Modern Hurafeler – 1: Uzmanlaşma

– Adam nefes almıyor! Yardım edin! Doktor olan var mı?

– Ben doktorum ama bu benim uzmanlığım değil.

Bugün bildiğimiz anlamıyla uzmanlaşma, modernizmi inşa eden süreçle ortaya çıkmış. On Altıncı Yüzyıl Avrupa’sında kolonileşme ve sömürgeciliğin ortaya çıkmasını sağlayan gemi ve barut teknolojileri, modern pozitif bilimlerin ilk meyveleri olmuş. Bu sayede oluşan sermaye birikimi teknolojiye yatırım yapılmasını sağlamış. On Sekizinci Yüzyıl’a gelindiğinde bilimsel düşünce geleneksel düşünceyi yenmiş ve modern bilimler bugünkü biçimini az çok almış. Altın biriktiren sermayeci tip tarihte artık değerin yükseldiği kimi uygarlıkta görülmüş. Eski Çin’de, Roma’da tefeciler biliniyor. Ama bu kez tarihte benzerini bilmediğimiz yeni bir adam tipi çıkmış. Bu adam uzmandır. Herhangi bir fiziksel konuda yargıya varılabilmesi için bilinmesi gereken şeylerden yalnızca birini bilen adamdır bu. Eski dünyada kralın bilgin danışmanları varmış. Bundan böyle her konuyu ayrı ayrı sorup kendi yargısını birleştirmek zorunda kalacağı uzmanlar olacaktır. Ve bu uzmanlardan her biri, kendisine danışılarak verilen yargının doğruluğu konusunda bir fikre sahip olamayacaktır çünkü her biri yalnızca kendi konusunu bilir! Bu uzmanlar kendi dalının dışını bilmemeyi alçakgönüllülük sayar. Bilgin değildir ama cahil de değildir. Bildiğini iddia eder ama bilmediğini de iddia eder. Bugünün bilimi ve teknolojisi varlığını işte bu tipe, bilmemekle övünen adama borçludur. Şimdi bir nefes alın ve bunun üzerinde biraz düşünün…

Bu kişi dalının en ileri bilgisine eriştiği için aynı zamanda öğretendir de. Öğrencisine bilgeliği değil, gerçeğin giderek incelen bir dilimini bilmeyi öğretir. Onu kendisinin bir kopyası yapar. Bu kişiler için yaşamın bütüncül bir anlamı olmamasından normal ne olabilir? Tanrıtanımazlığın, bilinemezciliğin ve hiççiliğin bilimadamları arasında yaygın olmasından doğal ne olabilir? Ve fakat bu adamların kıdemlilerinin pek yüce bir iş yaptıkları övgüsünden, onların çocuklara örnek gösterilmelerinden daha tuhaf ne olabilir?

Uzmanlığın bu şekilde ortaya çıkmasına ve var olmasına yol veren şey üst sistemdir. Modern uygarlığın yapısıdır. Buna kimisi kapitalizm diyor ama kapitalizm bu yapıyı tek başına açıklamıyor. Bunun içinde politik sistem var, adli sistem var, basın var, bilgi kuramı var… Somutlarsam şu örneği verebilirim: Diyelim parasını verecek ve bir mobilya veya ev yaptıracaksınız. Kasabada demirci var, metalleri yemiş bitirmiş, kaynakçılığın her türlüsünü biliyor. Bir de dülger var, ağaçların ciğerini biliyor. Ama sizin işinizi görecek en iyi yapının metal mi ağaç mı olduğunu sorduğunuzda ikisi de yanıt veremiyor. Demirci ağaç hakkında, dülger metal hakkında hiçbir şey bilmiyor. Çünkü ikisi de kuşaklar boyunca yalnızca kendi işini yaparak para kazanabilmiş bir usta-çırak zincirinden geliyor. Sizin sorduğunuz soru yaygın bir soru değilse veya herkesin bir fikri var ve kimi ezbere demirciye, kimi ezbere dülgere gidiyorsa o kasabada her iki işi bilen biri yetişmeyecektir. İşte uzmanları yaşamın bütünü hakkında bu kadar umursamaz yapan şey toplumsal örgütlenme sistemlerimizdir. Eğer şundan ve bundan az az bilmek iyi para kazandırmıyorsa ve saygınlık sağlamıyorsa şundan ve bundan az az bilen kimseler olmayacaktır.

Kuranın “el ilm” dediği, uzmanlık değil alan bilgisi değil bütün bilgilere anlam veren, her birini yerli yerine koyan üst bilgidir. Sözcüğün önündeki belirli tanımlık (“el”) bunun bilinen, belli bir bilgi olduğunu gösterir.[1] Kimisi bu farkı malumat sözcüğüyle bu ilim sözcüğü arasındaki incelikle açıklıyor. “Eğitim cahilliği alır, eşeklik baki kalır” atasözünün işaret ettiği bilme farkı budur. Buradaki eşeklik, Kuran’ın bilmekten (Ar. aleme) kastettiğinin tersidir; bilmenin olmayışı durumudur. Türk olsun, yabancı olsun uzmanların çoğunda bu gözlenebilir. Alan bilgisine sahiptirler ama bu bilgiye yaşamın bütünü içinde anlamlı bir yer bulamazlar; zaten aramazlar da. Deyim yerindeyse yaşamın bilgisine sahip değillerdir. Uzman, tek tek ağaçların üzerindeki yosunu, mantarı, böceği çalışan ama ormanın varlığını bilmesi beklenmeyen kişidir. Bu durum onların diplomalarının geçersizliğini veya zayıflığını göstermez. Tersine, ilkokuldan doktoraya kadar modern dünyada aldığımız örgün eğitim bize yalnızca belli bilgileri yüklemek üzere tasarlanmıştır. Bu bilgiler, ilahiyat müfredatı da içinde olmak üzere, istisnasız maddeci evren algısına göre biçimlenmiştir. Bunun anlamı, maddenin bilgisine karşılık gelen veya onu bütünleyen tin bilgisinin, bir başka deyişle Kuran’ın el ilm dediğinin eksik olmasıdır. Metali işlemeyi öğretirler ama bu bilgiyle ne yapacağın, yani amaçlılık, yani anlam, yani maneviyat bilgisi eksiktir. Metalle anlam veremedikleri bir iş de yapsalar, anlamsız olduğunu bildikleri bir iş de yapsalar, iyilik de etseler, kötülük de etseler ellerindeki diploma, sahip oldukları alan bilgisi ve alanın kendine özgü meslek ahlakı buna kayıtsızdır.[2] Sanki Tanrı o alan bilgisiyle yapılan işe kayıtsızdır veya uzman, uzmanlığı gereği Tanrı’ya kayıtsızdır. Bu durumda uzmanın gerçekleştirmeye çalıştığı hiçbir yüce amaç yoktur veya o yüce amaç tutarlı ve anlamlı bir yaşam bütünü içinde yerini alamaz.

Uzmanlık kavramının kendisiyle ilgili sorun çoğu zaman “aşırı uzmanlaşma” adıyla tartışılır. Her bilen, yalnızca kendi konusunu biliyor, yaşamın kalanıyla ilgili çok az şey biliyor. Fiziksel anlamda olduğu kadar, bilişsel anlamda kendine koza örüyor. Uzmanlaştıkça bir odanın içine kapanıyor ve odanın dışında olup bitenlerle ilgili başka uzmanlardan gelecek bilgiye güvenmek zorunda kalıyor. Tıp konusunda uzmanlardan oluşan “Bilim Kurulu”, hükümete grip salgını sırasında toplumsal bağları zayıflatacak, çalışma yaşamına onarılamayacak hasarlar verecek, kişilerin ruhsal durumlarını onarılamayacak denli bozacak yasaklar tavsiye ediyor. Çünkü kendi konusundan başkasını bilmiyor ve umursamıyor. Üstelik kendi konusunu da o güne dek içinde bulunduğu koşulların penceresinden görmekle yetiniyor. Hem bilme alanı hem de bu bilme alanını anlamlandırdığı tinsel evren daralıyor.

