Eşkoşma Örnekleri

Şirk, Allah’tan başkasına tapma, Allah’a ortak koşma, Tanrı’ya eş koşma, sahte tanrılar edinme, çoktanrıcılık… Bunların hepsi de sık duyduğumuz ve aynı anlama gelen adlar. Kuran’ın ve bütün Tanrı elçilerinin mesajının tek cümlelik özeti, insanların eşkoşmaktan vazgeçmesinin öğütlenmesidir. Kuran’a göre toplumların /uygarlıkların yok edilme nedeni de eş koşmalarıdır. Öyleyse buna “önemli bir konu” demek bile haksızlık olur. “Kuran’ın onda dokuzu eş koşmaktan sakınmaktır” desek herhalde yeridir. O zaman Müslüman olsun, olmasın Kuran’ı yorumlayanların her şeyden çok bu konuya yoğunlaştıklarını görmemiz gerekir, öyle değil mi? Ama görmüyoruz.

Gördüğümüz popüler örnekler de ne yazık ki konunun özünü yakalamakta başarılı değiller. Sonia Cihangir, Kuran’ı anlama konusunda içtenlikli çabaları olduğunu düşündüğüm ve izlediğim biri. Kendisi nedense yazmayı değil, kürsüden anlatmayı yeğliyor. Son videolarından birinde eşkoşmayı konu etmiş. Gelenekçi yorumcuların hatasını yinelemiş; olayı somutlaştırmamış. Bunun üzerine konunun nasıl anlatılması gerektiğinin bir denemesini yapmaya karar verdim.

“Allah’tan başka tanrı yoktur” cümlesinin ne anlama geldiğini anlatmaya Allah’ı veya Tanrı’yı tanımlayarak başlanması beklenir. Ancak Kuran’ı bilenler Tanrı’yı bir paragrafta veya yarım saatte anlatmaya çalışmanın her zaman sonuç vermeyeceğini kestirebilirler. Tanrı kendini altı yüz sayfalık bir kitapta anlatıyor ise siz onu ne kadar özetlemeye çalışırsanız çalışın, karşıdakinin anlayış derinliğiyle sınırlı kalacaksınız. Öyle sanıyorum ki burada en kestirme yaklaşım konuyu somutlamak. Somutlamanın en iyi bildiğim yolu örnekolaylar üzerinden gitmek veya bilinen örnekler vermek. Bu yazıda bunu deneyeceğim. Tanımlar ve kuram üzerinden gitmek çok fazla zaman ve enerji istediği için o işi sonraya bırakıyorum.

 

“Sanat İçin Soyunurum”

Tanrı soyunmamamızı söylüyor (24:30-31,60…). Bunu Kuran’da söylemek zorunda değil. Uygar toplumlarda soyunmak sorun yarattığı ve toplumun dirliğini bozduğu için yasaklanır. Konu sanat olunca Tanrı’nın bilinen buyruğu askıya alınıyorsa, ortada Tanrı’nın yanı sıra kulluk edilen bir tanrı var demektir. Artık adını sanat tanrısı mı koyarız, başarı tanrısı mı, orası ayrıntı…

 

“İş Yaşamında Acıma Olmaz”

Tanrı yardımsever, ölçülü ve acıyıcı olmamızı söylüyor, ticareti yaşamın geri kalanından ayırmıyor (2:275,280, 5:8, 6:152, 7:85, 11:85, 16:90, 24:22, 31:18, 58:10…). Tanrı bunu Kuran’da söylemek zorunda değil. Kuran’a güvenip güvenmemek bu konudaki yargımızı akla kara gibi, geceyle gündüz gibi değiştirmiyor. Çünkü Kuran insanları zaten bildikleri erdemlere çağırıyor; unuttuklarını hatırlatıyor (20:115, 23:110, 36:78, 38:87, 46:9, 81:27). Kuran’ı işitse de işitmese de bir iş adamı “ticarette acımasız olunur” ilkesine göre iş görüyorsa Tanrı’nın yanı sıra kulluk ettiği bir tanrı daha var demektir. Artık buna piyasa tanrısı mı deriz, para tanrısı mı, Molek mi, bu ikincil konu…

