Kuran’da Covid-19 (2)

Kuran, temiz kalmak isteyenlerin yardım çağrısıyla başlar. Çağrının hemen ardından “işte size yol gösterici kitap” diye başlayan ikinci surenin daha sekizinci ayetinde iyilik eder gibi görünmeye çalışarak kötülük eden aldatıcılardan söz edilmeye başlanır. “Bismillah” dedikten hemen sonra, 6300 küsur ayetten daha on beşincisinde başlayan bu tema altı yüz sayfa boyunca sürer ve kitabı kapatan sureler yine bu aldatıcıların oyunlarından Allah’a sığınma çağrılarıdır.

Şimdi yeryüzünü kaplayan büyük kötülük ağlarını işaret ettiğimizde, bunlardan şu anda en büyüğünün Covid-19 düzeni olduğunu söylediğimizde bizi Kuran’ı kendi kuruntularımıza, kendi kaygılarımıza ve öznel bakış açımıza alet etmekle suçlayacak olanlar şunu açıklasınlar: Bu kitabın yazarının derdi neydi peki? Altı yüz sayfa ve bu altı yüz sayfayı çevresine belleten Ulak’ın yaşamı boyunca kopan onca kıyamet ne içindi? Kötü, bizim gösterdiğimiz kötü değilse nedir? Nerededir bu savaşılacak kötülük? Uğruna kentlerin, ülkelerin dümdüz edildiği iyilik nedir? Siz kötüleri çizgi film kahramanı mı sanıyorsunuz? Üniformaları, pelerinleri olacak, alınlarında “kötü” yazacak, yüzümüze pis kahkahalar atacaklar mı sanıyorsunuz?

 

 

Hadis Savunusu İle “Aşı” Savunusu Arasındaki Benzerlik

Peygamber Sünneti adı verilen masalları savunanların Yalnızca Kuran ilkesini savunanlara yönelttikleri suçlama bellidir. Bu bloga ara sıra gelen yorumlarda da görülüyor. Suçlamanın özü şudur:

Hadis savunucusu: “Siz Peygamber karşıtısınız. İslam’ı bozmaya çalışıyorsunuz.”

Kuran savunucusu: “Ben Peygamber karşıtı değilim. Tersine, Peygamber’e kulak veriyorum. Onun yazdığı tek kitap var, ben de onu okuyorum. Sizin hadis, sünnet, icma, gelenek dediğiniz ve bugün Kuran’ın önüne koyduğunuz uydurmalara dikkat çekiyorum. İslam’ın bozulmasını istemiyorum. Bunun için İslam’ın ta kendisi olan tek kitaba çağırıyorum. İslam’ın doğruluğu, hakikiliği, hatta Peygamber’in yaşamışlığı konusunda kuşku uyandırmaya çalışanlar, ‘dinler arası diyalog’ ve benzeri tuzaklarla İslam’dan uzaklaştırmak isteyenler sizin savunduğunuz uydurmalara dört elle sarılıyorlar. Ben uydurmaları gerçeğinden ayırt ederek hem Peygamber’i hem İslam’ı aklamaya çalışıyorum.”

Aradaki benzerliğe dikkat edin:

“Aşı” savunucusu: “Siz bilim karşıtısınız. Aşı karşıtısınız. İnsanları hasta etmeye çalışıyorsunuz.”

Kovid kuşkucusu: “Ben bilim karşıtı değilim, tersine bilime kulak veriyorum. Sizin bilimin bulgularını örtbas ettiğinize dikkat çekiyorum. Aşı karşıtı değilim. Tersine, aşı görüntüsü verilen zehirlere karşı çıkarak gerçek aşıları savunuyorum. İnsanların hasta olmalarını istemiyorum. Tersine, insanlara acıdığım ve öncelikle kendime değer verdiğim için herkesi sağlıklı seçimi yapmaya çağırıyorum. Bütün dünyayı hasta etmeye çalışan manyakların, Firavun’ların varlığına sizi uyandırmaya çalışıyorum.”

“Aşı” savunucuları bilimin yanında olmak iddiasıyla aslında bilimi baltalıyorlar. Gerçek olmayan bir tehdide karşı geliştirildiği öne sürülen gerçek olmayan bir aşıyı savunarak modern tıbba en büyük darbeyi kendileri vuruyorlar, Kovid kuşkucuları değil. Kovid kuşkucuları ise aşıyla zehiri ayırıyor, böylece aslında bilimin ve tıbbın yanında yer alıyorlar, karşısında değil. Yakın gelecekte bilimsel gerçeklere ve tıbbi gerekliliklere aşırı bir kuşkuculukla bakan ve direnç gösteren, doktorluk mesleğine ve bilimsel düşünceye saygısı tükenmiş kuşakları yaratanlar bugünkü “Kovid aşısı” ve sözde bilim savunucuları olacak.

