Yahudi-Hristiyan Kültürüyle Kuşatılmışız

Yazıyı pdf olarak indirmek için tıklayın (104 sayfa):

kült_kapak

Teknik bir sorundan dolayı resimleri koyamıyorum. Resimleri görmek için pdf’yi indirin.

İçindekiler

Uzak, İnsansı ve Kusurlu Tanrı İmgesi 7

Yaratılış Mitolojisi 12

Seçilmiş Üstün Irk ve Vaat Edilmiş Topraklar Efsanesi 19

Politika. 26

Laiklik. 28

Bankacılık. 29

Bilim ve Teknoloji 31

Tektanrıcılığın Bir İcat Olduğu Yanılgısı 38

Altın Kural 40

Feminizm… 42

Ateizm… 45

Amerikan Tipi İyi-Kötü Karşıtlığı 46

Tekeşli/Tekkarılı Evlilik. 48

Kral Süleyman Mitolojisi 49

Nuh Mitolojisi 51

Zeytin Dalı, Barış Güvercini 53

Mucize, Keramet, Sihir. 54

Fal, Çekiliş, Piyango, Kumar. 61

Ölmüşlerin Ruhları 63

Melek. 63

Cin, Peri, Uzaylı 65

Mimari 67

Düz Dünya. 68

Spor Kupası 72

Altı Gün ve Takvim… 73

49 ve 99 Yıllık Emlak Kiralama. 73

Kudüs’ün Kutsallığı 74

Düğün.. 77

Cenaze. 78

Hristiyan Bayramları 80

Tekamül ve İlerleme. 81

Komünizm ve Fütürizm… 83

Tasavvuf 84

Yahudi Soykırımı 87

Yunan ve Roma Tanrıları Yaşıyor  88

Her Yerde Tevrat ve İncil Dizeleri 90

Markalar. 93

Stephen King Romanları 94

Kafka. 95

Film Adları 95

Şarkı Sözleri 97

Kişi Adları 100

Nerede Yaşadığımızı Sorgulatacak Görüntüler  100

Uyarı: Kuran’dan yaptığım alıntılar Kuran’la zaman geçirmiş olanlar veya en azından tanışıklığı olanlar içindir. Bir önermeyi kanıtlamak için Kuran ayetlerini bağlamdan kopararak anmak sakıncalı bir yöntemdir. Kuran bilgisi zayıf olan okuyucunun yanılmasına yol açar. Bir yorumcunun yaptığı ayet göndermeleri önce ayetin yakın bağlamında, sonra da Kuran’ın konuyla ilgili bütün söyledikleri bağlamında ve Kuran’ın kendinin nasıl okunacağıyla ilgili yönergeleri ışığında değerlendirilmelidir. Eğer Kuran bilginiz zayıfsa bu yazıda veya benzer yorum yazılarında yapılan Kuran başvurularına temkinli yaklaşın.

Bugün Kuran’ı okumayan geleneksel Müslüman toplumun Kitabımukaddes’e de ilgi duymaması şaşırtıcı değildir. Kuran’a çalışan ve ilerlemek isteyen Müslümanların ayırdında olmadıkları veya önemini anlamadıkları bir olguya dikkatlerini çekmemiz gerekiyor:

  • Modern uygarlık Kitabımukaddes’in inşa ettiği kültürün ürünüdür.
  • “Seküler” veya dinlere eşit uzaklıkta değildir.
  • Evrensel değildir, Kitaplılara özgüdür.

Gördüğüm kadarıyla seküler[1] kesim kadar Kuran’ı çalışan Müslümanların da önemli bir bölümü bunun ya hiç farkına varmamış ya da önemini kavramamış. Yüzyıllar boyunca birlikte yaşama deneyimine rağmen Kitabımukaddes bilincinin toplum belleğimizde (kültürümüzde) neredeyse sıfır düzeyinde olması acayip bir durumdur. Birlikte geçirilen süre deneyime dönüşmemiştir. Bence bu kırmızı alarm sayılmalıdır. Liberalizmin ve küreselciliğin ağırlığını git gide hissettirdiği, İslam’dan ve sağduyudan geriye ne kaldıysa ezip geçtiği bugünlerde çokkültürlülük övücülüğünün ne kadar boş olduğunun kanıtıdır bu aynı zamanda. Kitaplılarla[2] yan yana yaşamaktan Müslüman Türklerin ellerinde kalan başlıca şey Müslümanlık algısındaki, kavramlardaki, din bilgisindeki aşınmadır. İmparatorluğun son yüzyıllarında üç ana cemaat arasında yükselen toplumsal gerginlik ve çatışma bu durumu iyileştirmemiştir. Nitekim Osmanlı’yı yeren veya öven hangi kaynağa bakarsak bakalım Müslüman Türklerin neredeyse ikinci sınıf yurttaş olduklarını, Gayrimüslimlerin paralı ve tuzu kuru azınlık olduğunu, imparatorluk yıkılmasa idi basbayağı yönetici konumuna gelmek üzere oldukları rahatlıkla görülebilir. Bir toplumda para veya güç kimdeyse onun sözü geçer. Çoğunluğun ahlakı ister istemez bundan etkilenir.

Kırmızı alarm dedim çünkü önceki yazılarımda belirttiğim üzere Batı’dan seküler yani dinle ilgisiz olma iddiasında gelen düşünme biçimleri ve kültür öğeleri aslında Kitabımukaddes’in mirasıdır ve her iki anlamıyla, yani hem modern anlamıyla hem Kuran’daki anlamıyla dinseldir.[3] Kitabımukaddes’i irdelemeye başladığımızda ilk ayırdına vardığımız gerçeklerden biri şu olur: Yeni Ahit, Eski Ahit’in üzerine kurulmuştur ve onun devamıdır. Bunun doğal sonucu, Hristiyanlığın Yahudilik üzerine kurulmuş ve onun devamı olmasıdır. Zaten Hristiyanlığı kuran Roma hükümetinin denetimindeki konsillerde Pavlus’un öğretisi kabul edilip havarilerin öğretisi yasaklanmıştır. Pavlus havarilere düşman, onlarla rekabet eden bir hahamdır.[4] Müslümanlar eğer Hristiyan nüfusun büyüklüğünden etkilenir ve Yahudiliği irdelemeyi ikinci plana atarlarsa bu yüzden çok büyük hata etmiş olurlar. Din adamlarının veya akademisyenlerin veya politikacıların veya zenginlerin sayılarının azlığı nedeniyle toplum üzerinde etkisiz olduklarını düşünmek büyük yanılgıdır.

“Seküler” sayıldıklarına bakmayın, Batı Avrupa ve ABD her geçen gün Yahudiliğin etkisine daha fazla girmektedir. Yahudiliğin düşünme biçimleri ve iradesi Müslüman topluma etki ettiği gibi Hristiyan topluma da “seküler” kılığında girmektedir. Yahudiliği iyi öğrenmemiş olan bir Kuran öğrencisinin Hristiyanlarla ilgili bilgisi de eksik olacaktır. Bu yüzden Kitabımukaddes çalışmalarına yönelecek olan Kuran öğrencilerinin en azından başlangıçta dikkatlerinin onda dokuzunu Yahudiliğe yoğunlaştırmaları, Hristiyanlığa ondan sonra geçmeleri gerekir.

Gördüğüm kadarıyla Müslümanların Yahudiliğe eğilmeyip Hristiyanlığa yoğunlaşma yanılgısı “dinler” hakkındaki yüzeysel düşüncelerinden kaynaklanıyor ve yüzyıllar öncesine, en başlara dayanıyor. “İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren başlayan dinler arası tartışmalar, daha çok Hristiyan karşıtı İslam polemikleriyle sürdürülmüştür. Genel olarak Müslüman polemikçiler nispeten önemsiz buldukları Yahudilere polemiksel yaklaşım açısından fazla önem vermemişlerdir. Rakip bir dinin taşıyıcıları ve rakip bir evrensel imparatorluğun efendileri olarak ciddi bir alternatif ve bu nedenle Müslümanlığın geleceğine ve İslami birliğe potansiyel bir tehdit oluşturan Hristiyanlarla çok daha fazla ilmi mücadeleye girmişlerdir.”[5] Nitekim bunun böyle olduğu çok erken yıllarda inşa edilen Kubbetüssahra’nın duvarlarına Hristiyanlara yönelik 112:1-4, 4:171 ve 17:111 ayetlerini yazmış olmaları ama Yahudilere yönelik hiçbir ayeti yazmamış olmalarından bellidir.[6]

Yahudiliği anlamak gerçekten modern dünyayı anlamanın anahtarıdır. Bunun belki en yalın göstergesi hafta tatilidir. Yedi günlük döngü Yahudi icadı değildir ama yedinci günde çalışmama kavramını modern zamanlara taşıyan Yahudiler olmuştur. Yedinci gün çalışma yasağı onların erdemliliğinin değil, söz dinlememelerinin sonucudur. Ve fakat modern dünyaya hafta tatili kavramını “öğretmiş” olmanın yersiz gururunu yaşarlar. Yeni tür köleciliğin kapitalizm adı altında egemen olduğu modern zamanlara kadar Yahudilerden başka hiçbir uygar toplum hafta tatili yapmamış. Modern dünya Yahudilik dinine özgü olan bunun gibi öğelerin “seküler” kılıkta benimsenip geliştirildiği, “evrensel” olarak yutturulduğu bir kültürdür. Bu yalanı yutanlar arasında Müslüman toplumlar da var. Sözgelimi cuma gününü tatil yapan Müslüman toplumlar ne yaptıkları bildiklerinden emin değilim. Hafta tatili kavramını ne zaman tartıştılar, gerekliliğine ne zaman karar verdiler? Hafta tatilinin tarihsel kökeninin Yahudilerin söz dinlemezliği olduğunu hesaba kattılar mı? Kuran’da iş günü olduğu belli olan (buna karşılık tatil günü veya hafta kavramlarının olmadığını unutmadan) toplanma gününü tatile çevirmenin hem bir yanlış anlama hem de aynı zamanda taklit olduğunu düşündüler mi? Seküler Türkiye’yi akladığım düşünülmesin. Türkiye’nin içine düştüğü yanlış anlama, Avrupa’nın seküler olduğu varsayımıdır.

Kitabımukaddes ve onun üzerine inşa edilmiş olan ikiyüzlü hiyerarşi ile yoğrulmuş olan Batı insanı seküler olmaya karar vermiş görünse de bu ikiyüzlülük mirasını etkin olarak sürdürüyor. Hahamların ve papazların, dolayısıyla Yahudilerin ve Hristiyanların sergiledikleri davranış şablonu seküler Batı’da değişmeden sürmektedir. Şöyle ki, Yahudiler Eski Ahit’in Tanrı sözü olmadığını çok iyi bilirler. Buna rağmen Tanrı sözü olduğunu öne sürer, hem birbirlerine hem de yabancılara bunu aşılarlar. Hristiyanlar Yeni Ahit’in Tanrı sözü olmadığını çok iyi bilirler. Buna rağmen Tanrı sözü olduğunu öne sürer, hem birbirlerine hem de yabancılara bunu aşılarlar. Ateizm propagandasına aşina olanlar bu davranış kipini biliyorlar. Çünkü tanrıtanımazlar da Tanrı’nın var olduğunu bilirler. Ama hem birbirlerine hem de yabancılara “tanrı yok” derler. Kitabımukaddes’in Tanrı sözü olmadığını anladığı için aklınca onu çöpe atmaya karar vermiş olan Batı, onun yerine koyduğu değişmezlere ve kutsallara da aynı muameleyi yapar. Sözgelimi insan hakları adında bir din uydurmuştur. Bu ad altında sıraladığı ilkelerin aslında değişmezler olduğuna inanmaz ama inanırmış gibi yapar. Yalnızca işine geldiğinde uygular. Hoşgörü diye bir din icat etmiştir. Yalnızca işine geldiğinde uygular. İnsan haklarının, hoşgörünün, özgürlüğün, hümanizmin tanrı buyruğu olmadığını bilirler ama bilmezden gelirler. Kitaplıların içinde ahlaki çifte standartları görece daha içselleştirmiş olan bölük, yani Yahudiler bunu daha yoğun yaparlar. İsrail’i duvarla ikiye böler ama goyim[7] devletlerine özgürlük ve çokkültürcülük aşılarlar. İsrail iki sınıflı yurttaşlık uygulamasına rağmen Yahudi egemenliğindeki Batı basını dikkatleri hep Güney Afrika’nın Apartheid’ına çekmiş, “kuşa bak” yapmıştır. Uzun sözün kısası, Batı’nın vicdanının bölünmüşlüğü modern zamana özgü değildir, öncesinde Kitabımukaddes ile taşlaşmıştır. Modernist ahlak Kitabımukaddes temelleri üzerinde yükselir.

Bu yazıda “dinsellik” kılığında gelmeyen ahlak ve kültür öğelerinin ve dolayısıyla aralıksız olarak maruz kaldığımız aşılamaların kısa bir listesini yapacağım. Halkın din bilgisine Kitaplılardan geçen yabancı öğeleri konu etmeyeceğim. Sekülerlik tuzağına düşerek yaşamın “dinsel” olmadığı düşünülen “dünyevi” parçasının da Kitaplıların diniyle biçimlendiğini göstereceğim. Evet, kitaplarımızın ve toplumsal belleğimizin “İslam bilgisi” saydığımız bölümlerinde yeterince yabancı öğreti bulaşığı var. Bunun dışında kalan bölümlerde ise durum daha da kötü. Buna kısaca Kitabımukaddes kültürü veya Yahudi-Hristiyan kültürü diyorum. Bu yabancı kültür seküler görünerek toplumumuzun dinini değiştirdi ve hâlâ değiştirmekte. Bozdu ve hâlâ bozmakta.

Uzak, İnsansı ve Kusurlu Tanrı yazımda sıraladığım din-bilim çatışması, sekülerlik, hümanizm, ateizm, eşitlikçilik, feminizm, hayvanseverlik, barışseverlik gibi konuların her biri zaten Kitabımukaddes kültürünün meyveleri olduğu için burada anlatacaklarım o listenin devamıdır. Burada anahtar sözcükler evrensellik ve sekülerliktir. Özellikle sağ menüde din başlığı altında sıraladığım yazılarda sekülerliğin nasıl bir aldatmaca olduğunu açıklamıştım. Evrensellik ise modern hurafeler listesindedir.[8] Bu yazıyı evrensellik hurafesine giriş niyetiyle de okuyabilirsiniz.

Yazının başlığını “Kitabımukaddes kültürü” de koyabilirdim. Bu yazıda işaretlerini ve belirtilerini kısaca listelediğim olgu, kendini azıcık da olsa Kuran’ın yolunda sanan bir toplumun veya kendini Kitabımukaddes’in veya “dinselliğin” bağlarından özgürleştirdiğini sanan toplumların Kitabımukaddes kültürüyle sırılsıklam olduğudur. Bunları gerçek anlamıyla bilmek ve bir blogcunun kişisel fikirleri olmadığını anlamak istiyorsanız Kuran’ı Kitabımukaddes’le karşılaştırarak biraz olsun çalışmanız gerekiyor. Eğer okuduğunuzu anlıyorsanız suyun içindeki balık gibi nereye dönsek Hristiyanlığın ve Yahudiliğin, üstelik bunların en yoz, çoktanrıcı sürümlerinin izine çarptığımızı göreceksiniz. Eğer okuduğunuzu anlıyorsanız “%99’u Müslüman” lafının kötü bir şaka olduğunu anlayacaksınız. Ve okuduğunu anlayanların sayısının ne az olduğunu anlayacaksınız.

Vereceğim örnekler buzdağının en kolay görünen bölümüdür. Bunlar özel bir araştırmanın sonucu değil, yıllar içinde rastgele anlarda karşıma çıkan örneklerden bir kenara aldığım notlardan derlemedir. Bu örneklerin iki türlü önemi olabilir:

  • Avrupa Bayrağı örneğinde olduğu gibi çok merkezi öneme sahip, kalıcı olması düşünülerek toplumsal belleğe kazınmaya çalışılan simgelerdir.
  • Film ve sanat örneklerinde olduğu gibi tekil olarak önemsiz görünen ama onlarcası, yüzlercesi bir araya gelerek yineleme yoluyla halkın düşüncesini yönlendiren dinsel/ahlaki mesaj parçalarıdır.

Not 1: Kitabımukaddes bölümleri hakkında genel bilginiz yoksa önce ansiklopedik bilgi edininiz veya Hadislerin Kökeni yazımdaki kısa girişi okuyunuz. Kitabımukaddes dizelerini incil.info sitesinden kolayca tarayabilirsiniz. Kitabın adı “İncil” değildir. Bu Türkiye’de yaygın bir adlandırma yanlışlığıdır. İncil, yaklaşık bin sayfalık Kitabımukaddes derlemesi içinde toplam yüz sayfayı bulmayan dört bölümdür. Anlamı kutsal kitap olmasına rağmen kategori olarak “kutsal kitaplarla” karışmaması için eski adı olan Kitâbımukaddes’i kullanıyorum.

Not 2: Gerçek dışı Tanrı imgelerinden söz ederken baş harfini küçük yazmayı tercih ediyorum. Tanrı’yla Allah’ı aynı anlamda kullanıyorum.

Not 3: Başlıklar bağımsız değil. Aynı konu hemen her başlıkta sürüyor.

 

Uzak, İnsansı ve Kusurlu Tanrı İmgesi

Daha önce yazdığım yazıda ilk çağın çoktanrıcı toplumlarının bu kusurlu tanrı imgesini günümüze taşıyan şeyin Kitabımukaddes olduğunu kısaca açıklamıştım. Bu taşıma elbette “dinsel” olarak nitelenen çerçevede kalmıyor, dünyevi kültüre de yansıyor. Zaten dinsel ile dünyevi ayrımının sahte bir ayrım olduğunu din başlıklı yazılarımda anlatmıştım. Günümüzde kültürün büyük bölümü basın-yayın kompleksince biçimlendiriliyor. Öyleyse kültürdeki değişimi ve durumu saptamak için öncelikle popüler kültüre, yani alınıp satılan ürünlere bakacağız.

Sinema, televizyon ve tiyatrodan verilebilecek örnekler yazmakla bitmez. Artık hiç televizyon ve tiyatro izlemediğim ve çok az film izlediğim için vereceğim örnekler sayıca az ve çoğunlukla eskilerden olacak. Durum değişmiş değil, hatta Netflix gibi internet yayınları yoluyla kötüye gidiyor. Dinsel göndermelerle dolu ürünleri dünyadan habersiz Türk izleyicisinin seküler, dolayısıyla evrensel sanması anlamında kötüye…

Armageddon (1998) filminde Kitabımukaddes’in insanlarla kavga eden tanrı imgesini buluyoruz. Devlet başkanının sözlerinde açıktır: “Gezegenin tarihinde ilk kez insanlar yok oluşlarını engelleyecek teknolojiye sahip.” İşte bu sözler Sümer, Yahudi ve Hristiyan mitolojisinde gördüğümüz, insanı yarattığı için pişman olan ve onları bütünüyle ortadan kaldırmaya çalışan ama güç de yetiremeyen zavallı, şaşkın tanrıyı anlatıyor. Filmde dünyayı bir petrol mühendisi kendi canından vazgeçerek kurtarıyor. Bu da kulları kurtarmak için kendini veren tanrının oğlu İsa/mesih/mehdi rolü oluyor.

