Birkaç yıl önce bir Kuran çalışkanıyla kısa bir söyleşim olmuştu. Beni arayıp “Bu çalışmalar nereye varacak, uygulamaya nasıl geçeceğiz, yaşamımızda nasıl bir değişiklik yapacağız, nereden başlayacağız, ilk adım ne olmalı” gibi sorular sordu. Kendisi gibi tektanrıcılarla komşu olmak, çocuklara aynı öğretmenden özel ders aldırmak, kredi yerine geçecek bir yardım hesabı oluşturmak gibi şeylerden söz ettim. Yaşı ilerlemiş olanlar emeklilik projelerini birleştirebilir, nüfusu azalan bir köyün tamamını veya bir bölümünü satın alarak o köyde kendi kurallarına göre yaşamaya başlayabilirler örneğin. Hatta alışverişi birlikte yapmak, temiz satıcıdan almak, tektanrıcı çiftçiden doğrudan almak gibi çok basit işlerden başlanabileceğini söyledim. Bu önerileri beğenmemiş olacak, bir daha aramadı. Bunlar ona “dinsel” gelmediği için mi beğenmedi, yoksa çok küçük adımlar olduğu için mi burun kıvırdı bilmiyorum. Yine de en küçüğünden başlayarak atılabilecek adımları sesli düşünmekte yarar görüyorum.
İyiliğin dinîsi, dünyevisi olmamalı. Önceliklerimiz var elbette. Ev yanarken yaşlı teyzenin alışveriş çantası taşınmaz. Bugünlerde ülkenin politik geleceği tehdit altındadır. Para ve üretim sistemlerinin benzersiz bir krize girmesi an meselesidir. İnsanları ahlaka, Allah’a çağıran bir sağduyu girişimi hâlâ ortaya çıkmamıştır. Evimizin yanması birinci önceliğimiz gibi görünüyor. Ancak söndürmek sizin boyunuzu aşıyor olabilir. Bu konularda adım atacak güce sahipseniz zaten büyük olasılıkla bu sayfayı okumazsınız. Kötülüğün bolluğu, yapılacak iyileştirmeler konusunda da bir seçenek bolluğu yaratıyor. Öncelikleri de gözetmek koşuluyla.
Bunların çoğu yalnızca kendini Müslüman sayanlar için değil, hangi “din”den olursa olsun herkes için iyi yöne atılabilecek adımlardır. Eğer Müslümansanız Kuran’ı bilme ve bildirme göreviniz saklı; onun zorunlu bir iyilik projesi olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Akıl akıldan üstündür. Bunları çok önemli fikirler olduğu için değil, belki birinin aklında başka bir kıvılcım çakmasına vesile olur düşüncesiyle paylaşıyorum.
Müslüman avukatların yapacakları çok iş var. Yalnızca ilk aklıma gelen bir kaçını yazacağım. Oğlanların sünneti bu ülkenin yasalarına aykırıdır. Bu aykırılığın düzelmesi için yasanın uygulanıp sünnetin yasaklanması veya yasanın değişmesi gerekiyor. Çok dar kapsamlı ama sonuçları bakımından kapsamını aşacak bir etkiye sahip olur. Çünkü bu çelişki gösterilebilirse yasal düzenimizdeki (=dinimizdeki) ikiyüzlülüğü, şaşırmış kıblemizi açığa vuracak. Ayrı bir proje olarak evlilik mevzuatını, borç mevzuatını, ticaret yasasını Kuran’a uyumlu yapacak yasa değişiklikleri hazırlanmalı. Hemen meclise sunulup 550 oyla reddedilsin diye değil. Ama bir yerde bulunsun, tartışmalara ve arayışlara bir başlangıç ve referans noktası olsun diye. Veya daha basit bir proje, Türkiye’deki bütün cinsiyetçi yasaların bir derlemesini hazırlamak olabilir. Basının bizi inandırmaya çalıştığı gibi Türkiye’de kadınlara yönelik bir dışlama yok. Yasanın dışlaması ve sömürüsü erkeklere yöneliktir. Üniversitenin ve basının hipnozu altındaki çoğunluk bu gerçeğe ayıkmaz. Basın demişken, bu ülkede basının işlediği suçların bir derlemesini yapmak da müthiş bir proje olabilir. Gerçi ansiklopedi gibi elli cilt olur herhalde. Zenginler nasıl hesap verecekler; onca işsiz gazeteci var ülkede, bunlardan küçük bir takım kurup bu çalışmayı yaptırmıyorlar.