“Aşı” savunucuları gerçek olmayan bir yasallığı, yani orman kanununu savunarak halkın birbirine ve devlet örgütüne olan güvenini baltalıyorlar, insanların arasındaki güven bağlarını koparıyorlar. Kovid kuşkucuları ise yasaya uyulmasını talep ederek güveni sağlamaktan, hukukun üstünlüğünün korunmasından yana bir tutum izliyorlar. Hukukun üstünlüğünü yok ederek veya edilmesini onaylayarak Kuran’ın “yeryüzünde/ülkede fesat çıkarmak” (fesaden fi el ard) olarak adlandırdığı suçu kuşkucular değil savunucular işliyorlar. Onları şimdi ve burada (Arapça: dunya) cezalandıracak bir mahkemenin olmayışına güveniyorlar (54:44-45).[1] Yani Allah’a güvenmiyorlar (64:17).[2]

Bu manzara Kuran’ı ezme ve geri plana atma pahasına hadis ve Sünnet’i savunan fanatiklerin neden olduğu zararı andırıyor. Bugün gerek Müslümanların kendi aralarından gerekse Kitaplılar’dan gelen İslam düşmanlığı en büyük gücünü siyer, hadis ve Sünnet denen uydurmalardan alıyor. Gerçekle sahtenin arasını ayırmayanlar, sahteyi savundukları ölçüde İslam’ın adının lekelenmesinden sorumlu oluyorlar.

Tektanrıcılık doğruya doğru, eğriye eğri demektir. Falanca otorite öyle istiyor diye eğriyi ve doğruyu aynı sepete atmaktan çekinmektir (2:42,285, 3:71)[3]. Güç dengelerini gözeterek veya cezalandırılmayacağını hesap ederek gerçeğin içine gerçekdışını karıştıran ve bunu sürekli yapan kişi çoktanrıcıdır.

Çevremizdeki Kovid kuşkucularının önemli bir bölümünün gelenekçi bakışı sorgulamamış ve dolayısıyla [Kuran + X] formülünü savunuyor olmaları, bu satırları okuyunca benden kaçacak olmaları beni bu benzerliğe dikkat çekmekten alıkoymayacak. Bu günlerde anlamamız gereken tam da budur. Gerçek sizinle pazarlık yapmaz, kelle sayısına bakmaz (14:8, 35:15-16).[4] Teslim olur veya ezilir gidersiniz. Nuh tufanından bir avuç insan kurtulmuştur. Göstere göstere gelen tufandan belki daha az kişi kurtulacaktır.

 

 

“Aşı” Savunusundaki Çoktanrıcı Örüntü

Kovid kuşkucularının savlarının doğruluğuna değil, bilimsel olup olmadığına bakmak tam bir çoktanrıcılık örneğidir. Mecaz veya kavramsal zorlama yapmıyorum. Basbayağı, on ikiden, buz gibi, taş gibi şirktir. Çünkü Allah yalnızca iyi, doğru ve gerçek olanı buyurur (2:110,272, 4:170,171, 6:104, 8:19, 10:108, 17:15, 29:6, 27:92, 35:18, 39:41, 41:46, 45:15, 47:7,38, 48:10, 64:8,16, 65:4, 52:40…). Bir savı onaylamak için onun iyi, doğru ve gerçek olmasının dışında ölçütler aradığınız anda eş koştunuz; iki kere iki dört. Bu durumda kuşkucuların iyiliği aramalarını, doğru söylemelerini, haklı olmalarını yeterli bulmayarak bir de “bilimsel” kanıtlarla gelmesini bekleyenler tam anlamıyla bir şirk eyleminde bulunuyorlar. Sözgelimi bir ülkenin hükümeti benim çocuğumu öldürmeyi istediğinde ve buna bilimsel bir gerekçe bulduğunda benim buna teslim olmamın beklenmesi şirktir. Bir başka deyişle Allah’a karşı gelip bilim tanrısına secde etmemin beklenmesi şirktir. Çünkü günahsız çocuğu öldürmeyi haklı çıkaracak hiçbir ahlaki gerekçe yoktur. Bu gerekçe çoktanrıcıların izlediklerini söyledikleri “İnsan Hakları” sisteminde de bulunmaz. Bu durumda benden bilimsel bir karşı tez geliştirmemin beklenmesi bilim tanrısına tapmak olur. Benzetme yapmıyorum, mecaz yapmıyorum, retorik bir dil kullanmıyorum. Basbayağı, bildiğimiz her anlamıyla tanrılar uydurmaktır bu. Bir kuşkucu “beni rahat bırakın” dediğinde aslında çoktanrıcı modern dünyanın kabul ettiği ahlak sistemine göre geçerli bir talepte bulunur. Kuşkucular kimseyi zorlamıyorlar, yalnızca sonucuna kendilerinin katlanacağı seçimleri yapma olanağını ve ülkenin yasasına uyulmasını istiyorlar. Allah’ın elçileri de kimseyi zorlamıyorlar ve sonucuna kendilerinin katlanacağı seçimi yapmakta serbest bırakılmayı talep ediyorlar:

Yoksa “Onu uydurdu!” mu diyorlar? De ki: “Onu uydursaydım, Allah’tan gelecek bir şeye engel olamazdınız… 46:8

Yani elçi “uydurmuş olsaydım hiçbir çıkarım yokken, üstelik bir maliyete de katlanıyorken bu işi üstlenmez, riske girmezdim” diyor. Kovid kuşkucuları durduk yere rahatlarını bozmayı ve herkes eğlenirken kaygılanmayı seçiyorlarsa bunu delilikle açıklamak mantıklı değildir. Oturup düşünmek, anlamaya çalışmak gerekir. Elçi, yaptığı uyarıya karşılık rahat bırakılmak dışında bir ödeme istemiyor. O kimseye zorbalık etmiyor, karşılığında da zorbalık görmek istemiyor:

Yoksa onlardan bir karşılık istiyorsun da ağır bir borç yükü altında mı kalıyorlar? 68:46

Kaldı ki kanıt yükümlülüğü iddia makamındadır. Yani Firavun’un büyücüleri daha yeni bir virüs (1) ve bu virüsün neden olduğu bir salgının varlığını (2) ve ölümcüllüğünü (3) kanıtlamış değiller. Bu üç kanıtın yokluğunda “aşı karşıtlığını” yargılamak zulümden başka bir şey değildir. Bu da işin mantıksal yüzüdür.