Noah (2014) filminde de aynı tanrı var. Bu filmde anlatılan Nuh Peygamber Kuran’ın anlattığı Allah’ın sevgili kulu değil; Tevrat’ın anlattığı, yani Yehova’yla neredeyse kavga eden, insanları ona rağmen kurtaran adamdır. Hatta suçsuz hayvanları bile Yehova’nın elinden kurtarır.[9] Kuran’da yaban hayvanları gemiye aldığını gösteren bir işaret yoktur.

Spy Kids 2 (2002) filminde şöyle bir replik duyuyoruz: “Sence tanrının gökte kalma nedeni bizim gibi yarattığı şeylerin korkusuyla yaşaması mıdır?”[10] Bu gökte yaşayan, uzak, insansı ve kusurlu tanrı imgesidir. Az önce sözünü ettiğim, insanı yarattığına pişman olup yok etmeye çalışan ama başaramayan tanrıyı/tanrıları anlatan Sümer mitolojisine ve onu izleyen Yahudi ve Hristiyan mitolojisine gönderme yapıyor.[11] Ve fakat öyle bir duruma geldik ki bu filmleri izleyen çocuklarımız bunları bilmekten fersah fersah uzaklar.

Müslümanlara, Hristiyanlara, dindar Amerikalılara, peygamberlere, teistlere, kısacası Yahudi olmayan herkese söven Southpark dizisinde İsa defalarca hem de hakaret edilerek gösterilmiştir. Muhammed, üzerinde kocaman siyah bir sansür bandıyla ve konuşturulmadan gösterildi. Yahudi yapımcılar ekranda betimlerken çoğunlukla saygı sınırlarını aşmadıkları Musa’yı da gösterdiler. Ama bu Musa imgesini anlayabilmek için önce Tevrat’ı ve Kuran’ı okumak, sonra da Tron (1982) filmini izlemek gerekiyor.

Yukarıda üst resimde Yahudilerin yaptığı Southpark dizisinin 14. yılının 5. bölümünde peygamberler görülüyor. Bunlar soldan sağa Buda, Hindu peygamberi veya tanrısı, Muhammed (“sansürlü”), İsa, çizgi roman kahramanı (peygamberlerle alay etmek amaçlı), Konfüçyüs ve Joseph Smith. Evet, İsa dışında hiç bir Yahudi peygamber yok. Zaten Yahudiler İsa’yı peygamber saymıyorlar. Alttaki resimde ise dizinin altıncı bölümünde Musa’yı görüyorsunuz. Musa, öyküsü bir bilgisayarın içinde geçen Tron filmindeki ana bilgisayar olarak resmedilmiş. Böylece her şeyi bilen, dolayısıyla Tanrı’yla doğrudan bağlantı kuran, bu niteliğiyle öbür elçilerden üstün, onların piri olan Yahudi olarak betimleniyor. Yahudilerin “ikinci Musa” diyerek yücelttikleri 12.yy din bilgini Musa ibn Meymun’a göre tek gerçek peygamber Musa’dır, onun dışındaki peygamberlerin peygamberlikleri ancak taklittir.[12] Senarist bu geleneksel Yahudi yorumunu iyi biliyor ve iman ediyor. Hadislerin Yahudi ve Hristiyan Kökeni yazımda ünlü miraç hadisindeki Musa’nın da Muhammed’in üstadı olarak betimlendiğini, dolayısıyla hadisi uyduran kişinin büyük olasılıkla bir haham olduğunu söylemiştim. Aradan geçen 1400 yıl ve değişen bir şey yok.

Megamind (2010) filminde kadının Metroman’in ayağını öptüğü bir sahne vardır. Hemen ardından Metroman suda yürür. Bunların ikisi de İncil göndermesidir ama yalnızca yetişkinler, onların da yalnızca İncil’i bilenleri bu göndermeleri anlayabilir.

Eski Tomb Raider oyunlarında zayıf mitolojik tanrılar, sihir, büyü gırla gider. God of War oyunları basbayağı baştanrıya kafa tutan küçük tanrıların öyküsüdür.  Aşağıda Yahudiler tarafından Yahudi propagandası olarak çekilen Operation Thunderbolt filminin iki ayrı afişinde Yahudi tanrısı Yehova’nın gökten uzanan elini görüyorsunuz.

Avengers (2012) filminde Yeşil Dev’in (The Hulk) Nors tanrısı Loki’yi yere çaldığı bölümü dikkatle izleyin. Loki’yi haşat ettikten sonra “Puny god!” der. Yani “Cılız/aciz/güçsüz tanrı!”. Yeşil Dev’in de Marvel şirketinin öbür karakterlerinin de yaratıcısının Stan Lee’nin Yahudi olduğunu söyleyerek kısa kesiyorum.

Knowing (2009) filminde Eski Ahit’te Ezekiel’i taşıyan gök arabası aynen gösteriliyor. Gökte yaşayan insansı tanrının gönderdiği araba, yeryüzünden biri kız biri oğlan iki Amerikalıyı alıp göğe çıkarıyor, kalan sekiz milyar kişi güneş patlamasında ölüyor. Bu iki kişi dünyanın eşi başka bir gezegende yaşamı yeniden başlatacakmış. Bu da Adem’le Havva mitolojisidir. İki kişi ensest ilişkiyle bir soy başlatacakmış. Hatta filmde yasak ağaç bile var. Popüler ürünlerdeki “uzaylı” kavramı, Kitabımukaddes toplumlarında artık terk edilmiş olan Tanrı yerine kullanılan vekil kavramdır. “SiriusUFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi”ndekilerin bundan haberleri olduğunu sanmıyorum.

Aşağıda solda Eski Ahit’in Ezekiel kitabındaki göksel taşıtın geleneksel bir gravürü, sağda filmde bu örnek alınarak yapılan modelini, altta Tevrat’ın Hayat Ağacı’nı görüyorsunuz.

Hayalet Avcıları ve Süpermen filmlerinde de Kitabımukaddes’e özgü zayıf tanrı imgesi izleyiciye aşılanır.[13]

Bugün kitapçı raflarına baktığımızda adında bile “tanrılar” geçen çizgi romanlar görürüz. Bunları Türk çocukları alır, okurlar. İçine baktığımızda “tanrı” denen şeylerin bizim gibi zayıf insanlar olduğunu görürüz. Çoğu Yunan ve Roma tanrısıdır. Çocuklarına bunları okutan, hatta bırakın okutmayı böyle ürünlerin satılmasına izin veren bir toplumun %9’unun bile Müslüman sayılabileceğini sanmıyorum.

Zayıf tanrı algısı şakalara da geçmiştir. Gavurun bir şakasının artık Türkiye’de de yapıldığını görüyorum: “Kedi kendini tanrı sanır çünkü sahibi kediyi yedirir, içirir, ona hizmet eder, onun her gereksinimini karşılar. Köpek de sahibini tanrı sanır çünkü köpeği yedirir, içirir, onu sever.” Burada kedinin kendini tanrı sanması doğrudan Eski Ahit’in etkisidir. Çünkü Eski Ahit’in tanrısı kendisi için bir şeyler talep eder. Buhur yakılınca onun kokusunu alır, yakmalık sunu sunulunca onun kokusunu alır ve resmen doyar.[14] Yani Tevrat’ın Yahudileri tanrıyı beslerler. Zamanın çoktanrıcı toplumlarında görülen ilk doğan oğlu tanrıya kurban etme geleneği de insana muhtaç zayıf tanrı algısının eseridir. Kurban hayvanlarının kanlarının ve etlerinin tanrıya ulaştığı düşüncesi de eski çağ müşriklerinin zayıf tanrı algısından ileri gelir.[15] Hatta Tevrat’ta Mısırlılara gösterilen onuncu mucize olan ilk doğan oğulların bir gecede ölmesi efsanesi bundan esinlenilerek yazılmıştır.[16] Ne yazık ki yerli popüler kültür ürünlerinde bile görmeye başladığımız “tanrılar kurban istiyorlar” sözü bunun kalıntısıdır.

Bir şey isteyen, bir şey alan tanrı Eski Ahit tanrısıdır. Gerçek Tanrı’nın adı “Veren”dir (Ar. El Rahman), “Alan” değil.

Yaratılış Mitolojisi

Kitabımukaddes’in ve Kuran’ın söylediklerini bu konuda karşılaştırmaya kalkarsam yüzlerce ayet ve dize yazmam gerekecek. Bu alt başlıkların her birinin ayrı bir kitap konusu olduğunu anlayın. Kısa bir özet geçeceğim.

Tevrat’ta ilk insan olan Adem örneksiz, benzersiz olarak yaratılmıştır. Önce kilden cansız heykel biçiminde yapılmış, sonra içine “ruh üflenerek” can verilmiştir. Sonra üremesi için kaburgasından Havva yine heykel gibi yaratılmıştır. Yılan, Havva’yı aldatarak ona elma yedirmiş, Havva da Adem’i aldatarak ona elma yedirmiştir. Çünkü Havva görece ahlaksızdır. Bu ikisinin çocukları ensest ilişkiyle çoğalmıştır.

Kuran’da Adem simgesel bir addır. İlk kişi ve bir kişi olduğunu gösteren bir iz yoktur. Havva diye biri yoktur çünkü Adem zaten kadınlı erkekli topluluğun adıdır. Yasak ağaçtan söz edilir ama “elma” geçmez. Çünkü ağaç bir mecazdır ve meyvenin türü söylenecek olsa seçilen türün de bir şeyin mecazı olması gerekir. Ensest ilişkiden söz edilemeyeceği gibi evrilerek yaratılmaya işaret eden çok sayıda ayet vardır.[17] Buna rağmen inkarcılar iki kitapta aynı şeyin anlatıldığına bizi inandırmak için canhıraş çalışırlar, mallarından harcarlar. Mustafa Kemal de ikna edilenlerdendir. Tevrat’taki yaratılış mitolojisiyle Kuran’ınki arasındaki farkı ayrımsayamamış, hepsini aynı kefeye koyarak “bilim bunları çürüttü” demiştir.[18] Şimdi örneklere geçeyim.

Gazete ve dergilerde, reklamlarda cinselliği çağrıştırsın diye elma kullanmak, yapanlar farkında olmasalar da Tevrat göndermesidir. Tevrat’ın yaratılış mitolojisi en olmadık entelektüel yazılarda bile karşımıza çıkar. Örneğin Cesur Yeni Dünya’nın yazarı İngiliz romancı ve düşünür Aldous Huxley, Hinduizm’e ciddi merak saldığı bir zamanda yazdığı Algı Kapıları denemesinde, sanrı gördüren bir uyuşturucunun kendi üzerindeki etkilerini anlatırken şu cümleyi kuruyor: “Adem’in yaratıldığı günün sabahında gördüklerini görüyordum – çıplak varoluş mucizesi, an be an.”

Resimde 9. yy Moutier-Grandval Kitabımukaddes mushafından bir yaprak görüyorsunuz. Adem’in topraktan çömlek yapar gibi cansız bir heykel olarak “yaratılıp” sonra canlandırıldığına inanıyorlar. Golem ve Pinokyo örnekleriyle karşılaştırın. Yahudi mitolojisinde kilden yapılan ve Yahudileri koruyan bir dev/robot olan Golem’in alnında İbranice “gerçek” anlamına gelen emet sözcüğü yazılıdır. Aynı sözcüğün Adem’in de alnında yazılı olduğuna inanırlar.[19] Hadislerin Yahudi Kökeni yazımda örneğini verdiğim ve doğrudan Tevrat’a bakarak uydurulmuş olan hadis Adem’in “dirilirken” hapşırdığını söyler. Çünkü Tevrat’a ve geleneksel yorumuna göre Adem önce yukarıdaki resimdeki gibi heykel olarak yapılmış, sonra burnuna üflenerek Pinokyo gibi diriltilmiştir.[20] Burnuna üflendiği için de hapşırmıştır.

Devekuşu Kabare’nin “Aşk Olsun” oyunu ibretliktir. Defalarca Adem ve Havva çiftinden, yasak elmadan söz ediliyor. Üstüne bir de sünnet konulu oyun var. Türkiye’de değil Varşova’nın Yahudi gettosunda yazılmış gibi. Abartıyorum, değil mi? Evet, bunlar zaten Türk ve Müslüman kültürünün parçası olmuş şeyler. Ama o zaman Müslümanla Yahudiyi ayıranın ne olduğunu sormak gerekmez mi? “Bir ayrım bulamadığımıza göre hepimiz insanız, insanlığın ortak değerlerinde, insan haklarında birleşelim, dünya barışını tarihte ilk kez sağlayalım” mı dediniz yoksa? İşte şimdi tepeden tırnağa Kitabımukaddes kültürünün içine düştünüz. Artık sizde Müslümanlığın zerresi kalmadı. Bu paragrafta koyu renkle yazdığım her kavram Yahudi dininin gerçekçi olmayan birer parçasıdır ve Kuran’a aykırıdır.[21]

2001: A Space Odyssey (1968) filminin ilk sahnesi Tevrat dersi gibidir. Maymunların arasına gökten pürüzsüz bir levha indirilir. Maymunlar levhaya dokunurlar ve insan olurlar. Bu sahne Musa’ya On Emir levhalarının indirilmesini simgeler. Yani Yahudi yönetmen ve senarist Stanley Kubrick “Tevrat indirilene dek insan insan değildi” demeye getirir. Bunun doğal sonucu Yahudi olmayanların hâlâ insan olmamalarıdır.[22] Ekşisözlük ve benzer yerlere, sinema sitelerine baktığımda bu göndermeleri Türkiye’de hiç kimsenin anlamadığını, belki çok az kişinin anladığını görüyorum. Daha fecisi, anlayanlar buna tepki vermiyorlar. Çünkü ne yazık ki Türkiye’de çok bilen Müslüman olmuyor, Müslüman olma iddiasında olan da bilmeye düşman oluyor.

Feministler 8 Mart yürüyüşlerinde “ben senin kaburgandan yaratılmadım” yazılı afişleri taşırken ve bunu sosyal medyada binlerce kez yinelerken aslında Tevrat’ın yaratılış mitolojisine itiraz ettiklerinin ayırdında değiller; İslam’a karşı çıktıklarını sanıyorlar. Çünkü onlar her Türk çocuğu gibi “dinler” olarak sınıflandırılan öğretilerin çağdışı oldukları ve çoktan terk edildikleri uyutmacasıyla yetiştirildiler. Batı hâlâ Kitabımukaddes’in temel kavramlarıyla düşünüyor ama onlar bunu anlamıyorlar.

Ahmet Ercan adlı bir yazar, türban konulu yazısında “Kutsal kitaplarda kadının erkeğe hizmet için yaratıldığı anlatılarak kadın tutsak edildi” yazıyor. Benzer cümleleri sürüyle makalede okuyoruz. “Kutsal Kitaplar” diye bir kitap sınıfı yok, bu Batının uydurmasıdır. Kuran’da kadının erkeğe hizmet için yaratıldığı yazmaz, bu Tevrat yazıcılarının uydurmasıdır. Hani feminizmin Kitabımukaddes’e tepki olarak ortaya çıktığını söylemiştim ya, Kitabımukaddes’le ilgisi olmayan bir toplumun feminist olması ne büyük bir zavallılıktır! Bu karanlık, Kuran’ın us yürütmeyen toplumlara verileceğini söylediği rics cezasıdır.

Apple şirketinin logosu yenmiş elmadır. Tevrat’taki öyküye ve dolayısıyla Havva’nın kışkırtmasına veya basbayağı kötülüğe gönderme yapar. Kurallara aldırış etmemeyi, isyanı ve dolayısıyla özgürlüğü çağrıştırır. Nitekim şirketin ilk ürünleri IBM bilgisayarlara alternatif olarak çıkmıştır.

“Türk” reklamcıların yıllık ödülleri olan Kristal Elma ödülleri adını Tevrat’tan alır. Türk tırnak içinde çünkü bu iş kolunda bolca gayrimüslime rastlarız. Reklamcılık kışkırtma ve akıl çelme mesleği olduğu için ödüller Tevrat’ta yılanın Havva’yı, Havva’nın Adem’in aklını çelmek için kullandığı elmayı örnek almıştır.

Kane, Cain ve benzer türevler sayısız Hollywood ve televizyon karakterine ad yapılmıştır. Bu karakterler çoğunlukla Tevrat’ın Kayin’i (Kuran’ın Kabil’i) gibi saldırgan, kıskanç veya yıkıcı tutumda olmakla birlikte çoğunlukla doğrudan dinsel gönderme yapılmaz. Bunlar dinsel bir mesajı olan yapımlar da değildir. Örtülü göndermeyi anlamak izleyiciye kalır. İnternette Habil ve Kabil veya Cain and Abel adlarını arattığımda karşıma çok sayıda yabancı filmin yanında 2003 yapımı yarım saatlik bir Türk çizgi filmi de geliyor. Sözde Müslümanlar tarafından yapılmış bu filmde yine Tevrat’taki öyküyü buluyoruz, Kuran’dakini değil.[23]

Solda: Bir Türk yazarın kitabının Mikelanj’ın “Adem’in Yaratılışı” freskine gönderme yapan kapağı – simgelenen yaratış biçimi de, tanrının gökte bulunması da, tanrının biçiminin çizilmesi de Tevrat’a sadıktır ve Kuran’a kesinlikle aykırıdır. Sağda: Konrad Lorenz’in “Ve İnsan Köpekle Tanıştı” kitabının aynı iğrenç göndermeye sahip kapağı. Altta: “Yapay zeka” ve robot konulu bir internet makalesinden görsel. Yurtdışında sayısız örnek bulunabilir. Mikelanj’ın bu resminde Kitabımukaddes tanrısı insan biçiminde çizilmiştir çünkü kitaba göre zaten insanı “kendi suretinde” yaratmıştır. Bir mucidin insansı robot yaptığı çok sayıda roman ve filmde bu mitolojiye örtülü gönderme yapılır.

İstedikleri kadar İslami görüntü versinler ve içten olsunlar, Havva, yılan, elma, gökten düşme, ilk günah göndermeleri yapılıyorsa bilin ki bu Kitabımukaddes dinidir, İslam değildir. Seküler de değildir.

Seçilmiş Üstün Irk ve Vaat Edilmiş Topraklar Efsanesi

Yahudi inancında Yehova Yahudileri üstün ırk olarak yaratmış, onları seçip öbür ulusların üzerine yükseltmiştir. Hristiyan inancı ise seçilmişliğin Yahudilerden alınıp İsa’yı efendi ve kurtarıcı olarak kabul eden herkese kazandırıldığıdır.[24] Günümüzün endüstrileşmiş ileri toplumlarının bu dinleri büyük oranda terk ettiği ve hümanist, eşitlikçi, dinler üstü bir ortak paydada birleştiği yönündeki modernist söylem ise seküler dünyada herkesin zihnine çok güçlü biçimde aşılanmıştır.