Tek tek modern hurafelerin ve bir bütün olarak modernizmin çözümlemesini yapabilecek sosyal bilimcilerin yetişmemesi de uzmanlığın yan etkisi olsa gerek. Alanların daralmasının yanı sıra teoloji-ideoloji, dinsel-dünyevi, skolastik-bilimsel gibi karşıtlıklarla düşünmeyi öğrenmesi de modern bilimadamının bütüncül bakışı yitirmesine neden olmuştur. Modernizm kendisinin nesnel ve tümel bilgi üzerinde kurulduğunu öne sürer ve böylece bütün eski bilgiyi öznel-parçacı olarak değersizleştirir. Bu durumda ideolojilere kafa yoran biri, aynı kafayı teolojileri anlamak için kullanamaz. Böyle olunca da aslında cam gibi göz önünde olan büyük gerçekleri, sözgelimi ilerlemenin mesihçi bir ideoloji olması, Marksizm’in aynı şekilde mesihçi olması, sekülerliğin kendisinin bir din olması gibi olguları göremez; irdeleyemez.

Psikoloji, psikiyatri, sinirbilim ve nöroloji birbirine yeterince yakın ama çalışma konusunu incecik dilimlere ayıran dallardır. Bu bitmeyen ayrışmanın bilimin doğal izleği olduğu yolunda bir savunma yapılabilir. Sonuçta hipotezler üretiliyor, sınanıyor, doğru olmadığı görünce değiştiriliyor. Elde edilen bilgi arttıkça bir kişinin bilebileceği ve zamanını ayırabileceği şeylerin sınırına yaklaşılıyor. Ama bunun böyle sonsuza dek süreceğini düşünmek bir yanılgıdır. Son yıllarda örneğini verdiğim dört alan gibi disiplinler arası çalışmaların artması bu yanılgının düzelme eğilimi olarak gösterilebilir. Ama bilgiye temel yaklaşım değişmiyor. Bu dört disiplin yalnızca teknolojik amaçlar için bir araya geliyor; bir üst bilgiye ulaşmak için değil.

Bir başka sorun da şu ki, daracık bir araştırma dalının hipotezleri üzerine hükümetler yasalar çıkarıyor ve politika belirliyor. Böylece kişilerin ve toplumların yazgıları belirleniyor. Bu ince uzmanlık dilimlerinden biri, birilerini hapse atmak veya atmamak arasındaki farkı belirliyor. Bir psikiyatr falancanın tehlikeli olduğunu söylediği için onun özgürlüğünü kısıtlıyor. Bir doktor aşı olmayanların öleceğini söylediği için bütün ülkeye zorla aşı yapılıyor. Bir tarihçi Türklere soykırım yapılmadığını söylediği için bir ulusun bütün gençleri bu olaydan habersiz büyüyor. Televizyonların içeriği bir toplumbilimcinin şiddet görüntülerinin zararlı, şiddetsiz ahlaksızlığın ise zararsız olduğunu düşüncesine göre biçimleniyor. Bilim durmadan fikir değiştiriyor diye ahlak da durmadan değiştirilmeye çalışılıyor. Dün uzmanlar eşcinselliğin hastalık olduğunu söylerlerken bugün normal olduğunu söylemeye başladıkları için hükümetler çocuklara eşcinsellik eğitimi vermeye başladılar. Yarın uzmanların ne söyleyeceklerini biliyor muyuz? Peki, bilmiyorsak onlara güvenmenin anlamı nedir?

“Her şey kitaplardan öğrenilebilir.” “Hiç kimse işi uzmanından daha iyi bilemez.” “Gazetede veya kitapta yazdıysa büyük olasılıkla doğrudur.” Bu gibi modern çağ hurafeleri nedeniyle ana-babalar kendi vermeleri gereken eğitimden vazgeçer oldular çünkü onların verecekleri eğitimi verme iddiasında olan, diplomalı uzmanların hazırladığı kitaplar (Çıtır Felsefe dizisi, Filozof Çocuk dizisi, Filozof Çocuklar dizisi vb.) var. Uzmanlığın ve bilimselliğin ışıltısına kapılan ana-babalar bu temel bilgileri uzmanlar kadar iyi veremeyeceklerini düşünüp çocuklarını tanımadıkları kişilere emanet ediyorlar. Oysa bu kadar temel şeyleri çocuğa öğretemeyecek kadar yetersiz olduklarını düşünüyorlarsa en başta çocuk yapmamaları gerekirdi. Ama modernizm dininde “çocuk yapma sorumluluğu” gibi bir kavram bulunmadığı, kendilerine öğretilmediği için böyle bir soruyu kendilerine hiçbir zaman sormadılar. Ana-babalar çocuklarını uzmanlara emanet ederken aslında onların da kendileri gibi birer insan olduklarını, onaylamayacakları görüşleri, inançları ve hedeflerinin olabileceğini göz ardı ediyorlar. Sözgelimi çocuğa cinsel eğitim olsun diye aldıkları kitabı yazan pedagog profesörün bir eşcinsel olma olasılığını düşünmüyorlar; belki bilseler vazgeçecekler? Eğer vazgeçeceklerse bu noktada bu uzmanın uzmanlığının ne anlama geldiğini sorgulamaları gerekir. Tek tek uzmanların değil, uzmanları yetiştiren kurumların kendi onaylamadıkları ideolojileri aşılıyor olabileceğini hesaplamaları gerekir.[3] Hatta en başta çocuk yetiştirmek için uzmanların kitaplarına gerek olup olmadığını sormaları gerekir.

Bir taksiciyi üzmek istiyorsanız hiçbir işe yaramadığını, kendini süren arabaların bu işi ondan iyi yapacağını söyleyin. İnsan ne iş yaparsa yapsın yaptığı işin insanlığa iyilik getireceğini düşünmek ister. Hiyerarşik yapısı karmakarışık olmuş dev şirketlerde veya kamu örgütlerinde aşırı özelleşmiş işleri yapan kişilerin iş tatmini duymasını sağlamak ciddi bir sorundur. Bu uğurda kafa yoran, seminerler veren, beyaz yakalılara davul çaldırarak, şirket piknikleri düzenleyerek ruhları doyurmaya çalışan danışmanlar vardır. Özellikle hizmet sektöründe, masa başında, zihinsel emekle çalışanlar yaptıkları işin iyi bir amaç için olduğuna emin olamadıklarında duygusal bir boşluğa düşerler. Seküler ve maddeci modern toplum, kapitalist olsun sosyalist olsun insanların duygusal ve ahlaki tatmin gereksinimini görmezden gelmiştir. İstanbullu pek çok beyaz yakalının köye kaçmak ve ilkel bir yaşam sürmek düşleri kurduğunu biliriz. Bu hevesin tek nedeni büyük kentteki bunaltıcı koşullar olmasa gerek. Çünkü insanlığın iyiliğine çalıştığını, önemli işler yaptığını düşünen kişi zorluklara dayanmak ister. O işi bırakmanın fırsatını kollar duruma geldiyse bir uzmanın yaptığı iş onu duygusal olarak tatmin etmiyor demektir. Bu tatminsizliğin ve mutsuzluğun önemli bir nedeni işlerin aşırı özelleşmiş olmasıdır. Öyle ki, işçi artık dev makinada hangi işlevi gördüğünü, emeğinin çıktısının ne olduğunu anlayamaz duruma gelir. Yaptığı işin iyi sonucunu göremiyor demektir. Çünkü görebilse o işi sürdürmek ister, ondan kaçmak değil.