Yabancı dillerdeki iyi kitaplar taranıp Türkçeye çevirtilip internete salınabilir. Bu da bir takım işi. Böyle işlerin etkilerini kişi sayısına göre değil, yaratılacak etkinin olası büyüklüğüyle değerlendirmek gerekir. İki, üç öğretim üyesine, bir avuç Kuran çalışkanına sunulmuş bir olanak, laf olsun diye milyonlarca kez izlenmiş ve kimseyi harekete geçirmeyecek bir videodan daha değerlidir. Sci-Hub sitesi bu konuda örnekliğimiz olmalıdır. Bu site fahiş fiyatlara satılan bilimsel makaleleri ücretsiz olarak getiriyor. “Korsan” olmak şart değil; araştırmacıların ulaşmak isteyip Türkiye’de bulamadığı, getirtemediği kitapları yurtdışından bulup, satın alıp çok düşük fiyatlarla teslim eden bir girişim de olabilir.
Kitaplara, filmlere, müzik yapıtlarına ve oyunlara ahlaki değerlikleri bakımından not veren bir topluluk oluşturulabilir. Bu tıpkı film ve müzik ürünlerini yaşa göre sınıflandırılan Batılı kurumların mantığıyla çalışacak. Bizde RTÜK’ün televizyon programı sınıflandırmalarına benzetilebilir. Bu iş gönüllü yapılacak. Ürünler, tüketicisini kötülüğe veya iyiliğe çağırıyor olmasına göre, içeriğinin teknik niteliğine bakılmaksızın eksi veya artı puanlarla derecelendirilecek. Topluluk üyeleri, karşılarına çıkan her ürünle ilgili topluluğun önceden belirlediği ölçütlere ve şablona göre kısa bir rapor yazacak ve notlarını bir internet sitesinde paylaşacaklar. Böylece bu ürünleri kendisi veya sevdikleri için kullanmayı düşünenler kendi toplam “skorlarını” tutabilecek, nasıl bir şeye maruz kaldıklarının hesabını yapabilecek, kötülükten olabildiğince kaçınmaya yöneltilmiş olacaklar. Not verme işi, reklamlarının ahlaki içeriğine göre bütün ürün ve hizmetlere de yansıtılabilir. “Bu süpürgenin reklamında şu tür bir ahlaksızlık aşılandı, eksi beş puan.” Benzer bir girişim hazır gıda ürünleri için de örgütlenebilir. “Gıda Dedektifi”nin tek başına ve biraz da sakarca yapmaya çalıştığı şey sistemli bir çabaya dönüştürülmeli. Hepsi birbirinin aynısı olan arabaların çarpma güvenliklerine kılı kırk yararak not vermeyi akıl eden çoktanrıcı sistem, konu ahlak olunca Cin Ali zekasına bile erişemiyor.
Tektanrıcı bir Türkiye’nin lise müfredatı ana çizgileriyle oluşturulabilir. Eğitimden anlayanlar ve konu içeriklerini bilen Müslüman gönüllüler kafa kafaya verip yeni bir ders içeriği oluşturmalılar. Örneğin ben eleştirel düşünme (soru ve merak eğitimi, Sokratik diyalog, dengeli kuşkuculuk), bilgi edinme yöntemleri (kitap, ansiklopedi, bilimsel makale, internet, doğrudan sorma), toplumsal sözleşme ve devlet (yurttaşlık bilgisiyle kısmen örtüşür), örgütlenme bilinci (iletişim, model düşünme, örgütlenme tarihi), toplumsal/sivil tarih (devlet tarihi değil), endüstri tarihi, Yahudi tarihi, Türk soykırımı, ahlak (tektanrıcılık ilkesi, sağkalımla ilgisi), beslenme, ev onarımı derslerinden oluşan bir tamamlayıcı müfredat düşünüyorum. Hiç uygulanmayacak da olsa yayınlanmalı, esin kaynağı ve ufuk açıcı bir başvuru kaynağı olarak bir kenarda bulunmalı. Ama kenarda durması şart değil. Okula ek olarak bu içerikte bir kurs hazırlanabilir, dileyen ana-babaların çocuklarına verilebilir. Bu yapılamıyorsa çocuklara şuradaki kitaplar okutulabilir, hiç değilse bugün okutulanlardan iyidir.
