Tartışılması Gereken Ahlak Sorunları

Kuran’ı çalışıyoruz ama onun bazı yasalarını belki hiç keşfetmeden, anlamadan öleceğiz. Ama ahlak sorunlarımız beklemiyor ve bunlar karşısında çekimser kalamıyoruz. Doğru seçeneğin kesin olarak gözümüze görünmediği, içtenlikle iyiye yönelmek isteyen herkesin farklı uslamlamalara sahip olabileceği sorunlardan aklıma gelenleri yazıyorum. Eklemek istediklerinizi yorumlara ekleyin. Bunlara benzer konuları, özellikle ilgi çekecek olanları arkadaş meclislerinde açarsak tartışmanın sonucu ne olursa olsun iyi bir şey yapmış olacağımızı düşünüyorum. Yapabileceğimizin en azı budur. En çoğunu konuşmaya gerek yok.    

Kötü Sonuçlanacak Tanıklıktan Kaçınmak

Bu durum çoğumuzun başına geliyor ve çoğumuzun buna hazır bir yanıtı bulunduğunu veya yanıtını Kuran’a doğrulatabileceğini sanmıyorum. Diyelim ki adil yargılamadığını çok iyi bildiğiniz bir yargıç var. Adliye yargıcı olabilir, işveren olabilir, yetişkin bir kişinin ailesi veya yakınları olabilir. Doğruyu söylediğinizde bunun haksız bir sonucu olacağını biliyorsanız doğruyu söylemeli misiniz? Sözgelimi yargılanan kişiye büyük haksızlık edileceğinden eminseniz doğruyu söylemeli misiniz? Sizi düşündürmek için birkaç örnek vereyim. Satın aldığınız ürünü beğenmediniz ve iade etmeniz durumunda satış elemanının cezalandırılacağını biliyorsunuz, çünkü işveren iade etmemesi için müşteriyi ikna etsinler diye iade alan işçiyi cezalandırıyor. Hakkınızdan vazgeçmeli misiniz? Veya onu korumak için yalan söyleyip “bozuk çıktı” demeli misiniz? Tüketiciye yapılan haksızlık sürmeli mi, yoksa işverenin çalışanına yaptığı haksızlık pahasına sorun çözülmeli mi? Adli bir örnek vereyim. Adam karısını tokatlamakla suçlanıyor. Tokatladığını gördünüz ama bunu söylerseniz adam uzun süre hapis yatacak, karısına bel kıran bir tazminat ödeyecek, ömrünün kalanında çocuğunu görmesine izin vermeyecekler ve bu dava adamın yoksul kalmasına dolaylı olarak neden olacak. Örneği beğenmediyseniz daha zorunu vereyim. Arkadaşınız tanrıyla ilgili kötü bir şey söyleyen bir şarkıyı dinlerken yakalandı. Ülkenin yasasına göre bu idamı gerektiren bir suç ve yargılama usul olarak doğru yürütülüyor. Doğru tanıklık ederseniz arkadaşınız idam edilecek veya uzun süre hapis yatacak.    

Küçük Girişimcinin Vergi Kaçırması

Bunu küçük esnaftan hep duydum. Vergilerini tam ödeyecek olurlarsa para kazanamayacaklarını, yani o işi yapmanın bir anlamı kalmayacağını öne sürüyorlar. Bir dişçi tanıdığım yanında iki kişi çalıştırıyor ve vergisini ödemiyor. Vergisini tam ödeyecek olsa onlardan birini işten çıkarması gerekeceğini ama şimdiki durumda fazladan bir aileyi doyurabildiğini söylüyor. Şu da var: Vergi kaçırma seçeneği haksızlık karşısında sessiz kalmayı seçmek demektir. “Ben kendimi kurtardım, herkes kendi başının çaresine baksın, bana ne” demiş olursunuz. Haksızlık karşısında sessiz kalındığında o haksızlık büyüme eğiliminde olur. Yani hükümetler vergiyi daha dengesiz, daha aptalca, daha haksızca almaya başlarlar. Vergi kaçıran girişimci bundan sorumlu olmamak için veya günahını bağışlatmak için ne yapmalıdır? Yapabileceği bir şeyler elbette vardır. Bazen korsan yazılım kullanmanın da benzer bir hata olup olmadığını düşünüyorum. Sözgelimi müşterilerine sistemli haksızlıklar eden, aldığının karşılığını onlara vermeyen Adobe, Autodesk, Microsoft, Steam gibi yazılım tekelleri var. Lisansın artık satış değil süreli kullandırma biçiminde olması, müşteriye verilen taahhütlerin gittikçe küçülmesi gibi durumlar son yıllarda bu haksızlığı iyice artırdı. Yani burada odak noktam sektörün başından beri böyle olması değil, son yıllarda böyle davranmaya başlamaları. Bunların müşteri tabanı çoğunlukla Amerikalılar, yani korsanın rağbet bulmadığı bir toplum. “Biz korsan kullansak bile bunlar bu yola gideceklerdi, dolayısıyla bu iki konunun bağlantısı yoktur” denebilir. Öte yandan, eğer ilahi adalete inanıyorsak, “biz korsan kullandığımız için bu şirketler bunları yapma hakkını kendilerine gördüler, yani ettiğimizi buluyoruz” da denebilir. Aynı ilişki tersten de okunabilir, “biz para ödemiş olsaydık bunların yapacakları bu sistemli zulmü akçalamış olacaktık, şirketler böyle davranarak korsanı onaylamış ve doğrulamış oldular” da diyebiliriz.    

