminist veya bu ayetlere takla attırmaya çalışan feminist “Müslüman” yorumcu bulamazsınız.

İnsan etkilenir. Bu etkilenmeyi büyük çabalarla en aza indirebiliriz ama bütünüyle engellemek olanaklı değildir. Fizik yasaları ve ahlak yasaları birbirinden kopuk, ayrı evrenlere ait değildir. Madde ve anlam birbirine yapışıktır. Matematik yasaları toplumu da yönetir. Çoğunluğun yüksek topuğu kanıksadığı yerde bir kadının yüksek topuk giymesi onun hafifliğini göstermeyebilir. Ama Kuran’ın çoğunluk fikriyle ve önceki kuşaktan devralınanlarla ilgili uyarısı açıktır.[18] Çoğunluk veya gelenek (şu aşamada yüksek topuk bir gelenek olmuştur) doğruyu belirleme ölçüsü değildir. Çoğunluğun fikri, zorunlu bir ilk başvuru kaynağıdır ama ondaki tutarsızlığı ve hatayı görecek bilme yeteneği ve akıl herkese verilmiştir. Bu nedenle çoğunluğun çoktanrıcı olması hiçbirimizi kurtaracak bir bahane değildir. “Herkes topuklu giyiyor, onun için yüksek topuk bu saydığın etkileri büyük ölçüde kaybetmiştir” geçerli bir sav değildir. Tektanrıcı olma ve bağışlanma gibi bir amacı olan bir kadın üstüne başına dikkat ettiği gibi deyim yerindeyse “ayağını” denk almalıdır. Okudunuz, artık biliyorsunuz.

***

 

Bitirmeden bir şey daha ekleyeyim. Her şeyin logosunu, görselini, heykelini yapmak bir Yunan-Roma geleneğidir. İçinde bulunduğumuz uygarlık kesinlikle uluslarüstü, evrensel bir uygarlık değildir. Öyle olduğu yalanlarına kanmayalım. Modern uygarlık, pagan Yunan-Roma uygarlığının tümör gibi büyümüş ve herkesi kendine dönüştürmüş bir uzantısıdır. Tek ve gerçek Tanrı’nın heykelini yapmaya kalkanlar yalnızca çoktanrıcılardır çünkü onlar gözleriyle görmedikleri şeylerin varlığına inanmakta zorlanan sığ, yüzeysel insanlardır. Buna karşın, salt düşünce çalışması olarak, varsayımsal olarak şeytanın bir logosunu veya amblemini yapmak isteseydik bence en uygunu yüksek topuklu kadın ayakkabısı olurdu. Eğer yüksek topuğun yukarıda saydığım sonuçlarını anlıyorsanız bunu da anlarsınız. Şeytanın temsilini yapmaya çalışmak doğru değildir elbette. Şeytanın temsili hele öyle alevli, boynuzlu bir şey olmaz. Şeytan güzeldir, görkemlidir, hayranlık uyandırır, çekicidir, mis kokar, tatlıdır, lezzetlidir, pofuduk tüylü, sıcak ve yumuşaktır, güven verir, neşe verir. Bunlar elbette tırnak içindedir. Bu tırnakları tektanrıcılar da örtücüler de görürler. Yalnız örtücüler görmezden gelirler. Bu yüzden şeytanın itici ve korkutucu görsellerinin eğitici ve caydırıcı bir değerinin olmadığını düşünüyorum. Zaten bu görselleri yapanlar kafası basmayan Yunan-Roma paganlarıdır. Biz onları genelde Batı toplumu olarak biliriz. İçlerinde akıllı olanlar var tabi; o ayrı. Bu vesileyle tarihteki Müslümanları takdir edip haklarını vermek gerek çünkü öğretiyi görselleştirmeye çalışmak gibi bayağılıklara tenezzül etmemişler.