 

“Kan Davası, Namus Davası”

Kan davası güden ve çocuğuna gereğini yapma görevi veren ana-babasına karşı vicdanı el vermese de boyun eğen kişi Allah’a eş koşuyor demektir. Evrensel ahlak, suçsuz kişinin öldürülmesinin yanlış olduğunu söyler. Bu durumda kişinin Allah’ın ahlakına eş koştuğu şey ana-babasının yargısıdır. Yetişkinliğe erişmiş kişi ana-babasının Tanrı buyruğuyla çelişen buyruklarını dinleyemez, böyle bir yetkisi veya zorunluluğu yoktur. Onlara elinden gelen en güzel biçimde öğüt verip kendi bildiğini yapmalıdır (17:23, 29:8, 43:26, 60:3-4). Ana-babasının iyi ahlaka ve/veya Kuran’a aykırı olduğunu gördüğü buyruklarını veya beklentilerini yerine getiren kişi, ana-babasını Tanrı’ya eş koşmuş demektir.

 

“Patronun Dediği Olur” veya “Politikanın Gerçekleri” veya “Uygulamada Durum Farklı”

Siz bu yazıyı okurken yeryüzünde binlerce çalışan, patronunun ona verdiği ahlaksız buyrukları yerine getirmekle vicdanını dinleyip patrona direnmek arasında gidip geliyor. Belki siz de bunlardan birisiniz. Vicdanı veya Kuran ayetleri kişiye suç işlemekte olduğunu söylese bile başarısız olma veya yalnız kalma korkusuyla parti yöneticisinin sözünden çıkamayan politikacı da aynı biçimde eş koşmakta. Veya daha genel bir çerçeveyle, “Politikada iyi-kötü ayrımı (=ahlak) olmaz”, “Politikada her şey mubahtır” gibi yasaları benimsemek, yaşamı politika ve politika dışı olarak ikiye ayırmak anlamına gelir. Birinde sahte tanrıların yargısına, öbüründe gerçek Tanrı’nın yargısına uyulursa, işte bu eş koşmaktan başka bir şey değildir.

Bugünlerde çokça izliyoruz, bir muhalefet milletvekili çıkıyor, hükümete verip veriştiriyor. Halka nasıl haksızlık ettiklerini, ülkeye nasıl zarar verdiklerini anlatıyor. Ve fakat asla ama asla hükümeti seçen seçmenin, yani halkın büyük bölümünün bu haksızlıklara, eziyetlere ortak olduğunu itiraf edemiyor. Çünkü bunu yaparsa potansiyel seçmenini kızdırmış olacak, suçladığı insanlardan “oy isteyecek yüzü” kalmayacak. Yani kötülerin kötülüğünü söylemeye, onların sayılarına bakarak karar veriyor. İşte bu, ahlakın yani Allah’ın reddidir. Allah’ın yanı sıra çoğunluk tanrısına kulluk etmektir. Allah’ın herkese gerek vicdanları kanalıyla gerek elçileri yoluyla bildirdiği doğrular ve yanlışlar kümesine “politika” adlı bir parantez açmak, bir iç saha ve dış saha tanımlamaktır. Dikkat ediniz, çoğunluk tanrısına kulluk etmeyi, yani düpedüz eşkoşuculuğu “politikanın gereği” olarak sunarlar. Bu eşkoşma türü “takiyecilik” ve “köprüyü geçene kadar” biçimleriyle de karşımıza çıkar.