Şirketin Yurttaştan Üstün Olması

Bu, modern hurafeler listesinde iktisat hurafeleri başlığı altında biraz daha ayrıntılı inceleyeceğim bir konu. Aslında Müslüman olsun Hristiyan olsun, Şintocu olsun hümanizm dininin kapitalizm mezhebini benimsemiş her toplum modernist-liberal-kapitalist (geçici adlandırmalar) ahlak üzerinde uzlaşıyor. Bu ahlakın kurucu ama sessiz ilkelerinden biri şudur: Şirketlerin topluma karşı hiçbir sorumluluğu yoktur ve yasayla bir yurttaşın korunduğundan daha fazla korunurlar. Şirket hissedarlarının şirketin borçlarından sınırlı sorumlu veya bütünüyle sorumsuz olması onları girişimciliğe özendiren bir koruma ancak bu durum kötüye kullanılıyor. Şirketler reklam, pazarlama, halkla ilişkiler, sosyal sorumluluk adları altında ürün ve hizmetlerini övme özgürlüğüne sahipler. Oysa yurttaşlar şirketlerin ürün ve hizmetlerini yerme özgürlüğüne sahip değiller. Yasa buna “ticari çıkarların korunması” gibi gerekçelerle izin vermiyor. Bunlar kanıksanmış ve doğal sayılan varsayımlar olduğu için farkına varmanın bile zor olduğu haksızlıklar. Yeri geldiğinde düşünce özgürlüğünü yere göğe sığdırmayan modernistler kendilerini ahlaki olarak yüksek düzleme konumlandırırlar. Bu gibi çifte standartları sorarsanız, hiçbir zaman kanıtlanmamış olan yani birer dogma olan değişmez doğrularını (postulalarını) referans göstereceklerdir. Aynı çifte standart başka kabuklara bürünmüş biçimde her yerde karşımıza çıkar. Örneğin herhangi bir ulusu veya cemaati övmek serbesttir ama yermek yasaktır; ayrımcılık yapmak, nefret suçu işlemek gibi son derece öznel suçlamalarla hesap sorulur. Bir şirket kendi ürün ve hizmetini överken, aslında tüketicilerin o ürün ve hizmetin eksik ve kusurlarından mağdur olmasına neden olur ama çok çok istisnai durumlar dışında bundan dolayı hesap vermez. Ürün ve hizmetten memnun kalmamış bir tüketicinin öbür tüketicileri uyarıp onların haklarını korumasına izin vermez. Bakın, sözcük dağarcığımız bile bu haksızlığı tanımlamamı zorlaştıracak biçimde oluşmuştur. Ürün ve hizmetini öven şirketin amacını anlatmak kolaydır: “Pazar payı kazanmak”. Veya “katma değer yaratmak”. Veya “ekonomiye katkı sağlamak”. Ürün ve hizmeti yerme özgürlüğü talep eden tüketicinin amacını anlatmak daha zordur: Tüketicileri korumak mı örneğin? “Bunu yapan yasa var zaten” derler. Daha fazla tüketicinin mağdur olmasını engellemek mi? “Ama yararını da görüyorlar” itirazı hemen gelir. “Seçme özgürlüğü var” derler. Şirketin çıkarını savunmak için kullandığımız “kazanmak, değer, ekonomi, istihdam” gibi olumlu çağrışımlı soyutlamalar tüketicinin yerme hakkını savunmak için oluşturulmamıştır. Aynı şablon politik görüşlerin güreş minderinde de geçerlidir. Yahudilerin çocuklarını iyi eğittiklerini söylemek öbür uluslara yapılmış bir haksızlık olarak algılanmaz ama Yahudilerin ahlaklarının zayıf olduğunu söylemek sözde ayrımcılık, anti-semitizm, düşmanlık olur. Modernizm dini sizi bunun eşitlik olduğunu düşünmeye, bunun adil olduğunu kabullenmeye zorlar. Sözün kısası, modern dünya dinine -evet bu dört köşeli, dayalı döşeli, ahlaki öğretisi, tapınakları ve törenleri olan tam bir dindir- çifte standart içkindir. Herkes eşittir ama kimisi daha eşittir. İki kere iki dörttür ama kimi zaman beştir. Ve bu canavarın kafalarından biri şirket hukukudur. Bu kafanın nasıl koparılacağı değerli bir tartışmadır. Yani şirket hukukunda nasıl düzeltmeler yapılabilir, devrim yapmadan, yani ahlak sistemini değiştirmeden küçük adımlar nasıl atılabilir, tartışılmalıdır. Bu elbette daha çok teknik bilgisi olanların yapabileceği bir tartışmadır.    

