Bu yazımı Dinden Boşalan Yer… ve Hobi Olarak… yazılarıyla birlikte okumanızı tavsiye ederim. Bu yazı aynı zamanda Eş Koşma Örnekleri yazısının devamıdır.
Sözcük Anlamı
din
Ar. d³n 1. a. dinb. Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet: Her dinin mabetleri bütün müminlere açıktır. (TDK Güncel Türkçe Sözlük)din
İng. religion 1. İnsanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelmeleri olgusu. (TDK Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü)din
[Lat. religio İng. religion; Fr. religion; Al. religion] İnsan varlığının yaşam ve tecrübelerinin üç temel boyutuyla ilgili sorulara, belirli özellikleri olan bir Tanrı kavramıyla yanıt getirmeye çalışan inanç sistemi. (Felsefe Sözlüğü Ahmet Cevizci Paradigma Yay, 1999)
din
Tanrısallığa yönelik belirli tapınma usulleri. İnsan ruhunu doğaüstüne yönelten ve Tanrı’yla ilişkiye koyan inanç etkinliği. Tanrısallık fikri ya da duygusu çerçevesinde bir toplumun benimsediği dogmalar ve uygulamalar toplamı. (Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğü, Bulut Yay, 2004)
religion
Bir tanrıya veya tanrılara inanç ve kilise veya tapınak gibi bir binada dua etmek gibi bu inançla bağlantılı etkinlikler. (Collins İngilizce sözlükten benim çevirim; collinsdictionary.com)
Kökenbilim sözlükleri İngilizce religion sözcüğünün kökeninin Latince religio olduğunu bildiriyorlar.
Religio
- Yükümlülük 2. Tören /ayin 3. Yaptırım (Latince-İngilizce sözlükten benim çevirim; latin-dictionary.net)
Religio
Vicdan, doğruluk duygusu, ahlaki yükümlülük, görev (Tufts Üniversitesi’nin çevrimiçi Latince-İngilizce sözlüğünden benim çevirim; perseus.tufts.edu)
Latince sözlükleri religo sözcüğüne karşılık olarak bağ, bağlantı karşılığını veriyorlar. Elimizdeki bilgiye göre religio, religodan türemiş olmalı. Yukarıdaki Türkçe ve İngilizce tanımlarda, sözcüklerin denk olduğu öne sürülmesine karşın Latince tanıma bir benzemezlik var. Arapça din sözcüğüne baktığımızda daha da ilginç bir durum ortaya çıkacak. Arapçadaki din sözcüğüyle ondan türeyen Türkçe din sözcüğü (ki yukarıda görüldüğü üzere İngilizcesine denk) arasında ciddi bir fark var. Bu farkı anlamak için önce Arapça kökenli Türkçe sözcüklerin anlamlarının, Arapça orijinallerine denk olmadığını bilmek gerekiyor. Meallerde gördüğümüz ahiret, akraba, amel, ayet, cemaat, din, dua, dünya, gafil, gazap, gusül, hasenat, hayır, ibadet, ilim, iman, kaza, kıyam, melek, nefis, nimet, rıza, rüku, sabır, sadaka, secde, selam, şeytan, şükür, takva, tevekkül, tövbe, yetim, zekat, zikir, zulüm gibi pek çok sözcüğün Arapça orijinalini Kuran’da buluyor olmamız, bunları Türkçe benzerleriyle değiştirebileceğimiz anlamına gelmez. Sözcüklerin anlamı dilden dile geçerken değişir. Bu temel gerçekten habersiz kalarak çeviri yapılamaz, meal yazılamaz, yabancı dildeki metinler yorumlanamaz. Cengiz Özakıncı’nın Dil ve Din kitabında bu durum bütün açıklığıyla bilimsel olarak anlatılıyor. Kuran çalışan her Türkün bu kitapta anlatılan konuları, denk olmama durumu da dahil, iyice anlaması gerekiyor.