Oysa “seküler” modernizmde seçilmişlik dogması yok olmamıştır. Dimdik ayaktadır, eskisinden de saldırgandır. Gılgamış’ın dağlıyı, Yunanın ve Roma’nın barbarı, Yahudi’nin goyimi, Hristiyan’ın kafiri insan yerine koymadığı gibi, modern Batılı kendisi gibi modern olmamışları insan yerine koymuyor. Özgürlük tanımıyor demiyorum, insandan saymıyor. Gördüğüm kadarıyla her uygarlıkta var olan uygar olmayanlara dönük dışlama, bugün modern olmayan uygarlara da dönmüş görünüyor. Evrensel olduğu öne sürülen uluslararası sistemin uyumlu bir parçası olmayı kabul etmeyen, seküler olmayı kabul etmeyen Müslüman toplumlar Batı’yı dünyayı ele geçirmeye başladığı andan beri rahatsız ediyor. “Kendilerince yaşasınlar” diyemiyor, rahatsız oluyor, yok etmek ya da kendisine benzetmek (=kendi dinine sokmak) istiyor. Üstelik bunu “dünya barışı” gibi ancak en saflgeri zekalıların aldanacakları bir gündemin parçası etmeye çalışıyor. Akademik yayınlara bakınca bu sapıkça düşün sık sık pax Romana, yani “Roma barışı” ile birlikte anıldığını görüyoruz. Roma’nın ülkeleri işgal edip kendisine bağlaması için “ileri uygarlık” olmayı yeterli gördüğünü anımsayalım. İnsan haklarının evrensel bir değer olduğu yutturmacası bugün Roma’nın aynı davranışına gerekçe yapılıyor. Dinler Arası Diyalog yutturmacası da bunun bir parçasıdır. İslam’ın “tasavvuf mezhebinin” sevimli gösterilmesi de bunun bir parçasıdır. Tarih bilmeyen bugünü bilmez. Kitabımukaddes bilmeyen politika bilmez.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve özellikle 11 Eylül 2001’den sonra Amerikalı politikacıların, gazetecilerin ve yazarların Amerikan değerlerine, Amerikan yaşam biçimine aykırı yaşam biçimlerini kötücül/şerli (İng. evil) diye nitelediklerini, kendilerini de iyi saydıklarını görüyoruz. Bu keskin ve dogmatik ayrımın kökü Bozuk İncil’de, onun kökeni olan Bozuk Tevrat’ta ve kısmen Eski Yunandadır. Eski Yunan için kendisine benzememek değersiz olmaya denktir.[25] Yahudi için goyim düşük sınıf insandır. Hristiyan için de Hristiyan olmayanların hepsi kafirdir. Sözde sekülerliğin “yerleştiği” Batı toplumlarında kendisine benzemeyeni yarı-hayvan sayma eğilimi bugün değişmeden sürmektedir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda müttefiklerin Alman karşıtı propagandasına baktığımızda yine aynı örüntüyü görürüz. Salt kendileriyle savaştıkları için veya kendilerinden birazcık, azıcık farklı fikirleri (ör. Ulusal Sosyalist) benimsedikleri için Almanlara aşağılama ve insandan saymama anlamında “barbar” demişlerdir.

Ressam John Gast, 1872’de Amerikalıların “boş” yeni kıtanın batısına doğru ilerleyişini resmetmiş. Yunan tanrı heykellerine benzetilen dev kadın Columbia karakteridir, Amerikan ruhunu temsil eden bir tür tanrıdır. Columbia film şirketinin logosunda görünen, elinde Amerika’nın dini olan “özgürlüğü” temsil eden meşaleyi taşıyan kadındır. Aynı meşaleyi aslında Roma tanrısı Libertas’ın heykeli olan Özgürlük Heykeli’nin elinde de görüyoruz. Columbia önderliğinde Avrupalı öncü göçmenler (İng. pioneer) batıya doğru ilerlerken Kızılderililer ve vahşi hayvanlar önlerinden kaçışıyorlar. Onların gözünde ikisi de aynıdır. Tren ve telgraf hemen arkadan ileri uygarlık (ve dolayısıyla üstünlük) belirtisi olarak onları izliyor. Işığın sağdan geldiğine, henüz “doldurulmamış” toprakların karanlık olduğuna dikkat edin. Bu, Eski Ahit’te bulduğumuz vaat edilmiş toprak mitolojisinin aynısıdır. Eski Ahit Yahudilerinin gözünde Filistinliler bebeğini, koyununu bile öldürmek gereken pisliklerdir.[26] Avrupalı yerleşimciler de Kızılderililere aynen böyle davranışlardır. Ahlaki bir ayrım yoktur. Avrupalı göçmenler yerlileri tanımak bile istemiyorlar, haklarında hiçbir bilgi sahibi olmadan onları yok etmeye karar veriyorlar. Bu demektir ki ahlaki bir üstünlükleri olmadığını aslında biliyorlar. Nitekim Eski Ahit’te, özellikle Tevrat’ın vaat edilmiş toprakları ele geçirmelerini anlatan bölümlerinde iki toplum arasındaki ahlaki farklara neredeyse hiç değinilmiyor, toplumsal ve etnik bağlar vurgulanıyor. Vurguya rağmen işin aslının ahlaki ayrım olduğunu metinden çıkarsamak olanaklıdır. Yani metnin orijinalindeki mesajı oynanmış metinden çıkarsamak olanaklıdır. Ama doğru yorum hahamların ve papazların işine gelmiyor. Yahudiler ve Hristiyanlar seçilmişlik dogmasının kafesine zihinlerini gönüllü olarak kapatmışlardır. Burada İsa’nın ayrıcalığı mitolojisinin de etkisini görüyoruz. “Önümüze kim çıkarsa çıksın biz daha üstünüz” diyebilmenin gerekçesi oluyor bu. Tanrının oğlunu (!) izliyorlar sonuçta, bununla karşılaştırılabilir bir şey olabilir mi yeryüzünde? Tektanrıcılık mı, o da nedir?

Amerikalılar ilk kolonicilerin zamanından beri kendileri için “Tanrı’nın yeni İsrail’i” ifadesi kullanmışlardır. Haritaya baktığımızda kurdukları yerleşimlere Avrupa’da geldikleri yerlerden olduğu kadar İsrail’den de yer adları seçmiş olduklarını görürüz. Kurucu babalardan Thomas Jefferson, Amerikan halkını “dünyanın en büyük umudu ve Tanrı’nın görevlendirdiği genç bir ulus”, ABD devletini de “evrensel” olarak nitelemiştir.[27] Bu bakış kesinlikle kurucu babalarla veya belli politikacılarla sınırlı değildir. 1953-1961 arasında devlet başkanlığı yapmış olan Eisenhower göreve başlama yeminine “Tanrı’nın altında” (under God) ifadesini ekleyip dolar banknotlarına da “Tanrı’ya güveniriz” (In God We Trust) yazdırırken aklındaki tanrı Yahudilerin ve Hristiyanların tanrısıdır. Aynı Eisenhower’in savaş sonrası toplama kamplarındaki Alman askerlerine soykırım yapması şaşırtıcı değildir.[28] Çünkü Almanlar Jefferson’un ve Eisenhower’ın tanrısının istediği özgürlükçü demokratik ileri düzene Nazi ideolojisiyle karşı gelmiş olan barbarlardır. Amerikalılar Columbia’nın kanatları altında süren ilerlemelerinin gereği olarak 2003’teki Irak işgalini başlatırken devlet başkanı Bush “Tanrı’dan görevli” olduklarını söylemiş ve eklemişti: “Özgürlük Amerika’nın dünyaya değil, Tanrı’nın insanlığa armağanıdır.”[29] Böylece tanrının dininin bir parçası olan özgürlüğü dünyalılara kazandırmak için Amerikalıların seçilmiş ve görevlendirilmiş halk olduğunu söylemiş oluyor. Yani yeni İsrail, yani üstün ırk.

Bu kadar çok üstün ırk deyince aklınıza Nazilerin geldiğine eminim. Yahudilik dinini az çok öğrenen ve Nazi Partisi’nin ideolojisi hakkında bir şeyler bilen birinin aradaki benzerliği görmemesi olanaksızdır. Nazi Partisi bilerek veya bilmeyerek kendine Yahudiliği model almış ve seçilmiş halk mitolojisini sürdüren Hristiyanların arasından türemiştir. Naziliğin başarısızlığı Kitaplılarda olan bir ahlaki niteliği taklit edememiş olmalarındadır: Sinsilik. Bu başlıkta anlattığım zaten bundan başka bir şey değildir. Yunan ve Roma’dan bugüne adlar, simgeler ve bayraklar değişmiştir ama ahlaki şablon değişmemiştir. Kitaplıların bugün “küreselleşme” olarak yutturmaya çalıştıkları ve ekonomiyi ve endüstriyi öne çıkararak sekülerlik izlenimini güçlendirdikleri program eski sömürünün devamından başka bir şey değildir. Bu elbette ekonomik veya endüstriyel bir sömürü değildir. Bunlardan daha derinde, düşünce ve ahlak düzeyindeki bir sömürüdür. Zaten bu kadar geniş bir alanı kaplamasını sağlayan bu derinlik veya sinsiliktir. Ekonomik ve endüstriyel sömürü, düşünce ve ahlak düzeyinde üretilmiş rızanın ekmeğinin yer yalnızca.

Çoğunlukla Yahudilerin ürünü olan Amerikan çizgi romanlarında ve onların filmlerinde üstün ırk dogmasının izleri boldur. Hem Marvel hem DC ürünlerinde bunu görürüz. En bilineni Superman olmalıdır. Yaratıcıları olan Siegel ve Shuster Yahudidir. Clark Kent’in kendisinin de mecazi bir Yahudi olduğu çokça yazılmıştır. Yahudilerin kimliklerini ve amaçlarını gizlerken üstün olduklarına inanmaları Clark Kent’te açıkça görülür. Çizgi romanın ününün yayıldığı 1930’larda Nazi hükümetinin propaganda bakanı Göbbels, Superman’in Yahudi olduğunu fark etmiştir ama “sekülerlik” zokasını yutmuş olanlar bugün hâlâ fark etmemişlerdir.[30] Eski Ahit’in Hakimler 16 bölümünü okursanız Şimşon karakterinin Superman’in esin kaynağı olabileceği açıktır. Şimşon’un bir “kriptonit”i bile vardır. Superman’ın göğsündeki S elmas biçimindedir ki geleneksel olarak Yahudilerin mücevhere olan düşkünlükleri iyi bilinir. Superman’ın babası olan Jor-El bir El/Tanrı göndermesidir. El, eski İbranicede ve Aramicede tanrı demektir. Jor-El tanrı, Kal-El, yani Superman ise onun oğludur. Bu durumda Superman Eski Ahit’te sözü edilen beklenen Mesih Kral olur. Batman v Superman: Dawn of Justice (2016) filminde bu artık kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır. Çizgi romanın yaratıldığı yıllar Yahudilerin zihninin Siyonizmle meşgul olduğu, yani mesih beklentisinin doruğa çıktığı zamanlara denk geliyor. Superman yurdundan uzaktır. Diasporadaki Yahudiyi temsil eder. Tevrat’ta bütün Yahudilerin Yehova’nın çocukları olduğu yazılı olduğu için herhangi bir Yahudiyi de temsil ediyor olabilir.[31] İnsanları kurtarması ise Mesih Kral’ın Yahudileri kurtarmasını temsil eder. Siegel ve Shuster, karakteri gayet dinsel özlemler ve düşlemlerle yaratmışlardır. Elbette bu dinselliği açık etselerdi ürün bu kadar popüler olmazdı.

Bir başka Yahudi Stan Lee’nin yaratımı olan X-Men çizgi romanı da seçilmişlik inancını yansıtır. Bu mutantların üstün güçleri vardır ama insanlar onlardan korkarlar ve onları dışlarlar. Mutantların özel güçleri Yahudilerin üstünlük mecazıdır. Yaşadıkları korku ve dışlama ise anti-semitizm mecazıdır. Mutantların iki önderi vardır. Bunlardan Dr.X, normal insanlarla iyi geçinmeyi savunur. Magneto ise yeterince dışlanıp aşağılandıklarını ve buna şiddetle ve insanlardan ayrılarak karşılık vermek gerektiğini savunur. Bu iki takımın Yahudilerin içindeki Siyonist olan-olmayan veya birlikte yaşama yanlısı olan-olmayan kesimlerin mecazı olduğu bellidir. Buna ek olarak Dr.X Yahudilere yakındır ve Magneto bizzat Yahudidir.

Baştan sona erkek düşmanlığı içeren ve normal koşullarda TCK 125’ten yargılanması gereken Wonder Woman çizgi romanları ve filmleri uzak bir gezegende üstün bir kadın ırkının bir temsilcisinin yeryüzüne gelmesiyle başlar. Feminizmin öncelikle Yahudilerden çıkması rastlantı değildir çünkü burada kısaca değindiğim yaratılış efsanesi (Adem adlı kişinin kaburgasından yaratılma meselesi; aşağıda Yaratılış başlığına bkz.) başta olmak üzere kadınları aşağılayan öğretiler Yahudi kültürüne aittir. Dengesiz tepki yine Yahudilerden çıkacaktır çünkü dengesiz ve çelişkili bir tanrı algıları vardır. Tanrınız nasılsa evreni öyle algılarsınız. Bu çizgi romanın yaratıcıları üstün ırk dogmasıyla feminizm dogmasını birbiriyle çarpmış, kombinasyon yapmıştır. Wikipedia’a göre ilk yaratıcısı çizgi romanları bir “eğitim potansiyeli” olarak görmüş.

Amerikalı iki büyük çizgi roman üreticisi olan Marvel, Stan Lee’nin ve Yahudi arkadaşı Jack Kirby’nin ürünlerini, DC Comics ise Superman ve Wonder Woman’ı türetmeyi sürdürüyor. Esin kaynağı Kitabımukaddes mitolojisi olan ve aynı ahlakı okura benimseten burada tek tek anamayacağım kadar çok sayıda ürünleri de vardır. Spawn çizgi romanı ve film uyarlaması neredeyse din dersi gibidir. Bu demek oluyor ki Amerikan çizgi romanlarına ve bunların film, oyun vb. türevlerine maruz kalan çocuklar Yahudi dini ağırlıklı olmak üzere Kitabımukaddes ahlakıyla yetişiyorlar. Bir zamanlar Samanyolu televizyonunun “İslami” değerleri benimsetmek için yaptığı “dinî dizilerle” bunların arasındaki tek fark bunların ustaca ve profesyonelce yapılmış olmasıdır. Zaten süsleyemeseydi şeytan hiçbir kötülüğü yayamazdı.

He-Man çizgi filminde Yehova’nın seçtiği adamın adı Adem’dir (İng. Adam). Bu bir. Nasıl seçildiğine baktığımızda ikinci işareti görüyoruz. Adem’e bir kılıç veriliyor. Şimdi bunun nasıl bir Tevrat mecazı olduğunu anlamak için Eski Ahit’in ilgili bölümlerini okumamız gerekir.[32] Eski Ahit’te Tevrat, maddesi sihirli olan, sahip olana üstün tanrısal güçler kazandıran bir nesne olarak anlatılır. Yani kitabı yazanlar antik Ortadoğu’nun sihir, mucize, keramet hurafelerine sahip olan çoktanrıcı toplumlara özenmişler, Musa’ya “bize de onlarınki gibi bir tanrı yap” demişler ve böylece Tevrat’ın mesajını terk etmişlerdir. İşte kılıç da Tevrat gibi sihirli, sahip olana sihirli güçler kazandıran ve gökteki tanrılardan[33], fiziksel olarak yukarıdan gelen bir nesnedir. Üçüncüsü; bu nesnenin başkasına değil de Adem’e verilmesinin hiçbir nedeni yoktur. Tıpkı Tevrat’ta neden başkasının değil de Yahudilerin seçildiğinin gerekçesinin bildirilmeyişi (veya bilmezden gelinişi) gibi.[34] Dördüncüsü; Adem’in sürekli savaştığı takım insandan çok hayvana benzeyen tiplerle doludur. Yani Adem goyimle veya en azından kendisiyle iyi geçinmeyen goyimle savaşır. İşte bu Yahudilik inancındaki seçilmişlik şablonudur. Dizinin tam adı olan “He-Man: Evrenin Hakimleri/Efendileri” Yahudilerin dünya egemenliği düşüne ve Yehova’yla ortaklık mitolojisine göndermedir. Çizgi filmin her bölümünün sonunda “çocuklara iyi ahlak öğretiyor” numarası yaparak ahlak dersleri verilmesi de cabası. Bölüm bölüm incelesek kim bilir neler buluruz. Vakti olan biri yapsın.

Star Trek (Uzay Yolu) dizilerinde ve filmlerinde Mr. Spock örtülü bir Yahudidir. Bunu Spock’ın ırkı olan Vulkanların öbür insan ırklarından daha mantıklı, soğukkanlı ve “barışsever” oluşundan anlıyoruz. Bunun yanı sıra tek cümlelik bilgelik sözleri Mezmurlar’ı ve Süleyman’ın Özdeyişlerinin seküler sürümlerine benzer. İkişer parmağını ayırarak yaptığı Vulkan selamı Yahudilere özgüdür.[35] Üstün olarak betimlenen Vulkan ırkı Yahudilerin örtülü bir temsilidir.[36] Spock’ı oynayan Leonard Nimoy Yahudidir. Dizinin en çok izlenen filmlerinden biri olan Wrath of Khan’da Spock’ın uzun uzun gösterilen dramatik ve hüzünlü cenaze sahnesi başka hiçbir karakter için gösterilmemiştir. Klingonlar başta olmak üzere saldırgan ırklar Araplara benzetilmiştir.

Matrix (1999, 2003) film üçlemesinde isyancıların yaşadıkları yerin adı Zion, yani Siyon’dur. Doğrudan Eski Ahit’ten alınmıştır ve vaat edilmiş ülkenin adıdır. Sinemadaki ve DVD’deki altyazıda “Zion” olarak çevrilmeden bırakılması kasıtlı mıdır, bilmiyorum.

Aquaman (2018) filminde sualtı ırkı üstündür. Örnekler artırılabilir. Üstün ırk dogması Batılının toplumsal bilincinin derininde bir saplantı olarak gömülüdür. Yüzeyde Kitabımukaddes’i çöpe atmış görünse de zihni hâlâ onun kavramları ve doğrularıyla meşguldür.

Resimde gördüğünüz Britannica ansiklopedisi reklamı 1910 yılından. “Şirketimizin derleyebildiği bilgi” veya “Avrupa’nın güncel bilgisi” diyeceği yerde “insanlığın bilgisinin toplamı” diyor. İnsanlığın en önünde olduğuna, onun bütününü temsil ettiğine çoktan inanmış. Bugün benzer sloganlarla karşılaşırız ama pek azımız yadırgar çünkü aynı hipnoz altındayız.