Tek kitaplık proje. Mustafa Yıldırım’ın Sivil Örümceğin Ağında kitabındaki bilgiler, şurada bir benzerinin görüldüğü gibi görsel bir ağa dönüştürülebilir. Bu kitap aslında ansiklopedi gibi bir başvuru kaynağı olabilir. Örneğini vereyim. Diyelim “İnanç Özgürlüğü Girişimi” adında ne olduğunu merak ettiğimiz bir varlık türedi. Önce kitapta doğrudan arıyoruz. Yoksa, hemen sitesinde imzası bulunan Mine Yıldırım’ın biyografilerini, iş bağlantılarını internette arıyoruz. Bianet ve Eğitim Reformu Girişimi adları karşımıza çıkıyor. Böylece Yıldırım’ın Tekfen, Zorlu, Vodafone, Elginkan, Borusan, Aydın Doğan, TESEV, Üstün Ergüder ve Açık Toplum Vakfı ile organik bağlantılarını buluyoruz. Bunların ne olduklarını çoktan bilmiyorsak Mustafa Yıldırım’ın ansiklopedisinde tek tek arıyor ve Mine Yıldırım’ın ağdaki yerini saptıyoruz. Kitaptaki bilgiler güncellenip genişletilerek bir telefon uygulamasına bile dönüştürülebilir. Ne olduğunu merak ettiğiniz kişiyi veya kurumu yazıyorsunuz, size Tağut’un ağındaki konumunu gösteriyor. Sponsor olunacak, devrim yapacak cep telefonu uygulaması budur.
Tercihen birbirini tanıyan bir grupta biçimselliği bakımından altın gününü andıran iyilik döngüleri başlatılabilir. Sözgelimi biri, ötekinin bir gereksinimini karşılıksız giderecek. Ama iyiliği alan kişi, veren kişiye değil, gruptaki başka bir kişiye iyilik yaparak karşılığını ödeyecek. Zincir, arkadaş öbeğinin hepsini dolanarak ilk iyilik yapana geri dönecek. İşler yolunda giderse ikinci, üçüncü kez döndürülebilir. Veya hiç durdurulmayabilir. Edinilen deneyim ve karşılıksız vermenin kişilerde yarattığı doyum ister istemez tartışılacak, zihinler açılacaktır. Her bir üye iyilik/yardım edilecek kişiyi seçmeye çalışırken yaşamdaki önceliklere, ödeme kolaylığına, seçim yapma ölçütlerine ve yöntemine kafa yoracak. İyilik etmek için iyilik istenmesi beklenmeyecek. Talep edilmediği halde “Bu kişiye nasıl yararım dokunabilir?” diye düşünme deneyimi edinilecek. Daha birçok konunun üzerinde düşünülecek çünkü bir doğruyu deneyimlemek, o doğruyu öğüt olarak dinlemekten çok farklı bir boyuttur. Kuran’ın neyi neden buyurduğunu uygulamayla öğrenmiş olmak, bilmeksizin ona uymaktan çok farklı bir kulluk düzeyidir. Edinilen yararlara tanık olunacak. Demek ki Allah’ın insan için yararlı olmayan hiç bir şeyi buyurmayacağına bir kez daha tanık olunacak. Sistemin toplum bireyleri üzerinde nasıl bir karşılık ödeme (Ar. şükür) baskısı yarattığı, karşılık ödemenin nasıl zor bir iş olduğu ama belki sonraki denemelerde nasıl kolaylaştığı görülecek. Tarifeye ve matematiksel denklik koşuluna bağlanmamış alışverişlerin yarattığı bağımsızlık, sevilme, kıvanç, Tanrı tarafından besleniyor olma gibi duygular yazılacak, çizilecek belki. Kolaya kaçanlar olursa bu davranışın sonuçları gözlenecek. Başarısız bile olunsa bu gözlemden yola çıkarak, çekirdek Müslüman toplum oluşturmakta kullanılacak paha biçilmez bilgiler elde edilecek. Grubun ufku genişleyecek. Belki aklıma gelmeyen fikirler üretilecek, sistemler kurgulanacak. Belki benim öngöremediğim yararlara tanık olunacak. Hatta belki zararlara tanık olunacak ve Kuran’ı yanlış anladığımızı fark edeceğiz. Veya Kuran’ın doğru söylemediği anlaşılacak; reddedeceksek de bilerek reddedeceğiz! Bunların somut yararlar olmadığını düşünenin zaten ne Kuran’la ne de elçilerle işi olur. Modern çağa gelene dek insan toplumları temel olarak bu hediyeleşme ilkesi ile ayakta duruyordu. Bu deney yok olmak üzere olan seküler endüstri uygarlığının düşünsel koşullandırmasının dışına çıkabilmek için iyi bir fırsat olabilir. Zumbara gibi internet üzerinden yabancıların yardımlaşabileceği girişimler de denenebilir. Eisenstein’ın Kutsal Ekonomi kitabının ilgili bölümü okunabilir. Kurumsal gönüllü işler arayacaklara küçük bir uyarıda bulunmalıyım. Gönüllülük piyasasının gelişmemiş olmasından yararlanmak isteyen Batı güdümlü STK’lar (ör. Sorosçular) gençlerdeki gönüllülük açlığını doyurmayı kendi dinlerini benimsetmek için bir fırsat biliyorlar. Bunlara bulaşmayın demiyorum ama ancak iyi bir amaç için, görmek ve öğrenmek için, sınamak için, deneyimlemek için yaklaşın. Kötü işlerde yardımlaşmak yasaktır.