Şu örneği inceleyelim:
Yoksa Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? 42:21 (DİB çevirisi)
Hiçbir Türkçe Kuran çevirisinde ayetin orijinalinde geçen din sözcüğünün dinden başka bir karşılıkla çevrildiğine rastlamadım. Arapçanın sözlükleri “din”i nasıl tanımlıyor, bakalım:
Lane sözlüğü (Arapça – İngilizce)
adiinuh (A-D-Y-N-ta, çekimli eylem): “Ona hizmet ettim.”
el din (ad): Borç, boyun eğme durumu, dinsel yasa…
Hans Wehr Çağdaş Arapça Sözlüğü (Arapça – İngilizce)
din (eylem): 1. Borç almak, borçlu olmak, yükümlü olmak, boyun eğmek, bağıtlanmak… 2. Dinini /inancını söylemek /anlatmak.
el din (ad): Borç, yükümlülük.
Müfredat (Çıra Yayınları, Türkçe çeviri)
din: Borç, boyun eğmek…
almaany.com (Arapça – İngilizce)
el din: Din, inanç, borç, yükümlülük, boyun eğme.
Tıpkı zikr ve sadaka sözcüklerinde olduğu gibi, sözcüğün inanç anlamının Kuran’ın Arap coğrafyasında yayılmasından sonra kullanıma giren bir terim anlamı olduğu anlaşılıyor.
TDK sözlüğündeki tanım da hemen hemen aynı. Bakın, aslında bu tanımın içinde Arapça din sözcüğünün Kuran’daki anlamına yakın iki sözcük bize göz kırpıyor: Düzen ve ülkü. Düzen dediğimizde bu bağlamda hepimizin aklına kapitalizm, demokrasi, dikta, endüstri uygarlığı, anayasa gibi kapsayıcı şeyler gelir, değil mi? Peki Allah’ın dini (düzeni) bunların bir alt kümesi, şubesi, bileşeni olabilir mi?
Ülkü sözcüğünde de aynı uyuşmazlık var. Fransız’ın “ideal” dediği ülkü, düşünülebilen son amacı anlatır. Ulaşılması umulan son noktaya erişmeye çalışmak fikrinin kapsamadığı bir konu var mıdır? Toplumların düşünebilecekleri son amaç dirliği sürdürmektir. Kişilerin düşünebilecekleri son amaç sonsuz yaşamdır. Her ikisi de Kuran’da bulunur; altı yüz sayfa boyunca ahlaksız toplumlar yeryüzünden silinmekle, ahlaksız insanlar da sonsuz ateşle tehdit edilirler.
Yukarıda Latince religion tanımı ile Arapça din tanımının neredeyse bire bir örtüştüğü dikkatinizi çekmiştir. İkisi de yükümlülüktür. Ne var ki çağdaş dillere gelindiğinde yükümlülük tanrısal, metafizik bir şeylere dönüşüyor. Burada bir yanlışlık var. Birden fazla ve büyük yanlışlıklar var.
Kuran’da din, yükümlülük anlamında kullanılmıştır. Sözlükler bu karşılığı doğrular. Ayetlerde din gördüğümüz yere yukarıdaki TDK ve felsefe sözlüklerindeki anlamıyla Türkçe din koyduğumuzda ayetlerin tutarsızlaştığını, anlamsızlaştığını görebiliriz. Lütfen birkaç dakikanızı ayırıp bunu yapın.
Borçlanma hukukuyla ilgili 2:282 ayetinde “birbirinize bir borçla borçlandığınızda” ifadesi aslında “birbirinize bir din ile (bi dinin) dinlendiğinizde (tedeyentum)” biçimindedir. Bunu borç diye, geri kalan hepsini din diye çevirmenin bilimsel bir tabanı yoktur. Hepsi aynı yazılıyor. Osmanlı borçlarının haczini yürüten kurumun adı Düyunu Umumiye’dir (=Genel Borçlar). D-Y-N’nin en doğru karşılığı borç veya daha genel çevirisiyle yükümlülüktür. Arapça din sözcüğüne Türkçede din veya Batı dillerinde religion karşılığı vermek yanlıştır.
Konuyu “uzmanlarına” sorunca elimize bir şey geçmiyor. Diyanet Vakfı’nın İslam ansiklopedisi, Arapça din sözcüğüne öncelikle itaat ve yargı (hüküm) karşılıkları veriyor. Böylece TDV’nin İslam ansiklopedisinin Arapça din sözcüğüne yanlış karşılık verdiğini de görmüş olduk. Bir de seküler hukukun din sözcüğüne ne karşılık verdiğine bakalım.