İnsanların üzerinde ciddi kafa yormadığı bu örnekler Kitaplının elinden çıkmış her ürünün onun diniyle, ahlakıyla nasıl biçimlendiğini gösteriyor. Elbette bu Kitaplıya özgü bir şey değil. Dünyanın egemeni Çin olsaydı çağdaşlık diye onların dini ve ahlakıyla biçim almış ürünleri biliyor olacaktık. Belki de Çin’in egemen olamamış olmasının nedeni sekülerlik ve evrensellik mitolojisi üretememiş olmasıdır. Bu mitoloji ki Batı-merkezciliği küresellik, yanlılığı yansızlık, dinseli dindışı olarak ambalajlamalarını sağlıyor. Bunu yapay ve zorlama bir biçimde yapmıyorlar; zaten yapamazlardı. Bu onların kültürel genlerine işlemiş durumda. Kuran’ın bizi defalarca uyardığı üzere, dinlerinden vazgeçmedikleri sürece isteseler de yansız, vicdanlı, adil olamazlar; üstün olmadıklarını kabul edemezler.[37] Bu düşünceleri ve düşünce ürünlerini üretenlerin ille “dünyayı sömürelim, mahvedelim” gibi bir niyetle yola çıkmış olmaları gerekmiyor. O niyetle yola çıkanları da yok değil ama o ayrı.

Kuran’ın 2:120-144 ayetlerinde Kitaplıların müminlerin kıblesini izlemeyecekleri söyleniyor. Bunu yaparken dürüst olmayacaklar. Yani tanık oldukları gerçeği itiraf etmeyecekleri söyleniyor. Biliyorlar, birbirlerinin bildiğini de biliyorlar ama 3:118 üzere söylemiyorlar. 3:64-73 ayetlerinde Kitaplıları gerçeğe (Allah’a) çağırdığınızda çok küçük bir azınlık dışında gelmeyecekleri söyleniyor. Ve onların içinde bir bölüm, gerçeğe uyanları ondan saptırmak istiyor. Aslında 2:111’de kendilerinden başkasının cennete girmeyeceklerini söylemeleri yeryüzünde de üstünlük tasladıkları anlamına gelir. Ölüm ötesine, hatta Tanrı’nın varlığına inanmadığını söyleyen bunca Kitaplının varlığında bu ayeti başka türlü yorumlamak yanlış olur. Kuran’ın haksız yere ezilenleri yeryüzüne egemen yapmak istediğini anımsayalım.[38] Eğer ezilenler Allah’ı çağırıyorlar ve kışkırtmalara karşın iyi olmakta diretiyorlar[39] ise Kuran’ın muhataplarıdırlar. Kuran’ın “onları müjdele” dediği toplumlardır. Bizim kültürel anlamda Müslüman dediklerimiz değil, bu toplumların hepsi Kitaplıların üstünlükçülüğüne karşı uyarılıyorlar.[40] Buna göre denklemi kuralım: Gerçeğe uymayacaklar; uyanları ondan saptırmak isteyecekler; üstünlük taslayacaklar. Bu üçünün toplamı elbette onları üstünlük taslamakla suçladığımızda bunu inkar edecekleridir. “Biz iyileştiricileriz” diyecekler, “Allah’ın yoluna, yani evrensel ve kültürler üstü gerçeklere çağırıyoruz”. İşte bu çağrıyı yaptıkları, yani kendi dinlerinin salâtını ayakta tuttukları kanallar; üniversite olsun, yönetimsel hiyerarşi olsun, sermaye olsun, basın olsun bugün hemen her Türkün çevresini kuşatmış durumdadır.

Politika

Bilim ve politika yazınında Kitabımukaddes kavram ve imgelerinin asla terk edilmediğini anlamalıyız. Evet, Batı Aydınlanması’nın resmi tarihinde Rönesans ile ve Ortaçağ Müslümanlarının etkisiyle Avrupa Eski Yunan ve Roma eserlerini güncel dillere çevirip okumaya başlamış ve etkilenmiştir. Ama Yunan’ın ve pagan Roma’nın dinselliğini bir an yok saysak bile iki, üç, dört bin yıllık Yahudi-Hristiyan kültür mirasını bir çırpıda silip atmamıştır. Atamayacaktır da. Bu olanaksızdır. Burada Müslümanın odaklanacağı şey geç dönem Yunan’ın ve Roma’nın çoktanrıcı olduğu, Yahudilerin ve Hristiyanların da ezici çoğunluğunun Kuran’da açıkça bildirildiği gibi çoktanrıcı olduğudur. Yani Batı’nın sekülerleşmesi, çoktanrıcılık dairesi içindeki bir harekettir. Bunun bize olan zararı ise evrensel olduğu ve dinsel olmadığı görüntüsüne sahip olmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olması Mustafa Kemal’i zaten bu toprakların en etkili insanlarından biri yapmaya yeterdi. Ama bunun üzerine bu adamın geniş bir çevreye aşılamayı başardığı uygarlıkla ilgili görüşleri olduğunu biliyoruz. İşte bu görüşler ne yazık ki Osmanlı okuryazarlarının Batı Aydınlanması’nı sünger gibi emmeye başladığı ortamda oluşmuş. Yani o da önündeki dinsel bilgiyi evrensel ve bilimsel sanmış. Yalnızca bu konu üzerine bir kitap yazılmalıdır ama ben bir iki örnek vermekle yetineceğim. Mustafa Kemal 1 Kasım 1937’deki meclis açılış konuşmasında şunları söylemiştir:

“Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”[41]

Kitabın “gökten inmesi” ifadesini fiziksel anlamda kullandığı bellidir. Kuran’da “gök” içeren ifadelerin uzayı anlatmadığını anlamak için kitabı biraz dikkatli okumak yetiyor. Kaldı ki Allah’ın “gökte” olduğu gibi bir ifade geçmiyor. Baskın yorumların etkisinde kalmadan okumak ve metinde ne varsa ona teslim olmak gerekiyor. İşte böyle okuduğumuzda Kuran’la Tevrat ve İncil arasında saymaktan yorulacağımız kadar fark buluruz. Ben saymaktan yorulduğum ve bir türlü bitmediği için o yazıyı hâlâ yazamadım. Şimdilik birkaç örnek için Hadislerin Yahudi ve Hristiyan Kökeni ve Uzak, İnsansı ve Kusurlu Tanrı Algısı yazılarıma bakabilirsiniz. Hepsi de yüzeysel olmakla birlikte bu konuda yazılmış Türkçe kitaplara da göz atabilirsiniz. İşte Mustafa Kemal bu konuya kafa yormadığı için, belki zamanı da olmadığı için, belki de çevrede onu bu konuda uyarabilecek yetkinlikte İslam bilginleri olmadığı için seküler Batı kültüründeki dinselliği ayıklayamamış. Sekülerliği anlamış olsaydı belki farklı ülküleri ve farklı bir toplumsal birlikteliği kovalayacaktı. Kitaplar gökten inmiyor. Musa’nın o tepeye çıkması, Allah’ın o tepede yaşadığı anlamına gelmiyor. Allah gökte değildir. Kuran’daki sema ve semavaat sözcükleri anlam evrenini anlatıyor. Kuran’ın “indirilmesi” demek, anlam evreninden madde evrenine kopyalanması demek oluyor.[42] Bir başka deyişle mutlak nesnel gerçeklik kipinden insanın asla yüzde yüz nesnel olamayacak olan anlayış düzeyine iletilmesi, bir başka deyişle saf anlamın söz kalıbına girmesi, böylece insanın düzeyine “indirilmesi” demek oluyor.

“Seküler” politikanın dinselliğine bir başka örnek; Avrupa Bayrağı’nın on iki yıldızıdır. Bu sayının birliği kuran ülke sayısıyla ilgisi yoktur ve kaynağı Kitabımukaddes’in Vahiy 12/1 dizesinde anlatılan öyküdür.[43]

İyi Samiriyeli yasaları Batı’da yaşamsal tehlikede olan kişilerin en yakınındakilere yardım etme sorumluluğu yükleyen yasalardır. Adını İncil, Luka 10’da sözü edilen ve düşman toplumdan olmasına rağmen yolda gördüğü yaralıya yardım eden adamdan alır. Hindistan Hristiyan bile değildir ama çıkardığı yasaya bu adı vermeyi düşünecek kadar Kitabımukaddes kültürüne boğulmuştur.

Politika başlığı altında aklıma yine sözde küresellik söylemi geliyor. Küreselleşme, hoşgörü, içermecilik, çokkültürlülük, birlikte yaşama, farklılıkları kutlama gibi sürekli kafamıza çakılan kavramlar eski sömürünün, emperyalizmin içine sokulduğu “seküler” ve “evrensel” giysidir. Sözde farklılıklara saygı gündemi de Batı’nın, yani Kitaplıların ahlakına göre biçimlenir. “Farklı ahlaklara saygı” diye bir şey olması zaten doğa yasalarına aykırıdır. Basitleştirmek ve konunun düzeyini düşürmek gibi bir amacım kesinlikle yok ama bu gözbağının bir resmini göstermek istesem aşağıdaki resmi seçebilirdim. Kontrollü (sistem içi) muhalefet gibi görünen İnternet Özgürlüğü Festivali adlı bu girişimin sitesindeki mizansen fotoğrafta her türden insan var gibi. Dörtte üçü kadın, feminizm kutusuna bir işaret koyduk. Beyaz ırk neredeyse yok gibi, ırkçılık karşıtlığı testini de geçti (!). Başı örtülü bir bacımız var, “dinsel hoşgörü” testini de geçti. “Küre” sözcüğünü de kullanmışlar, tamam olmuş. Ama ne için bir araya gelmiş bunlar? “Özgürlük” dinini ayakta tutmak için.[44] Çünkü özgürlüğün seküler ve evrensel bir doğru olduğuna inanmamızı istiyorlar. Nereden çıkarsak çıkalım onların kıblesine yönelmemizi istiyorlar.

Laiklik

İncil, Matta 22/15-21 Bunun üzerine Ferisiler çıkıp gittiler. İsa’yı, kendi söyleyeceği sözlerle tuzağa düşürmek amacıyla düzen kurdular. Hirodes yanlılarıyla birlikte gönderdikleri kendi öğrencileri İsa’ya gelip, “Öğretmenimiz” dediler, “Senin dürüst biri olduğunu, Tanrı yolunu dürüstçe öğrettiğini, kimseyi kayırmadığını biliyoruz. Çünkü insanlar arasında ayrım yapmazsın. Peki, söyle bize, sence Sezar’a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mu, değil mi?” İsa onların kötü niyetlerini bildiğinden, “Ey ikiyüzlüler!” dedi. “Beni neden deniyorsunuz? Vergi öderken kullandığınız parayı gösterin bana!” O’na bir dinar getirdiler. İsa, “Bu resim, bu yazı kimin?” diye sordu. “Sezar’ın” dediler. O zaman İsa, “Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” dedi.

“Hristiyanlığın geleceğini belirleyen büyük sözler! Mükemmele erdirilmiş bir maneviyatın ve manevi olanla dünyevi olanı ayıran harika bir adaletin, gerçek özgürlükçülüğün ve uygarlığın temelini oluşturan sözler!” Ernest Renan – İsa’nın Yaşamı

Din tarihçisi Renan doğru özetliyor. Bin sayfalık Kitabımukaddes’in gerisine bakmaya gerek yok. Yalnızca bu bölümde İsa’ya atılan bu iftira Hristiyanlığın ve dolayısıyla sekülerliğin temeli olmuştur. Eski Ahit’te böyle bir şey bulmadığımız için Yahudi mezhepleri arasında arasında seküler yönetim biçimleri konusunda görüş ayrılığı vardır. Hristiyanlar ise kitaplarını okumaya başladıklarından beri ondaki her bir çelişkinin nasıl çözüleceği konusunda kamplara ayrılmışlar. Batı Avrupa Protestanlığı seçtiği, coğrafi keşifleri gerçekleştirdiği, sermaye birikimi yaptığı ve Yahudilerle arasına mesafe koymadığı için özgürlükçü ahlakın mucidi oldu. Gücü yetenin “Sezar” olup “hakkını” döve döve aldığı modernizm dinini bu satırlar kurmuştur desek abartmış olmayız. Nitekim Hristiyanlığı kurup devlet dini yapan havariler değil, sezarlardır. Bugün sekülerliği benimsemeyen Hristiyanlar bir mikro-azınlık durumundalar.

Ülkemize “ilerleme” ve “çağdaş uygarlık” olan getirilen laiklik gördüğünüz gibi dinseldir ve Kitabımukaddes kaynaklıdır. Konuyu araştırmak isteyenler Yeni Ahit’te “iman” olarak çevrilen sözcüklere yoğunlaşabilir, “amelden” nasıl koparıldığını görebilirler.[45] Eski Ahit’te Tapınak etkinliklerini araştırabilir, Kuran’daki salât kavramının karşılığını bulmanın ne denli zor olduğunu görebilirler. Bugün bize “din” diye yaşamın bütününden kopuk tapınak etkinleri, Kuran’ın deyimiyle “oyun ve eğlence” öğretiliyorsa bunda “muasır medeniyete” ermiş toplumların dinlerinin büyük payı vardır.

Sekülerlik dinselliğin “değil”idir. Demek ki din ne ise sekülerlik de ona göre pozisyon alır. Karşıt olunmaya çalışılan din eğer Kitabımukaddes ise, sekülerlik de ona göre biçim alacaktır. Zaten öyle olmuştur. Kitabımukaddes’in anlattığı din; gavurun ondan anladığı din; Kuran’ın anlattığı din. Bu üçünü yan yana koyduğumuzda tiyatronun gülünçlüğünü ve trajediyi görürüz. Türkiye’de sekülerliği (ve laikliği) kurma iddiası başından beri yersiz ve saçma bir arayış olmuştur. Çünkü Türkiye’de dinin “değil”i (eğer öyle bir şey varsa) ancak Kuran’ın karşıtı olarak ortaya çıkabilir (eğer öyle bir şey varsa). Değilse Kuran’la yönlendirilen düşünce sekülerliğe direnmeyi sürdürecektir. Ne zamana dek? Sanırım Kuran’ın okunmayı bütünüyle bırakacağı güne dek.

Bankacılık

Paradan para kazanmayı, bir başka deyişle zenginin yoksuldan yoksulluk vergisi almasını Allah’ın bütün elçileri gibi Musa da İsa da yasaklamıştır. Üzerinde oynanmış ve eksiltilmiş de olsa bu elçilerin Tevrat ve İncil’deki sözleri faizi yasaklar.[46] Üzerine oynanmış ve faize kapı açılmış dizelerden biri şudur:

Tevrat, Yasanın Tekrarı 23/19-20 Kardeşinize para, yiyecek ya da faiz getiren başka bir şey ödünç verdiğinizde, ondan faiz almayacaksınız. Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız. Böyle yapın ki, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede el attığınız her işte Tanrınız Rab sizi kutsasın.

“Kutsamak” (İbr. baraka) sözcüğü Tevrat’ta çoğunlukla maddi varsıllığın artması anlamında kullanılıyor. Tevrat’tan çok sonra yazılan ve Yahudilerin öbür ulusları faizle soyduklarından söz eden Habakkuk 2/7-8 ve Nehemya 5/10-11 dizeleri de ilginçtir. Burada Tevrat’taki çok sayıda çifte standarttan birini görüyoruz. Seçilmiş üstün ırk dogmasından söz etmiştim. Tevrat’ta ve Yahudilerin ona denk saydıkları Talmud’da pek çok sınırlama ve ceza yaptırımı Yahudi’ye ayrı, goya ayrıdır. Yahudilerin tefecilikleri bu dizeden aldıkları ruhsatla başlamıştır. Bugün Yahudilerin hisse çoğunluğuna sahip olduğu bankalar Yahudi olanı ayırt etmeksizin herkesten faiz alırlar.

Papalık İlk Çağ’da tefeciliği yasaklamışsa da zaman içinde küçük adımlarla genişletilen ayrıcalıklar, kolonicilik çağında Vatikan’ı otorite kabul etmeyen Protestan mezheplerin ortaya çıkışı ve Kilise Reformu’yla “özgürleşen” Yahudilerin bütünüyle başıboş bırakılmalarıyla Batı boğazına kadar faize ve ribaya batmıştır. Burada iki şeyi vurgulamak gerekiyor: Birincisi; Hristiyanların bozuk İncil’i akıl ve vicdanla okumayı ve böylece çelişkilerden arındırmayı reddetmeleri. Eğer bunu yapsalardı Vatikan’ı otorite kabul etsinler veya etmesinler faizi yasaklarlardı. İkincisi; Kitabımukaddes’i izleme çabasından bütünüyle vazgeçip hümanizm dinine geçmeleri. Bunu yaparken da Yahudilerin tefeciliğini baskı altına almaktan bütünüyle vazgeçmişlerdir çünkü hümanist çerçevede “din özgürlüğü” tutarsız, çelişkili, ne olduğu belli olmayan bir başıbozukluktur. Modern bankaları temeli böylece atılmıştır. Dünyanın en büyük bankaları büyük oranda Yahudilerin elindedir ve bu oran artmaktadır. Bu sonucu doğuran başlangıç, Kitabımukaddes’te sözünü ettiğim birkaç satırdır.

Bugün faizsiz ekonomi olmayacağını düşünen diplomalı zavallılar burada birkaç cümleyle özetlediğim tarihsel ve dinsel arka plandan habersizdirler. Onlar derin bir uykudalar, modern dünyayı seküler sanıyorlar.

Kitabımukaddes içindeki her tutarsızlıkta olduğu gibi faiz konusundaki tutarsızlığı çözme konusundaki en büyük yardımcımız Kuran’dır. Nitekim Yasanın Tekrarı 23/19-20’deki ahlaki çifte standardın Musa’dan gelmiş olamayacağı açıktır. Kuran’ın Yahudileri Kuran’a veya Tevrat’a uymalarını buyurmasının nedeni bu açıklıktır.[47] Yahudilerin ve Hristiyanların gerçeği görmezden gelmek konusundaki çelikleşmiş ısrarları konusunda Kuran bizi yeterince uyarmıştır.[48]

Bugün kültürel anlamda Müslüman coğrafyada gördüğümüz faizcilik ve paradan para kazanma geleneği, Müslümanların Kitaplılardan yalıtılmış bir biçimde verdikleri vicdanı kararların veya bilinçli bir uzlaşının sonucu değildir. Kuran, ilk günden beri Kitaplıların sabotaj girişimlerine hedef olmuştur. Ayetlerin anlamını örtmek yolunda gösterilen olanca çabaya rağmen son birkaç yüzyıla dek Müslümanlar faize ısınamadılar. Son iki yüzyılda tanıştıkları hümanizm ve “sekülerlik” bu konudaki dirençlerini kırmıştır. Sekülerlik ise zaten açıkladığım üzere Kitabımukaddes’le yontulmuş bir puttur. Müslümanların sermaye sömürüsü altında paspas olmaları Kuran’a sırt çevirip bilerek veya bilmeyerek Kitabımukaddes’e ve onun sakat yorumuna teslim olmalarının sonucudur. İnsanlar Kuran’ın bir “din kitabı” olmadığını, uzatılan bir yardım eli olduğunu fark etmedikleri veya inkar ettikleri sürece çekilen acı ve katlanılan sömürü her geçen gün artacaktır. Bu Allah’ın değişmeyen sünnetidir.