Kimya bilenler herkesin anlayacağı dilden kimya anlatıp, video yapıp, adını da “tüketici kimyası” koyabilirler örneğin. Böyle bir şey gerekli. Çünkü kimse misal VOC’un ne olduğunu bilmez. Veya kozmetik ürünlerin içeriğinden ne anlamaları gerektiğini bilmezler. Veya hazır mamaların içindekiler listesinde yer alan yüzlerce molekül adının ne olduğunu hiçbir anne bilmez. Veya virüs bahanesiyle üstümüze gelen dezenfektanların birbirinden farkını, kanserojenliğini çoğu kişi bilmez. Bunlar aslında temiz yaşamak gibi yüksek ülküler kovalaması gerekmeyen tüketici örgütlerinin yapıyor olmaları gereken hizmetlerdi. Yapmıyorlar, doldurulması gereken büyük bir boşluk yaratıyorlar.
Yazılımla uğraşanların yapabilecekleri çok şey var. Reklamın kötülük olduğu konusunu başka bir yazıda anlatacağım. Temiz kalmak isteyen insanları reklamdan korumak kesin olarak iyiliktir. İnternet tarayıcılarında reklamları filtreleyen eklentiler bulunuyor ama siteler bunlara karşı önlem alıyor ve reklam engellendiğinde site içeriğini göstermiyor. Reklamların üzerini görsel olarak örten, sesini kapatan ama site sunucusuna bunun bilgisini göndermeyen bir tarayıcı eklentisi yazın örneğin. Veya reklam dahil açılır pencereleri bütünüyle engelleyen yeni bir tarayıcı. Bu tarayıcıyı parayla satmanın bile toplum hizmeti olacağını düşünüyorum. Hekırlık yeteneği olanlar bu beceriyi topluma hizmet için kullanabilirler. Hekırların topluma hizmet edebilmeleri için hükümet veya haberalma örgütleri tarafından kiralanmaları gerekmiyor. Sözgelimi açıkça yıkıcı etkinliklerde bulunduğunu, Yahudi-Hristiyan toplumların çoktanrıcı örgütleri tarafından (Soros gibi) akçalandığını bildiğiniz “sivil toplum” kişileriyle ilgili bilgi toplayıp ayıplarını açık etmek iyi bir fikir olabilir. Çünkü bu kişiler genelde güven vermek için kendilerini olduklarından farklı gösterirler. Söyledikleriyle yaptıkları çelişir. Bu çelişkileri ortaya çıkarmak bir toplum hizmeti olabilir. Sözgelimi hayvan hakları ve vejetaryenlik propagandası yapanların sağlık kayıtları incelenip parazit tedavisi gördülerse veya sabıka kayıtları incelenip saldırı suçlarından suçlu bulundularsa bu açık edilebilir. Çünkü savundukları her şeyle çelişecektir.
Kötülerin nasıl düşündüklerini gençlere öğretmek amacıyla bilgisayar oyunları tasarlanmalı. Oyuncunun bir salgın hastalık rolünü oynadığı Pandemic 2 veya çok uluslu bir petrol şirketinin yöneticisi rolünü oynadığı Oiligarchy oyunlarına benzer bir banker oyunu düşünüyorum. Ranta ve faize dayalı saadet zinciri döngüsü modellenecek. Hükümetlerle banka arasındaki ilişki, üçüncü dünya ülkeleri modellenecek. Oyun yaklaşık 600 yıl önce İtalya’da ve İngiltere’de ilk bankerlerin ortaya çıkmasıyla başlayacak. Banker politik ve toplumsal muhalefetten sıyrılmayı başaramazsa oyun başarısızlıkla bitecek. Oyuncu, kasada bulundurduğu altından daha fazla altın senedi basamazsa oyun başarısızlıkla bitecek. Savaş çıkarıp savaşan taraflara borç veremezse başarısızlıkla bitecek. Örgün eğitimde ve basın-yayında bankacılık sisteminin eleştirisini sansürleyebilirse ikramiye puan alacak. Ekonomik kriz çıkarabilirse ikramiye puan alacak. Her bir aktörün borcu geri ödenebilir sınırı geçtiğinde ikramiye puan alacak. Yağmur ormanları, Kuzey Amerika’nın doğa koruma alanları, Sibirya’nın dokunulmamış doğası mahvedilip “ekonomiye kazandırıldığında” ikramiye puan alacak. Hükümetleri özelleştirme yapmaya ikna edebilirse ikramiye puan alacak. Asgari ücret ve ortalama işçi geliri düştükçe skor yükselecek. Bireysel birikimler azalıp borçlanma arttıkça skor yükselecek. Bu hamlelere ikna edilemeyen politikacıları “etkisiz hale getirdikçe” düzey atlanacak. Oyuncu bütün uygarlığı sona erdirecek bir üçüncü dünya savaşı çıkarabilirse oyunu azami skorla bitirmiş olacak. Oyuncu yeryüzünün bütün varlıklarını ele geçirip insanları köle yapabilirse oyunu yine başarıyla bitirmiş olacak. Bu oyunun çok uluslu endüstri şirketi, küresel fikri mülkiyet tekeli, GDO üreten biyo-teknoloji şirketi sürümleri de yapılabilir. 