Şeytanı en iyi özetleyen logo tırnak içindeki bu nitelikleri kendisinde barındıran veya çağrıştıran olmalıdır. Kimisi güzel bulurken kimisi tiksindirici bulabilmelidir. Her bir kişi ona bakınca “Gözüm gönlüm mü açılıyor, yoksa tiksiniyor muyum?” diye sorarak, hissettiklerini çözümleyerek kendi arınmışlık düzeyiyle ilgili bir kestirimde ve özeleştiride bulunabilmelidir. Şimdi düşünün: Bu logoda gerçeğe dayanmayan, aldatıcı bir çekicilik var mı? Var. Başkaldırı, isyan var mı? Var. Dolayısıyla fitne, kargaşa, huzursuzluk var mı? Var. İyileri ve kötüleri, temizleri ve kirlileri ayırıcı bir özellik var mı? Var. Bundan dolayı yüksek topuklu kadın ayakkabısından daha iyi bir logo adayı düşünemiyorum.

Dipnotlar

[1] Morris, P.H., et al., High heels as supernormal stimuli: How wearing high heels affects judgements of female attractiveness, Evolution and Human Behavior (2012), http://dx.doi.org/10.1016/j.evolhumbehav.2012.11.006

Chang-Min Lee; Eun-Hee Jeong; Andris Freivalds (2001). Biomechanical effects of wearing high-heeled shoes. , 28(6), 321–326. doi:10.1016/s0169-8141(01)00038-5

Lewis DMG, Russell EM, Al-Shawaf L, Ta V, Senveli Z, Ickes W and Buss DM (2017) Why Women Wear High Heels: Evolution, Lumbar Curvature, and Attractiveness. Front. Psychol. 8:1875. doi: 10.3389/fpsyg.2017.01875

[2] Evlerinizde oturun ve eski bilisizlik dönemindeki gibi çekiciliğinizi göstermeyin. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; Allah’a ve onun elçisine bağlı kalın. Ev halkı! Allah suçları sizden gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. 33:33

[3] Ey Ademoğulları! Size çıplaklığınızı örtecek giysiler ve süsleneceğiniz eşya indirdik. Ama sorumluluk bilinci taşımak giysisi; işte bu daha iyidir; Allah’ın ayetlerindendir. Böylece belki öğüt alırsınız. 7:26

[4] O, yedi gök katını tam bir uyum içinde yaratmıştır. Bağışlayanın yaratışında bir aksaklık göremezsin. Haydi, bakışlarını çevir; bir çarpıklık görüyor musun? Sonra bakışlarını birçok kez çevir; umarsız ve tükenmiş bir biçimde bakışların sana dönecektir. 67:3-4

[5] 6:11,89, 10:13-14, 15:73-84, 27:52,69, 28:58, 37:137-138…

[6] Allah’ın elçilerinin neden bilimsel olarak kanıtlanamayacağı, buna gerek de olmadığıyla ilgili kısa açıklamam: https://gerceginkitabi.com/yanlis-sorulara-dogru-yanitlar/#_ftn15

[7] İçsel ile dışsal bilgi kaynaklarına işaret ediyor olabilir:

Ufuklarda [ufuk] ve kendi benliklerinde [nefs] ayetlerimizi onlara göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu açıkça belli olsun. Zaten efendinin her şeye Tanık olması yetmez mi? 41:53