Yazılım konusunda özelleşmiş bir deneyime sahip olan bir tanıdığıma girdiği yeni şirkette ne geliştirdiklerini sordum. Şeylerin interneti (İng. Internet of things) konusunda yazılım geliştirdiklerini söyledi. Ben yazılımcı değilim ama şeylerin internetinin Büyük Birader gözetlemesini genişletme projesi, yani şeytani bir tasarı olduğunu, insanlığın esenliğine bir katkısı olmayacağını biliyorum. Kendisine bu bilgiyi verdiğimde benim işin içinde olmadığımı, bunun çok fazla kullanım alanı olduğunu, kötüye kullanımın da mümkün olduğunu ama asıl amaç olmadığını öne sürdü. Kendisine asıl iyicil amacı tarif etmesini söylediğimde bu konuda net olmadığını fark etti. Tam da bilmiyormuş ama zaten bilmesi de zormuş çünkü şirket olayın sadece mantıksal altyapısını hazırlıyormuş. Hani bıçak üretiyorlarmış, bununla adam mı kesilecek peynir mi, bilemezlermiş. Burada tanık olduğumuz olay bir uzmanın yaptığı işin bütündeki yerini bulamaması sorunudur. Modern ideolojiler insanları yalnızca uzmanlıklarına yönelmeye ve bütüne kafa yormamaya koşullandırır. Bu mesaj kimi zaman açıkça verilir, kimi zaman ise ima yoluyla aşılanır.[4] Mesajı alıp boyun eğen kişi artık iyilik mi üretiyor, kötülük mü üretiyor bunu umursamamaya alışır. Umursamadığı zaman sorgulama ve merak etme eğilimi olmaz. Hani “merak bilimin yakıtıdır” derler ya, kendi uzmanlık alanı dışındaki merak bunun içinde değil! İşte bu ezberi aldınız mı artık adam kesecek bıçağı da üretirsiniz, milyonları yakacak atom bombasını ateşleme düğmesini de. Tıpkı Ortaçağ’da olduğu gibi, merak etmemeniz öğretilen konularda otoritenin telkinlerine kendinizi teslim edersiniz. “Biz o bombayı yalnızca kötü adamların kafasına atacağız” denildiğinde sizin uzmanlık alanınız olmadığı için boyun bükmek dışında bir seçenek düşünemezsiniz. Siz yalnızca düğmeyi geliştirdiniz, gerisi sizin alanınız değil, sizin sorumluluğunuz da değil (!).[5]

Uzmanlaşma derinleştikçe bu körlük artacaktır. Yaptığı işin olumlu sonucunu görmeksizin, insanlığa yararını anlamaksızın çalışmalarını beklemek insanlardan dogmatik olmalarını beklemeye denktir. Kadın hakları, hayvan hakları, engelli hakları için çalışma fikri; ayrımcılık karşıtlığı, Lösev gibi yerlere bağış ezberi, şirketlerin sosyal sorumluluk adı altında yürüttükleri saçma sapan işler bu iyilik açlığını bastırmak için piyasaya sürülen abur-cuburdur. Uzmanlık kavramı, çalışmanın amaçsızlığının yüceltilmesinden beslenir. “Para için” veya “kariyer için” çalışmak kavramları, çalışmada iyilik aranmaması, aransa da bulunamıyor olması durumu ancak güçlü destekleyici hurafelerin varlığında sürebilir. Belli bir karmaşıklık ve uzmanlaşma düzeyi geçildiğinde, sözgelimi bir yazılım şirketinin alt kademe çalışanının insanlığın yararına çalıştığını düşünmesi boş inanış olacaktır. Çünkü yalnızca yöneticilerin ve hükümetin vaatlerine, kanıtlanmaya çalışılmamış iddialara inanmayı seçmiştir. Tıpkı eski çağın insanının rahiplere inandığı gibi. Ve fakat tıpkı sahtekar rahibin “inancı” halkın yüreğine yerleştirememiş olması gibi, halk inanç ve inançsızlık arasında kalmıştır. Hayatın anlamsızlığı temalı sayısız güncel düşünce ürünü bunun kanıtıdır. Kafası ve yüreği hurafelerle tıka basa dolu olan halk bu ürünleri talep etmekte, tüketmekte ve üretmektedir. Tek eksiği neden böyle davrandığına yeterince kafa yormamış ve dolayısıyla içinde debelendiği hurafeleri teşhis edememiş olmasıdır.

Kendi uğraşından başkasını merak etmeme ve başkasının uzmanlığına karışmama buyrukları modernizme içkidir. Bu aslında modernizmin kendisini yalanlamasından başka bir şey değildir. Çünkü düşünürseniz Batı Aydınlanması’nı başlatan sekülerleşme hareketinin ve Kilise Reformu’nun başlangıcı sivil halkın din adamlarının işine karışması olmuştur. Bize benimsetilen mitoloji budur. Hiçbir şeyin uzmanı olmayan halk yığınları önce papazların (din uzmanlarının), sonra da kralların (yönetim uzmanlarının) işine karışmışlar ve onları konumlarından etmişler, böylece aydınlık bir geleceğe adım atmışlar. Bu anlatıya göre herkesin haddini bildiği bir dünyada modern yaşam ortaya çıkmazdı. Oylarımızla başbakanı seçerek veya referanduma katılarak aslında uzmanlığımız olmayan bir konuda görüş bildirme hadsizliğinde bulunmuyor muyuz?

Uzmanlıklar yan yana geldiğinde oluşan sinerji (!), uzman tapıcılığının yıkıcılığını artırır. Emre Kongar gibi sosyal bilimler konusunda yetişmiş biri, Dünya Ticaret Merkezi’in nasıl yıkıldığı konusunda başka uzmanlara, inşaat mühendislerinin açıklamalarına başvuruyor. Binaların nasıl yıkıldığıyla ilgili onların açıklamalarına hiç sorgulamadan güveniyor ve bunun üzerine politik ve toplumbilimsel çözümlemeler yapıyor.[6] İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul şubesinde yapılan bir toplantıda mühendisin biri, konferans vermesi için çağrılan dünyanın sayılı inşaat mühendislerinden Uğur Ersoy’a bu yıkılmaya akıl erdiremediğini söyleyip görüşünü soruyor. Ersoy ise resmi raporlarda yazan gülünç açıklamayı yineliyor: “Birbirini izleyen kırılma dediğimiz olay oldu. Yani bir yerde olay başlayınca zincirleme gitti ve çelik yapılardaki birleşim yerlerinde birtakım zayıflıklar vardır. […] Tabii betonarme olsaydı büyük bir ihtimalle bu şekilde göçmezdi.”[7] Teknik terimlerle konuşuyor gibi değil mi? Uzun uzun çözümleme yapmaya yerim yok, sizin de okuyacak sabrınız yok, kısa keseyim:[8] Bir inşaat mühendisi bu sözlerin baştan aşağı zırvalık olduğunu bilir. Burada tanık olduğumuz şudur: Kıdemsiz bir diplomalı, karşısında gördüğü çelişik gerçeği içtenlikle sorgulamakta, bilişsel uyumsuzluğu gidermenin yolunu aramaktadır. Kıdemli “uzmanımız” ise birikimi ve yeteneğiyle kendi çözümlemesini yapmak ve gerçeğe ışık olmak yerine resmi raporda okuduğunu yayıyor, kendisine öğretileni yapıyor. Sorgulamaktan kaçınıyor çünkü bunda mesleki çıkarı var. Alanının dışına küçük bir adımcık atıp da diyelim yangın fiziğini araştırmayı istemiyor. Yangın fiziğini bilen kendisi gibi vicdansız uzmanlara veya öbür meslektaşlarına güveniyor. Sonuçta Kongar da Ersoy da bu dev gökdelenlerin uçağın deposundaki benzinin yanmasıyla yıkılabileceğine inanıyor. İşte burada gördüğünüz uzmanlığın gerçekleri nasıl karartabildiğinin bir şablonudur. Bu şablonu iyi öğrenelim.