Bunlara “büyücüler” demem mecaz değildir, retorik değildir. Çünkü tek dayanakları kalabalıkları büyüleme gücüdür. “Bilimadının küçük yaştan başlayarak zihnimize ekilmiş olumlu ve sorgulanamaz çağrışımı; basının kuşatıcı, bunaltıcı, yıldırıcı, duygusal dengeyi bozucu, beyin yıkayıcı, bellek silici, irade belirleyici gücü; hükümetlere yakıştırılmış ve küçük yaştan başlayarak zihnimize ekilmiş güvenilirlik ve karşı konulmazlık izlenimi… Var olduğunu öne sürdükleri şeyin gerçekliği yok, yalnızca bu üç büyüleme kanalı var. Öne sürdükleri gerçeklik iddiasındaki yüzlerce çelişkinin varlığı gerçeğin kendisine değil, ellerindeki büyüleme gücüne güvendiklerini (=iman ettiklerini) gösteriyor. Çünkü gerçeğe (=Allah’a) tapsalardı bu çelişkileri gidermeye ve yanlışlarından dönmeye çalışır, güç dengesine bakmaksızın çekinmeden eleştiri yaparlardı.

“Komplo kuramcısı” bir avuç “bilim karşıtı” “cahil” “meczubun” savlarını kabul etmek için dev şirket-hükümet oligarşisine kabul ettirmelerini bekleyenler aslında güç dengesine göre konum alıyorlar. Bunlar için kuşkucularla “aşı” savunucuları televizyonda tartıştırılsa bile kuşkucular tartışmayı kesin “kazanmış” görünmedikçe ikna olmayacaklar. Bunlar yaşamlarına doğruluk ve erdemle değil, güç korkusuyla ve geçici güvenlik arayışıyla yön veriyorlar:

“Büyücüler üstün gelirse, biz de onlara uyarız!” 26:40

Zaten bu yüzden “büyü” ve “büyülenmek” sözcükleri bağlama cuk oturuyor. Cin bir televizyoncu istese bir Kovid kuşkucusunu “bilim savunucularının” karşısında hezimete uğramış gösterebilir. Böyle bir “büyü” ile kuşkuculuğa büyük bir darbe vurmak dezenformasyon profesyonelleri için çok kolaydır.

Dikkat edin; Kuran’da örtücüler (inkarcı, Ar. kafir) ve çoktanrıcılar (eşkoşucu, Ar. müşrik) Elçileri ve yoldaşlarını kendileri gibi insanlar sanırlar. Yani onların gerçeği bilip ona teslim olmak gibi bir dertlerinin olduğunu bilmezler. Onların kendileri gibi güce göre konum aldıklarını, kazanma olasılığına yatırım yaptıklarını, politik güdülenmeye[5] sahip olduklarını sanırlar. Çünkü kendileri böyledir:

Sonunda onlardan uzaklaştı ve şöyle dedi: “Ey toplumum! Gerçek şu ki, efendimin gönderdiklerini size bildirdim ve size öğüt verdim. Fakat öğüt verenleri sevmiyorsunuz!” 7:79

Dediler ki: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuzdan bizi çevirmek ve bu topraklarda büyüklüğü elinize geçirmek için mi geldiniz? İkinize de inanmıyoruz!” 10:78

“İşte bu ikisi, kesinlikle büyücü olmalı! Büyüleriyle bizi toprağımızdan çıkarmak ve örnek yaşamımızı yıkmak istiyorlar!” dediler. 20:63

Toplumu arasındaki nankörlerin ileri gelenleri, şöyle dediler: “Bizim gibi bir insanoğlundan başkası değil bu; bize üstünlük sağlamak istiyor. Oysa Allah dileseydi kesinlikle melekleri indirirdi; önceki atalarımızdan da bunu duymadık!” 23:24

İnsan bilimle yaşamaz. Ahlakla, hukukla yaşar. Sizi bilim sopasıyla dövmeye kalkanlara olayın neden baştan aşağı hukuk dışı ve yasadışı yürütüldüğünü sorun ve nasıl kaçıştıklarını görün. Hükümetin anayasal yolları izlememiş, olağanüstü hal ilan etmemiş veya yasa çıkarmamış olmasını hiçbir şekilde savunamayacaklarını bilirler. Bu, örtücülerin kendi dinlerini baskı ve zorlamayla tektanrıcılara dayatmaları davranışıdır:

Sen onların öz milletlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmazlar. Bakara 2:120

…Güçleri yetecek olsa, sizi dininizden döndürünceye değin sizinle savaşırlar… 2:217

Toplumu arasındaki büyüklük taslayanların ileri gelenleri şöyle dediler: “Ey Şuayb! Seni ve seninle birlikte inananları ya kesinlikle kentimizden çıkarırız ya da kesinlikle bizim dinimize dönersiniz!”… 7:88

İnkar edenler, elçilere şöyle dediler: “Sizi ya kesinlikle toprağımızdan çıkarırız ya da kesinlikle bizim dinimize dönersiniz!” 14:13

Tektanrıcılar doğru bilgiye eriştiklerinde bunu istemeyenlere baskı ve zorlamayla kabul ettirmeye çalışmazlar çünkü onlar gerçeği savunduklarını bilirler. Gerçeğin sopayla kabul ettirilmeye gereksinimi yoktur:

Oysa Allah dileseydi ortaklar koşmazlardı. Seni onların üzerine gözetmen yapmadık; onların üzerine denetmen de değilsin. 6:107

İnanmadıkları için, neredeyse kendini tüketeceksin. 26:3

Yine de yüz çevirirlerse seni onların üzerine gözetmen olarak göndermedik. Senin görevin yalnızca bildirmektir. 42:48

Allah, din nedeniyle sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz… 60:8

“Sizin dininiz size; benim dinim de bana!” 109:6[6]

Örtücü, baskı ve zorlamaya gereksinim duyar, karşıt görüşlü öbekleri bir türlü rahat bırakamaz, içi içini yer. Bunun nedeni benliğinin derininde haksız olduğunu bilmesi veya haklılığından emin olamamasıdır:

Allah’ı ve inanca çağırılanları aldatmak için uğraşırlar. Oysa kendilerinden başkasını aldatamazlar; üstelik ayırdında değiller. 2:9

Onlara seslenirler: “Sizinle birlikte değil miydik?” Yanıt verirler: “Evet, öyle! Fakat siz kendinizi ayarttınız; beklediniz ve kuşkulara düştünüz. Allah’ın buyruğu gelinceye değin kuruntunuz sizi aldattı. Ve aldatıcı, sizi Allah ile aldattı!” 57:14

Kovid kuşkuculuğuna hak vermek için “bilimsel kanıt” dışında hiçbir şeyi kabul etmeme davranışı, Kuran’a ve elçilere güvenmeyenlerin bilimsel kanıt istemeleriyle aynı davranıştır. Onlara iyiliği, güzelliği gösterirsiniz; bunların ampirik kanıtını hiç kimse üretemez. Günahsız, temiz insanların, hele çocukların kanına temizliğinden emin olmadığınız bir şeyi, üstelik fasık olduğu çoktan bilinen insanlardan gelen bir şeyi sokmanın kötü olduğunu “bilimsel” olarak kanıtlamanızı beklerler! Oysa iyiliğin, kötülüğün, ahlakın, sağduyunun, sevginin, merhametin bilimselliği olmaz. Bunlar bilimin konusu değildir. Kimi gencin “aşı” olmak zorunda kaldığı için çocuk gibi ağlayıp bunalıma girmesine, gelecek umudunu yitirmesine; “aşının” virüs bulaşmamış on binlerce kişiyi çoktan öldürmüş olmasına karşı yüreklerinde en küçük bir sızı duymayan kişilere bilimsel veya mucizevi hiçbir kanıt işlemeyecektir. Aynı örüntüyü GDO konusunda da görüyoruz. Halkın önemli bir kesimi haklı veya haksız gerekçelerle kaygılanırken hükümetlerin bu kaygıları ortadan kaldırmak ve güven sağlamak yerine GDO’ları ittire kaktıra, kırk oyunla millete yedirmeleri iyi niyetle açıklanamaz. Bilimin GDO’dan yana olmasını insanlara bu muameleyi yapmak için yeterli gerekçe sayıp buna seyirci kalanlar iyilik tanrısına, yani Gerçek Tanrı’ya değil bilim tanrısına tapıyorlar demektir. Vicdanı körelmiş kişilere bilimsel kanıt aramak boşunadır; kabul etmeyeceklerdir.

Hümanistlerin veya ateistlerin Allah’ın veya elçilerinin kanıtını sormaları boşunadır. Elçilerin mesajının iyi olduğunu, insanlığın vicdanının sesi olduğunu görmek onlara yeterli gelmiyorsa bilimsel veya ampirik kanıt da yeterli gelmeyecektir. Kuran’ı okuyup da bunun Allah’tan geldiğinin bilimsel kanıtını soran kişinin iyilikle, kötülükle hiçbir derdi yok demektir. O kişiye artık kanıt getirseniz de güvenmeyecektir (6:7,109-111, 5:112-118, 10:96-97…). Güvenecek bir şeyi yok demektir çünkü o iyiyle, güzelle, doğruyla ilgilenmiyor. Aynı şekilde Kovid zorbalığına karşı “bilimsel” kanıt isteyenlerin bunları sunsanız bile kabul etmeyecekleri daha baştan bellidir. Çünkü apaçık ortada olan kötülüğü görmezden geliyorlar, ortada ahlaki değil de bilimsel bir anlaşmazlık varmış gibi yapıyorlar. Tartışmayı ahlaki ve hukuki alandan “bilimsel” alana, Allah’ın mescidinden uyduruk tanrıların mescidine çekmeye çalışıyorlar. Ama bu uyduruk tanrılardan birini hoşnut edebilseniz bile öbürünün mescidine kaçacaklar (10:66, 5:43).[7] Allah’ın verdiği haber şu anda gerçekleşiyor ve virüs, “aşı”, çıkar ilişkileri konusunda sunduğumuz çürütülemez bütün kanıtları -içlerinde bilimsel olanlar da var- yok sayıyorlar.

 

 

Asıl Aşırıcılar ve Paranoyak Felaket Tellalları
“Aşı” Savunucularıdır

“Hepimizi yok etmeye çalışan bir virüs var. Ölmemek için uzmanlara ve hükümetlere güvenmemiz ve fazla düşünmeden, incelemeden, hakkı, hukuku umursamadan aşı olmamız gerekiyor.”

Yalanın şablonu hiç değişmiyor:

“Küresel terörizm çok kötü ve hepimizin canı tehlikede. Can ve mal güvenliğimiz için anayasal haklarımızdan vazgeçmemiz gerekiyor.”