[8] Sözgelimi köpek, tavuk, inek, koyun, keçi insanla birlikte evrilmiştir. Yani insan varsa bunlar vardır. Hayvanseverler bu hayvanların doğada sağ kalabileceklerini ileri sürerler, bu apaçık yalandır. Bunlar insanın korumasında var olmuş türlerdir. Bunlara acımak da insanın kalıtımına ve/veya kültürüne işlenmiş bir mirastır.  İnsanın yüreğinin söylediği ile sağkalım denklemleri farklı evrenlerde yer almaz. Veya şöyle diyebiliriz; insanın yüreğinin sesiyle fizik yasaları birbirinden habersiz veya bağımsız şeyler değildir. Şöyle de diyebiliriz; insanın aklıyla yüreği bağımsız işleyen süreçler değildir. Köpeğe acımak yüreğinden gelen bir ses, köpeğin yararı da akılla algılayabildiğin başka başka şeyler değildir. İkisi de aynı gerçeğin doğurduğu sonuçlardır. Köpeği sevimli bulan insanlar köpekten yararlanabildiler ve böylece daha güçlü, daha zinde oldular. Doğal seçilim o insanları kayırdı. Aynı gerçeği tersten de okuyabiliriz: Köpekten yararlanan insanlar köpeğe acımayı öğrendiler. Etin kokusu iştah kabartıcıdır çünkü besleyiciliği yüksektir. Etin kokusunu çekici bulmayan insanlar zayıf kaldılar ve gen havuzundan silindiler. Etin yararıyla (akıl/bilinç) çekici kokusu (yürek/gönül) birbirinden ayrı evrenlerde var olan kopuk gerçekler değildir. Aynı şekilde karşı cinsi çekici bulan insanlar soylarını sürdürebildiler. Çekici bulmayanların soyu tükendi. Cinsel istek (yürek/gönül) ve aile yasaları (akıl/bilinç) birbirinden bağımsız gelişmiş şeyler değildir. Biri, ötekinin nedenidir. Biri, ancak ötekiyle birlikte var olabilir. Biri olmadı mı öteki de olmaz. Bunların arasındaki bu ilgiyi anlamayan, düşünmeyen insanlar nasıl bugün aileyi yok ediyorlar, saçma sapan beslenme alışkanlıkları ediniyorlar ve kendilerini yok ediyorlarsa, köpeklere acıma olgusuyla köpeklerin hizmetkarlığı olgusunu birbirinden ayırıp koparanlar kendilerini yok etmek üzere emin adımlarla ilerliyorlar. Cinsel çekiciliği kabul edip de aileyi inkar edenler kendi soylarını yok ediyorlar. Aileyi kabul edip karşı cinsi inkar edenler yine aynı şekilde. Çocuğu sevimli bulup da çocuğun yararını inkar edenler nüfus patlamasına neden olarak yine sağkalım yönünden zayıflıyorlar.

[9] Boşanmış kadınlar yalnız olarak üç aybaşı durumu beklerler. Allah’a ve Sonsuz Yaşam Günü’ne inanıyorlarsa Allah’ın kendilerinin dölyatağında yarattığını gizlemeleri helal değildir. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse onları geri almaya daha çok hakları vardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde adalet ölçülerine uygun hakları vardır. Ama erkeklerin onların üzerinde öncelikleri [derecetun] vardır. Çünkü Allah, Üstündür; Bilgelik ve Adaletle Yönetendir. 2:228

[10] Peygamber, eşlerinden birisine gizli bir söz söylemişti. Allah bunu başkasına açıkladığını ona bildirmiş, bunun üzerine bir bölümünü anlatmış, bir bölümüne de değinmemişti. Eşine söylediği zaman; “Sana kim haber verdi?” dedi. Dedi ki: “Bilen; Haberli Olan bana haber verdi!” İkiniz de Allah’a pişmanlığınızı göstermelisiniz! Çünkü yürekleriniz kaymıştır. Ona karşı yardımlaşırsanız, kuşkusuz onun sahibi Allah’tır. Hem Cibril hem erdemli inananlar hem de bunun arkasından melekler onun yardımcısıdır. Sizi boşarsa, efendisi ona sizden daha iyi olan; teslim olmuş, inanan, içtenlikle boyun eğen, pişmanlık göstererek yönelen, Allah’a hizmet eden, sezgileri yüksek dul veya el değmemiş eşler verir. 66:3-5

Evin mahremini ve gizlerini koruma sorumluluğunun aynı zamanda kocasına karşı olduğu açıktır.