Religion
Çoğunlukla yüksek bir varlığa inanmayı içeren ve çoğunlukla ahlaki kurallar dizisi içeren inanç ve tapınma sistemi… (Bryan A. Garner, Black’s Law Dictionary, 1999 baskısı; ABD’nin en çok satan hukuk sözlüklerinden biri, benim çevirim)
Türkçenin sözlüklerinde görülen durum burada da gözleniyor. Ahlak, yükümlülük, yasa, düzen kavramlarına teğet geçmekle birlikte güncel din tanımları doğaüstü, fizikötesi ve inanç kavramlarına yoğunlaşıyor. İşte zamanla değişmiş olan ve algımızda ikilik yaratan bölüm burası.
Kimin hangi sözcüğe ne karşılık verdiği önemli çünkü bir dine bağlı olma, din özgürlüğü, dinsizlik gibi kavramlar buna göre biçimleniyor. Sözcüklerle konuşmakla kalmayıp sözcüklerle düşünüyoruz. Latincede bağlılık olan religodan türeyen religio, İngilizce, Almanca ve Fransızca’da aynı kavramın kökeni. Bu kavrama bugün verilen anlamın bağlılıkla bir ilgisi kalmamış, başka bir şeye dönüşmüş. Erken dönem Hristiyanlığın Aziz Augustine’inin Latince yazdığı kitap De Vera Religione’yi, İngilizce’ye On True Worship diye çeviriyorlar, yani Gerçek Tapınma. Türkçedeki ibadet sözcüğünün yakın zamanda geçirdiği değişime benzer ama çok daha eskiye dayanan bir değişim.[1] İlginçtir, İngilizce sözlüklerde religionun karşısında bulduğumuz faith sözcüğü bugün hem sadakat, hem de inanç anlamına gelir. Yani dini anlatmak için kullandıkları ikinci sözcüğün de anlamı kaymış ve toplumsal bir kavramı anlatan bir sözcük bireysel, duygusal bir durumu anlatır olmuş.
Batı’nın kafasındaki kavramların geçirdiği değişimi anlamayınca Aydınlanma ve modernleşme sürecini anlamıyoruz. Kuran’ın din dediği şeyin ne olduğunu anlamayınca Kuran’ı da anlamıyoruz. Bu yazıda bugün kullandığımız din – religion kavramının yersizliğini, belirsizliğini ve işlevsizliğini göstereceğim. Din sözcüğüyle düşünmek işimize yaramıyor. Kavramları yerli yerine oturtmamız ve berrak düşünmemiz gerekiyor.
Kavram
Batılı kaynakların yüzyıllardır religion olarak sınıflandırmaya çalıştığı olgunun tanımı son kertede belirsizdir. Batılı, yeryüzünü ve kendisinden olmayanı keşfederken (hepimizin yaptığı gibi) kendinde olan kavramları ve adları kullanmış. Keşfettiği toplumların tinselliğini, yani anlam dünyasını da kendisindeki benzerleri olan Hristiyanlık ve Yahudilikle karşılaştırarak adlandırmaya ve sınıflandırmaya çalışmış. Sonra bunları yan yana koyup aynı cinsten olan şeyler sepetine atmış. Adını da religion koymuş. Budizm bir öğretidir, Hristiyanlığa ve Yahudiliğe benzemez. İçinde Tanrı kavramı yoktur. Ama içinde ahlakla ilgili bölüm olduğu için Hristiyanlığın veya Yahudiliğin Uzak Doğu’daki dengi sayılmış ve religionlardan bir religion olarak aynı sepete atılmış.