Tektanrıcı Tüketicinin Öncelikleri

Önce kimi boykot edeceğiz diye de sorabilirdim. Müslüman Türklerin bir tüketici örgütü yok. Keşke olsaydı. Ama olsa da olmasa da önceliklerin tartışılması gerekiyor. Çünkü kötünün küçüğünü seçmek ve bazen bununla yetinmek durumunda kalıyoruz. Eh, “ateşe girdikten sonra sıcaklığı ne fark eder” diyemeyeceğimize göre kötünün iyisini seçmek de derdimiz olmalı. Tertemiz seçeneklerin var olmaması karar verme yükümlülüğümüzü ortadan kaldırmıyor. Ben tekel olmayan şirketlerden mal ve hizmet alırken malın veya hizmetin doğrudan niteliği dışında bazı seçimler yapıyorum. Bu seçimleri yaparken iki ucu pis değnek diyebileceğim durumlara çok sık denk geliyorum. İşçisini sırf sendikalı oldu diye işten atan şirketleri eledim. Buradaki fabrikasını kapatıp yabancı ülkeye taşıyan şirketi eledim. Orman arazisine, su kenarına konut, otel yapan şirketi eledim. Kirli atığını denize, dereye döken şirketi eledim. Türkçenin ırzına geçen şirketi eledim. Halka Batılı sefil ahlakı aşılamaya çalışan şirketi eledim. İsrail bağlısını, masonu, İslam düşmanını eledim. Tüketiciye bir pislikmiş gibi davranan, ticareti hırsızlığın bahanesi yapan şirketi eledim. Helal sertifikalı yiyecekleri, vegan sertifikalı yiyecekleri eledim. Elim boş kaldı çünkü bunları yapmayan yok gibi. Öyleyse kötünün küçüğünü seçmem veya mağarada yaşamam gerekiyor. Mağaraya taşınacak bile olsam taşınana kadar mal ve hizmetleri almayı sürdüreceğim. Öyleyse önceliklerimizi tartışmamız ve kötülükleri ve iyilikleri büyükten küçüğe gerekçesiyle dizmemiz gerekiyor.    

Zulümden Kurtulmak İçin Ülkeyi Terk Etmek

Geride bırakılana yapılan haksızlıkla yer değiştirmenin gidenlerin arınmalarına katkısını karşılaştırmak kolay bir iş olmasa gerek. Terazinin bir kefesinde kişinin veya topluluğun dinini yaşayamıyor olması var. Öbür kefede vefa, yani toplumun bireye yaptığı yatırımın geri ödenmesi var. Yaş ilerleyince ve bu yatırımın çoktan geri ödenmiş olduğu öne sürülebilir. Genç yaşta ülkeden giden biri bu yatırımı ödememiş ve borçlu kalmış olur. Bu borcun ülkenin dışında kalarak nasıl ödenebileceği de tartışılır.    