Bilim ve Teknoloji

Üst solda Oxford Üniversitesi armasını görüyorsunuz. Mezmurlar 27/1; “Rab Benim Işığımdır” dizesi yazılı.

Üst sağda Yale üniversitesi armasını görüyorsunuz. Kitabın üzerinde yazan İbranice Urim ve Tummim adları Eski Ahit’ten alınmadır. Kahinlerin (din adamlarının) ellerinde tuttukları sihirli fal taşlarının adlarıdır.[49] Evet, “bilim” yuvasında fal. Mason törenlerinde de bu iki taşın simgeleri kullanılır.[50] King David (1985) filminde peygamber Samuel, İsrailoğullarının yeni kralı olacak çocuğu (Davut) bu ışıldayan sihirli taşları kullanarak seçer.

Alt solda Columbia Üniversitesi tıp fakültesi arması var. Yunan bilgelik tanrısı Atena heykellerinden modellenmiş olan oturan kadının başının üstünde içinde İbranice “Yehova” yazan güneş, Eski Ahit’in göktanrısının iyi kullar üzerine inen Şekina’sı, yani ruhunu simgeliyor.[51] Kadının elindeki kitapta yazan Yunanca Logia Zonta “yaşayan söz” anlamına geliyor ve Musa’ya verilen yasayı simgeliyor.[52] Kadının solunda İbranice Ori El, yani “Tanrı’nın ışığı” yazıyor. Hemen altında 1. Petrus kitabından bir dizeye gönderme var. In Lumine Tuo Videbimis Lumen cümlesi Mezmur 36/9’un Latince çevirisidir.[53]

Alt sağdaki California Üniversitesi armasıdır. Tevrat’ın “Tanrı ‘Işık Olsun’ dedi ve ışık oldu” (1/3) dizesi yazılıdır. Seküler ABD’nin önde gelen iki üniversitesi Yale ve Berkeley’nin sloganları da aynıdır. “Seküler” ve “evrensel” eğitim veren çok sayıda Batı üniversitesinin arması buna benzer. Buralardan mezun olurken rahip/haham cüppesi giyersiniz. Çünkü buralar aslında “dinsel” eğitim yapan yerlerdi. Bizde medreselerin kapatılıp yerine üniversitelerin açılması tam bir yanlış anlama ve kavramları karıştırma örneğidir. Çünkü “üniversite” aslında Batı “medresesinin” devamıdır. Bugün Türk lise ve üniversiteleri de cüppe giydiriyor. Öğrenciler törensel mezuniyet keplerini üniversite kepi sanırlar, seküler sanırlar. Oysa kepin yanı sıra giydikleri cüppeden duruma uyanmaları gerekir. Çünkü günümüzde cüppeyi yalnızca din adamları giyer. Diyanet memurlarının cüppesi İslam’a değil Yahudi-Hristiyan kültürüne aittir ve Müslümanların dinlerindeki açık seçik bozulmanın yaşayan kanıtıdır. “Dur bir dakika, cüppe giyen başkaları da var” mı dediniz? Haklısınız. Adliyede giyilen cüppe de dinsel kökenlidir. Haham ve papaz giysisidir. Bizde “kadılığın” sona erip yerine “hakimliğin” gelmesi de medrese misali bir yanlış anlamadır.

Burada dikkatimizi çekmesi gereken bir başka incelik yukarıda örneklediğim armalardaki çok sayıda şifreyi sıradan Batılıların da bilmiyor olmasıdır. Bu üniversitelerin öğrencilerinin, öğretim üyelerinin bile çoğu bunları bilmez, merak da etmez. İşte bu da Batılı kültüre içkin olan içrek örgütlenmenin ve şifreli iletişimin kanıksanmasıdır. Bu tür örgütlenmelerin yayılmasına zemin hazırlayan şey çoktanrıcı toplumlardaki din adamlığı modelini örnek alan Yahudi ve Hristiyan din adamlığı sınıfıdır. Yahudi ve Hristiyan dinlerinin olmazsa olmazı olan din adamlığının kökeni Yunan ve Roma’da, onun da kökeni Mısır ve Mezopotamya’dadır. “Din” bilgisinin gizli tutulması çoktanrıcıların geleneğidir. Kuran’ın Yahudileri gizlemekle suçlaması[54], İsa’nın da onları gizlemekle suçlaması[55], Musa’ya “bize de onlarınki gibi bir tanrı yap” diyen İsrailoğullarının Mezopotamya-Mısır-Yunan kültürünü benimseyip doğru yoldan ayrıldıklarını gösterir. Bugün sayısız Batılı şirketin logosunda buna benzer şifreler vardır ve Batılı bunları kabullenmiştir. Bu kültür bize öncelikle masonluk ile ve Gayrimüslim azınlığın eliyle gelmiştir. Sözgelimi Tepe İnşaat’ın logosunda ucu kesik bir üçgen görürsünüz. Bir mason simgesidir ve bir dolar banknotunun üzerindeki piramidin aynısıdır. Yaptıkları toplu konut sitesine verdikleri Mozaik adı da bir mason simgesidir.[56] Masonluk eski çağda mimarlık mesleğinin bilgisinin gizli tutulması odaklı örgütlenme biçiminin meslek dışı gizlilik amacıyla günümüzde yaşatılan devamıdır.

Batı’da tıbbın simgesi olarak kullanılagelmiş olan ve Türk doktorların seküler olduğunu sandıkları için veya dinsel olduğunu basbayağı bile bile kopyaladıkları yılan, çanak ve değneğin kökeni efsanevi Yunan kişilik Hermes’e dayanıyor. Hermes Olimpos’la insanlar arasında aracı olduğuna inanılan bir yarı-tanrıdır. Bir başka öyküye göre değnek ve yılan bir başka yarı-tanrı Asklepios’a dayanıyor. Öyküsünü okuduğumuzda Asklepios insanları ölümden kurtardığı için Zeus’un onu cezalandırdığını görüyor ve yine zayıf tanrı ve insanla kavga eden tanrı imgesine rastlıyoruz. Değneğin üstündeki kanatların Hermes’ten geldiği kesin gibi. Zaten Yunan-Roma mitolojisi bir bozulmalar, unutmalar ve yanlış anlamalar karmaşasıdır. Şimdi burada bir ara verip düşünelim. Kökeni ve anlamı belirsiz olan bir simgeyi kullanmak aklın ve bilimin ışığında ilerleyen aydınlık insanlara yakışır mı? Yanıtı kendilerine bırakarak devam edelim. Tevrat’ta şöyle bir bölüme rastlıyoruz:

Çölde Sayım 21/5-9 Tanrı’dan ve Musa’dan yakınarak, “Çölde ölelim diye mi bizi Mısır’dan çıkardınız?” dediler, “Burada ne ekmek var, ne de su. Ayrıca bu iğrenç yiyecekten de tiksiniyoruz!” Bunun üzerine Rab halkın arasına zehirli yılanlar gönderdi. Yılanlar ısırınca İsraillilerden birçok kişi öldü. Halk Musa’ya gelip, “Rab’dan ve senden yakınmakla günah işledik. Yalvar da, Rab aramızdan yılanları kaldırsın” dedi. Bunun üzerine Musa halk için yalvardı. Rab Musa’ya, “Bir yılan yap ve onu bir direğin üzerine koy. Isırılan herkes ona bakınca yaşayacaktır” dedi. Böylece Musa tunç bir yılan yaparak direğin üzerine koydu. Yılan tarafından ısırılan kişiler tunç yılana bakınca yaşadı.

Musa’nın tunç yılanı kendisinden çok sonraki yılları anlatan 2.Krallar 18/4 bölümünde bir puta dönüşmüş olarak yeniden karşımıza çıkıyor. Şaşırmıyoruz. Kitabımukaddes’in Eski Ahit bölümü çoktanrıcı ve hurafeci çevre halkların mitolojisini ve tanrılarını benimseyen İsrailoğullarının, Yeni Ahit bölümü de çoktanrıcı ve hurafeci çöküş dönemi Roma mitolojisini İsa’nın öğretisiyle karıştıranların kitabıdır. Yunan-Roma kültürü ve ahlakı günümüze taşındıysa bunda Kitabımukaddes’in payı büyüktür.

Yılanı bazen bir su kabına sarılmış olarak buluyoruz. Bu ise bazen Asklepios’un kızı olarak anlatılan bir başka Yunan tanrısı Higeya’nın çanağıdır.[57] Bu çanakta hastalıkları iyileştiren sihirli bir iksir vardır. Zaten Yunan-Roma mitolojisinde sihirle nedensellik iç içe geçmiştir. Logosunu gördüğünüz Türk Eczacılar Birliği de bilimin ve aklın ışığında yürüyor (!).

Az önceki sorumuza “daha uygun bir görsel simge bulsaydın da kullansaydık” gibisinden bir yanıt verilecek olursa şunu deriz: Her şeyin resmini, heykelini; her tüzel kişiliğin logosunu yapma takıntısı Yunan-Roma kültürüne ve onun devamı olan modern Batı’ya özgüdür. Her soyut varlığın nesnesini yapma alışkanlığıyla toplumun üst düzey soyut düşünceyi yitirmesi arasında yakın bir ilişki olmalıdır. Arkeoloji aslında neredeyse yalnızca çoktanrıcıların kalıntılarını kovalayan bilimdir. Çünkü tektanrıcılar arkalarında ne tanrı heykeli, ne tanrılara sunu adadıkları sunaklar, ne de dev görkemli tapınaklar bırakırlar. Bu yapılar çoğunlukla uygarlığın kendi ağırlığı altında ezilmeye başladığı, ahlakın bozulduğu, çoktanrıcılığın iyiden iyiye egemen olduğu dönemin eserleridir. Mezopotamya, Mısır, Yunan ve Roma’nın çoktanrıcı düşüş dönemlerinin mirası olan sığ ve gündelik düşünce bugün şirket logoları, görselliğe endeksli eğlence kültürü ve görselliğe endekslenmiş cinsellik olarak hortlamış durumda. Modern bilimin dini diyebileceğimiz pozitivizm de aynı bayağılığa saplanıp kalmış düşüncenin ürünüdür. Bu kültürde özgürlük, insan hakları, eşitlik, politik doğruculuk, hayvanseverlik gibi kendisiyle çelişik soyutluklar buluyor olmamız şaşırtıcı değildir. Çünkü bunların ortak noktası biçimin ötesine geçemeyen, anlam katına yükselemeyen düşünme alışkanlıklarıdır.[58]

Bir görsel simge bulmaya çalışmanız bile bu yabancı kültüre ne kadar battığınızı gösterir. Niye her şeyin logosunu yapmak zorundasınız? Zorunda bile olsanız kızıl hilal size neden yetmiyor? Tıpkı yılan ve değnek gibi kökeni belirsiz bile olsa İslam toplumlarında gelenekleşmiş olan kızıl hilal tıp simgesi olarak neyinize yetmiyor? Kendi kültürünüzden bu derece nefret etmenizi nasıl açıklarsınız? Kendinden nefret etmek aklın, bilimin, sekülerliğin gereği olmadığı gibi sağkalım açısından da uyarlanımsal değildir. Bu nedenle bilimsel olarak da yanlış yoldasınız!

Altta solda Yunan yarı-tanrıları Hermes ve Asklepios’u, sağda Müslüman Türkiye’nin ve KKTC’nin sağlık bakanlıkları logolarını görüyorsunuz. Hem Eczacılar Birliği hem de bakanlıklar burası bir sömürge ülkesiymişçesine adlarının İngilizcesini de yazıyorlar. Bunu onlara yaptıran şeyin gereklilik değil eziklik olduğunu biliyorsanız konumuzla ilgisi ortadadır.

Bilim dünyasından örneklere devam edelim. Rus üniversitelerinin başını çektiği dilbilim ve kökenbilim projesinin adı “The Tower of Babel Project” (Babil Kulesi) konmuştur. Bu ad Tevrat’ta farklı dilden insanların bir arada yaşadıkları Babil kentinden gelir.[59]

Soğuk Savaş yıllarında ABD ordusunun geliştirmeye çalıştığı düşmanı yörüngeden bombalama projesinin adı “Staff of Moses”, yani “Musa’nın Değneği” konmuştur.[60] Çünkü yörüngeden bombalanan düşman gökten, demek ki gökte yaşayan Yehova’nın elinden cezalandırılmış olacaktır. Yukarıda açıkladığım üzere Musa’nın değneğinin haşa Tanrı’ya iş yaptıran sihirli bir değnek olduğuna inanırlar. Mısır’a gökten yağan kurbağa ve tufan da içinde olmak üzere “on” mucize sihirli ve büyülü güçlerin sonucudur. Değnek, tıpkı efod, Urim ve Tummim gibi gökteki tanrıyla iletişim kuran bir arayüzdür.

Seküler (!) Amerika’nın Eski Ahit’ten aldığı başka projeler de vardır. Barışçıl amaçlarla atom silahı kullanma projesinin adı “Operation Plowshare” yani “Saban Operasyonu”dur.[61] Bu adlandırmanın esin kaynağı Yeşaya 2’dir. Bu dizeler aynı zamanda seküler (!) bir örgüt olan Birleşmiş Milletler’in bina duvarına yazılıdır. “Müslüman” ülke yöneticileri ve memurları da bu binaya girer, çıkar, bu yazıyı görüp dururlar:[62] “İnsanlar kılıçlarını çekiçle dövüp saban demiri, mızraklarını bağcı bıçağı yapacaklar. Ulus ulusa kılıç kaldırmayacak, savaş eğitimi yapmayacaklar artık.” Birleşmiş Milletler’in başını çektiği, güzellik yarışmalarından ve 23 Nisan’lardan tutun ülke meclislerine ve hatta dini bayram kutlamalarına kadar her yerde kafamıza çaktıkları “dünya barışı” deyiminin kaynağı budur.

Seküler Batı’nın Kitabımukaddes’ten aldığı esin bununla bitmiyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika’nın aç kalan Avrupalılara uçaktan yiyecek atmasına verilen ad “Menna Operasyonu” Tevrat’tan alınmıştır.[63]

İsrail, ABD ile ortak üretip Ay’a göndereceği makinenin adını Tevrat’ın ilk sözcüğü olan Bereşit’ten almıştır.[64]

Yakup’un merdiveni, Tevrat’ta Yakup’un gökyüzündeki Yehova’ya inip çıkan meleklerin kullandıkları şeydir. Görünüşü merdiveni andıran elektriksel ark aygıtına ad yapılmıştır.[65] İngilizce Jacob’s Ladder, Almanca Jacob’s Leiter ve Fransızca Echelle de Jacob adları filmden romana, şarkıdan oyuncağa kadar Yakup’la ve “dinle” ilgisi olmayan sayısız ürüne ad yapılmıştır.

British Leyland otomobil şirketinin internette bulabileceğiniz şirket içi eğitim videosu The Quality Connection’ın 6:09 ve 8:10 saniyelerinde “teknik resim İncil’i” (technical drawings Gospel) sözcüklerini duyacaksınız. Bu, değiştirilemez ve kesin uyulacak anlamına gelen bir deyimdir.

Eski Ahit’in Hakimler 12 bölümünde Gilatlılar geçitten geçmelerini istemedikleri Efrayimlileri ayırt etmek için “Şibolet” demelerini isterler. Şivesi farklı olduğu için diyemeyen Efrayimliler böylece yakalanır ve öldürülürler. Sözcüğü bugün toplumsal bağlamda bilimadamları kullanırlar. Yazılımcılar şifre anlamında kullanırlar.

Doğal yiyecekleri ve yeme alışkanlıklarını koruma amaçlı Batı merkezli uluslararası Slow Food topluluğu, yok olmak üzere olan bölgesel geleneksel yiyecekleri üretip yaşattığı projeye Nuh’un Tatları (veya Nuh’un Ambarı) adını vermiş.[66] Yahudiliği veya Hristiyanlığı benimseme fikriyel hiç ilgisi olmayan bu topluluk tarafından oluşturulan bir tarım ve yiyecek ağına Terra Madre, yani “Doğa Ana” adı verildiğini ekleyeyim. Kendisi çoktanrıcı toplumların neredeyse hepsinde görülen göktanrı-yertanrı ikilisinin parçasıdır. Kısaca gökteki tanrı yeri her yıl döller ve yeniden doğurtur. “Erkek” olmasının nedeni de budur.

Bizde kimi doktor adam gibi “elle tatmin” demek yerine onanizm sözcüğünü kullanarak pek bir bilimsel ve Batılı olduğunu sanır. Bu sözcük Tevrat’ın Yaratılış 38 bölümünde karısını gebe bırakmamak için dışarı boşalan kişinin adından gelir.

Popüler bilim kaynaklarında karşılaştığımız insanın azami ömrünün 120 yıl olduğu ezberi de Kitabımukaddes kökenlidir. Tevrat’ın Yaratılış 6/3 dizesinde geçer. Yüz yirmi yıl ezberi bilim dünyasında Hayflick limit olarak biliniyor ve herhangi bir matematiksel hesaba değil, biyologların en fazla elli hücre bölünmesinden yola çıkarak yaptıkları kaba tahmine dayanıyor. 110 veya 130 veya 150 değil de 120 tahmin etmelerinin Tevrat’ın etkisi olduğu bellidir. Üstelik Yirminci Yüzyıl’da 120 yaşını geçtiği öne sürülen kişiler yaşadığı öne sürülmesine rağmen. “Popüler bilim”in sihirli değneği her uydurma gibi bunu da efsaneye çevirmiştir. Örneğin Doktor Louann Brizendine, Kadın Beyni kitabında (Kelebek Yayınevi, 2007, s. 171) ömrün 120 yıl olduğunu söylerken dipnotta verdiği kaynakların hiçbiri 120 sayısına gönderme yapmıyor, yalnızca hücre bölünmesinden ve telomerazdan söz ediyor.

Pozitivist yazar Hoimar von Ditfurth’un yukarıya resmini koyduğum üç popüler bilim kitabının adında da Kitabımukaddes göndermesi bulunuyor. Tevrat’ta Adem ve Havva adlı kişilerin yeryüzüne gökten “düşmesine”, Tevrat’ta insanlardan tanrıların çocukları olarak söz edilmesine ve Yuhanna İncil’inin “önce ışık vardı” dizesine yapılan göndermeleri bu kitapları masum birer bilim ürünü sanan Türkler anlamıyorlar. Hem Kuran hem de Kitabımukaddes konusunda cahil kalmış, yer ve zaman uzayında konumunu şaşırmış olan yerli aydınlarımızdan Ali Demirsoy’un “Evrenin Çocukları (Yaratılışın Öyküsü)” kitabının adında da aynı talihsizlik bulunuyor. Batı kaynaklı bilimsel ve sözde seküler ürünlerde Kitabımukaddes göndermelerine rastlamamız ender bir durum değildir. Şu adreste okuyacağınız “bilimsel” yazıda Tevrat’ın Adem ve Havva mitolojisine yapılan göndermelerin bolluğuna dikkat edin: https://aeon.co/essays/why-pregnancy-is-a-biological-war-between-mother-and-baby

Modern bilim ne kadar da seküler ve evrensel, görüyor musunuz?