Batı, Rönesans’a gelindiğinde İslam’ı az çok biliyordu. İslam belki Hristiyanlıkla ve Yahudilikle çok fazla benzerliği olması nedeniyle onlar için aynı sepete atılabilirdi. Coğrafi keşifler ve sonrasındaki sömürgeleştirme sırasında kendininkine hiç benzemeyen yaşam biçimleri olduğunu öğrendi. Farklı toplumların zihninde kendinde yer almayan kavramların olduğunu da gördü. Bunları kendi bildiği kavramlarla karşılamaya çalıştı. İnsanlara egemen olan görünmeyen benliklerden söz edildiğini görünce kendi kültüründeki benzerinden yola çıkarak bunlara “tanrılar” dedi örneğin. Kendi kültüründe tanrı kavramının sahibi olan bir kurum olduğu için kafasında “Tanrı’yla ilgili şeyler” kategorisi vardı. O toplumlarda da öyle olmalı diye düşündü. Ve o türden şeylere religion deyip Hristiyanlık, Yahudilik, İslam sınıfından bir varlık kategorisi biçti onlara. Kaldı ki Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam üçlüsü bile aynı kategorinin üç örneği değildir; birbirlerine işlevsel olarak denk değillerdir, nerede kaldı bütün kültürlerde denklerini aramak…
Görünen o ki bu bir çırpıda olmadı, zamana yayıldı. Çünkü Hristiyan toplumların Hristiyanlığa “dinlerden bir din” demesi zaten Reform’da başlar. Çünkü Reform, Protestanlığın ortaya çıkıp Hristiyanlığın yüzlerce mezhebe, yani bağlılığa, yani “religio”ya bölünmesi sürecidir. Bağlılık kök anlamı böylece zamanla çok kabaca “tanrısal şeyler falan” anlamına indirgenir oldu. Bugün vardıkları (ve bize de bulaştırdıkları) noktada din /religion deyince adamların akıllarına bu geliyor.
Aydınlanmacı düşünürlerin sekülerliğin adını koyması veya bir anlamda icat etmesi de “dinler” diye bir varlık sınıfının türetilmesinden sonra oluyor.
– Önce “dinler” diye bir sınıf türetti.
– Birbirine benzemeyen toplumsal olguları bunun içine atıp bayram şekeri sepetine döndürdü.
– Sonra bu birbirine benzemeyen olguların ortak yönünü “varlığı kanıtlamayan şeyler” olarak tanımladı. Kısaca hurafeye denkledi.
– Sonra da “Ben hurafeden kurtulup kendime bilimin ışığıyla yeni bir yol çizeceğim!” deyip “dinler” sınıfını reddetti. Bunun adını da sekülerlik koydu.
Hobbes ve Spinoza gibi düşünürlerin yalnızca Katolikliğin ve Protestanlığın değil, “bütün dinlerin” din adamlarının sömürüsü aracı olarak uydurdukları gerçekdışı masallar olduğu genellemesi –ki bütün tanrıtanımazların varsayımı olmuştur– yukarıdaki sürecin sonucudur. Bütün dinler diye bir sınıf hiç olmadı ki, neyi genelliyorsun?[2]
Burada çok kabaca ve basitleştirerek özetlemeye çalıştığım bu süreçte seküler düşünür, din olarak tanımladığı şeyin içinde ahlaki öğretinin kendisinin ve gerekçesinin olduğunu görmedi veya görmezden geldi. Batılı kafasında bunca zaman sonra bile hala çok yer kaplayan Kitabı Mukaddes, ahlak öğütleriyle doludur. Ama seküler düşünür Kuran’ın eleştirdiği şeyi yaptı[3] ve Nuh tufanı, denizin yarılması, kaburga kemiği gibi bahanelerle bütün kitabı ve dolayısıyla içindeki ahlakı da çöpe attı. Batılı kafa, tıpkı kendi tarihini bize “dünya tarihi” diye okutmaya çalışması gibi, “dinler” varlık sınıfı oluşturarak bütün toplumları o varlık sınıfındaki ahlak öğretilerini çöpe atmaya çağırdı. Çağırıyor. Çağıracak.[4]
Ne var ki insan ahlaksız var olamaz. Kitabı Mukaddes’i çöpe attıysanız yerine bilmeden, istemeden de olsa yenisini koyarsınız. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğuna bir biçimde karar vermek zorundayız, öyle değil mi? Nitekim üzerinde birleşilen ahlak öğretisini çöpe attığınızda yolunu şaşırmış tavuklara dönersiniz. Bugün Batı’da cinsiyetin doğuştan gelmeyen bir şey olduğunu söyleyen var. Hayvanların insanlara denk olduğunu söyleyen var. İnsanların zihinlerini bilgisayarlara yükleyip sonsuza dek yaşayabileceklerini söyleyen var. İnsan türünün sona erdirilmesi gerektiğini söyleyen var. Daha bir sürü manyakça fikir var ve hepsi ahlaki çıpanın, insanın var oluşuna anlam veren öğretinin yitirilmesinden kaynaklanıyor. Çöpe atılanın yerine yenisi koyulmaya çalışılıyor ama üzerinde uzlaşılan nesnel gerçek yittiği için herkes kendine göre bir gerçeklik uyduruyor.