Çeliği bilen yangını bilmiyor. Yangını bilen uçağı bilmiyor. Uçağı bilen güvenliği bilmiyor. Güvenliği bilen tarihi, politikayı bilmiyor. Ama kötüler (evet, var böyle kişiler!) hepsini az az bilmeyi gerektiren bir tasarım yapıyorlar. Uzmanlar uzmanlık gözlüğünü çıkarıp da o tasarımı göremiyorlar. Çünkü her biri yalnızca kendi konusunu bilmekle yetiniyor ve bu sınırın dışına çıkmamayı entelektüel alçakgönüllülük sanıyorlar. Alçakgönüllülük gerekçesiyle aslında topluma karşı olan sorumluluklarını yadsıyorlar. “Uzmanlar” kuleleri birkaç ton uçak benzininin yıktığını yazdıkları için Kongar işin gerçeğini asla öğrenemiyor ve cahil kalıyor. ABD ve İsrail hükümetlerinin işini “terörizm” sanıyor, toplumsal ve jeopolitik saptamaları bu yanlış bilginin üzerine inşa ediyor. Yani mesleğini ve uzmanlığını icra ederken başka mesleklerin, başka uzmanlıkların yalanlarının üzerine oturuyor. Böylece yaşamın bütününü anlayabilen kişilerden büyük ölçüde yoksun veya bu kişilerin varlığını ayırt edemeyecek kadar kibirli oluyor. Kongar’ın söylediği yalanların, yaptığı gerçekdışı çözümlemelerin üzerine de başka bir uzman kendi konusundaki yorumlarını ekliyor. Böylece halklar o uzmanın, bu uzmanın, şu uzmanın söylediklerini üst üste koyarak gerçeğe git gide daha aykırı bir toplumsal gerçeklik yaratıyorlar. Belki de kasabada hem demirden hem ağaçtan anlayan birileri var ama bunlar saf saf dükkan açmak yerine geri planda kasabayı yönetmeye çalışıyorlar? Ne demircinin ne dülgerin tek başına açıklayabileceği dümenler çeviriyorlar ve böylece kasabalının zihnine kolayca egemen oluyorlar.

Belki de bir daha Allah elçisi gelmeyecek olmasının nedeni budur. Herkesin bir şeylerin uzmanı olduğu ama hiç kimsenin bütüne anlam veremediği bir dünyada kim elçi olabilir ki? Çünkü Allah elçisi, yaşamın bütününü hepimizden iyi anlayan, her şeyi bir nedensellik omurgası çevresinde anlamlandırmayı başaran adamdır.

Ülkemizin inşaat mühendisleri, meslek odalarının yönetimini AKP’li öbeklere kaptırmamakla övünürler. Gelgelelim 11 Eylül tiyatrosunun uzmanlıklarını ilgilendiren kısmını halka anlatacak bir girişimleri olmamıştır. Kötü niyetlerinden midir, yoksa kavrayışlarının kıt olduğundan mıdır, bunu ancak kestirebiliriz. İkisi de birbirinden beter olasılıklar. Yangını hiç görmemiş yüzlerce katın dev çelik kolonları alüminyum mutfak folyosu gibi olduğu yerde sönüveriyor, bir tanesi bile kurtulmuyor. Üstelik bu bir anda oluyor ve dev binalar serbest düşme hızında yere çakılıyorlar. Odadan bir uzman da çıkıp demiyor ki “arkadaş bunda bir yanlışlık var. Benim bütün teknik bilgime, mesleki birikimime aykırı bir açıklama bu.” Diyen olsa da umursanmıyor çünkü bu işte para yok. Bununla da kalmıyor uzmanlarımız, Amerikalı uzmanların yaptıkları gülünç açıklamaları çevirip Türkçe olarak yayınlıyorlar. Binamız depreme dayanır mı, arkamızdaki istinat duvarı güçlü mü, köprümüz yıkılır mı diye sorup ağızlarının içine baktığımız, yönetmeliklerimizi hazırlattığımız uzmanlar işte bunlar.

Bu ülkenin tarih uzmanları da var. Balkanlardaki, Yunanistan’daki, Girit’teki, Kırım’daki, Kafkaslar’daki Müslümanlara ve Türklere yapılan soykırım bu ülkenin okullarında, üniversitelerinde öğretilmiyor. Bunun yerine gençlerin kafasına kurmaca Ermeni ve Yahudi soykırımlarını sokuyorlar. Bu sırada tarih uzmanları ne yapıyorlar? Ermeni sürgününü, Struma olayını, 1934 Trakya olaylarını, 6-7 Eylül 1955 olaylarını her yıl kafamıza çakan basın karşısında bu uzmanlar işe el atıp da halka olan bitenin doğrusunu anlatma girişiminde bulunmadılar. Konforlu köşelerinden seyrettiler cahillik yeni kuşağa egemen olurken. Azınlıklar her gün büyüttükleri yalanlarla bizden et koparmaya çalışırlarken, gelen geçen bize tekme atarken tarih bilirkişileri ne yapıyorlar?

Bu ülkenin ve dünyanın tıp uzmanları var. Tıp hurafesi başlığı altında anlatacaklarımın yanında bunlardan yediğimiz son kazık Covid-19 oldu. Öbür uzmanlar gibi değil bunlar. Kişisel düzeyde bir güven ilişkisi kurulması gerekiyor. Üstelik bu güven ilişkisi canını emanet etme derecesinde olmak zorunda. Canını emanet ettiğin adam seni iğneye çağırıyor. “İğnenin içinde ne var doktor bey, senin meslek etik ilkelerin[9] ve Hasta Hakları Yönetmeliği[10] bana tatmin edici yanıt vermeni gerektiriyor” diyorsunuz. Hiç utanmadan, sıkılmadan “bilmiyorum”, “sen anlamazsın”, “ben emir kuluyum”, “canın isterse” yanıtlarından birini veriyor veya ilaç şirketinin kuşkulu[11] içerik listesini okuyor ve bütün sorumluluğu kendisine değil, size yükleyen bir kağıdı imzalamanız için önünüze uzatıyor. Avrupa’da durumun çok farklı olmadığını anlıyoruz. Kendi uzmanlık dallarında yalanlar söylenir ve halk aldatılırken içlerinde çok, çok küçük bir azınlık tepki veriyor ve halka işin doğrusunu anlatmaya çalışıyor. Türkiye’de ise mesleğinin gereğini yapan bu azınlık sıfıra yakın. Diplomasını alırken şerefi üzerine yemin etmiş olan uzmanımız bu!