Uygar yaşamı tanımlayan başlıca nitelik işbölümüdür. Bu nitelik uygar yaşamı avcı-toplayıcılık veya göçebelik olarak bildiğimiz uygar olmayan yaşam biçiminden ayırır. İşbölümü zorunlu olarak hiyerarşiyi, hiyerarşi zorunlu olarak güç eşitsizliğini getirir. Doğal olarak üst basamakta olan kişi de, alt basamakta olan kişi de sürekli olarak Allah’a eş koşmakla sınanır (4:32, 6:165, 16:71). Şeytan herkesi yoksullukla ve yoksunlukla korkutur (2:268). Ancak eş koşmanın hangi noktada başlayıp hangi noktada bittiği tartışma konusu olabilir. Diyelim ki bir çevik kuvvet polisi, şefi “Vur” dedi diye vurmaması gereken birine vurduğu için hemen o anda eşkoşucu olacak değil. Bu bir süreç işidir. Bir sonraki yürüyüşte yeniden vuracak, bir sonrakinde yeniden. Vicdanının bağıran sesini her seferinde biraz daha bastıracak ve artık duymaz olacak. İşte o durumda, kanser olmuş vicdanını iyileştirmeden öldüğünde, artık onun bir eşkoşucu olduğunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz. İki ucun arasındaki aşamaların tartışmaya (ve tövbeye) açık olduğunu unutmamalı ve eğer yapacaksak doğru davranışa çağrılarımızı bu kişilerin yanlışlarını yüzlerine vuracak biçimde yapmalı, ama umutsuzluk da aşılamamalıyız.

Aynı biçimde, ticaret iş kollarında çalışanlar patronun kendisinden yalan söylemesini istediğine sıkça tanık olabilirler. Bu talep doğrudan “Yalan söyle” biçiminde gelmeyebilir. Çalışanından müşteriyi idare etmesini isteyebilir, müşteriye bildiği her şeyi söylememesini isteyebilir, alışveriş yapılan başka bir tüccara karşı yüzde yüz dürüst olmak dışında “orta yollar” izlemesini bekleyebilir. Bu durumda çalışan kendine şunu sorar: Vicdanımı mı (ve Tanrı’nın elçilerini mi) dinleyeceğim, patronu mu? Bu soruya eylemleriyle verdiği yanıt, çalışanın ortakkoşucu olup olmadığını belirleyecektir. “Bu iş bunu gerektiriyor” bahanesinin arkasına sığınmak, çalışanın yaşamı ikiye bölmesi demektir. Böylece iş yaşamında patronu veya piyasa kurallarını veya meslek kurallarını tanrı edinmiş olur. Çünkü patron veya iş kuralları ona doğrunun ve yanlışın, iyinin ve kötünün ne olduğunu söylemektedir. İş dışı yaşamda gerçek Tanrı’ya içtenlikle tapmayı, yani iyi ahlakı uygulamayı ve öğütlemeyi sürdürmesi onu çoktanrıcı yapmaktan alıkoymayacaktır (12:106…).

 

“Sosyal Sorumluluk Projesi”

Görkemli ve büyük bütçeli sosyal sorumluluk projesi yürüten şirketler genelde ülke çapında veya çokuluslu şirketlerdir. Şirketler paylaşım, aza kanaat, ölçülü olma gibi erdemleri benimseyerek bu kadar büyüyemezler. İşçi hakkını almasın diye ellerinden geleni yaparlar. İşçilik maliyeti biraz yükselmeye dursun, üretim yerini işçileri ve kaynakları daha kolay sömürecekleri ülkelere taşırlar. Faiz ve bankacılık sistemini sorgulamak şöyle dursun, ona bütünüyle secde ederler. Böyle böyle büyüyüp semirmiş olan hissedarların kimsesiz çocuklara bakmaları, erozyonla mücadele etmeleri, fidan dikmeleri, okul yaptırmaları falan iyidir iyi olmasına. Bu örneğimizde işler sanki tersine döner. Normalde ülkenin maliyesi ve adliyesi dışında hiç bir kural koyucu, hiç bir ahlak sistemi tanımayan yani sahte tanrılara kulluk eden şirket, “sosyal sorumluluk” zamanı geldiğinde azıcık da gerçek Tanrı’ya kulluk ediverir. O kulluğunu da vergi borcundan düşer. Bu durum tam olarak şu ayette anlatılan durumdur:

Allah’ın yarattığı ekinlerden ve çiftlik hayvanlarından ona bir pay ayırdılar. Böylece, kendi akıllarınca, şöyle dediler: ‘İşte bu, Allah için; işte bu da ortaklarımız için!’ Ortakları için olan [azami kar, faiz, rant] Allah’ın tarafına geçmez ama Allah için olan [S. S. projesi] ortaklarının tarafına geçer [vergiden düşülür, kazanç olur]; ne kötü yargı veriyorlar. 6:136

 

“Din, Kişiyle Allah Arasındadır”

Yaşamı ikiye ayırıp “kamusal alanda” seküler yasaların yarattığı ahlakı Kuran ahlakının önüne koymak… Sözgelimi Kuran, eşcinselliğin çirkin bir suç olduğunu söylemesine karşın (7:80-81) AB uyum yasaları, demokrasi, insan hakları, uygarlık, ilericilik, özgürlük, hoşgörü adları verilen öznel gerekçelerle eşcinselliği övmek topluma hiç zarar vermiyormuş gibi davranır ve konuşursak, bu çağcıl kavramları Kuran’ın yargısına eş koşmuş oluruz. Bu kavramları birer tanrıya dönüştürmüş oluruz. Çünkü bunlar buyurgandırlar, size nasıl davranmanız gerektiğini söylerler. Yani size bir ahlak önerir veya dayatırlar, neyin iyi neyin kötü olduğunu söylerler. Bu ahlak yenidir, yani eski ahlaktan vazgeçmek için insanlara geçerli bir neden sunmalıdır.

Ve fakat ne ilginçtir ki bu ideolojilerin savunucuları yeni iyi ve yeni kötüyü bilimsel olarak da, elçilerin mesajlarına dayalı olarak da temellendiremezler. Eşcinselliğin kötülüğü, Kitabımukaddes’in ve Kuran’ın (uzlaşması gerekmese de) uzlaştığı konulardan biridir. Hani Batı Aydınlanması bizi dogmaların batağından kurtarıp bilimin aydınlığıyla huzura kavuşturacaktı ya? Bilim, eşcinsellerin üreyemeyeceklerini söylüyor (!). Hani çok kadınla evlenmek geri kalmış Arapların utanç verici bir geleneğiydi ve Kuran’ın bu izni günümüzde uygulanamazdı ya? Bilim, tekeşliliğin görece yeni bir olgu olduğunu söylüyor[1]. Hani, kadın ve erkeğin eşit olmadığına inanılan on bin yıllık uygarlık tarihi veya iki yüz bin yıllık insanlık tarihi hepten yanlıştı, doğrusunu son bir-iki yüzyılda bulduyduk ya? Bilim, kadınların ve erkeklerin fizyolojik olduğu gibi zihinsel olarak da eşit olmadıklarını söylüyor[2]. Örnekler çoğaltılabilir. Örnek olarak verdiğim birkaç kaynak ve ötesi araştırıldığında görülür ki modernizmi benimsemiş olanlar aslında bilimciliğe (İng. Scientism) de tam olarak teslim olmuş değiller. Bu durum, 10:66 ayetinde örneklenen çoktanrıcı davranışına benziyor. İşlerinde gelmediğinde bilimin bulgularını görmezden geliyorlar, içinden beğenip ayıklayacakları bir kitapları olsun istiyorlar (68:37-38’yi bütün sure bağlamında değerlendiriniz). Bundan dolayı eşkoşucular biraz sahte tanrıya, biraz gerçek Tanrı’ya kulluk ediyorlar.