[11] Meleklere “Adem’e secde edin!” dediğimizde İblis dışında secde ettiler; büyüklük taslayarak kaçındı ve nankörlük etti. 2:34

“Onu biçimlendirip ruhumdan üflediğim zaman ona secde edin!” Bunun üzerine tüm melekler toplu olarak secde ettiler. 15:29-30

[12] İsrailoğullarından kesin söz almıştık: “Allah’tan başkasına hizmet etmeyeceksiniz; anne-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik yapacaksınız; insanlarla güzel konuşacaksınız; namazı dosdoğru kılacaksınız ve zekatı vereceksiniz!” Sonra çok azınız dışında yüz çevirerek döndünüz. 2:83

Ey İsrailoğulları! Sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Aslında sizi halkların üzerine kayırmıştım [faddaltukum ala el alemine]. 2:47,122 (düzeltilmiş çeviri; “üstün kıldım” çevirisi yanlıştır)

Allah, kitap verilenlerden kesin söz almıştı: “Onu, kesinlikle insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz!” Fakat onu arkalarına attılar ve az bir değere sattılar. Oysa ne kötü bir alışveriş yaptılar. 3:187

İsrailoğulları kendilerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemişler, kendilerine gelen haberi yalnızca kendilerine saklamışlardır. Bu tarih bilgisi değil, aynı zamanda güncel bilgidir. Yahudi misyoner yoktur. Tersine, insanları Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Önde gelen ateizm propagandacılarının çoğu Yahudi’dir. Kendilerine verilmiş olan fazlalığı (Ar. fadl) “seçilmişlik” olarak anlayarak yetkiyle sorumluluğun arasını koparmışlar, gerçeğin bir bölümünü örtmüşler ve mesajı bozmuşlardır. Feministler de aynı yoldan gidiyorlar. Erkeğe yüklenen kimi sorumluluğun kadına yüklenmemiş olması gerçeğini, kadına görece az hak tanınmış olduğu gerçeğinden koparıyorlar. Sorumluluğu olmayan, yalnızca hakları olan bir kadınlık inşa ediyorlar. Önde gelen feminist düşünürlerin de Yahudi olmalarına rastlantı mı diyelim?

[13] Birkaç örnek:

https://web.archive.org/web/20210815004529/http://changingminds.org/explanations/perception/articles/psychology_height.htm

https://www.apa.org/monitor/julaug04/standing

Stulp G, Buunk AP, Verhulst S, Pollet TV. High and Mighty: Height Increases Authority in Professional Refereeing. Evolutionary Psychology. July 2012. doi:10.1177/147470491201000314

Stulp, G., Buunk, A. P., Verhulst, S., & Pollet, T. V. (2015). Human height is positively related to interpersonal dominance in dyadic interactions. PloS one, 10(2), e0117860. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0117860

Daniel Freeman, Nicole Evans, Rachel Lister, Angus Antley, Graham Dunn, Mel Slater. Height, social comparison, and paranoia: An immersive virtual reality experimental study. https://doi.org/10.1016/j.psychres.2013.12.014.

[14] Erk, erkek, erkin, erdem, ermek gibi güç, otorite ve olgunlukla ilintili sözcüklerin erk- ve er- kökleri dilimizin “hoş bir rastlantısı” veya “erkek egemen” kültürün bir laneti olmasa gerek. Dili erkekler icat etmediler ve onlar yönetmiyorlar. Paralelleri gerek Ortadoğu, gerekse Avrupa dillerinde bulunabilen ve erillikle otoriteyi bağdaştıran bu sözcükler kadınların binlerce yıllık onayıyla ve kullanımıyla var olmuştur.