Aydınlanma sonrası Batılı düşünür ve bilimadamının religion olarak oluşturduğu varlık sınıfı zorlamadır. Böyle bir varlık sınıfı yoktur. Tanınmış karşılaştırmalı dinler profesörü Wilfred Cantwell Smith’in bu konuyu sorgulayan ünlü Meaning And End Of Religion kitabında çok sayıda örnek var.[5] Örnek olarak Eski Yunan’da religionun karşılığı yok. Tanrı veya tanrılar var ama din yok. Eski Mısır da öyle… Persler ha keza… Eski çağın Dicle-Fırat uygarlığında da yok… Azteklerde de yok…[6] Eski ve modern Japonya’da din kavramının karşılığının hiç olmaması pek çok Batılıyı şaşırtan bir şey, çok yazılıp çiziliyor. Böyle olduğu halde Şinto’yu “dinlerden bir din” sepetine atmakta diretenler var.
Hristiyanlık bile “dinlerden bir din” sınıfına girmiyor. Basılmış altı yüz kitabın adlarında geçen Christian, faith ve religion sözcükleri taranarak oluşturulan bir grafik, din kavramının türeyişini görselleştiriyor.[7] Gördüğünüz gibi, 16. yüzyıla dek yalnızca faith sözcüğü görünürken zamanla yerini religiona bırakıyor. Sonra Hristiyanlık da bu sınıfta bir birim olarak anılmaya başlanıyor. Yani Hristiyan kalabalığın kendini Hristiyan olarak tanımlaması çok yeni bir şey!
Yahudiler zaten tarihsel olarak Yahudiliği “dinlerden bir din” olarak kabul etmemekte diretmişler. Bir “inanç sistemi” olarak da tanımlamıyorlar. “Yahudiliğe geçiş” veya “Yahudilikten çıkma” gibi kavramları kabul etmemelerinden belli. Pek çok kitapta bunun izini görmek olanaklı.
Hristiyanlıktaki dönüşümün bir benzerinin bizdeki izini de sürebiliyoruz. İslam’da Modernleşme kitabının yazarı toplumbilimci Bedri Gencer, “bildiğim kadarıyla klasik dönemde başlığında İslam geçen bir kitap bulmak mümkün değil” dediği kitabının Dinden İdeolojiye bölümünde benzer saptamalarda bulunuyor. Batı’nın Müslümanlar üzerinde artan egemenliğini yalnızca silah ve teknoloji olarak anlamak büyük bir yanılgıdır. Müslümanlar farkında olmadan birer Batılı gibi düşünmeye başlamışlar. Modern zamanlarda sekülerliğin bir norm olarak algılanması, Müslümanların kendilerini Batılı gözüyle tanımlamaya çalışmalarına neden olmakla kalmamış, onları İslam’ı seküler demokrasinin mahkemesinde savunur duruma düşürmüş.
Smith’in kitabında Gencer’in doğru bildiğini gösteren bir taramaya da yer veriliyor.
Smith’e göre İslam teriminin somutlaşması, eleştiriye ve saldırıya karşılık vermek üzere yapılan savunmaların doğrudan sonucu. Smith düzen anlamına gelen nizam sözcüğünün 20. yüzyılda yaygınlaştığını söylüyor. Kuran’da bu sözcüğün geçmediğine dikkat çekerek eskiden kullanılıp kullanılmadığının merak konusu olduğunu bildiriyor. Eğer bu gerçekten 20. yüzyıla özgüyse bunun nedeni, İslam için düzen sözcüğünü kullananların başından beri sözünü ettiğim kavram kaymasının farkında olup doğru sözcüğü seçmeye çalışmaları olmalı. Çünkü Arap dünyasında bile tuhaf bir biçimde din deyince yükümlülükten başka bir şey anlaşılmaya başlanmış. Düşünün, İslam Ansiklopedisi, yazının girişinde özetlediğim yanlış karşılıkları Arapça yayınlardan alıyor!
Din diye analitik bir varlık sınıfı olmadığını öne süren bir başka yazar Timothy Fitzgerald, The Ideology of Religious Studies kitabının başında religion kavramının belirsizliğini ve herkesin kendine göre tanımlamasını tartışıyor.