11 Eylül, 15 Temmuz gibi aldatmacaları kısa yoldan öğretmenin yolunun oyundan geçtiğini düşünüyorum. Sözgelimi oyunda İkiz Kuleler’e bombaları önceden yerleştiremezseniz binayı yıkamıyorsunuz. Veya bina yıkılıyor ama toz haline gelmiyor, Pentagon’a yalandan uçak parçasını zamanında yerleştiremezseniz çok fazla açık veriyorsunuz, oyunu kaybediyorsunuz. Bunun cıvık, gereksiz bir proje olduğunu düşünenler mi var? Sizce elçiler insanlarla nasıl konuştular? Örneğin bir çocukla veya gençle, bir yaşlıyla, kendi dillerini çat-pat konuşabilen bir yabancıyla aynı biçimde mi konuştular? Yoksa onların anlayacakları dilde mi konuştular? İbrahim yabancı konuklarını geri mi çevirdi sizce, onların dillerini bilmediği için? Peki, kişiyi karşına alıp konuşmak dışında sayısız iletişim yolu olan günümüzde bir kütüğün üstüne çıkıp oradan konuşarak toplumsal dönüşümün başarılabileceğini, bunun başka yolunun olmadığını nereden çıkarıyoruz? Peki, elçilerin işlerini günümüzde tek bir kişinin yapabileceğini nereden çıkarıyoruz?
Temiz kalmak isteyen, tektanrıcı olma kaygısı duyan gençlere mesleki danışmanlık veren bir ağabeyler-ablalar girişimi kurulmalıdır. Modernizmin içinde savrulup gidenlerin ve çoktanrıcıların şurada yaptıkları gibi, kılavuz öğretmen-çömez ilişkisi yürütülür. Gencin potansiyeli, temizliği ve diriliği, deneyimde ve bilgide yetersizliğiyle karşıttır. Kılavuz öğretmen, görmüş geçirmiş, “kariyer” yapmış, kirlenmiş, tövbe etmiştir ama deneyimini mezara götürmesi kötü bir seçenektir. Birinin almaya, öbürünün vermeye gereksinimi vardır. Çoktanrıcılar kılavuzluk ettikleri gençleri kendi dinlerine çağırırlar, onlara nasıl daha paralı ve güçlü olacaklarını öğretirler. Müslüman kılavuzlar da kendi dinlerine çağırmalıdırlar. Temiz gençleri çoktanrıcı sistemin içinde yol bulamaz halde bırakmak onları öldürmek gibidir (17:31).
Evlilik öncesi eğitim semineri. Çocuk edinme kararını ve çocuk yetiştirmeyi de kapsayabilir. Belki bu listedeki en acil ihtiyaçtır. Akıllı bir toplum düzeninde böyle bir eğitim büyük olasılıkla zorunlu olurdu. Düşünün, motosiklet kullanmak için bile ehliyet almak zorundasınız. Minibüs veya kamyonet sürmek için ikinci, üçüncü belgeleri almak zorundasınız. Bina yapmak için kırk küsur belge, şirket kurmak için bir o kadarı gerekiyor. Hepsinden daha önemli ve yaşamsal olan evlilik ve çocuk için hiçbir belge, hiçbir eğitim gerekmiyor! Böyle budalaca, cahilce bir yaşam düzenindeyiz. Bu proje hükümet eliyle gerçekleştirilmeyecek. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konuda cılız bir girişimi var ama o da feminist ideolojinin gölgesinde ve olumlu sonuç getirmeyecek bir program. Bu işlerde deneyim kazanmış Müslüman birkaç arkadaş birleşip bu işi gönüllü olarak başlatmalılar. Akrabalardan, dostlardan başlanabilir. Bu işe girişecek olanlara dikkat etmelerini tavsiye edeceğim iki ayrıntı var. Birincisi, simgesel de olsa bir karşılık istemeli. Çünkü bedava yapılan iyiliğin değerini gerçekten çok az kişi anlayabiliyor. İkincisi, mekan, zaman, giyim ve davranış kuralları konmalı ki anlattıklarınız ciddiye alınsın.