[15] Madde ve anlam arasındaki bu yapışıklığı bilmemek ruh ve beden ayrımının ortaya çıkmasında da etkili olsa gerek. Kuran’da bedenden ayrı bir ruhtan söz edilmez. Dirilişten söz eden hiçbir ayette ruhları veya canları “bedene geri koymaktan” söz yoktur. Yalnızca dirilişten ve yeniden yaratılıştan söz edilir. Bu mitoloji ve ruh-beden ikiliği kültürümüze Kitabımukaddes’ten ve onun da öncesinde pagan kültürden bulaşmıştır. Pek derin ve pratik etkileri olmuştur. Sözgelimi bütün bir modern tıp ve psikiyatri disiplini bu temel (yanlış) varsayımın üzerine kuruludur. Ruh ve beden arasındaki etkileşimi, daha doğrusu birliği bugüne dek hep görmezden geldiler ve ayrı ayrı tedavi etmeye çalıştılar. Sözgelimi pozitivist evrim anlayışı da bu kopukluğun ürünüdür. “Şunlar gen havuzundan silindi, kalanlar onun için böyle” şablonu pek çok şeyi açıklamıyor. Hatta iyilik, güzellik olarak bildiğimiz hiçbir şeyi açıklamıyor. Evrim herhalde vardır ama pozitivist evrim kuramı her şeyin temelinde anlamsızlık olduğunu varsaydığı için dogmatiktir; bütünüyle bilimsel değildir.

Ruh-beden arasındaki ve buna paralel olarak fizikle ahlak arasındaki sahte ayrım, kendine “barışsever” veya “özgürlükçü” diyen tiplerin “şiddetsizlik” diye bir kavram icat etmelerine yol açmıştır. En temel hukuk kitaplarında devletin tanımı şiddet tekeli üzerinden yapılırken onlar şiddetsiz bir yaşamın olanaklı olduğuna inanmak isterler. İnsanın bedeninin ve tinselliğinin yapışık olduğunu inkar ederler; bedensellik olmadan tinselliğin olmasını isterler. Ahlak kurallarından özgürlük talep edenler de aynı şekilde yiyip içtiklerinin, elleriyle ve belleriyle yaptıklarının (madde) toplumu ilgilendirmediğini (ahlak) öne sürerler. Kadına vurmaya veya hayvan öldürmeye ise yalnızca “şiddet” gerekçesiyle kötülük yakıştırırlar. Bombalamanın kötü, şiddetsiz sömürünün iyi olduğunu ima ederler. Zincirli köleliğin kötü, ücretli köleliğin (kapitalizm, küreselleşme, NWO) iyi olduğunu ima ederler. Bunlara göre anında (Kuran’da ara: dunya) bedensel acı çektirmeyen ve kertenkele beyni düzeyinde algılanamayan her şey meşrudur veya küçük, önemsiz kötülüktür. Bu kesimin içinde “ruh” diye bir şeyin hiç var olmadığını öne sürenlerin olması bir şeyi değiştirmez; bedenden bir kere ayrılmıştır çünkü. Elbette alabildiğine çelişkili inançlardır bunlar.

Bunlar İslam’da olmayan ve Mısır-Babil-Yunan-Roma-Yahudi-Hristiyan kültüründen ithal edilen ruh-beden ayrımının dolaylı sonuçlarıdır. Bu gibi varsayımlar bazı şeyleri tanımlamak ve anlatmak için kullandığımız sözcüklerin anlamının zamanla unutulmasından doğan yanlış anlamalardır. Kuran’da bulup doğruluğunu sezdiğimiz veya doğruluğundan emin olduğumuz o tutarlı öğreti dışındakilerin hepsi bu orijinal tutarlı öğretinin yanlış anlaşılmış, yozlaşmış, kısmen unutulmuş biçimleridir.

[16] Anlamak istemeyen yine anlamayacaktır ama vurgulayayım: “Dinlemesi gereken yerde”; her zaman ve her konuda değil.

[18] 2:100,170, 3:10,110,196, 5:49,100,104, 6:116, 7:28,38,48,173, 9:25, 10:36,60,78,92, 11:62,87, 12:106, 14:8,10, 16:38,83, 17:89, 23:53, 25:44,50, 29:25, 31:21, 34:20,36, 37:69-70, 41:4, 43:22,78, 45:35, 46:11, 54:24, 57:20, 102:1…

Bir Cevap Yazın