Bu ülkenin askerleri var. Bunların içinde psikolojik savaş uzmanları var. Bu ülke halkı üzerinde onca psikolojik saldırı yapıldı, bunlar ne iş yaptılar, ne tepki verdiler merak ederim. Bu saldırıların sonuncusu Covid-19 idi. Dört başı mamur bir psikolojik savaştır bu. Ergenekon kurmacasında savcılar Kozmik Oda’ya girip ülkenin bütün askeri sırlarını ifşa ederken seyreden uzmanlarımız, sivil asker ayırmadan bütün ülkenin psikolojisi alt-üst edilirken yine seyrettiler. Üstüne üstlük iğne olmak için kollarını uzattılar. İşte uzman dediğimiz kişi bu.

Bu ülkenin hukuk uzmanlarını toplasak ancak tıp uzmanları kadar ederler. İki yıldır anayasal haklar yasadışı[12] gerekçeler ve yöntemlerle kısıtlanırken doktorlardan geri kalmadılar. Üç beş sokak iti için, başıbozuk birkaç eşcinsel için ortalığı ayağa kaldıran, kocasından tokat yiyen kadınlara ücretsiz hizmet vermeyi görev sayan barolar bunlar. İşlerine gelince hemen örgütlenen, bildiriler yayınlayan, çalışma grupları kuran, davalara gönüllü katılan zıpkın gibi hukukçular bunlar. Sorsanız inkar da etmeyecekler olan bitenin yasadışı olduğunu. Demek ki neymiş, uzman dediğiniz kişi ancak işine gelince, kendisine belli bir konfor alanı bırakılınca uzmanmış.

Bu ülkenin İslam uzmanları var. Yüzyılların Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yalanlarını bize İslam diye anlatıyorlar. İslam uzmanı dediğiniz ortalama kişi Kuran’a kaç saat çalışmıştır, yazıp çizdiklerinden kestirebilirsiniz. İlahiyat fakültelerinin hali içler acısı. Doğru düzgün araştırma yapılmıyor. Yapılanlara bakıyorsunuz, dörtte üçü tarih araştırması. Geriye kalan dörtte birin içinde Kuran’ın metni üzerindeki özgün çalışmalar sıfıra yakın. Alın size uzman. Durum böyleyken bir de “diplomalılar varken senin gibi alaylıya mı düştü”, “blogcuya mı düştü”, “bunca alim (?) varken sana mı düştü”ler gırla gidiyor. Vallahi bu listedeki uzmanların her biri dururken bu işler alaylılara düşer, evet.

Yaşanmış bu örnekler ve daha fazlası, artık toplumların “en iyi uzmanı bilir” bilincinin, teknik bir konuda onları dinleme refleksinin onları gerçeğe iletmeyeceğini gösterir. Çernobil’de nükleer kaza olunca “bilmemiz gereken bir şey olsaydı atom uzmanları uyarırlardı” diye varsayamayız artık. Sırtını uzmana yaslama; yazgısını, vicdanını uzmana emanet etme eğilimi toplumda önce hurafelerin oluşmasına, sonra kula kulluğa, sonra da kaçınılmaz çöküşe götürür. Unutmayalım, Firavun’un büyücüleri de kendi dallarının uzmanlarıydı.

Modern dünyada uzman davranışı, otistik ama üstün yetenekli kişilerin davranışına çok benziyor. Bu kişiler hiç kimsenin yapamadığı işleri yapabiliyorlar. Kafalarından hesap yapabiliyorlar, gördükleri her şeyi ayrıntısıyla anımsayabiliyorlar veya üstün bir el becerisi geliştirebiliyorlar. Ama kendi başlarına aile kuramıyor, toplumun güvenilir bir parçası olamıyorlar, sağlıklı fikir alışverişinde bulunamıyorlar. Öbür otistiklerin yeteneklerini anlayamıyor, yargılayamıyorlar. Otistik olmayanlar ise onların neyi yapıp neyi yapamadıklarını isabetli olarak görebiliyorlar.

Bilgi modern zamanlar öncesinde de varmış ama bugünkünden farklı olarak bilginlerin bilgi alanları arasında bir hiyerarşi, dolayısıyla bir bütünlük oluşturma eğilimi varmış. Kimi eski çağ bilgini bilgi alanlarını bir merdivenin basamakları olarak, kimi de bir merkezin çevresindeki uydular olarak tanımlamaya çalışmış.[13] Modern zamanlarda ise bilgi alanları arasında bir eşitlik olduğu varsayılıyor. Tıpkı toplum yaşamında olduğu gibi, “eşitlik” olduğu varsayıldığında değerli ile değersiz, yararlı ile yararsız, iyi ile kötü arasında bir ayrım yapılmıyor. Bir başka deyişle ahlaksız bilgi meşrulaştırılıyor. Din Nedir yazımda iyi-kötü ayrımının yerine konan eğreti “ileri-geri” ayrımından söz etmiştim. Modernizm amaçsız da olsa bilginin nicelik olarak artmasını (dolayısıyla para etmesini) ileri yön olarak belirlemiş durumda.[14] Bu durumda kurulu düzene, uzman bağnazlığına karşıt olan herkesin “bilim karşıtı” veya “gerici” sayılması gerekiyor, öyle de oluyor. Bu tartışmaya bilimcilik hurafesi başlığında sürdürmek üzere ara veriyorum.

Uzmanlar hakkındaki bu gerçek, benim gibi hiçbir şeyin uzmanı olmamış (olamamış?) ama çok türlü şeylerden az az bilen, bu ayrık görünen şeyleri olabildiğince tutarlı biçimde bir araya getirmeye çalışan kişilerin kıvranmalarını bir miktar açıklar herhalde. “Bir araya getirmeyi başaran” değil, “getirmeye çalışan” dedim çünkü kişiyi uzman olmaktan koruyup gerçekliğin bütününü görmeye iten bu çabanın kendisidir; meyvesi her zaman olmayabilir. Eleştirel düşünmeyi, daha doğru ifadeyle aptal olmamayı öğreten kaynakların kıtlığı belki bu çabanın zorluğuyla ve bu çabayı gösteren kişilerin azlığıyla açıklanabilir.

Uzmanlık kumundan kafasını çıkararak noktaları birleştirmeye çalışanlara verilmiş bir ad yok. Uzmanlar uzman, peki her şeyden az az bilip bunları birleştirmeye çalışan bunlar kim? Bunların adı yok, onun için sıradan kişinin bu kişileri ayırt etmesi zor. Uzmanların üniversiteleri ve kütüphaneleri dolduran külliyatları var. Ama “bunların” atıf yapabilecekleri kurumsal bir bilgi düzeni ve öğrenci yetiştirdikleri bir okulları yok. Ne var ki bunlardan birkaçını gerçeğin bütünüyle ilgili konuşturmaya başlasam “ha, anladım, komplo kuramcılarını diyorsun” sesinin yükselmesi an meselesidir. Komplo kuramcılığı olarak aşağılanan iş, ayrık görünen konuları yan yana getirerek bütüncül bir çözümleme yapmayı gerektirir. Bu çaba modern dünyanın bilgi sistematiğine meydan okur, hiçbir meslek ve uzmanlık sepetine girmez. Uzman dediğimiz kişi, asırlık çınar kalınlığındaki çelik kolonlarının bir açık hava yangınında eridiğini, böylece World Trade Center gökdelenlerinin serbest düşme hızında çöktüğünü açıklayan raporu yazan mühendistir. Komplo kuramcısı dedikleri kişi ise yangın fiziğini, pilotluk mesleğini, kamu kurumlarının çalışmasını, ABD tarihini, patlayıcı teknolojisini ve mekanik fiziği yeterince bilen ve bunları bir araya getirerek olayın görece tutarlı alternatif bir açıklamasını yapabilen kişidir. Bu kişinin bunların hiçbirinin uzmanı olması gerekmez; çoğu zaman da değildir zaten. Bu durum kütüphanemde bulunan İslam konusundaki en ufuk açıcı kitapların yazarlarının doktor, mühendis, avukat, tüccar vb. olmasını da açıklar. Çünkü İslam “uzmanları”, uzmanlıklarında boğulup İslam’ın yaşamdaki yerini, büyük resmi görebilmekten görece uzaklaşmış veya uzmanlıkları dolayısıyla bu büyük resmi örtmekte mesleki çıkarları bulunan kişilerdir.