Tektanrıcılığın Bir İcat Olduğu Yanılgısı

Tektanrıcılığın Yahudilik ile başladığı anlatısı ne kadar bilimsel kılığa sokulursa sokulsun saçmalıktır. Ne var ki bilimsel bilgiler edindiğini sanan ama Kuran’dan var gücüyle uzak duran pek çok okuryazar buna kanmıştır. Mustafa Kemal de bunlardan biridir. Gıdasını hep Avrupa’dan aldığı için ilk insanın veya “mağara adamının” aşağılık, korkak, beceriksiz, aptal olduğuna inanmıştır: “İptidai insanların tabiatın her şeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğini mutlak surette yapmaya kalkmışmış olması düşünülemez. […] Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir olayın da sebebini bilmiyorlardı.”[67] Bu görüşleri başka yerlerde de yinelemiştir. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan ve yalnızca çiğ bir tahmine veya sanıya dayanan bu görüşleri Batılı hümanist yazarlardan edinmiştir. Dikkat ederseniz ilk insanın sudan çıkmış balık gibi şaşkın ve çaresiz betimlenmesi Tevrat’ın “gökten düşmüş” veya biyolojik ve doğal yollarla değil, yoktan var edilmiş insanını andırıyor. Eh, atamızın şimşekten korkup ateşe tapan bir beyinsiz olduğunu düşününce tektanrıcılık da “ileri” düzey bir düşünce olup çıkıyor.[68]

Tektanrıcılığın geç dönemin icadı olduğu hipotezi kusurlu yaratım ve ilk günah inançlarıyla uyum içindedir. Çünkü insan kusurlu yaratıldıysa evrenin tek bir egemeni olduğunu çıkarsayamayacak kadar aptal olabilir. Bu durumda tek tanrının farkına varması için bir peygamberin gelip ona bu haberi vermesinden başka seçeneği yoktur. Yahudiler İbrahim ve Musa dediğimiz habercilerin kendilerinden olduğu iddiasıyla insanlığı tek tanrı fikriyle tanıştırma onurunun kendilerine ait olduğunu düşünürler. Sigmund Freud başta olmak üzere günümüz Kitaplı entelektüellerinin, özellikle Yahudi olanlarının yapıtlarında bu sezilebiliyor. Hem Eski Ahit hem Yeni Ahit’te yer alan ilk günah anlatısı da bununla uyumludur. Buna göre gökte yoktan var edilen ilk kişi, kaburgasından türetilen ikinci kişiyle birlikte bir suç işlemiştir. Bu suçun cezası olarak bu ikisi gökten yere atılmıştır. İkisinin ensest ilişkiyle çoğalan soyu ise kusurlu yaratım varsayımıyla uyum içinde, kendi işlemedikleri suçun cezasını çekmeyi sürdürmektedir. Onları işlemedikleri bir suç için cezalandıran tanrının da kusursuz olması beklenemez. Toplumun böyle bir tanrıya yönelmesi için bir haberci gelmesinden başka hiçbir yol olmayacağını düşünmek kolaydır. Çünkü bu ister istemez yönelinen kuşatıcı bir tanrı değildir. Nitekim mutlak gerçek olarak tanımlanmayı hak etmeyen böyle bir tanrıya inanıp inanmamak bir seçenek yapılmıştır. Bunların hiçbiri Kuran’da yoktur.

İlk tektanrıcıların Tevrat’ta veya Kuran’da sözü edilen elçiler olduğunu söylemek kendisine elçilerin haberi ulaşmamış milyonlarca insanın yaşamını değersizleştirir. Düşünün, istese de tektanrıcı olamayacak ve dolayısıyla ahlaklı olamayacak insanların varlığının ne anlamı olabilir? Hiçbir insan yaşamı anlamsız değildir. Kendisinden olmayan bütün insanları aşağılık görmek Kitabımukaddes’in öğrettiği ahlaktır. Bu da yeni bir ahlak değil, modern Batı’ya önceki uygarlıklardan kalma bir mirastır.

Microsoft’un zamanında çok satan ve iyi bilinen Age of Empires (1997) strateji oyununda bazı ilginç isabetler var. Sözgelimi tasarımcılar cihat kavramını pek çok Müslümandan daha iyi anlamış olacaklar ki, cihat teknolojisine eriştiğinizde köylüleriniz daha hızlı çalışıyorlar. Oyunda savaşçı olmayan tek birim köylüler ve cihat yalnızca onları güçlendiriyor. Amerikalı olmalarına rağmen Kuran’da anlatılan cihadı neredeyse on ikiden vurmuşlar. Ve fakat Kitabımukaddes kültürünün izlerini de kaçınılmaz olarak görüyoruz. Sözgelimi artifact adıyla anılan ve ele geçiren oyuncunun (toplumun) öbürlerine egemen olabildiği tekerlekli ağaç kutu, Tevrat’taki Ahit Sandığı’nın bir modelidir. Tevrat’ta sandık mucizeli güçlere sahip sihirli bir nesnedir, tasarımcılar doğrudan Tevrat modelini izlemişlerdir.[69] Sözgelimi tektanrıcılık da oyunda sonradan erişime açılan teknolojiler arasında. Bu, yukarıda sözünü ettiğim “önce animizm[70] vardı, sonra çoktanrıcılığa evrildi, en son tektanrıcılık keşfedildi” hipotezinin etkisidir. Hipotez, Kitabımukaddes’in kusurlu tanrı ve kusurlu yaratım dogmalarını izlediği gibi, Sigmund Freud, Emil Durkheim gibi Yahudi bilimadamlarınca da sözde bilimsel bir kılığa büründürülmüştür. James Frazer gibi hâlâ okunan antropologlar da bu hataya düşmüştür. Müslüman okuryazarlar da içinde olmak üzere milyonlarca kişi de zokayı yutmuştur. Bizim topraklarımızdan çıkmış olan ateistler bile Yahudi efsanelerine kandıklarının farkında değillerdir. Abdullah Rıza Ergüven’in ateizm propagandası yaptığı Tanrıları Nasıl Yarattık kitabında “önce çoktanrıcılık vardı” hipotezini kabul ettiği görülebilir.

Kuran’da sıralama terstir. Önce tektanrıcılık vardır. Çoktanrıcılık sonradan ortaya çıkmıştır.[71]

Altın Kural

Altın Kural İncil’de “başkalarına onların sana yapmalarını istediğin şeyi yap” biçiminde bir İsa öğüdü olarak karşımıza çıkar ve Matta 7/1,12 ve Luka 6/31’de yinelenir. Bunun yanında Matta 7/7 ve Luka 6/37’de “yargılamayın ki yargılanmayasınız” biçiminde yinelenir. Kuran’a kesinlikle aykırı olduğunu ve İsa’nın bunu söylememiş olması gerektiğini bilen Müslüman yorumcu sayısı bugün çok azdır.[72] Altın Kural aslında şu bildik deyime denktir: “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” Maddeci, hazcı, pozitivist, seküler, özgürlükçü, kapitalist, komünist, hümanist, Elçi düşmanı kişinin bu ilkeyle kavgası yoktur. Yani İsa’yı ve öbür elçileri reddeden hümanist ideolojilerin İncil’in bu ilkesiyle barışık olması rastlantı mı? Rastlantı diye bir şey yoktur. Rastlantı diye nedensellik bağlarını keşfedemediğimiz şeylere deriz yalnızca. Keşfettiğimizde rastlantı olmaktan çıkar.

Yümni Sezen insanların ancak birlikte hayatta kalabileceklerini, bu nedenle de insanlar arasındaki davranışları düzenleyen ahlakın bu birlikteliğin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için çok önemli olduğunu; toplumda artan bireyciliğin sonucunda meydana gelen “ben sana karışmıyorum, öyleyse sen de bana karışamazsın” ahlakının doğuracağı en hafif sorunun bireyler açısından intihar; toplumlar açısından ise medeniyetlerin çöküşü olduğunu söylüyor.[73] Katılmamak elde değil. Eğer herkes kendine göre bir ahlaka uyarak yaşarsa, yani “kimse kimseye karışamaz” ise, o hâlde kişi başına ayrı bir ahlak sistemi ortaya çıkıyor.

Kuran’a aykırı olan bu ahlak ilkesini Türkiye’nin çocuk kitaplarında bile buluyoruz. Farklı görüntülere bürünmüş olarak karşımıza çıkıyor. Gavurun “Only God can judge me” (ben yalnızca Allah’a hesap veririm) sloganı basın ve eğlence sektörü üzerinden Türkiye’de yayılmaya başladı. Batı Aydınlanması’nın ve modern zamanların özgürlükçülük fikrinin Kitabımukaddes’teki dayanağı Matta 7/1 ve Yakup 4/12’de geçen bu çelişkili öğüttür.[74] Sekülerlik dedikleri şeyin temeli Kitabımukaddes’in bozuk ve eğreti dogmalarıdır. Din özgürlüğü dedikleri safsata Altın Kural üzerine kuruludur. Yani “komşunun topluma verdiği zarar seni üzmüyorsa bırak yapsın” denmiştir. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”ın kulağa dolgun gelen sürümüdür. Ahlaksızlık üzere uzlaşmadır. Batı, Yahudiliğin ve Hristiyanlığın yalnızca adını terk etti. Bin sekiz yüz yıl önce İznik Konsili’nde Roma İmparatoru’nun belirlediği çarpık ahlak bugün sekülerlik ve özgürlük adı altında sürüyor. Kuran’da özgürlük diye bir ölçüt yoktur. Tanımı belli olmayan, yalnızca bir hareket işaret eden bir sözcüğün merkezi bir ahlaki ilke olması zaten usla bağdaşmaz.[75]

Sözüm ona Hristiyanlığın dogmalarına karşı bir hareket olan Batı Aydınlanması’nın önde gelen düşünürlerinden olan Thomas Hobbes, doğal hukukun Altın Kural’ı kapsadığını öne sürüyor. Hobbes’un Leviathan kitabı da adını Eski Ahit’in büyük hayvan anlamındaki bu sözcüğünden alır. İncil’in terkini savunan bir başka Aydınlanmacı düşünür Kant, Saf Aklın Eleştirisi’nde “evrensel yasa olmasını isteyebileceğin yasalara göre davran” diyerek yine İncil’in yasasını benimsiyor. Bir anlamda İncil’in doğrularını bırakıp eğrisini benimsemiş oluyor. Aydınlanmacı düşünürler böyle yapınca, bir de Roma’nın tipik dünyayı kendinden ibaret sanma hastalığı da buna eklenince Bozuk İncil’in bu yasasını evrensel yapmaya kalkıyorlar. 1993’te Chicago’da yapılan bir toplantıda bir alay kilise altın kuralın evrenselliğini öne sürmüştür.

Elbette Batı bir yasayı evrensel saydığında o yasaya uymak istemeyenler için din özgürlüğünü ortadan kaldırıyor. Çünkü Aydınlanmacı dogma, evrensel olanın “din” olmadığını, “seküler” olduğunu öne sürer. Böylece toplumları bu yasaya döve döve uydurmayı kendinde hak görür. Tıpkı yine çelişkilerle dolu “insan hakları” dinini evrensel saydıkları ve ona uymayanları öldürdükleri gibi. Iraklı, Pakistanlı ve Afgan ve bilemediğimiz üçüncü dünya çocuklarının kafalarında patlayan bombalar bunun eseridir. Batı aslında Kitabımukaddes’ten işine gelenleri uygularken sekülerlik gerekçesiyle evrensellik öne sürüyor. Böylece “din özgürlüğü” diye uydurduğu şeyi yalnızca kendi dinine özgü kılıyor. “Benim dinimden olduğun sürece din özgürlüğün var.” Bu, modern dünyayı anlamak için çok kilit bir gerçektir ve “aydın kesimin” yüzde doksan dokuzu bunu anlamayı başaramıyor. Ağızlarında sekülerlik ve evrensellik oltasıyla geziyorlar.

İsviçreli rahip Hans Küng, 1990’larda “küresel ahlak” adıyla dünya dinlerinin “dünya barışını” sağlamak için üzerinde birleşebilecekleri ortak paydayı ortaya çıkarmaya çalışmış. Artık İslam’ın neresine sığdırdıysa, Altın Kural’ın bu ortak paydanın önemli bir parçası olduğu sonucuna varmış.[76] “Dünya Dinleri Meclisi” de onunla birlikte “Küresel bir Ahlaka Doğru” bildirisini hazırlayıp yayınlamışlar. Elbette bu çorbada “şiddetsizlik”, “kadın hakları”, “hoşgörü” gibi kesinlikle evrensel olmayan baharatlar da var. Dinler Arası Diyalog dedikleri şeyin nasıl yanlı bir proje olduğu hiç değilse buradan bellidir. Adamlar Batı’nın “seküler” ve “evrensel” olarak sunduğu ama Kitabımukaddes’ten çıkarsadığı ve kendine uygun gördüğü dinsel değerleri bütün dünyaya dayatıyor.

Kendini Müslüman sanan kimisi Altın Kural’ın evrenselliğini öne sürebiliyor. Böyle yapmalarının nedeni yaşamı ve hukuku dinsel ve dünyevi olarak ikiye bölmeleridir. Bunların kafasında bir dünyevi yaşam vardır, bir de bunun üzerine şapka gibi geçirilmiş bir din yaşamı. Buna göre, dünyevi yaşamda gavurlarla Müslümanların uzlaşabilmeleri için “dindışı” ortak paydalar üretilebilir. Altın Kural da bunlardan biri olmalıdır. Müslüman toplumlar da böyle davranınca Batı’nın kendi dinsel kuralını uluslararası hukuk diye küreye dayatmasının önünde bir engel kalmıyor.

Feminizm

Feminizmin temel dogması erkeğin görece kusurlu ve aşağılık olmasına rağmen beden gücüyle kadına baskın gelebildiği, kısaca insanın ve doğanın yanlış tasarlandığıdır. Kitabımukaddes’i bilen Müslümanlar içi bu çok tanıdıktır. Ne var ki feminist edebiyatta Kitabımukaddes’ten söz edildiğinde konuyu bambaşka yerlere getirirler; zaten kendilerini tutarlı göstermek için getirmek zorundalar da.

Tevrat’ın tanrısı Kuran’ın Tanrı’sıyla karşılaştırıldığında son derece insansı olduğu için dilsel anlamda erilliği aslında feministlerin öne sürdükleri gibi sorun değildir. Onun erilliğini sorun eden kişi metinden hiçbir şey anlamadığını ve anlamak da istemediğini belli etmiş olur. Feministler “seküler” bir dil kullanarak aslında Tanrı’yla savaşırlar.[77] Koç Holding’in cinsiyetsiz dil kullanımıyla ilgili Batılı reklamları taklit ederek hazırladığı 8 Mart reklamını dikkatle inceleyin, aslında Tanrı’nın kendisiyle kavgalıdırlar ama bunu doğrudan itiraf etmezler. Adem’in erilliğine gelince, aslında öykünün Kuran’la karşılaştırıldığında ne kadar sorunlu olduğu göz önüne alındığında onun da erkekliği sorun olmamalıdır. Kitabımukaddes’in sorunu kadınlar için verilen haksız yargılardır.[78] Yahudiliğin en somut öğretilerinden biri olan sünnet feministlerin ayrıca eleştiri hedefi olmuştur çünkü kadının Yahudiliğinin önemsiz olduğu, Yehova’nın kadını muhatap almadığı gibi bir izlenim yaratır.

Yeni Ahit, Eski Ahit’in bu yargılarını düzeltmemiştir çünkü Yeni Ahit ne yazık ki İsa’nın yaptığı Tevrat yorumlarını, yani onun eğrisi ve doğrusuyla ilgili yaptığı ayıklamaları içermiyor. Böyle olunca kadınlara haksızlık eden bir metin, bunu bütün bir insan türünün erkeklerine ödetmeye çalışan ruh hastası bir ideolojinin doğmasına vesile oluyor. Bu, Elçilerin sözünü bozmanın bugün süren cezasıdır. Hayır, önceki kuşakların cezası bugünkü kuşaklara veriliyor değil. Kitabımukaddes’i aklı ve vicdanıyla okuyup ondaki iyiliği kötülükten ayırt etmeyi reddeden, yani Allah’a bir yol aramayan, yani Fatiha Suresi’ndeki “duayı etmeyenler” ondaki bozukluğun cezasını kendileri üstlenmiş oluyorlar.

Feministler kendi sahte tarihlerini inşa ederken Kitabımukaddes’ten yararlanıyorlar. Bunu şöyle yapıyorlar: Tıpkı tektanrıcılığın sonradan keşfedildiği hipotezi gibi, eril tanrıların sonradan keşfedildiği hipotezini geliştiriyorlar. Sosyal medya çöplüğünde gezinen bölük pörçük ve piç bilgi parçaları sayesinde Türkler de bu hipoteze son yıllarda aşinalık kazandılar. “Eskiden insanlar dişi tanrılara taparlardı, erkek tanrılar yeni bir bozulma” demeye getirirler. Bu hipotez 19.yy’da Johann Jakob Bachofen ve 20.yy’da Erich Neumann’la başlıyor. Bunların ikisi de bilimselliği tartışılır bir hipotez inşa ediyorlar. Arkeolog Marija Gimbutas, pek çok buluntuda görülen boğa boynuzunun aslında rahim ve fallop borusu olduğu gibi gülünç bir iddia ortaya atıyor kitaplarında ama inanılmaz biçimde ciddiye alınıyor. Riane Eisler yakın zamanda bu adımlardan güç alarak hipotezi ilerletiyor. 1989’da yapılan Goddess Remembered belgeseli internet çağından önce bu saçma hipotezi popülerleştiriyor. Bunları yaparken çürütmek için yola çıktıkları ve temel güdülenmelerini sağlayan şey tanrının erkek olduğu varsayımıdır. Bunun da kaynağı Kitabımukaddes’ten başka bir şey değildir. Uzak Doğu’da böyle bir şey yoktur. Hint dinlerinde böyle bir şey yoktur. Kuran’da da böyle bir şey yoktur. Kuran’ı okuyan ve enikonu bir şeriat oluşturmasa bile en azından ahlaki temeller açısından yakınlık kuran bir toplumda feminizm kesinlikle müşteri bulamazdı. Türk feministlerinki anlatmakta yetersiz kaldığım bir şaşkınlıktır.