Kimi gelenekçi yorumcunun ve kimi liberal-modernist-reformcu yorumcunun üzerinde birleştiği bir başka ilginç nokta, eşkoşmayı “din konusunda Kuran’dan başka kural koyucunun olmaması” üzerinden tanımlamalarıdır. Burada sakat kavram “din konusu”dur. Bu söylem genelde din ile ahlakın birbirlerinden farklı alanlar olduğunu varsayar. Kuran’da BM İnsan Hakları Sözleşmesi’ni aramaya kalkmak, “önce insan olmak, sonra Müslüman olmak” benzeri tanımlar yapmak, arka planda bu varsayımın varlığını gösteren işaretlerdir. Oysa Arapçada din, basbayağı yükümlülük demektir. Türkçeye yükümlülük olarak doğrudan çevirebileceğimiz bir sözcüktür; inanç dünyasıyla ilgili bir terim falan değildir! Kuran bize ahlaki yükümlülüklerimizi bildirir. Ahlak dediğimiz şeye yaşamda bir istisna tanıyor değiliz. İş ahlakı denir, sanat ahlakı denir, bilim ahlakı denir… Veya bunların yerine sanki ahlaktan farklı bir şeymişçesine uydurulan Fransızca etik sözcüğü kullanılır. Tıpkı hukuk gibi kapsayıcı bir kavramdır; her şeyin hukuku vardır. Sonuçta bu kavramın yaşamın bütününü kapsadığı açıktır. Çünkü iyi ve kötü, insanın baktığı her yerde gördüğü niteliklerdir. Elbette davranışların ahlak kapsamına girmeyen bir bölümünden söz edilemez.

Ne var ki Kuran’ın din dediği şeyin namaz+oruç+hac+sadaka+mezar ziyareti+… gibi saçma sapan biçimlerde tanımlanması onu bir ilmihal kitabına indirgiyor. Birisi kürsüye çıkıp “din” konusundaki doğruları bildirdiğinde, genel için geçerli çıkarımlar yapmıyor, özel bir alanı ilgilendiren bir şey söylüyor gibi algılanıyor. “Dinsel” simgelere veya isimlere gönderme yapmaksızın doğruları bildirdiğinde ise herkes için geçerli genel çıkarımlar yaptığı varsayılıyor. Allah’a karşı zorunlu hareketleri yapanlar din dışı alanda dilediklerini yapma özgürlüğünü kazanıyorlar gibi bir izlenim oluşuyor. Din denen şeyi Allah’a karşı görevleri belirleyen ve gerisine karışmayan, toplum yasası denen şeyi de topluma karşı görevleri belirleyen ve dine karışmayan alan olarak tanımlıyorlar. İkili izlenim sürüp gidiyor.

Hayır, Kuran ahlak konusunda kapsayıcı otoritedir. Bu ahlakı “dinsel” ve “dinsel olmayan” biçiminde veya kişisel ve toplumsal olarak ikiye bölmek yapay ve yanlıştır. Ve bu, Kuran çalışkanlarının bütün güçleriyle vurgulamaları gereken bir birliktir.

Burada bir parantez açıp iğneyi kendime batırayım: Kuran’ı çalışmaya başlamadan önce ben de İslam’ın kamusal alana değil bireysel alana ait olabileceğini sanıyordum ve bu anlamda eşkoşucu adayıydım. Üzerinde düşündükçe “bireysel yasa” diye bir şeyin olmadığını ve yasanın (=dinin) ancak kamusal olabildiğini anladım. Bunu anlamak için zaman, emek ve kafa karışıklığı türünden bedel ödemiş olduğum için anlatma sorumluluğunu da üzerimde duyuyorum.

***

Gördüğünüz gibi eş koşmak için nesnelerin önünde yere kapanmak falan gerekmiyor. Hatta nesnelerin önünde yapılan saygı gösterileri eşkoşma olmayabilir. Sözgelimi Kuran’ın sözünden çıkmayan birinin Kuran’ın nesnesinin (mushaf) veya ekmek parçalarının kutsal olduğunu düşünmesi eş koştuğu anlamına gelmez. Benzer biçimde şehitlere veya M. Kemal’e saygı duruşunda bulunması eşkoşma anlamına gelmez.