“İnsan kaynaklı küresel ısınma her yeri çöle çevirecek. Su savaşlarında can vermemek için mülkiyet hakkından vazgeçmemiz ve kişisel karbon kredisi sistemine teslim olmamız gerekiyor.”

“Komplo kuramcısı” diyerek akıllarınca küçümseyip aşağıladıkları kuşkucular aslında kuramlardan değil somut gerçeklerden söz ediyorlar. Yukarıdaki örnekler ise asla kanıtlanmamış hipotezlerdir. İddia sahibinden kanıtları sunmasını istediğinizde sizi aşağılıyor (2:13, 6:10, 7:75, 11:27, 15:97, 25:41, 26:111, 43:52, 81:22, 83:29-32)[8], sansürlüyor (15:70, 54:9)[9] veya size saldırıyorsa (11:91-92, 14:13, 17:76, 21:67-68, 26:29,116,167)[10] bilin ki kanıtlayacak bir şeyi yok ve yalnızca yalan söylüyor. İşte bu örtücü davranış şablonudur. Yalnızca Elçilere değil, işlerine gelmeyen gerçekleri söyleyen herkese böyle davranırlar.

Bugünlerde basının dolduruşuna gelerek “aşısızlara” karşı öfke ve nefret dolanların kendi aralarındaki konuşmalarına tanık oluyor musunuz? Hapse atılmalarını, sokak iti bile doyarken onların aç bırakılmalarını, sınır dışı edilmelerini isteyenler var. Toplama kampına tıkmaktan söz edenler bile var. Bir avuç kadına ayrı belediye otobüsünün çalıştırıldığı ülkede milyonlarca “aşısıza” özel otobüs seferi önerilmiyor bile! Durum böyleyken basının, hükümetin ve “bilim” insanlarının ölçüye, dengeye, dinginliğe, soğukkanlılığa, barışa en küçük bir çağrı yapmadıklarına dikkat edin. Firavun’un halkını İsrailoğullarına karşı kışkırttığı gibi, nefreti ve yarılmayı görmezden gelerek aslında toplumu bile isteye bölüyorlar. Sözde bilimi savunuyor görünürken aslında kendi tanrılarına tapmayı reddedenlerin yok olmalarını istiyorlar.

 

 

Her Peygamber “Komplo Kuramcısı”dır

Komplo kuramcılığının bir tür paranoya, yani var olmayan şeyler düşleme durumu, şizofreniye yakın bir gerçeklikten kopma durumu olduğunu söyleyenlerin Kuran’ı güvenilir veya yararlı bir kitap olarak bulmaları olanaksızdır. Çünkü Kuran daha başlar başlamaz okuyucuyu İblis adlı bir özneyle tanıştırıyor. Yazarın öne sürdüğüne göre, kötülüklerin hepsi bu öznenin kışkırtmasıyla ortaya çıkıyor. Yeryüzündeki bütün kötülüklerin kışkırtıcısı olan bir öznenin varlığından söz etmek gerçek bir komplo kuramıdır. Üstüne üstlük, İblis’i tıpkı bir Panoptikon yapısının merkezindeki gözleyiciymiş gibi kurguluyor (7:27, 20:95-96)[11]. Çevremize baktığımızda bu öznenin ne bedenini, ne adını görebiliyoruz. Akıllı geçinenler ve bilimsel düşünebildiğini sanan pozitivistler Kuran’ın yazarının bir komplo kuramcısı olduğu sonucuna varmak zorundalar. Kuran bağlısı olduklarını öne sürenlerin de aynı nedenden dolayı yeryüzünde örgütlü, sistemli, tasarlanmış ve hizmet kurumlarının kötüye kullanımına dayanan gizli kötülüklerin var olduğuna inanmaları gerekir. Eğer inanmazlarsa bu bir çelişkidir. Bu kötülüklerin hangileri olduğu konusunda kendi aralarında fikir ayrılığında olabilirler. Ama kurumları kötüye kullanıma dayalı hiçbir örgütlü kötülük olmadığını öne sürmek Kuran bağlılığıyla %100 çelişir.

Tehditlere karşı halkı uyarmak, tuzaklardan çekinmek, kötü haber vererek insanların rahatlarını bozmak ve keyiflerini kaçırmak “komplo kuramcılığı” ise Allah’ın bütün elçileri komplo kuramcısıdır. “Komplo kuramlarıyla işim olmaz” diyenlerin onlarla da işi yoktur. Onlar sevgi ve barış dini bahanesiyle sizi teslimiyetçiliğe, edilgenliğe, etkisiz eleman olmaya çağırırlar (60:1, 2:104)[12]. Namaz kıldıklarına veya ağızlarıyla gerçeği onayladıklarına bakmayın. Onlar Yahudiyse Tevrat’ı, Hristiyansa İncil’i, Müslümansa Kuran’ı tozlu raflara mahkum etmiş, yaşamdan söküp atmışlardır.