Uzmanlık hurafesinin zararı çok yakın ve somuttur. Apartmanınızın deprem güvenliği hesabı 50 yılda aşılma olasılığı %10, yani 475 yılda bir uğrayan depreme göre yapılır. Bu, Deprem Yönetmeliği gereğidir ve raporun en başında yazar. Ama hiç kimse

1) Raporu okumadığı,

2) Okusa bile anlamayacağını sandığı,

3) Anlasa bile uzmana güvenmesi gerektiğini düşündüğü

Ve yalnızca raporun sonunda koyu harflerle yazılmış “güçlendirilmesi gerekir” ifadesini okumakla yetindiği için bu tuhaflık sürüp gider. Taşınmaz sahibinin yüzüne deseniz ki “475 yılda bir gelecek bir deprem için milyonlar harcıyor, binayı boşaltıyor, başarı olasılığı %100 olmayan bir işe girişiyorsun” belki vazgeçecek. Veya binanın kalan ekonomik ömrü 30 yıl ise herkesin yapabileceği basit hesap: 30/50x%10 = %6. Aslında bu hesabı raporu düzenleyen mühendisin yapması gerekir ama kendisinden böyle bir beklenti yok. Yüzde altı olasılık için bunca külfete katlanacağını söyleseniz kat maliki belki mevzuatı, hükümeti ve bir uzmanlık alanı olarak inşaat mühendisliğini sorgulayacak; basında yer alan “Türkiye’deki yapıların büyük çoğunluğu depreme dayanıksız” haberlerini ciddiye almayacak. Evet, bunlar ciddiye alınacak haberler değil ama uzmana güvenilmesi gerektiği inancı küçük yaştan başlayarak kafamıza çakıldığı için ciddiye alıyoruz. Bu aşılama doğrudan komutlardan çok imalarla yapılıyor. Örnekte olduğu üzere imalar öncelikle basından geliyor. Uzmanlığa kuşkuyla bakan genç cahillik, bağnazlık ve bilim karşıtlığıyla ayıplanma ve kınanma mayınlarıyla dolu bir alanda yürüdüğü için kısa sürede güvenli bölgeye çıkmayı öğreniyor.

İnşaat mühendisliği bu konuda verilebilecek tek örnek değil elbette. Tıpta da aynı yersiz güven var. Bütün tıp etiği metinlerinde ve yönetmeliklerde hastanın tedavi (denemesi) hakkında yeterince bilgilendirilmesi ve bilgilendirilmiş onayının alınması gerektiğini yazadursun, doktorlar bunu yapmıyorlar. Çünkü hastalar doktorun vereceği bilgiyi dinlemiyorlar (sormuyorlar), dinleseler bile anlamayacaklarını sanıyorlar, anlasalar bile sağduyularına rağmen uzmana güvenmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Aslına bakarsanız tıp etiği kuralları uzman olmayan kişinin kendi fikrine sahip olabileceğini, yani “uzmana kafa tutabileceğini” kendisi söylüyor.[15] Çünkü bilgilendirildikten sonra onam vermemek tam olarak budur. Doktorluk mesleği buna saygı duyuyorsa, kendi belirledikleri ahlak ilkelerine göre saygı duymalıysa “aşısız bilim karşıtlarını” orada burada kınayan doktorlar neyin nesi ola? Bunlar uzmanlık hurafesinin canlı kanıtlarıdır. Uzmanların hikmetinden sual olunmaz yüceler olduklarına halk kadar kendileri de inanmışlardır. İbret verici bir şaşkınlıkla, daha önce kendi kabul ettikleri ilkelerle, olgularla, gerçeklerle çelişirler.

Grafiğin eğimini okuyacak olursak şu anda modern dünyanın tam bir uzman tapıncına doğru gittiğini görmek zor değildir. Geçtiğimiz aylarda gıda güvenliği konusunda uzman olmayanların konuşmasını yasaklayan bir yasa teklifi verildi.[16] Meclisten az daha geçiyordu ki, başbakanın emriyle geri çekildi. Siz bu yasayı çıktı sayın. Çünkü yasa yapıcının uzmanlığa bakışını gösterir. Daha da ilginci, Gıda Mühendisleri Odası’nın bu yasağı onaylamasıdır. Hatta bir de gıda konusunda neyin doğru olduğuna karar verecek ve eleştirilemeyecek bir tür “bilim kurulunun” eksikliğini duyuyorlar.[17] Yasa tasarısının içeriğinde neyin doğru neyin yanlış olduğunun bir ayrımı yok, yalnızca “endişe, korku ve güvensizlik” yaratmayı yasaklıyor. Hükümetin derdinin güvenli ve sağlıklı gıda talep edilmemesi olduğunu çok iyi biliyoruz. Çünkü bu talep yerleşik piyasayı alt üst edebilir, gıda oligarşisine zarar verebilir. Gıdanın uzmanı ne yapıyor? Alkışlıyor, “yetmez ama evet” diyor. Gıdanın uzmanı zaten piyasaya muhalif konum alsa işsiz kalır. Durumun açıklaması bu kadar basittir. Uzman dediğimiz kişi bağışlarla yaşayan bir manastır rahibi değildir. Yalnızca kapitalizm makinasının dişlilerinden biridir ve bu konumunu yitirmek istemez.[18] Uzman dediğimiz kişiler üniversite-kariyer-para döngüsünün dışında bir yaşam olabildiğini bilmezler, düşlemezler. Çünkü düşleseler zaten uzman olmazlar ve sistemin dışına çıkarlar! Herhangi bir konuda yeryüzünün en bilgili insanı şu anda her şeyi bırakıp bir mağarada yaşamaya başlamış olabilir. Ve fakat onu bulup getirsek, makinayı terk etmeyi seçtiği için hiç kimse onun uzmanlığına saygı göstermeyecektir. Bir an gösterecek olsalar bile “son gelişmelerden habersiz olduğu” gerekçesiyle mağaraya geri gönderilecektir.