Eşkoşmanın varlığından söz edebilmemiz için birilerinin veya bir şeylerin tanrı olarak adlandırılması da gerekmiyor. Arayın, yeryüzünde “biz onlara bizi Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” (39:3) diyen hiç kimseyi bulamayacaksınız. Bunun nedeni sahte tanrılara hemen hiçbir zaman tanrı denmiyor olması ve bu cümlenin çoktanrıcıların bire bir söyledikleri değil, yaptıkları savunuyu simgeleyen bir cümle olmasıdır.

Eşkoşmanın olabilmesi için kişinin vicdanının yargısını veya Kuran’dan işittiği yargıyı, sahte tanrının yargısıyla değiştirmesi gerekir. Veya bunların Tanrı’nın sahip olduğu güçleri paylaştıklarını söylemesi veya sözsüz olarak ima etmesi gerekir. Aynı bunun gibi, camide “Allah’ın önünde” yere kapanması, bir kimsenin yalnızca Allah’a kulluk ettiği (onu birlediği, muvahhit olduğu) anlamına gelmiyor.

Kuran’ı elimize alıp daha önce hiçbir şey bilmediğimizi kabul ederek, geleneğin etkisi altında kalmadan, kendi aklımızla okuyup anlamaya çalışmadıkça helvadan putlar gibi zırvalara aldanmayı sürdüreceğiz. Heykeller İbrahim’in toplumunda ve zamanında vardır (21:51-63). Muhammed zamanında Mekke’de tanrı heykelleri olduğuna hiçbir işaret yoktur. Dikkat ediniz, 53:19-23 ayetlerinde “uydurduğunuz adlar” der. Muhammed’den önce yaşamış olan Ad toplumunun putları bile cisimsiz isimlerdir (7:71). Özgürlük tanrısına tapılan yerde bir Özgürlük Heykeli’nin varlığı veya yokluğu hiçbir şeyi değiştirmez. Bütün kıyamet toplumun ahlak yasalarını neyin belirlediği üzerine kopuyor. Bundan dolayı sakınacağımız putları heykeltıraşların atölyelerinde değil, uyduğumuz yasalarda, ahlak anlayışımızda, adalet duygumuzda, verdiğimiz yargılarda, yücelttiğimiz şeylerde, düşünsel alışkanlıklarımızda aramalıyız.

Bu örnekleri okuyunca içinizden “kimseyi bırakmadın, herkesi eşkoşucu yaptın” diyebilirsiniz. Gerçek acıtır; ama yalnızca kendisiyle kavga edeni acıtır. Kuran, insanların çoğunluğunun eşkoşucu olduğunu söylüyor. Yüzeysel bir matematikle bu insanların yüzde elli biriyle yüzde doksan dokuzu arasında bir oranının eşkoşucu olması demektir. Bunu şaşırtıcı ve kabul edilemez bulanlar, öyle sanıyorum ki yeryüzündeki kötülükleri göremiyorlar veya sanal bir gerçekliğin içinde yaşıyorlar. Şöyle düşünün: Çoğunluk iyi olsaydı, çoğunluk doğru seçimleri yapsaydı, yine de yaşam bu kadar acılı olur muydu? Buna “evet” yanıtı vermek, Kuran’ın acıması bol ve adalette kusursuz olduğunu söylediği Tanrı’nın acımasız ve haksızlık edici olduğunu söylemek anlamına gelir. O noktada zaten tartışacak bir şeyimiz kalmaz.

Böyle düşünen biri olarak ben de farkında olmadan bir şeyleri eş koşuyor olabilirim. Bu da kendimi sürekli gözden geçirmek ve eleştirilere kulak vermek için güçlü bir neden sağlıyor.