İnanmış olan şöyle dedi: “Ey toplumum! Aslında Ayrımcıların Günü’ne benzemenizden korkarım! Nuh toplumu, Ad, Semud ve onlardan sonrakilerin durumu gibi. Çünkü Allah kullarına haksızlık yapmak istemez! Ey toplumum! Aslında sizin için Haykırış Günü’nden korkarım! Arkanızı dönüp kaçacağınız gün sizi Allah’tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Çünkü Allah kimi saptırırsa artık onun için yol gösteren yoktur!” 40:30-33

Geri çevrilmesi olanaksız olan gün Allah’tan gelmeden önce efendinizin çağrısına karşılık verin. O gün ne sığınılacak bir yer vardır ne de yapılan nankörlüğe bir çözüm. 42:47

Üstelik gülüyorsunuz; ağlayacağınıza. 53:60

Allah’ın elçileri onları istedikleri kadar korkutsunlar, onlar düşünmezler ve iyimserliklerini bozmak istemezler. “Bir kötülük varsa günahı boyunlarına”, “bu bir tuzaksa Allah onu bozar, toplumu kurtarmak size düşmez, size söyleneni yapın” gibi çoğu kulağa makul gelen safsatalarla aldatırlar. Allah tuzakları kuşkusuz bozacak ama o sırada bize düşen ne olacak, bizi ilgilendiren budur. Gemiyi inşa etmeye çalışmayanlara tufan haberinin güven vermesi kadar budalaca bir şey olamaz.

Aşı dedikleri şeyden uzak durmalarını, zamanla herkesin hasta olacağını ama yargı yolunun kapalı olacağını söylersiniz, size “hani hâlâ hasta olmadık, ölmedik” diye karşılık verirler.

Dediler ki: “Bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Bize gözdağı verdiğin şeyi artık getir; eğer doğruyu söylüyorsan?” 46:22

Aşı dedikleri şeyin bütün dünya nüfusunu hasta ve sefil kölelere dönüştürecek bir planın parçası olduğunu söylersiniz, “bilim sayesinde hastalıktan kurtulduk” derler:

Dedi ki: “Bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Benimle gönderileni size duyuruyorum. Fakat bilisiz bir toplum olduğunuzu görüyorum!” Sonunda yoğun bir bulutun vadilerine doğru geldiğini gördüklerinde, şöyle dediler: “İşte, bize yağmur getiren bir bulut!” “Hayır! Sizin ivedi olarak gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı bir ceza olan rüzgardır! Efendinin buyruğuyla her şeyi yerle bir eder!” Sonra öyle oldular ki evlerinden başka bir şey görünmez oldu. Suçlu toplumu işte böyle cezalandırırız. 46:23-25

***

Güncelleme 18.11.2022

Allah’tan başkası için kesilen hayvanlar

2:173, 5:3, 6:145 ve 16:115 dörtlüsü haram yiyecekleri sayıyor. Muhammed “bana bunların dışında haram bildirilmedi” diyor. Bu ayetlerin Arapça metnine kısaca bakarsanız hayvan anlamına gelebilecek enam, behimet gibi sözcüklerin yer almadığını göreceksiniz. Hatta ma (herhangi şey; her neyse) sözcüğünün kullanılması bu durumu pekiştiriyor. Meal yazarlarının “Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar” diye çevirdikleri bu kalıp “ma uhille li gayri Allahi”. Uhille sözcüğü “adamak” diye de çevriliyor ama sözlüklerde bu yazım biçimiyle bulamadığım için şimdilik bu sözcüğün anlamına yoğunlaşamıyorum. Öncesinde hayvan sözcüğü geçse bile bu dört ayetin içinde geçmemesi rastlantı değildir diye düşünüyorum. Yazar, bu dördüncü yasağın eti için beslenen hayvanlarla sınırlı olduğunu düşünmememizi istemiş olmalı. Değilse rahatlıkla hayvan diyebilirdi. Nitekim ayetlerin içinde hem de sure bağlamında (örneğin 5:90+) şans oyunlarından ve kumardan söz edilmesi bu izlenimi güçlendiriyor. Piyangodan et çıktıysa yemeyeceğiz de araba çıktıysa binecek miyiz? Böyle bakınca “Allah’tan başkası adına kesilmiş olan hayvanları” Allah’tan başkası için hazırlanan rızıklar olarak geniş kapsamlı anlamak daha isabetli görünüyor. Rızık “yiyecek” demek değil, yararlanılan her şey veya geçim demek. Bir şeyin Allah için olması onun iyi, güzel, doğru, gerçek olması anlamına gelir. Çünkü Allah iyi, güzel, doğru ve gerçek olandan başkasını buyurmaz. İnsanlar beslensinler, doysunlar ve zevk alsınlar diye hazırlanıp satılan yiyecekler “Allah için” hazırlanıyor ise, sözgelimi bağımlılık yapıcı katkılar eklenen yiyecekler Allah’ın yanı sıra şeytan için, iyiliğin yanı sıra kötülük için hazırlanıyor demektir.

Emin olduğum bir çıkarım değil ama leş, kan ve domuzun (hınzır) yanına dördüncü yasak olarak eklenen ve kesin olarak haram” edilen, yani dokunulmaz kılınan, içkiden, sigaradan öte olan bu şey her neyse hepimiz için önemli olduğunu düşünüyorum. Mağara gençlerinin çarşıya yiyecek almak için gönderdikleri kişiye özellikle temiz bir yiyecek (ezka taamen bi rızkın) almasını söylemeleri, çoktanrıcı olduğu için kaçtıkları toplumda temiz olmayan ve/veya Allah’tan başkası için hazırlanan yiyecekler olduğunu bildikleri yani kaygılandıkları içindir diye düşünüyorum (18:19). Bu da beni çoğunun çoktanrıcı olduğunu bildiğimiz geniş toplumun ürettiği rızıklardan yararlanırken kaygılandırıyor. Sonuçta sığırı veya koyunu boğazlarken “Uzza adına!” veya “demokrasi ve özgürlük için!” diyen tek bir kasap yok. Bu ayetlerin anlamı daha geniş olmalı. Bu kesin bir yargı değil ama gelenekçi yoruma göre bu dördüncü kategori tam bir boş küme olduğu için gelenekçi yorum beni tatmin etmiyor.