Uzman tapıncına çoktan vardığımızı bile söyleyebiliriz. Soner Yalçın 2019 yılında, Covid-19 tezgahından önce modern tıptaki rezilliklerin yalnızca bir bölümünü işlediği Kara Kutu adlı kitabı yayınladı. Tıp uzmanları Yalçın’ı taşa tuttular. Efendim uzmanlık alanı olmayan konuda atıp tutmuş falan… Okuyucuyu aşıların güvenliği konusundaki kuşkulu durum hakkında uyarmasına da bozuluyor bu uzmanlar.[19] Uzmanlar Yalçın’ı taşladıktan hemen sonra ortaya çıkan Biontech/Pfizer/Moderna Covid-19 iğnesinin zararları ve bilinmezlikleri, herhangi bir konuda doğru yargıya varmak için uzman olmak gerekmediğini herkesin gözü önünde bilmiyorum kaçıncı kez kanıtladı.[20] Ve fakat uzmanlar bile uzman linçinden kurtulamıyorlar. Covid-19 iğnelerini güvenilmez bulan, insanlara iğne olmamalarını tavsiye eden doktorlar var. Bunlar da koronavirüs uzmanı veya solunum uzmanı olmamakla suçlandılar.[21] Uzman olmanız da yetmiyor, o uzmanlığın içinde bir alt uzmanlık dalında uzman olmanız gerekiyor. Bilginin kendinize ait incecik bir dilimi dışında hiçbir konuyu bilmemeniz isteniyor! Ve anlı şanlı bilimimiz serpilip geliştikçe bu dilimler hiç olmadığı kadar inceliyor.

Ama uzmanlar pes etmeyecekler. Ağızlarından çıkan dogmayı sorgulayan herkesin engizisyonda yargılanmasını talep etmeyi sürdürecekler. Bu uzmanlar varken zalim hükümetlere gerek kalmıyor. Ortaçağ Avrupa’sı modernizmin değili olarak, karşıtı olarak sunulur hep. Ne derler hep, “kişilerin yazgısı din adamlarının iki dudağı arasındaydı. Seni aforoz ettiler mi işin biterdi. Yönetim iki başlıydı. Din adamı ayrı, kral ayrı yargılardı. Çoğu kez kral, din adamına uymak zorunda kalırdı.” Şimdi neyin farklı olduğunu biri açıklasın bana.

Diyelim ki alanının bir uzmanı, bir inşaat mühendisi evinizin güvenli olmadığı raporunu tutuyor. Buraya kadar sorun yok. Güvenirsiniz, güvenmezsiniz, sizin bileceğiniz iş; sizin aklınız, sizin canınız. Ama oturmayı seçtiğinizi, uzmanın da polis çağırıp sizi kendi evinizden attırdığını düşünün. İşte modern dünyada uzmanlığın vardığı nokta tam olarak budur. Ne yiyeceğimize karar vermek istiyorlar. Kanımıza neyin zorla şırınga edileceğine karar vermek istiyorlar ve bunu küstahça, sinsice yapıyorlar. Uzmanlar kendilerine neden direnildiği, bilgeliklerinin neden giderek artan yoğunlukla sorgulandığı konusundaki kalın kafalılıklarını sürdürürlerse durum kendileri için de başkaları için de kötüye gidecektir. Hayır, bu sorunun yanıtı toplumda artan cahillik değildir. Artan cahillik yalnızca kuşkunun ve muhalif bilginin hızlı yayılmasına neden olur. Ama o kuşkunun ve muhalif bilginin ortaya çıkışı cahillikle açıklanamaz.

Benim eleştirel düşünce olarak kapsamını yapıp gençlere nasıl öğretirim diye kafa yorduğum şeye kimisi ahlak der. Adlandırmadaki farklılık bakış açısıyla ilgili görece önemsiz bir ayrımdır. Aptallıkla ahlaksızlık, bilgelikle erdem birbirine yapışıktır. Bugün kimisini dünyanın düz olduğuna inandırabilen şey aslında onların uzmanlarda ve hükümet, üniversite, basın gibi uzmanlığı yücelten kurumlarda sezdiği veya tanık olduğu ahlaksızlık, bir başka deyişle güvensizliktir. Dünyanın yuvarlaklığından duyulan kuşku aslında modern toplumun artık uzmanlara güven duyamıyor olduğunu gösteren bir işarettir. Bunun bir gülmece konusu yapılması değil, çok ciddiye alınması gerekir. Örneğini verdiğim üzere, inşaat mühendislerinin veya fizikçilerin bütün dünyayı bu kadar arsızca aldatmaya çalışabildikleri bir ortamda halkın inşaat ve fizik fakültelerini yakmamasına şükretmemiz gerekir. Şükretmek ağızla olmaz elbette. Böyle bir şeyin gerçekleşmesini önlememiz gerekir. Avrupa’da Kilise Reformu döneminde halk kendisiyle Tanrı arasında bir ara otorite olarak kendini konumlandıran din adamlarından öcünü zaman zaman kan akıtarak almıştır. Bugünün din adamları başta öğretim üyeleri olmak üzere uzmanlardır. Kendilerine yönelen artan güvensizlik ve kendi iradelerini polis zoruyla halka dayatmaları karşısında bir öfke patlaması ile aynı şeyin kendi başlarına gelmeyeceğinin güvencesini kim verebilir? Böyle bir patlama olmasa bile bu güvensizliğin hiçbir nedeninin ve sonucunun olmadığını düşünecek kadar kendilerinden mi geçtiler acaba? (giriş bölümünde nedensellikle ilgili söylediklerimi anımsayın).

Bugün tıp uzmanlarının “alternatif” adı vererek dışladıkları tedavi fikirlerinin kimisi yüzlerce, binlerce yıl öncesinin Çin, Hint gibi uygarlıklarına ve göçebe toplumların şifacılarına dayanıyor. Yani bunlar çökmüş uygarlıkların, yok olmuş kültürlerin bilgi birikiminden geriye kalan kırıntılardır. Kırıntısı var ama gerisi yok. Bu yüzden bu kırıntılar ortaya yarım yamalak bir resim çıkarıyor. Herhalde bu yarımlık itici olduğu içindir ki uzman tıpçılar ilgi duyup bunları araştırmaya yönelmiyorlar. Eski Hint’in Yoga gibi öğretileri bedensel olanla tinsel olan arasında bir geçişlilik sağladığı için, bunları ayırmadığı için, yani psikoloji ve fizyoloji olarak şubeleşmediği, uzmanlaşmadığı için bugünün uzmanları bunları “sahte-bilim” diye kestirip atıyorlar. Tıpkı bir pozitivistin “ampirik olarak gözleyemiyorsam yoktur” dediği gibi, bir doktor insanın ruhuyla fizyolojisi arasındaki bağlantıyla ilgilenmemeyi seçtiği için bunu yok sayıyor. Bu dışlama, eski insanların bir şeyden anlamaz aptal ve cahiller oldukları mitolojisinde güzelce yerli yerine oturuyor. “Her uzman kendi alanının bağnazıdır” diyebileceğimiz bir dışlama refleksi geliştirmiş durumdalar. Oysa bunların neyin kalıntısını olduğunu araştırmaları ve açık fikirli olmaları gerekiyordu. Sormaları gereken şey şuydu: Bu kültürler nasıl ve neden yok oldular? Onların bilgi birikimleri yok olabildiyse bizim bugün her zamankinden daha kırılgan olan bilgi birikimimiz neden aşınmasın, yok olmasın? Bundan bin yıl sonraki kuşaklar bizim bugün ürettiğimiz gerçek tıp bilgisinin bütününe eremedikleri için kalıntılarını da inkar edecekler mi? Ya bizim bugünkü bilgi dağarcığımızdaki görünür kabarma uzun bir düşüş sürecinde kısa bir ara veya altında ezileceğimiz bir yükse?