Evlilikte mağdur edilmiş erkeklere ahlaki, ruhsal, hukuksal ve parasal yardımda bulunacak bir birlikteliğin oluşması gerekiyor. Yukarıdaki çabanın devamıdır. Çoktanrıcılar bir şeyi anlamıyorlar: Evlilik, bir tarafın öbürünü sömürebileceği bir ortaklık değildir. Bir tarafın mutsuzluğu pahasına öbürünün mutluluğu sağlayamazsınız. Zorla güzellik olmaz. Bir tarafı öbürüne diş biler durumda, haksızlığa uğramışlık duygusuyla ömür boyu yaşamak zorunda bırakamazsınız. İnsanları çaresizlik içinde köşeye sıkıştıran ve onları hata yapmaya zorlayan bir yasal düzen olamaz. Bu, fitnenin ta kendisidir. Güncel evlilik hukukunu azınlık dayatmıştır ve zorla güzellik olacağı varsayımına dayanır. İslami düzeni özleyenlerin de gözden kaçırdıkları bir ilke var: Hakkının yenmesine seyirci kalan veya hakkını arama olanağı verilmeyen kişinin kulluğu lekelenir. Dinsel jargonla “imanı zayıflar” (inceleyiniz; 9:14, 22:60, 42:39). Bundan ötürü erkeğin hakkının sistemli olarak yenmesine seyirci kalmak, kadınınkinin yanında erkeğin de imanının yok olmasına seyirci kalmaktır. Bugünkü evlilik yasaları toplumu kökünden dinamitlemek konusunda hayran olunacak kadar verimlidir. Erkeklerin bu durum karşısındaki umursamazlıkları da hayranlık uyandıracak düzeydedir. Barolarda dizi dizi erkek avukat, ülkenin dört köşesinde diri diri mezara konan adamların çığlıklarını duymak yerine kocasından tokat yiyen üç beş kadına haklı haksız ayırt etmeden gönüllü hizmet için birbirlerini çiğniyorlar. Aferin onlara. İçinizde Müslüman yok mu?
İşverenlerin işçilere karşı sicillerini tutup yayınlayacak bir örgüt. İnşaatların ve fabrikaların yaralamalı veya ölümlü iş kazası kayıtlarını, sigortasız çalıştırma, sağlık ve güvenlik cezaları gibi bilgileri SGK’dan alıp bir veritabanı oluşturacak ve internette herkesin erişimine açacak. Bunu yapamıyorsa bu bilgilerin kamuya açılması için hükümete baskı grubu oluşturacak.
Ekonomik düzenin yanlışlığı konusunda kamuyu aydınlatma ve değişim talebi oluşturma örgütü. Evet, bu örgüt yalnızca toplumu bankalara karşı “fitneleyecek”. Bugün bu konuyu konuşmaya kalktığınızda karşınıza dikiliveren “faizsiz düzen olmaz”, “ortaçağ kafası” duvarlarını aşıp tartışmaya bile geçemiyorsunuz. İşte bu duvarı yıkmak ve farklı bir düşüncenin varlığını kabul ettirmek ancak uzun soluklu eğitim çabasıyla olanaklı olacaktır. Çünkü farklı bir olasılığın varlığını kabul etmeyen insanlarla tartışamazsınız.
Belediyeler, sokak reklam panolarına iyiliğe ve erdeme çağıran ve/veya uzun uzun bilgi veren ilanlar koyabilir. Veya büyük kentlerde yayınlanan basılı haber bültenlerinin yarısı bu işe ayrılabilir. Taksim, Kızılay gibi yerlere salt reklam için, yani kötülük etmek için kurulan dev ekranlarda bunun yerine Kuran’a veya iyiliğe çağrı yapılabilir. Bundan da çekiniyorlarsa (çünkü iyiliğe çağrı birilerinin midesini bulandırır) saniyelik nüfus gibi akan bilgiler konabilir. Belki meydanda gördükleri o kalabalığın ne büyük bir tehlike olduğunu düşünürler. Şeker hastasından ölenlerin anlık sayısı, ABD ordusunun harcamaları, ABD’nin İsrail’e yardım tutarı, yok olan orman alanı, anlık ziyan edilen enerji gibi bilgiler akıtılabilir. Bu iş düzgün yapılır ve sürdürülürse, benzeri hiç bir yerde verilmeyen bu eğitim halkın dünyaya bakışını değiştirebilir, araştırmaya ve öğrenmeye iletebilir, başka kentlere örnek olabilir. Bunalıma da sokabilir ama gerçekçi bir bunalım yalancı bir neşeden iyidir. Seçilmemiş egemenler buna engel olurlarsa bu da önemli bir deneyim olur, bu ülkedeki tektanrıcılık potansiyeliyle ilgili fikir edinilmiş olur.