Buradan “Kovid aşısı” denen ticari mala geliyorum. Eğer biraz olsun araştırdıysanız veya ona bile gerek yok, basının ve hükümetin her söylediğine sazan gibi atlamayan, bilişsel yetileri yerinde bir kişiyseniz bu sıvının işe yarasın da insanları hastalıktan korusun diye değil; buyruklara boyun eğmiş olmak, ortama uyum sağlamak, işini kaybetmemek, toplumdan dışlanmamak, bir şey yapıyormuş gibi görünmek veya basbayağı küresel ihanet tasarısını yürürlüğe koymak amacıyla insanların kanına sokulduğunu anlıyorsunuzdur. Sonuçta malın üreticisi olan Pfizer şirketi de uzmanlar da bu mRNA sıvısının bağışıklık yaratıp yaratmadığının belirsiz olduğunu defalarca itiraf ettiler, yaptıkları oldubittinin veya verdikleri tavsiyenin ahlaki sorumluluğunu almayacaklarını da söylediler. Kötülük amacıyla, yani Allah’tan başkası için hazırlanıp yedirilen bu rızık kesinlikle bu ayetlerin dördüncü yasak kapsamına giriyor diye düşünüyorum.

Toparlayarak başka türlü ifade edeyim: Bu “aşının” veya bundan sonra benzer gündemle topluma ittirilecek olan zorunlu “aşıların” kötü niyetlerle sunulduğunu bildiği halde okuldan atılmamak veya işsiz kalma olasılığına katlanmamak veya benzer gerekçelerle vücuduna sokulmasına izin veren çok sayıda kişi var. Bu kişiler bu dört ayetin yasağını çiğniyorlar. Bu sizi mutsuz ediyorsa bana kızmayın. Hoşumuza gitmeyen gerçeklere gözümüzü yumarak cenneti hak edecek değiliz.

Bu dört ayete bundan daha anlamlı, daha tutarlı, daha uygulanabilir bir yorum getirilirse yargımı değiştiririm. Bu yargıya nasıl yaparım da aşı karşıtı bir sav daha üretirim diye kıvranarak değil, yediğimiz içtiğimizin temiz olması kaygısıyla bu ayetleri tartıştığımız bir arkadaş toplantısında ulaştım. Bugün aklımın, gücümün yettiği budur. Allah bilgimizi artırsın.

 

 

Dipnotlar

[1] Yoksa şöyle mi diyorlar: “Biz, yardımlaşan bir cemaatiz!” O cemaat bozguna uğratılacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar. 54:44-45

[2] Allah’a güzel bir borç verirseniz katlanarak size geri verilir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah Ödül Verendir; Hoşgörülüdür. 64:17

[3] Gerçeği, gerçeğe aykırı olanla karıştırmayın. Çünkü siz [İsrailoğulları] biliyorsunuz. 2:42

Ey kitap halkı! Gerçeği, gerçeğe aykırı olanla neden karıştırıyorsunuz? Üstelik bilmenize karşın gerçeği gizliyorsunuz? 3:71

Elçi, efendisinden kendisine indirilene inandı; inananlar da öyle. Tümü Allah’a, onun meleklerine, onun kitaplarına ve onun elçilerine inandılar. “Onun elçileri arasında ayrım yapmayız!” Şöyle de dediler: “Duyduk ve boyun eğdik. Efendimiz; bağışlamanı diliyoruz. Çünkü dönüş sana olacaktır!” 2:285

[4] Musa dedi ki: “Siz ve yeryüzünde bulunanların tümü nankörlük etseniz bile kuşkusuz, Allah Sınırsız Varlıklıdır; Övgülere Yaraşandır!” 14:8

Ey insanlar! Allah’a gereksinimi olan sizsiniz. Çünkü Allah Sınırsız Varlıklıdır; Övgülere Yaraşandır. Eğer dilerse sizi götürür ve yeni yaratılmışlar getirir. 35:15-16

[5] Evrim Ağacı’nın yazısının başındaki “tıbbi tavsiye değildir” uyarısına dikkat edin. Kendi sözlerinin sorumluluğun almıyor! Tıpkı sorgu günü “beni dinlemeseydiniz” deyip sorumluluğu kabul etmeyecek olan şeytan gibi. Özü sözü doğru kişi söylediklerinin sorumluluğunu alır.

[6] Burada “siz” ve “biz” cephelerinin kendi başına hareket eden kopuk bireyler değil bağımsız veya en azından özerk olabilen, kendi ahlaklarını en azından kısmen uygulama alanı bulabildikleri toplumsal birimler (topluluklar, ortaklıklar, güçbirlikleri) olduğunu anımsatayım. İbrahim’in ekin bitmeyen vadiye, Muhammed’in Yesrib’e göçmesinin bugünkü karşılığı ülke, eyalet veya özerk bölge değiştirmeye yakındır. Bu konuya ayrıca değineceğim.

[7] İyi bilin ki göklerde kim varsa ve yeryüzünde kim varsa Allah’ın malıdır. Allah’tan başka bir de ayrıca ortaklar koştuklarına yakarışlarda bulunanlar neyin ardından gidiyorlar? Yalnızca yakıştırıyorlar ve yalnızca yalan söylüyorlar. 10:66

İçinde Allah’ın yargısı bulunan Tevrat yanlarında dururken nasıl olur da seni yargıcı yapar; sonra da bunun ardından dönerler? İşte onlar zaten inanmış değiller. 5:43

Ayrıca 2. surede Mısır’dan çıkan İsrailoğullarının yerine gelen her istekten sonra yenisini istemelerine dikkat edin.