Her uygarlığın yükselişi ve çöküşü vardır. Uygarlıkların sonsuza dek ayakta kalamayışları, insanın ömrünün sınırlı olması kadar fiziksel ve matematiksel bir gerçektir. Modern uygarlık çöküş sürecindedir. Uzmanlık tapıcılığı kendi hurafelerini yaratan, böylece çöküşü hızlandıran bir eğilimdir. Tavuk-yumurta ikilisi gibi, uzmanlık, uzmanlık tapıcılığını doğurur. Buna karşılık uzmanlık tapıcılığı ise daha derinleşen, üzerinde daha az doğruluk baskısı duyan ve böylece gerçeklikten daha da uzaklaşan bir uzmanlığı doğurur. Bir sonraki yok oluşa, büyük unutuşa ve yeniden başlamaya dek bu böyle gider.

 

Dipnotlar

[1] “Kendilerine bilgi (el ilm) geldikten sonra çekemezlik yüzünden ayrılığa düştüler” cümlesini içeren ayetlere bkz. Örnek: 42:14

[2] Pek çok mesleğin yemininde “insanlığın yararı” kavramının bulunması bu genellemeye istisna oluşturmaz veya ihmal edilebilecek kadar küçük bir istisna oluşturur. Din Nedir yazımda belirttiğim üzere seküler/tanrısız düşünce çerçevesi, “gerekli kötülükleri” aklamak için sıkıştığında insanlık kavramının anlamını bile değiştirmekten çekinmez. Çünkü zaten Tanrı kavramı olmaksızın insanlık, ahlak, iyilik, güzellik, anlam, adalet gibi kavramlar tanımlanamaz.

[3] Örneğini Çoktanrıcı Kuşaklar yazımda gösterdim.

[4] Bu imanın en önemli ayağını konuları “uzmanına soran” basın gerçekleştirir. Basın, kendi başlığı altında ayrıca inceleyeceğim bir hurafedir.

[5] Bu kafa yapısını şurada net olarak görebilirsiniz: youtube.com/watch?v=97t7Xj_iBv0&t=11m2s

Soru: Bu zımbırtı nükleer silahlarda gerçekten kullanılıyor mu? Uzmanın yanıtı: Bize söylemiyorlar. Tasarlıyoruz, prototipleri yapıyoruz, test ediyoruz, ardından “çitin arkasına” gidiyor. Gizli. Ne olduğunu bilmiyoruz.

[6] Küresel Terör ve Türkiye kitabına bkz.

[7] http://forum.yapisal.net/betonarme-yapilar/10397-ugur-ersoy-ve-insaat-muhendisligi.html adresinden arşivledim. Siteye şu anda erişilemiyor.

[8] Sabrı olan sevilesi okurlar, uzmanların hazırladıkları ve/veya sessiz kalarak onayladıkları resmi öyküdeki saçmalıkların bir bölümünü şu yayınlarda bulabilirler: Yazı: https://archive.is/8Pwb8 Kitap: Sancılı Sorular – Eric Hufschmid, Sırlar Operasyonu – Jim Marrs, Dehşetengiz Hile – Thierry Meyssan. Film: The Missing Links, Loose Change, In Plane Site, 9/11 Eye Witness, September Clues. The Missing Links filmi İsrail bağlantılarını gösterdiği için internette yoğun olarak engelleniyor.

[9] https://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&id=65 Özellikle 21 ve 26.

[10] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=4847&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5 Özellikle 15, 18, 24, 26, 27, 28.

[11] Özellikle Biontech/Pfizer/Moderna iğnesinde belirgin. Gebelere tavsiye edilmemesi ve kimi hastaya iğneden hemen sonra MRI makinasına girmemesini söylemeleri, iğnenin içeriğini gizlediklerinin belirtisidir.

[12] https://elestireldusun.wordpress.com/2021/05/28/kovid-sozcukleri-ve-algi-yonetimi/

Kalburüstü bir hukukçunun yararlı açıklamaları: https://www.anayasa.gen.tr/pandemi-ozet.htm Hukukçunun tıp konusunu tıp uzmanlarına bıraktığına dikkat edin…

[13] Kuran belli bir bilgiyi, varoluş bilgisini, bir başka deyişle ahlak bilgisini, bir başka deyişle Tanrı hakkındaki bilgiyi çoğu kez yalnızca bilgi (Ar. ilm) sözcüğüyle anıyor. “Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmaması” gibi ayetlerde işaret edilen herhangi bir bilgi değil, niteliği en yüksek bu bilgi olmalı. Kuran özgün bir simgesel dil kullanarak yaşamın farklı katmanlarına uygulanabilecek anlam örüntüleri/şablonları oluşturmayı amaçlamış olabilir. Yer ve gök kavramlarının hem somut hem soyut anlaşılması durumunda ortaya çıkabilen farklı ama ikisi de doğru iki yorum bunun bir örneği olabilir. O zaman Kuran’ın bir uzmanlık alanında (ör: “din”) bilgi veren bir kitap değil, bütün bilgiyi birleştirecek bir öz bilgi /anahtar bilgi /yüksek bilgi sunduğu daha iyi anlaşılıyor.

“Hobi Olarak…” yazımda sözünü ettiğim “İslami bilgi” bu değil, din kitabı dediğimiz şeyleri dolduran kuramsal bilgiydi; yanlış anlaşılmasın.

[14] Amaçsız nicelik tam da 102. Sure’de eleştirilen şeydir.

[15] Doktora Güvenilir Mi yazımda kendileriyle nasıl çeliştiklerini göstermiştim. https://elestireldusun.wordpress.com/2021/10/19/doktorun-sozu-dinlenir-mi/

[16] http://web.archive.org/web/20210707040140/https://sendika.org/2020/10/akp-gida-guvenligi-endiselerini-torba-yasayla-susturmaya-calisiyor-598768/

[17] http://web.archive.org/web/20210123053526/https://www.gidamo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=10008&tipi=15&sube=0

[18] Kuran’da bkz: “Sizden ücret istemeyene uyun.”

[19] Bir örneği şurada: http://web.archive.org/web/20200812120214/https://www.veryansintv.com/soner-yalcinin-kara-kutusu-ne-kadar-dolu Onca çarpıtmanın yanında bir de tıbbın şanlı geçmişine vurgu yaptığına dikkat edin. “1400 yıllık birikimden” söz ederek geleneğin eleştirilmesini engellemeye çalışan din bilirkişilerini hatırlatıyor.

Doktorların isteğinin kendilerine koşulsuz teslim olunması (kul olunması) olduğunun kanıtı TTB’nin çocuk aşısını zorunlu yaptırma konusundaki önceki girişimleridir: http://web.archive.org/web/20180802174232/https://haber.sol.org.tr/toplum/ttb-saglik-bakanligina-basvurdu-asi-zorunlu-olsun-233558

[20] “Aşı” adı altında zorla vurulan bu iğnenin neden olduğu hastalık ve ölümlerin yalnızca bir bölümü resmi başvurulardan derlenmiş olarak şurada bulunabilir: https://medalerts.org/vaersdb/findfield.php?TABLE=ON&GROUP1=AGE&EVENTS=ON&PERPAGE=100&VAX=COVID19&VAXMAN=PFIZER/BIONTECH&DIED=Yes

[21] Örnek: http://web.archive.org/web/20210620072239/https://www.ntv.com.tr/turkiye/bitmek-bilmeyen-asi-tartismasi-insanlik-sucu-isliyorlar,SMsHoN3e8EGPhsufPkpfsA

Genel olarak aşı kuşkucusu doktorların uzmanlık alanlarına saldıran bir “skeptik”: http://web.archive.org/web/20210204235020/https://www.skepticalraptor.com/skepticalraptorblog.php/anti-vaccine-doctors-naming-names/

Bir Cevap Yazın