Hapis cezasının yıkıcı olduğunu, zorunlu çalışma cezası ile değiştirilmesi gerektiğini anlatma, kamuoyu yaratma örgütü. Hiç konuşulmaması ve suçluyu cezalandırmanın başka bir yolu olmadığının sanılması özelliğiyle yukarıdakine benziyor. Soma’da üç yüz aile babası yerine zaten toplumdan dışlanmış ve zaten hapiste ölecek olan en ağır suçlular ölseydi fena mı olurdu? Bu kişilerin çalışması kendilerine de iyi gelir. Çalışma süresi ve koşulları suçun ağırlığına göre verilir, tıpkı hapiste olduğu gibi. Falan filan; anlayana sivrisinek saz…
Google’dan arınmış Android veya başka işletim sistemine sahip telefonları ithal etmek. Evet, hepsi bu. Böyle telefonlar var ama ithal eden yok. Bunun neden iyilik sayılacağının gerekçesi önceki yazımda.
Yaptığın işe bir tutam iyilik katacaksın, anlaması zor bir şey değil. Hepsiburada’da bir şey alıyorsun diyelim, yerli mallarını ayırıp göstermiyor. Gösterse çok küçük ama etkileri büyük olabilecek bir iyilik olur. Ama bunun yerine “girişimci kadınları”, yani erkeklerinkinden düşük komisyon alarak haksız yere kayırdığı tüccarları ayırıp gösteriyor. Hepsiburada, iyilik adı altında düşmanlık, fitne ve ayrılık aşılıyor. Eşkoşucuların yaptıkları her şeyin boşa gittiğini söyleyen ayeti açıklayan bir örnek daha. Diyelim Migros’un sahibisin. Raflarda ne kadar ithal ürün varsa hepsini yerli dengiyle değiştirirsin, eğer varsa. Yoksa talep edersin, senin için üreten çıkar belki. Ama hayır, sen Koç’sun. Kötülüğün safında savaşıyorsun. O yüzden yerli ürün şöyle dursun, Migros’u yabancıya satıyorsun. Yunus’un ülkesinde Migros’un sahibi yerli tedarikçiye öncelik verdi. Ve onlara dedi ki “eş koşmadığınız sürece başkasının değil sizin malınızı alacağım”. Bu projeyi tamamladığında yeni bir iyilik projesine koyuldu. Onu tamamladığında yenisine… “Sabah akşam tespih etmek” budur.
THY yöneticisi isen koltuk arkası eğlence sistemine doğru düzgün bir Kuran koyabilirsin. Topluma yararlılık ve meslek seçimiyle ilgili soru soran bir gence şunu söylemiştim: Salt koltuk arkası eğlence sistemine Kuran’ın gerçeğini koyabilmek için THY yöneticisi olmayı hedeflesen ve o yönde kariyer yapsan değer. Çünkü kimi küçük adımın etkisi büyük olur.
Enflasyon hesaplama projesi: Tüketici örgütleri aslında bunu çoktan yapmalıydılar. Türkiye’de istatistik hiçbir zaman ciddiye alınmadı. Bu hükümet enflasyonu hesaplamamak ve gizlemek için elinden geleni yapıyor. Bu bozgunculuğun ta kendisidir çünkü kısa vadeli çıkarlar için bütün bir ülkenin gereksinimi olan bilgiyi örtmektedir. Hem bu ayıbı iyice ifşa etmek için hem de isteyene güvenilir bir başvuru kaynağı olabilmesi için alternatif ve şeffaf bir enflasyon sepeti oluşturup hesaplamak zor bir iş değildir. Yalnızca piyasa araştırması yapacak yeterli kişi sayısına gerek var.