Feministler, “mağara adamı” olan erkeğin kadını kendine köle ettiğini, aileyi böylece var ettiğini öne sürerler. Bolca karikatürü de çizilmiştir. Elinde dev bir sopayla gezen kıllı mağara erkeği, çelimsiz mağara kadınının (bu ifadenin hiç kullanılmaması erkeğin aleyhine bir “cinsiyetçilik” değil midir?) kafasına vurur, sonra baygın kadını saçından sürükleyerek götürür, kendine ait kılar. Bu fikrin kaynağı ilerlemeci düşünürlerdir. Yani kendisinden önce yaşamış olan her kuşağı geri zekalı, cahil ve ham, yalnızca kendi kuşağını olgun sananlar. Böyle bir varoluş mitolojisi ancak Kitabımukaddes’in yetiştirdiği uygarlığa ait olabilir. Çünkü anımsayın, Eski Ahit’te tanrı bir ulusu nedensiz olarak seçip onlara tarihte ilk kez tektanrıcılığı öğretiyor, Yeni Ahit’te ise tanrı insanı yarattıktan yüz bin yıl sonra bir kurtarıcı gönderiyor ve onu kabul etmeyen hiç kimseyi bağışlamıyordu.

Batı’da Hristiyan nüfus baskınlığına rağmen feminizmin kurucularının ve güncel fikir önderlerinin büyük bölümü Yahudi’dir. Bu durum Yahudilerin yeryüzünde görülen genel davranış örüntüleriyle ve Kuran’ın onlar için yaptığı genellemelerle örtüşüyor (evet, bütün genellemeler yanlış değildir ve her genellemenin istisnası vardır). Kuran, Yahudileri elçi sözünü değiştirmekle suçlar. Elçi sözünü değiştirenler kadını gereksiz yere aşağılayan ilkeleri ve kuralları kitaba eklediler. Sonra elçi sözünü inkar edenlerin içinde bir kısım bu metni dayanak alarak Tanrı’yı kadın düşmanı olmakla suçladılar. Nitekim elçi sözünü değiştiren, “karşı çıktık”, “bizi koyun gibi güt” diyenlerle bu feministler Yahudilerin aynı kesiminden, yani söz dinlemeyenlerinden çıkıyor.[79] Bugün “seküler” feminist dili incelediğimizde Kuran’daki Yahudi davranışını model aldığını görebiliriz. Sözgelimi “toplumsal cinsiyet eşitliği” derler ama bununla kadını kayırmayı kast ederler. Yani kendilerine eşitlik diye kural kor, sonra da boyuna erkekten koparıp kadına verirler. Bir anlamda eşitlik buyruğuna “dinledik ve isyan ettik” diye karşılık verirler. Sözcükleri yerlerinden kaydırırlar.[80]

Feministler Yahudiliğin Reform mezhebinden çıkıyor, Ortodoks denen “dindar” kesimden değil. Ama Yahudiliği anladığınızda mezheplerin çok da önemli olmadığını fark edersiniz. Çünkü elçi sözünü değiştirip inkar ettikten sonra Allah’a bağlılığın yerini ulusa bağlılıkla, yani milliyetçilikle, yani Yahudi üstünlükçülüğüyle değiştirmiş oluyorlar; ilgili bölümde ayrıca tartıştım. Dolayısıyla “Allah yok” diyenleri aforoz etmiyorlar, aralarından dışlamıyorlar. Nitekim feminizmde olduğu gibi ateizm propagandasında da hep onlar öndeler ve kalabalıkları sürüklüyorlar. Kadınları aşağılayan ifadeleri “bunlar Allah’tan” diyerek kitaba yazanlarla bunu bahane ederek Allah’a savaş açanların oluşturdukları ikili, hadisler uyduran dedelerle hadislerin saçmalığını gerekçe göstererek “Allah yok, elçiler yalancı” diyen torunların oluşturduğu ikiliğe benziyor. Bu dedelerin torunlarının ateist olması bir çelişki olmamalıdır. İsrail’in bugün en feminist devletlerden biri olması çelişki olmamalıdır. Kadınlara en büyük hakaretleri feministlerin etmesi bir çelişki sayılmamalıdır. Türk kadınlarının kimisinin yarı çıplak, kimisinin sıkmabaş olması çelişki değildir. Aşırı uçlar birbirini yaratır.

Tıpkı “Tanrı insanı neden hayvan yemek zorunda bıraktı?” diyen hayvanseverlerin ve “Tanrı insanı neden savaşmak zorunda bıraktı?” diyen barışseverlerin Allah’tan daha merhametli olduklarını öne sürdükleri gibi, feministler Allah’tan daha adil olduklarını öne sürmektedirler. Bu çatışmaların kökeninde Kitabımukaddes’in insanla kavga eden tanrı, tanrıyla kavga eden insan imgesi bulunur. Onun da kökeninde Eski Yunan ve Mezopotamya mitolojisi bulunur. İbrahim, Musa, İsa ve öbür elçiler zaten bu yanlışı düzeltmek için çalıştılar. Ama örtücüler onların mesajını örttüler ve sözü değiştirdiler.

Ateizm

Evet, tanrıtanımazlığın da kurucusu Kitabımukaddes’tir! Kadınları aşağılayan kitabın feminizmin kurucusu olduğu gibi. Uzak Tanrı yazımda kısaca sözünü etmiştim. İlk günah ilkesi, zayıf ve haksızlık edici tanrı imgesi ve bunlara bitişik ve bunların sonucu olarak insanın özünde kötü yaradılışlı olduğu insancı hiççiliğe ve tanrıtanımazlığa zemin hazırlar. Günümüzün en büyük tanrıtanımazlık misyonerlerinden Richard Dawkins, sözüm ona bilimsel şeyler anlattığı biyoloji kitabında “genlerin bencilliğinden” söz ederek karanlık, soğuk, sevgisiz bir varoluş resmi çizer. Yine aynı yazar bir başka kitabında Tanrı’yı “kör saatçiye” benzeterek varoluşu mutsuz, anlamsız ve adil olmayan bir rastlantı olarak betimlemiştir. Aslında bunları yaparken Kitabımukaddes’in etkisinde olduğunun farkında değildir. “İlk günahın cezasını çekiyoruz” veya “bencil genlerin tutsağıyız” demenin arasında temelde bir fark yoktur. Biri “dinsel” dogma ise öbürü “bilimsel” dogmadır. İkisi uzlaşma halindedir. Çünkü ikincisi, birincisinin üzerine kurulu olan dünyada biçimlendirilmiştir. “İnsan özünde günahkardır” diyerek papazlara Tanrı’nın yetkilerini paylaştırmaya kalkan Kilise ile “insan özünde anarşisttir” diyerek devlete Tanrı yetkileri vermeye çalışan sekülerlerin arasındaki benzerliği bir görebilseydik keşke.

Bilim tapıcısı ateistlerin anlamadıkları veya dinlerini yayabilmek için anlamazdan geldikleri bir şey vardır: Bilimsel yöntemde sezgi, düş gücü ve inanç vardır! Bir hipotez kurar ve deneyle veya gözlemle hipotezi sınarsınız. Sınama bölümünde matematiksel kesinlikten söz edilebilir ama hipotezi kurana dek sizi siz yapan bütün koşullandırmaların zorunlu olarak etkisi altındasınız. Dawkins örneğinde görüldüğü gibi…

Feminizmde olduğu gibi ateizmde de aşırı uçların birbirini yaratması ilkesinin işbaşında olduğu düşünülebilir. “Bu kitapta anlatıldığı gibi bir tanrı herhalde yoktur” demek karşı aşırılıktır.

Amerikan Tipi İyi-Kötü Karşıtlığı

Eleştirel Düşün sayfalarında basın yazı dizisinde söz etmiştim; bilinçaltı, karşısındaki sözün, sesin, görüntünün gerçek bir insandan gelip gelmediğini ayırt etmez, gerçek insanmış gibi etkilenir. Kurgu ürünlerdeki her ne yanlılık ve gerçek dışılık varsa böylece gerçek bir tanıklıkmış gibi bilinçaltımıza işlenir. Bu ürünlere uzun süre maruz kalma sonucunda gerçeklik algımız gerçekliğin kendisinden kurgu ürünlerdeki sahte gerçekliğe doğru kayar. Amerika’nın aşağılık bir ülke olduğunu biliriz ama basın-yayın bizi onların insancıllıklarıyla, erdemleriyle öyle haşır neşir etmiştir ki kararlarımıza biz farkında olmadan yansır.

Bunun konumuzla ilgili olan yanı Amerikan filmlerindeki, çoğu romandaki ve çizgi romandaki gerçekçi olmayan iyi-kötü karşıtlığıdır. İyinin iyiliği, kötünün kötülüğü çok keskindir. Taraf değiştirmeler kusursuzdur. İyi kötü olduğunda tam kötü, kötü iyi olduğunda tam iyi olur. Başarı ve başarısızlık nettir. Taraflardan birisi kesin üstünlük kurar. İkisinin arasında büyük bir boşluk vardır, kimse bu boşluğu doldurmaz. Hem tiyatroda hem sinemada seyircinin karakterlerden “iyi” olanını hemen tanıyıp ona yakınlık duyması beklenir. Gerçek yaşamdaki gibi olaylara dışarıdan, nesnel olmaya çalışan bir yargılayıcı gözle bakmasına olanak tanınmaz. Sözgelimi Avatar filminde ilkel yerlileri işgalden kurtaran “iyi Amerikalı” biraz olsun bencillik belirtisi gösterseydi veya kurtuluştan sonra zalim olup yerlilerce öldürülseydi öykü çarpıcı derecede gerçekçi ve tanıdık olurdu. Ama seyirci iyi ve kötü karakterler arasındaki gerçekdışı keskinliğe öyle alışmıştır ki bu basmakalıptan uzaklaşan yapıtları başarısız bulur. “Amerikan tipi” demem Amerikan kaynaklı ürünlerde bu yanlılığın en belirgin olmasıdır.

Bu kalıp basın ve eğlence sektörü tarafından oluşturulan evren algımıza öyle yerleşmiştir ki bu ilkeyi farkında olmadan gerçek yaşama uygulamaya kalkarız. Falanca politikacı ya iyidir ya kötü. Falanca kişi ya gerçek dostumdur ya da sürekli kuyumu kazan bir düşman. Oysa gerçekte her kişinin iyi/vicdanlı ve kötü/şeytani eylemleri vardır. Mutlak iyi kişi ve mutlak kötü kişi yoktur ve fakat herkesin her eylemi bu ikisinin arasındaki kesintisiz yelpazededir yani her eylem yargılanabilir. Başarı ve başarısızlık girişiktir, yan yanadır. Böyle söyleyince belki itiraz edilmeyecektir ama toplumsal bilincimizin yerleşik bir parçası yapmak, bunu kuru kuruya bilmekten farklıdır.

İyi ve kötü karakterler arasındaki bu keskin farkın kökeni çoktanrıcı kültürde olmalı diye düşünüyorum. Çünkü yoz mitolojilerde iyi ve kötü karakterler baskındır. Osiris’in karşısında Set, Ahura Mazda’nın (Ormazd) karşısında Angra Mainyu (Ehrimen), “Tanrının Oğlu”nun karşısında Deccal (Mesih karşıtı) bulunur. Allah ile İblis ise bir ikili değildir. Yoz öğretilerdeki şeytan veya kötülük tanrısı veya kötülük ilkesi, tıpkı iyi ilke veya baştanrı gibi yaratıcı, oldurgan, kısmi egemen bir güce sahiptir.[81] Bir anlamda iyi ilkeyle kötü ilke birbirine denk güçtedir.

Toplumun mitolojisi böyle olduğunda efsanelerdeki ve modern kurgu ürünlerindeki karakterler de bundan payını alıyor olmalı. Bütün kötülüğü bir baş kötüye, bütün iyiliği bir baş iyiye yüklemek insanların içindeki iyiliğin ve kötülüğün önemini baskılıyor. Bugün bir çok kişi dünyanın çok kötü bir yer olduğunu düşünüyor ama bunların hiçbiri bu kötülükteki kendi payını kabul etmiyor. Suçu politikacılara veya şirketlere (baş kötülere) atmak çok kolay geliyor. Hitler’e sövmek Yahudilerin dininin bir parçası haline geldi çünkü kendi kirli vicdanlarını susturmak için onu bir araç olarak kullanıyorlar. Bir kısım cemaatler tanrısal bir kurtarıcı (Mesih Kral, İsa, mehdi, saoşyant, avatar vb.) bekleyerek kendi sorumluluklarını inkar ediyor. Ortalığı pislik götürüyor ama herkes çoğunluğun iyi olduğuna inanmak istiyor. Oysa böyle bir şey olanaksız. Zaten olanaksız olduğu içindir ki faturayı haşa Tanrı’nın kendisine kesiyorlar. “Bacak kadar çocuk kanserden /bombadan ölüyor, bu nasıl bağışlayıcı tanrıymış” bilmem ne… Nitekim onlara bunu rahatça söyleten şey Kitabımukaddes’teki insansı, zayıf ve haksızlık edici tanrı imgesidir ki onun da kökeni çoktanrıcı Ortadoğu ve Yunan-Roma uygarlıklarıdır.

Bugün Batı kendi günahları için bütün insanlığı suçlayabiliyorsa, çoğunluğun günahlarını Tanrı’ya yüklemekte bu denli rahat davranabiliyorsa bunda Kitabımukaddes’in eğreti anlatılarının payı büyüktür. Endüstri kaynaklı olduğunu öne sürdükleri küresel ısınmaya “insan kaynaklı” adı verirken tıpkı Hristiyanları da ayırt etmeden katleden Haçlıların tavrındalar; masum insanları da kendi cehennemlerine atıyorlar. Öte yandan herkesin az çok sorumlu olduğu kötü gidişler için tanrıyı suçluyorlar. Bütün bir bilim-kurgu edebiyatı Tanrı’yla kavga eden, onun elinden kurtulup özgürleşmeye çalışan insanları anlatır. Başka gezegenlere yolculuk, bedeni aşıp bilgisayar yongalarında yaşamak, galaksiyi tek bir devletin yönetmesi ve böylece savaşların sona ermesi gibi öyküler üstü örtülü tanrı sövgüsüdür ama çok az kişi anlar.

Bugün dünyanın ölümcül sorunlarının çözümü için ezici çoğunluk elini taşın altına koymuyor, sorumluluk üstlenmiyorsa bunda Kitabımukaddes’in ve onun çoktanrıcı yorumunun yanlış tanrı imgesinin payı olmalıdır. Çünkü iyinin mutlak iyi, kötünün mutlak kötü olduğu öyküler gerçekçi bir insan portresi çizmiyor. Amerikan çizgi romanlarında, Hollywood filmlerinde mutlak kötüler ve mutlak iyiler var. Sıradan insanlar ise özünde iyi olan ama işleri düzeltmeye gücü yetmeyen kişiler olarak betimleniyor ki gerçekçi değildir. İşler kötüye gidiyorsa çoğunluk çoğunlukla kötülük ediyordur, açık ve net. Bununla birlikte kötü kişiler sürekli kötülük etmezler, iyi kişiler de sürekli iyilik etmezler. Herhangi bir zaman ve yerde herkes mutlak kötüyle mutlak iyinin arasında bir yerlerdedir. Herkesin her an taraf değiştirme olanağı vardır. Her eylemimiz dünyayı daha iyi veya daha kötü bir yer yapmaktadır. Şeytan yalnızca bir çağırıcıdır, yaratma gücü yoktur. Şeytanın dediği oluyorsa onun çağrısına karşılık veren birileri olduğu içindir. Demek ki yeryüzünde kötü şeyler oluyorsa şeytana uyan yeterince insan var demektir. Çıkmadık candan ümidin kesilmemesinin ve “ne oldum” dememek gereğinin dayanağı budur. İnsanları sürü olmaktan çıkarıp sorumluluk duygusu verecek, onları saygın birer Müslüman yapacak olan da bu bilinçtir. Mutlak iyiyle mutlak kötü karakterlerin savaşını anlatan yapıtlar bu bilincin oluşmasına izin vermiyor. Kuran’a sarılan bir toplum onun öğretisini baskılayıcı yönde aşılamalar yapan bu yapıtları tüketmeyecektir.

Tekeşli/Tekkarılı Evlilik

Cahil Türk aydını bunu “evrensel” ve “seküler” sanadursun, çokkarılı evlilikleri “barbar” çöl Arap’ının geleneği sanadursun, tekkarılı evlilik Tevrat ve İncil yasasıdır, hiçbir şekilde evrensel değildir.

Tevrat, Yasanın Tekrarı 17/17 Atayacağınız kral yüreğinin RAB’den sapmaması için çok kadın edinmemeli, büyük ölçüde altın, gümüş biriktirmemeli.

Yeni Ahit, 1.Timoteos 3/2 Ancak gözetmen [başrahip] ayıplanacak bir yanı olmayan, tek karılı, ölçülü, sağduyulu, saygın, konuksever, öğretmeye yetenekli biri olmalı.

Antropologlar ve tarihçiler tekkarılı evlilik kuralının ancak son bir iki yüzyılda dünyaya yayıldığını, bu kuralın asıl kökeninin köleci, cariyeci Yunan ve Roma olduğunu bildiriyorlar. Çok kısa bir özet geçiyorum:

Murdock ve Wilson, “Yerleşim örüntüleri ve toplum örgütlenmesi: Kültürler arası yasalar” makalesinde yeryüzündeki kültürlerin ezici çoğunluğunda çokkarılılığın baskın olduğunu saptıyor.[82] White, “Çokkarılılığı yeniden düşünmek: Eş-karılar, yasalar ve kültürel sistemler” makalesinde erkeklerin ancak azınlığının çokkarılılık için gerekli yeteneğe ve kaynağa sahip olabildiğini bildiriyor.[83] Tıpkı Kuran’ın işaret ettiği gibi.

“Çokkarılılık, üreme hücreleriyle üreyen türlerde varsayılan, en olası çiftleşme düzenidir. Erkek-dişi görüngüsü –erkek ve dişi arasındaki farkların devamlı bir örüntüsü– her yere yayılmıştır. […] Ana çizgileriyle belirtilen nedenlerden ötürü çoğu ekolojik koşul altında çokkarılılık çoğu türün erkekleri tarafından kovalanacaktır. İnsanlar istisna değildir: Farklı evlilik düzenlerinin yaygınlığıyla ilgili geniş veri, Murdock’s Ethnographic Atlas 1967, Atlas Of World Cultures 1981 ve Murdock and White’s Standard Cross-Cultural Sample 1969 içinde bulunabilir. Bu kaynaklar toplumların %83’ünün çokkarılı olduğunu, hemen hiçbirinin (%0.05) çok kocalı olmadığını ve ‘tekeşli’ diye anılanların çoğunlukla ‘tekeşli veya hafif çokeşli’, yani genetik olarak çokeşli olduğunu bildiriyor.”[84]

“Antropolojik kayıttaki toplumların yaklaşık %85’i erkeklerin çok karıyla evlenmesine izin verir. […] Tarımın ortaya çıkışından sonra insan toplumları büyüdükçe, karmaşıklaştıkça ve eşitsizlik arttıkça çokeşlilik düzeyleri yükseldi, en erken imparatorlukların kocaman haremler inşa ettiği aşırılıklar görüldü. Ne var ki bugün, mutlak varsıllık düzeyleri arasındaki farklar tarihte görülmemiş boyutlara ulaşmışken, tekeşli evlilik hem ahlaki hem yasal olarak zorlanıyor /uygulanıyor. Modern evliliği oluşturan kural ve kurumlar paketinin kökeni eski Yunan ve Roma’da bulunabilirken, bu tuhaf /olağandışı evlilik düzeninin yeryüzüne yayılması yalnızca yakın yüzyıllarda, başka toplumlar batıya benzenmeye çalıştıkça gerçekleşti.”[85]

Antropologlar çokkarılı evliliğin kadının zayıflığı veya ekonomik üretiminin düşüklüğüyle ilgili olmadığı yönünde bulgulara da ulaşmışlar. [86] Demek ki bunun falanca toplumda kadının ikinci plana atıldığı ve güçsüzleştiği ara dönemlerde görüldüğünü söylemek olanaklı değil.