Askerlik Görevinin Yeniden Tanımlanması

Askerin emre koşulsuz itaat etmesi gereği, gençliğimden beri kafamı karıştıran ve beni rahatsız eden bir zorunluluk oldu. Kuran’ı okuduktan sonra bu gerekliliğin hangi noktada çoktanrıcılığa döneceğini sormaya başladım. Bu sorunun yanıtını verebilmek için askerin katıldığı çaba hakkında, yani dişlisi olduğu makinanın ne iş yaptığı konusunda doyurucu bilgiye gereksinimi vardır. Askerlikte ve gizli haber almada en az bulunan şey bilgidir, en bol bulunan şey gizliliktir. Bu çelişkiyi aşmak zor. Hele ordusu uygulamada terhis edilmiş, kul niteliğinde bir posası kalmış bir örgüt kaldıysa, sivillerin bu orduyla ilişkileri bile tartışma konusu olmalıdır. Bu ikisi dışındaki mesleklerde de benzer durumlar olabilir. Son kullanıcıya yönelik üretim yapmayan, örneğin diğer fabrikaların kullanacağı ürünleri üreten bir üretici veya diğer yazılımcıların kullanacağı yazılımları üreten bir yazılımcı, emeğinin neye hizmet ettiğini bilmeyebiliyor. Ticari sır ve devlet sırrı kavramlarının kötüye kullanıldığı kesin. Bunları yeniden tanımlayabilir miyiz? Modern dünyanın sindirebileceği seküler bir dille çok daha geniş bir şeffaflık talebi oluşturabilir miyiz? İşin ucunda ateş var, şaka değil.

***

Bu gibi sorular ve sorunlar kuramsal veya varsayımsal gelebilir. Oysa bunlar ve benzerleriyle her an yüzleşiyoruz. Bu sorunları tartışmaz, irdelemez, anlamaya çalışmaz ve böylece çözüme kafa yormazsak sorunlar büyüyor. Büyüyünce ne oluyor? Daha önce azınlığın varlığının farkına vardığı veya rahatsız olduğu sorun çoğunluğun dikkatini çekiyor. Bu noktada güç odakları devreye giriyor ve gerçekte çözüm olmayan çözümleri dayatmaya başlıyorlar. Sözgelimi Türkiye’nin komşularıyla nasıl ilişki kurması gerektiği konuşulmuyor. Ermenistan Azerbaycan’a saldırdığında veya Esad’a karşı bir terörist örgüt kurulduğunda “ne yapmalıyız” sorusunu sormak için geç kalmış oluyoruz. Hem hükümet hem de siviller veya Müslüman azınlık olarak. Sözgelimi işle, vergiyle ilgili yeni bir yasa çıktığında vergi kaçırmanın ahlakiliğini tartışmak için geç kalmış oluyoruz. Sözgelimi GDO sorunları konuşulmuyor. Meclis’e GDO’yu serbest bırakan yasa tasarısı geldiğinde belki artık tepki vermek için bile geç kalınmış oluyor. Sözgelimi hükümet falanca ülkeye karşı ülkeyi topyekun savaşa soktuğunda asker olarak veya asker gönderen aile olarak doğru bir şey yapıp yapmadığımızı düşünmek için geç kalmış oluyoruz. Girip çıktığım Kuran okuma gruplarında bazen söyledim, Kuran okumak ilgimizi çekmiyorsa veya uygulama yollarını bulamadığımız yasaları öğrenmeye çalışmak anlamsız geliyorsa okumayı bırakalım, sorunlarımızı tartışalım. Ahlak sorunlarımızı konuşmak Kuran okumak gibi değerli olabilir çünkü gerçek, doğru, iyi, güzel olana yönelmek Allah’a yönelmektir. Daha önce soranlar olmuştu ve hâlâ oluyor, bu tartışmalar aynı zamanda cemaatin kurulmasına giden yolun başlangıcı olabilir. Ötanazi gibi sözde tartışmalı, özde gereksiz konuları listeme almıyorum çünkü bunlar ahlaki nirengisini ve tutarlılık arama alışkanlığını yitirmiş Batılı zihni için tartışmalıdır. Örnekten gidersek, intiharı engellemeye çalışmayı yasaklamayan bir toplumun ötanaziye gelince kafasının karışması tuhaftır, burada için tartışılacak bir şey yoktur. İnsanın ne olduğuna karar verememiş bir Batılının sözgelimi kürtajı tartışması da boşunadır. Kimi zaman kasıtlı olarak, bir “kuşa bak” yöntemi olarak sürdürülen bu sahte tartışmalara dalmayalım.

Bu siteye çok spam geldiği için yorumunuzun onayımı beklemesi gerekiyor. Geciken onaylar için özür dilerim.