 

[1] Dupanloup, I., Pereira, L., Bertorelle, G. et al., A Recent Shift from Polygyny to Monogamy in Humans Is Suggested by the Analysis of Worldwide Y-Chromosome Diversity, Journal of Molecular Evolution July 2003, Volume 57, Issue 1, pp 85–97;

Layton, R., O’Hara, S. & Bilsborough, A. Int J Primatol, Antiquity and Social Functions of Multilevel Social Organization Among Human Hunter-Gatherers, International Journal of Primatology October 2012, Volume 33, Issue 5, pp 1215–1245;

Chapais, B., Monogamy, strongly bonded groups, and the evolution of human social structure, Evolutionary Anthropology 2013 Mar-Apr;22(2):52-65;

Joseph Henrich, Robert Boyd and Peter J. Richerson, The puzzle of monogamous marriage, Philosophical Transactions of The Royal Society B (2012) 367, 657–669.

[2] Linn, M. C., Petersen, A. C., Emergence and Characterization of Sex Differences in Spatial Ability: A Meta-Analysis, Child Development Vol. 56, No. 6 (Dec., 1985), pp. 1479-1498;

Weiss, E. M., Sex differences in cognitive functions, Personality and Individual Differences Volume 35, Issue 4, September 2003, Pages 863-875;

Inglis, J. and Lawson, J.S. (1981) Sex differences in the effects of unilateral brain damage on intelligence. Science, 2 12: 693-695.

Stark, R.,  Physiology and Faith: Addressing the “Universal” Gender Difference in Religious Commitment, Journal for The Scientific Study of Religion 41:3 (2002) 495-507;

Uri Gneezy, Muriel Niederle, Aldo Rustichini, Performance in Competitive Environments: Gender Differences, The Quarterly Journal of Economics, Volume 118, Issue 3, 1 August 2003, Pages 1049–1074;

Ve daha binlercesi… Şurası başlamak için iyi bir kaynak olabilir: http://infogalactic.com/info/Sex_differences_in_psychology Ayrıca Sex Differences: Summarizing More Than A Century of Scientific Research kitabında konularına göre ayrımların bir listesi bulunur. Okuyacak zamanınız yoksa 916-930. sayfalardaki özetin özeti olan çizelgelere bir göz atabilirsiniz.

Kadın ve erkeğin eşitliği dogmasıyla çelişen ayetlerden bazıları: 2:49,223,228,233,237,282, 3:36, 4:24-25, 14:6, 12:28,34, 16:43, 21:7, 22:78, 24:4-9,23,31,33,60, 27:23, 33:5,23,33,59, 37:153, 43:18, 49:11, 81:8, 113:4.

Not: Bilimsel makaleleri sci-hub.cc sitesinden ücretsiz indirebilirsiniz.

Dilbilgisi notu: Kural olarak bir tamlama, yan yana gelen sözcüklerin toplamından fazlasını anlatıyorsa veya özel bir anlam edinmişse birleştirilir ve bileşik sözcük olarak kullanılır. Eş koşmak tamlaması herhangi bir özneyi herhangi birine eş tutmak için kullanılabiliyor. Ancak Tanrı’ya eş koşmak anlamında kullanıldığında birleştirilmesi daha uygun olabilir. Öte yandan bunun dinsel bir terim olarak algılanmasının sakıncalı olduğu öne sürülebilir (bkz: önceki yazılarım). 80 darbesinden sonra akşama kadar esneyip çay içen memurların kurumuna dönüştürülen TDK, eş koşmayı ayrı yazıyor. Gerçek, özerk TDK’nin mirasını üstlenme iddiasında olan Dil Derneği ise birleşik yazıyor. Ben ad olmuş biçimleri, Kuran’daki Arapça müşrik sözcüğünün birebir karşılığı olan “eşkoşucu”yu ve şirk eyleminin adı olan “eşkoşma”yı birleşik yazmayı seçiyorum. Eylem olan eş koşmanın bileşik yazılıp yazılamayacağından emin değilim, bu yüzden ayrı yazıyorum. Kuran’dan söz edenlerimiz Arap hayranı ve kendi kültürlerine yabancı oldukları için bu konuda kural olmuş, yaygın bir uygulama yok. Nasıl yazarsanız yazın, bunu düşünerek, bilerek ve kanıta dayalı olarak yapın. Rastgele iş yapmayın.

 

Bir Cevap Yazın