“Din alanında çalışan akademisyenlerin yayınlanmış çalışmalarında din teriminin totemler, hiyerarşi ilkesi, Noel pastası, cadılık, mutlak gerçeklik, insan hakları, ulus bilinci, Marksizm, Freudculuk, çay töreni, doğa, ahlak vb. birbirine benzemez kurumları anlatmak için kullanıldığını görür. Bunların hemen hiç ortak yönünün olmadığı ortadadır. Her biri bayağı özelleşmiş özgül kültürel bağlamlarda yorumlanması gereken kurumlar ve ideolojilerdir. […] Bir başka deyişle, tanrıbilimsel bağlamda olmaksızın ‘dinden’ söz ettiğimizde aslında kültür hakkında konuşuyoruz; sözcüğü ortaklaşa onaylama yoluyla anlam kazanan törensel kurumlar anlamında kullanıyoruz.”[8]
Fitzgerald din sözcüğünün hiçbir şey anlatmadığı, daha doğrusu başka sözcüklerin zaten anlattığı şeylerin yerine kullanılan işlevsiz bir sözcük olduğu sonucuna varıyor. Kitapta Amerikan yerlilerini araştıran bir bilimadamından alıntı var. Doğru tahmin ettiniz, Amerikan yerlilerinde de din sözcüğünün karşılığı yok… Yerlilerde doğal ve doğaüstü olanın ayrımı bulanık.[9]
Modern Batılının religion olarak tanımlama eğiliminde olduğu şey aslında törensel davranıştır. Pek çok antropologun din sözcüğünü tören (İng. ritual) anlamında kullandığını gözlemek kolaydır.
Eski Türklerin sözlerinde din benzeri bir sözcük aradığımızda en yakın bulduğumuz kavram töredir. Töre sözcüğü bugün hala kullanılır ancak geçirdiğimiz düşünsel değişimler sonucunda artık ahlakın bütünü için değil, bir bölümü için kullanır olmuşuz. Ve eşkoşucu basının “töre cinayeti” benzeri olumsuzlama çabaları sürerse bu anlamı da yitecek ve hepten kötü bir şeye dönüşecek. Töre, yaşamanın yasasıdır. Yani Arapça dinin Türkçesidir. İstisnasız her toplumun dini olduğu gibi İslam öncesi Türklerin de dini vardır; töre derler.
Kitabı Mukaddes’in Türkçe çevirilerinde de din sözcüğünü göremiyoruz. Bu kavramı anlatan sözcük yasa diye çevriliyor.
Kavramları yerli yerine koyunca tanrıtanımazların ve Kuran karşıtlarının “dinler şöyledir, böyledir” önermelerinin hepsinin de yanlış ve duygusal kaygılarla dikkatsizce yapılmış genellemeler olduğunu da görmüş olduk. Bir sonraki yazıda Aydınlanma sürecinde Hristiyanlıktan “özgürleşen” Batı’nın onun yerine ne koyduğunu irdeleyeceğim.
[1] Sözcüğün Kuran’daki ve güncel Türkçedeki anlamını Arapça Sözcük Denkliği ve Anlam Kıyımı https://gerceginkitabi.com/2017/05/15/arapca-sozcuk-denkligi-ve-anlam-kiyimi/ yazımda irdeledim.
[2] Ayrıca Kuran’ı doğru düzgün okumadın ki, Kitabı Mukaddes’ten farkını anlayasın?
[3] O, Kitap’ı sana indirmiştir. Onun ayetlerinin bir bölümü açık ve kesindir; onlar Kitap’ın anasıdır. Diğerleri de açık ve kesin olmayanlardır. Yüreklerinde sapma olanlar karışıklık çıkarmak ve ona olmadık anlamlar yüklemek için, açık ve kesin olmayanların (teşabehe) ardından giderler… 3:7
[4] 2:105,109,120, 3:69,72,78,98-106, 4:44, 5:49,57,64, 9:34…
[5] Wilfred Cantwell Smith, Meaning And End Of Religion (Dinin Anlamı ve Sonu), Signet and Mentor, 1964, s.54.
[6] Smith, s.53-54.
[7] Smith, s.266’da grafiğe temel oluşturan matematiksel değerler veriliyor.
[8] Timothy Fitzgerald, The Ideology of Religious Studies (Dinsel Çalışmaların İdeolojisi), Oxford University Press, 2003, s.17.
[9] Fitzgerald, s.81-82.