[8] Üstelik “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın!” denildiğinde şöyle derler: “Akılsızların inandığı gibi inanalım; öyle mi?” İyi bilin ki gerçek akılsızlar onlardır; fakat bilmezler. 2:13

Gerçek şu ki, senden önce de elçilerle alay edilmişti… 6:10

Toplumu arasındaki büyüklük taslayanların ileri gelenleri güçsüz bırakılmış inananlara şöyle dediler: “Salih’in efendisinden gönderildiğine gerçekten güveniyor musunuz?” Dediler ki: “Aslında onunla gönderilene inanıyoruz!” 7:75

Toplumu arasındaki nankörlerin ileri gelenleri, şöyle dediler: “Bizler gibi bir insanoğlundan başkası olmadığını görüyoruz. Aramızdaki ilkel düşünceli en düşük kimselerden başkasının seni izlemediğini de görüyoruz. Zaten bize karşı bir üstünlüğünüz olmadığını da görüyoruz! Hayır, sizin yalancı olduğunuzdan kuşkumuz yok!” 11:27

Gerçek şu ki, söylediklerinden dolayı, göğsünün daraldığını da biliyoruz. 15:97

Seni gördüklerinde yalnızca alay ediyorlar: “Allah’ın elçi olarak gönderdiği bu mu?” 25:41

“Sana mı inanacağız; zaten seni izleyenler en aşağı tabakadan olanlar?” dediler. 26:111

“Yoksa ben [Firavun], ne demek istediğini bile anlatamayan şu zavallıdan [Musa] daha iyi değil miyim?” 43:52

Arkadaşınız, delirmiş değildir. 81:22

Aslında suçlu olanlar inananlara gülüyorlardı. Üstelik yanlarından geçerken, kaş-göz oynatıyorlardı. Ailelerine döndüklerinde sevinçle dönüyorlardı. Ve onları gördüklerinde; “Bunlar doğru yoldan iyice çıkmış!” diyorlardı. 83:29-32

[9] “Senin insanlarla ilgilenmeni yasaklamamış mıydık?” dediler. 15:70

Onlardan önce Nuh toplumu da yalanlamıştı. Kulumuzu yalanlayarak; “Delirmiş!” dediler ve engellediler. 54:9

[10] “Ey Şuayb!” dediler; “Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Aslında seni aramızdaki güçsüz birisi olarak görüyoruz. Yakın çevren olmasaydı kesinlikle seni taşlardık. Zaten bize karşı bir üstünlüğün yok!” Dedi ki: “Ey toplumum! Size göre yakın çevrem Allah’tan daha mı üstün ki ona sırt çevirdiniz? Kuşkusuz, benim efendim yaptıklarınızı Kuşatandır!”11:91-92

İnkar edenler, elçilere şöyle dediler: “Sizi ya kesinlikle toprağımızdan çıkarırız ya da kesinlikle bizim dinimize dönersiniz!” 14:13

Bu yerden çıkarmak için seni sıkıştırıyorlar… 17:76

“Size ve Allah’tan başka bir de ayrıca hizmet ettiklerinize yazıklar olsun. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?” “Onu yakın ve tanrılarınızı destekleyin; eğer bir şey yapacaksanız?” dediler. 21:67-68

Dedi ki: “Benden başka tanrı edinirsen, kesinlikle seni hapse attırırım!” 26:29

“Ey Nuh!” dediler; “Buna son vermezsen, kesinlikle taşlanacaksın!” 26:116

“Ey Lut!” dediler; “Buna son vermezsen kesinlikle kovulacaksın!” 26:167

ABD sınırları içinde yer alan ve çokuluslu ilaç tekellerinin finanse ettiği Dünya Sağlık Örgütü adlı tavsiye kurumu, minareyi çalmadan çok önce kılıfını hazırlama uğraşındaydı. Düğmeye basmadan hemen önce, 2019 yılında “aşı kararsızlarını” dünya sağlığını tehdit eden kişiler olarak yine hedef göstermişti: https://web.archive.org/web/20201001132700/https://www.who.int/news-room/spotlight/ten-threats-to-global-health-in-2019

[11] …Çünkü o ve yandaşları, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. 7:27

Dedi ki: “Öyleyse senin amacın neydi; ey Samiri?” “Onların görmediklerini gördüm. Elçinin izinden bir tutam alarak attım. Böylesi benliğime daha güzel göründü!” 20:95-96

[12] Ey inanca çağırılanlar! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin. Size gelen gerçeği inkar etmelerine karşın onlara sevgi gösteriyorsunuz. Efendiniz Allah’a inandığınız için elçiyi ve sizi çıkarıyorlar. Benim yolumda çaba göstermek ve benim hoşnutluğumu kazanmak isteğiyle çıktıysanız, onlara gizli bir sevgiyle yaklaşmayın. Çünkü ben gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bilirim. Ve aranızdan kim bunu yaparsa gerçeğin yolundan artık sapmıştır. 60:1

Ey inanca çağırılanlar! “Bizi davar gibi güt!” demeyin; “Bizimle ilgilen!” deyin ve kulak verin. Nankörlük edenler için acı bir ceza vardır. 2:104

Bir Cevap Yazın