Çocuklara yönelik ürünleri değerlendirme projesi: Çocuklar için üretilmiş olan kitapları, filmleri, televizyon programlarının uygunluk derecesini belirleyecek bir girişime gerek var. Çoktanrıcı Kuşaklar yazımda, burada ve EleştirelDüşün blogunda film ve kitaplara gizlenmiş yıkıcı ahlaki aşılamaların örneğini vermiştim. Şu anda Müslümanlar RTÜK’e, TRT’ye, yayıncılara güvenemiyorlar. RTÜK, TRT ve sansür kurulunun İslam’dan çok uzak kendine özgü bir ahlak anlayışı var. Kitap yayıncıları çocuklara apaçık nefret ideolojisi aşılayabiliyorlar, yasa izin veriyor. Böyle bir değerlendirme veritabanının oluşturulması hem soruna dikkat çekecektir hem de temiz kalmak isteyen aileler için bulunmaz nimet olacaktır. Bu türlü kamu hizmeti girişimleri hükümetin görevini yapmadığını somut olarak ortaya çıkaracak ve görevini yapmaya zorlayacaktır. Bu, sözlü eleştiriden kat kat etkilidir. Bu ürünler yayınlarla sınırlı kalmayabilir. Eğer hazır mamalara baktıysanız onların da zehir dolu olduğunu görmüşsünüzdür. Bu iş yiyecekler için bile yapılabilir. Çok sayıda boş zamanı olan kişi gerekiyor.
Hükümet belli bir sınırın üstündeki yurttaşlarının gelir ve vergi bilgilerini halka açık yapabilir. Tamam, bu küçük bir adım değil. Devrim bile denebilir. En azından konuşulmaya ve talep edilmeye başlanmalı. Daha yapılabilir bir proje, bütün ülkenin şirketlerinin hisse, bilanço, varlık (patent dahil), vergi, işçi bilgilerini kolayca erişilebilir bir biçimde halka açık yapmak olabilir.
İslami ekonomi için küçük deneyler yapılabilir. Bunlar aslında büyük projelerdir.
– Belli kişiler ve belli ürünler için yalnızca takas koşulunun geçerli olduğu bir pazar kurulabilir. Gavur ilinde “local exchange trading sytem” veya “barter system” adında tek tük örneği var.
– Belli ürünler için ayrı para birimleri türetilebilir. Bu, hükümet eliyle de yapılabilir. Bunda amaç, faiz temelli olmayan bir para sisteminin deneylerini gerçekleştirmektir. “Faizsiz düzen” dediğinizde okumuşundan cahiline kimsenin aklında bir şey canlanmıyor olması, toplumsal belleğimizde faizsiz bir yaşamın anısının kalmamış olmasındandır. Bu küçük deneylerle çok değerli deneyimler edinilebilir.
– Kent yaşamının kendini yok eden bir sarmal olduğunu hâlâ anlamadıysanız grip salgını bir vesile olsun. En küçük krizde yerle bir olmamak için toplumsal esnekliği artırmak gerekir. Bunun için eko-köy girişimleri desteklenebilir, gönüllülerine geçiş yardımları yapılabilir. Bu yardımlar büyük şeyler olmak zorunda değil. Kitap yayınlamakla başlanabilir. Türkiye’nin belli bölgeleri incelenip eko-köy potansiyeli olan toprakların bir dizini çıkarılabilir. Veya bu bilgi paylaşılmaz, topraklar satın alınır. Ufkunuzu genişletin. Çok basit şeyler de olabilir. Örneğin ayakla çalıştırılabilen çamaşır makinesi, şebeke basıncı olmadan çalışabilen su süzme sistemleri, küçük uygulamalar için optimize edilmiş güneş enerjisi paketleri, kompost düzenekleri üretilebilir, hatta yalnızca ithal edilebilir.
– İleri teknoloji saplantısından kurtulmak gerekir. Düşük teknoloji hayat kurtarır. “Teknokent”lerin yanı sıra düşük teknoloji enstitüleri kurulabilir, düşük teknoloji ürünlerine sübvansiyonlar uygulanabilir. Bu konuda ufkunuzu genişletmek ve ziyan edilen potansiyeli keşfetmek için Low Tech Magazine sitesine bakın.
Orhun Yazıtı benzeri, Türkiye’nin yıkılışından sonraki kuşaklara hatırlatma ve öğüt olacak bir taş dikilebilir. Çünkü bu kötülük süreci bitecek, sistem çökecek ve bu topraklarda yaşayıp Türkçe (benzeri bir dil) konuşan bambaşka bir kuşak gelecek. İşte bunların yer ve zamanla ilgili bütün algıları değişmiş olacak; bugünle ilgili çoğu gerçeği bilmeyecekler. Sözgelimi İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bazı gerçekleri Almanya dışında bilen, konuşan ve yazanlar olmasa bugünkü Alman kuşağı tamamen yanlış bilgilerden oluşan sahte bir tarihe inanıyor olacaktı. Burada amaç, gittikçe silinen toplum belleğinin bir parçasını nesne olarak sabitlemektir. Benzer amaçla AKP (gerileme ve çöküş) dönemi basın-yayın arşivi de oluşturulabilir.