Yunan’ın ve Roma’nın kendine benzemeyen bütün toplumları “barbar” adıyla aşağılama kültürünün Hristiyanlığa geçtiğinden ve bugün de sürdüğünden söz etmiştim. Yahudilikte ise bu başından beri vardır. İşte çokkarılı evlilik yapan aileleri ve toplumları “geri kafalı” vb. aşağılayıcı nitelemelerle toplumdan dışlamak isteyenler etnik olarak farklı bile görünseler ahlaki olarak Yunanlı, Romalı, Reform mezhebinden Yahudi veya Hristiyan gibi olmuşlardır. Çokkarılı bir evliliğin olanağına aklınızı yatıramıyorsanız bunun nedeni tıpkı suyun balığı sardığı gibi Yunan-Roma-Yahudi-Hristiyan kültürünün sizi sarmış olmasıdır. Ufkunuz daha da daralmadan, insan doğasına uygun yaşam biçimlerini daha da düşünemez hale gelmeden kendinizi gözden geçirin. Elinizde çok büyük bir nimet var, onu kullanın.

Modern yaşamın içine doğmuş olan ve farklı yaşam biçimlerini ancak kitaplardan okuyabilenlerin tek doğru evlilik biçimi sandıkları tekkarılı evlilik, çok kısa süreler (savaşsız yıllar; çünkü savaşta erkekler ölür, dul kadınlar çoğalır) ve çok özel koşullar (ucuz petrol ve bol doğal kaynağın sağladığı refah) için geçerli olan kırılgan bir durumdur.

Kral Süleyman Mitolojisi

İki yanda birer aslan içeren bütün derebeylik armaları ve şirket logoları (ki şirket sembolizmi zaten derebeylikleri model almıştır) Süleyman’dan esinlenmiştir. İki aslan değil de iki kanatlı varsa bunun da Tevrat sandığının üzerindeki iki meleği simgeliyor olması olasıdır.[87] Logonun iki yanında iki buğday başağı yerine iki zeytin dalı varsa bunun kaynağı Eski Yunan ve Roma’dır.

Türkiye’de de gösterilmiş olan Seinfeld dizisinin 7. yıl 13. bölümünde Elaine ve Kramer bisikletin sahipliği üzerine anlaşamaz ve Newman’dan yardım isterler. Yargıç yaptıkları Newman iki taraf da haklı göründüğü için bisikletin ortadan kesilip paylaşılmasına karar verir. Kramer “ben istemem, ziyan olacağına onun olsun” der. Newman bunun üzerine bisikleti Kramer’a verir çünkü bisikleti önemsediği için sahiplik onun hakkıdır. Biz de güleriz. Sonra kafamıza takılır, öykü tanıdıktır. Açar bakarız, Eski Ahit’ten alınmıştır. Türk izleyicisi habersizdir.[88]

Yüzüklerin Efendisi’nin esin kaynağı Avrupa ve Ortadoğu mitolojisinde sık görülen sihirli yüzük öğesidir. Bunlardan belki en önemlisi Süleyman’ın Mührü efsanesidir.[89] Kimi Yahudinin Musa’nın değneğine yüklediği doğaüstü güçlerin benzerini yüzüğe yüklerler. Kabalacılar ve bir kısım masonlar başta olmak üzere kimi Musa’nın da Süleyman’ın da büyücü olduğuna inanır. Buna göre Firavun’un ve adamlarının Musa’ya yaptıkları suçlama doğrudur, Süleyman’ın cinleri Harut ve Marut da onun çıraklarıdır. Bunlar Kuran’daki bildirilerin tam tersidir. Süleyman’ın mühürünün de onun büyücülüğünün bir parçası olduğuna inanılmıştır. Selçuklu ve Osmanlı Kuran’a kafa tutarcasına binalara, camilere, kitap süslemelerine, giysilere, muskalara Süleyman’ın Mührü saydıkları Davut Yıldızı’nı işlemiştir. Resimde sırasıyla Şehzade Cem’in muskalı gömleği, bir Osmanlı sikkesi, İstanbul Gül Camisi, Malatya Battalgazi Ulu Cami, Topkapı Sarayı’ndaki Davut yıldızlarını görüyorsunuz.

Nuh Mitolojisi

Kuran’da geçen kişi adları Kitabımukaddes’te de geçiyor diye anlatılan öykülerin aynı olduğunu öne sürmek nasıl bir zihinsel arızadır, anlatmaktan acizim. Kıssaların hemen hepsinin de iki sürümü farklıdır. Kuran, kıssaların ardından “işte işin gerçeği budur” veya “işte hakkında çekişip durdukları budur” gibi ifadeler kullanarak bozuk Kitabımukaddes’i onardığını belli ediyor. Kuran’ı eline aldığında “şimdi Kitabımukaddes’te anlatılan şeylerin aynısını bir de buradan okuyacağım” gibi bir koşullanmayla okumaya başlamak ilkinde bağışlanabilir. Ama yeniden ve yeniden, ömür boyu ve çağlar boyu bu tuzağa düşmek saflıkla, şaşırmayla açıklanamaz; kötü niyet aranmalıdır. Buyurun, aşağıdaki ikisini karşılaştırın:

Tevrat, Yaratılış 8/1 Sonra Tanrı Nuh’u ve gemideki evcil ve yabanıl hayvanları anımsadı…

Kuran 23:27 Bunun üzerine ona şöyle bildirdik: “Gözetimimiz altında ve bildirimimiz doğrultusunda gemiyi yap. Buyruğumuz geldiğinde ve kaynaklar kaynayıp taştığında her eşeyden iki çifti ve kendilerine karşı yargı verilmiş olanlar dışındaki aileni bindir.

Farkı gördünüz mü? “Çift” olarak anılan şeyin hayvan olduğunu varsaysak bile yaban hayvanları gemiye sokmak gibi akıl almaz bir işten söz edilmiyor. Aşağıda Sait Alpsoy’un İncil’in Yanlışı Kuran’ın Doğrusu kitabından bir sayfa görüyorsunuz. Resimdekinin Tevrat’ta tarif edilen gemi olduğunun büyük olasılıkla kendisi de farkına değil. Kuran’da yaban hayvanlardan hiç söz edilmemesi bir yana, yelken, kürek gibi bir devinim mekanizması bulunmayan bir yüzey taşıtın ince uzun “gemi” biçiminde olması mühendislik açısından da yanlıştır. Kuran’ı yalanlayan ve Tevrat’ı doğrulayan bu imgeyi “Müslüman” Türkiye’de kitaptan dergiye, oyuncaktan bardağa sayısız üründe bulabilirsiniz.

Zeytin Dalı, Barış Güvercini

Afrin’e yapılan operasyona verilen “Zeytin Dalı” adı Müslüman bir toplum için utanç verici olurdu. Çünkü zeytin dalının barış simgesi olması Yahudi kültürüne özgüdür.[90] Bu simgenin Modern zamanlarda dünyaya bulaşması Yahudilerin ABD’de ayrıcalıklı bir konuma erişmeleri ve böylece Batı basın-yayınına ve sanat dünyasına egemen olmalarının eseridir. Zeytinin “tanrısallığının” eski Yunan’a özgü olduğu da söylenir ama bu güvercinsiz zeytindir. Zaten görünüşe göre Tevrat yazıcıları orijinal Tevrat’tan pek az şey hatırlamış, yazdıklarının çoğunu çevre kültürlerden edinmişlerdir.

Güvercin Yahudilikte tanrının ruhu olan şekinayı simgeler.[91] 15. Yüzyıl’da uydurulan Kabala öğretisinde çok parçadan oluşan tanrının parçalarından biridir. Hristiyanlığa “Kutsal Ruh”un, üç tanrının birinin simgesi olarak geçmiştir. Kilise vitraylarında görülür. Mozaiklerde İsa’nın, Meryem’in, havarilerin ve Pavlus’un başına çizilen ışık aylası büyük olasılıkla bununla ilgilidir.[92] Özgürlük Heykeli’nin başındaki sivri uçlar başından yayılan ışık ışınlarıdır. Meryem’in ve İsa’nın başına çizileni heykeltıraş bu yeni tanrıcığa yakıştırmıştır. Bu ayla Amerikan karikatüristlerin elinde ışıklı çembere dönmüştür. Oradan da popüler kullanıma girmiştir.

Barışı veya özgürlüğü simgelediği düşünülerek törensel olarak beyaz güvercin uçurulması yine Yahudi-Hristiyan kültürüne aittir ve Türklerin öz kültürüne yabancıdır. Sözgelimi Dede Korkut’un Deli Dumrul öyküsünde Azrail bir güvercine dönüşür. Burada neyin öz, neyin yabancı olduğu tartışmasına girmeye gerek yok. Saçmalık, çirkinlik ve eğretilik özden de gelse dışarıdan da gelse saçmalıktır, çirkinliktir, eğretiliktir.  Derdi gerçeğe teslim olarak Allah’a kulluk etmek olanlar bir yana, çoğunluğa veya güce kulluk ederek “kültürünü zenginleştirmek” olanlar bir yana.

Mucize, Keramet, Sihir

Önceki bölümlerde anlattıklarıma ekleyerek konuya devam ediyorum. Transformers çizgi filmlerinde başkarakter Optimus Prime’ın göğsünde taşıdığı “Matrix of Leadership”, onun ölmüşlerle ve Transformers tanrısıyla iletişim kurmasını ve ondan yetki almasını, bir anlamda onun “halifesi” olmasını sağlayan sihirli bir nesnedir. Aynı zamanda tıpkı Süleyman’ın yüzüğü gibi bütün düşmanlarına üstün gelmesini sağlar ve aslında Yehova tarafından seçilmişliği simgeler.[93] Aynı yıllarda Türkiye’de de gösterilmeye başlanmış olan Thundercats (Fırtına Kediler) çizgi filmi Yahudi dinselliğiyle dopdolu idi. Takımın önderi olan Liono tıpkı Tevrat’ın Davut’u gibi ergen yaşta kral olarak seçiliyor. Tevrat’taki Samuel gibi onun seçildiğini bilen ve ona görevi veren bir yaşlı bilge (kahin/şaman) var. Hatta öldükten sonra Liono’yla konuşmayı sürdürüyor ki ölmüş bilgelerin diri olduklarına inanılır ve kendilerine dua edilir. Kendisine emanet edilen sihirli kılıç Tevrat sandığını simgeliyor. Kılıçtaki göz gerektiğinde “uyanıyor”, yani mucizeler gösteriyor. İlk bölümde kedi halkının gezegeni yok oluyor, başka bir gezegene gidiyorlar. Hatta bu ilk bölümün adı Exodus, yani adını doğrudan Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” bölümünden alıyor. Kedi takımına zırt pırt nedensiz yere saldıran “mutantlar” ise Yahudi olmayan halkları simgeliyor. Çizgi dizinin yapımcısı Telepictures üç Yahudi’ye ait. Sihir ve büyü başta olmak üzere gerçekdışı bir dünya algısı hiç kuşkusuz çocukların ahlakını dönüştürüyor. Transformers, Thundercats, Star Trek, Star Wars gibi eğlence ürünlerinin dinselliği keşfetmekle ve anlatmakla bitmez.

Çocuklara yönelik sayısız üründe sihirli nesnelere ve tılsımlara rastlarız. Yahudi televizyon yapımcısı Lou Scheimer’ın ürünleri dinsel göndermelerle dopdoludur. 1970’lerde yayınlanan Secrets of Isis televizyon dizisindeki kahraman her ne kadar Kitabımukaddes’te yer alan bir kişiyi değil Ortadoğu’nın İştar/Astarte tanrısını örnek alıyorsa da süper güçlerini kullanma biçimi Kitabımukaddes onaylıdır. Süpermen veya He-Man misali sıradan bir yurttaştan süper-kahramana dönüşürken tanrı Isis’e dua ediyor. Birilerini kurtarırken veya büyük bir iş becerirken yine el açıp dua ediyor. Mason TRT yöneticileri ve onları yönetime getiren Turgut Özal ve takımı sağ olsunlar, çocukluğumda benim ve yaşıtlarımın körpe dimağlarımızın ırzına geçen çizgi filmlerden biri He-Man’dir. Isis gibi o da büyük bir iş başaracak olduğunda sihirli kılıcı göğe kaldırarak “gölgelerin gücüne” dua ediyor. Duası doğa yasalarıyla değil, mucizeyle gerçekleşiyor. Bu türlü “dua” aslında antropologların “sihir/büyü” (İng. magic) dedikleri bir eylemdir; Kuran’daki Arapça dua sözcüğü bunu anlatmaz.

Sosyal bilimcilerin sihir/büyü dedikleri şey özel güçleri olduğuna inanılan sözler söyleyerek veya anlaşılır sonuçları olmayan birtakım şeyler yaparak (ot yakarak, cam küreye bakarak, yatağın altına horoz kafası koyarak, yere beş köşeli yıldız çizerek, mum yakarak vb.) tanrıları belli kişileri kayırmaya ikna etmektir. Böyle bir şey Kuran’da yoktur. Bunların hepsi de Kitabımukaddes’in tanrıya sözlü talimat vermek paradigmasının eseridir. Musa’ya “bize de onlarınki gibi bir tanrı yap” diyen İsrailoğulları bunu çevredeki çoktanrıcı toplumlardan sünger gibi emmiş ve kendi kültürlerinde yaşatarak sahte bir tektanrıcılık kılığı içinde (veya tektanrıcılık bilincine rağmen) bugüne ulaştırmışlardır. Tanrıya verilen talimat emir ve zorlamaya da dönüşür. Yahudi ve Kabala kültüründe “tanrıyı kıyamete zorlama” kavramı iyi bilinir. Dua kitapları, sihirli formüller, günde şu kadar şunu söylemek, bilmem kaç bin şu sureyi, bilmem kaç yüz falanca “esma”yı okumak gibi formüller İslam’ın bir şubesiymiş gibi görünen tasavvufa da girmiştir ve bunlar Allah’a -haşa- doğru komut verildiğinde çalıştırılabilen bir makine veya hizmetçi muamelesi yapar. Yahudilerin Golem efsanesi, Kabala öğretisinin dua anlayışı, tasavvuftaki zikir mantığı, tasavvuf şeyhlerinin kerametleri, “benim yerime dua et” mantığı Kuran’a yabancıdır ve yoz kültürlere aittir.

Lord of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) romanları ve filmleri Kitabımukaddes’teki dua ve mucize kavramlarını işler. Biri dua edince doğa yasalarına apaçık aykırı biçimde gerçekleştiği gösterilir. Sauron’un başkötü betimlemesi Deccal’i andırır. Karakterler tılsımlar ve muska benzeri koruyucular kullanırlar. Star Wars (Yıldız Savaşları) ürünlerinde “The Force” (güç) denen ve yalnızca şövalyelerde bulunan özel yeteneğin Kitabımukaddes karakterlerinin mucize yaratıcı güçlerinden veya evliya kerametlerinden farkı yoktur. Prince of Persia (2008) oyununda yardımcı karakter Ormazd’a, yani Mecusilerin tanrısına dua eder. Yalnızca tanrının adını söyler ve tanrı, oyuncunun yönlendirdiği ana karakteri mucizeyle zor durumdan kurtarır, hatta öldüyse diriltir. Bu ürünler kendini çağdaş düşünceye sahip sanan insanları “hurafe” diye gülüp geçecekleri şeylere hayranlıkla para ödeyen şaşkınlara çevirmiştir.

Fantasy denen Ortaçağ Avrupası masalları temel alınarak geliştirilen sanal bir dünyada geçen öyküleri anlatan kitap, film ve bilgisayar oyunlarında, FRP denen masaüstü oyunlarında yer alan karakterlerden cleric (rahip) ve wizard (büyücü) Yahudi-Hristiyan kültürünün değişmezlerindendir. Bu karakterlerin sihir gücü vardır. Aslında kafasında uzun ince külah olan büyücü tiplemesinin kökeni Avrupa ve Ortadoğu saraylarında beslenen astrologlardır. Hurafelere batmış krallar önemli kararlarını bunlara sorarak verirlermiş. Ronald Reagan’ın bile astrolog çalıştırdığı yazıldı. Müneccim sözü “yıldız” demek olan necmden gelir ve “yıldız okuyan” demektir. Yani yıldız okuyarak gelecek kehanetlerinde bulunan.

Bu uzun ince külahlardaki yıldız ve ay figürleri buradan gelir. Bunların ellerinde tuttukları sihir çubuğu ise eski çağlarda din adamlarının dinsel törenlerde kullandıkları çubuklardır. Sihir veya büyü, nedenselliği anlaşılmayan şeylerin halk gözünde nedenselliğin çevresinden dolanan, onda istisnalar yaratan şeyler olarak algılanışıdır. Din adamının veya büyücünün elindeki çubuk böylece sihirli çubuğa dönüşür. Musa’nın değneğini anımsayın. Büyücü saydıkları Musa’nın eline aslında bir sihirbaz değneği tutuşturmuşlardır. Tevrat’ta Musa denizi kendisi yarmaz, su pınarlarını kendisi bulmaz. Sihirli değneğini kaldırır veya dokundurur ve işler büyü yoluyla oluverir. Kuran’da ise Musa denizi kendi yarar, pınarları kendi bulur.[94] Kısacası Tevrat’a göre Musa bir büyücüdür. 2.Krallar 2/8 bölümünde sihirli nesne bu kez İlyas’ın/Eliya’nın giysisi olarak karşımıza çıkar. Sihirli nesneler ve mucizeler Tevrat’ta yoğundur. Muhammed’den ısrarla sihir göstermesini istemeleri de bundandır. Çünkü zaten Musa’dan da mucizeler istemişlerdi.[95] Yahudi halk öyküsü olan Golem’de yine aynı örüntüyü buluruz. Haham Golem’i kilden, tıpkı Tevrat’ta anlatıldığı gibi heykel biçiminde yapmış, sonra sihirli sözcükleri söyleyerek, yani Yehova’yı ikna edecek şifreli sesleri çıkararak ona can vermiştir. “Abrakadabra” sihirli sözcüğü “söylediğim gibi yaratıyorum” anlamındaki Aramice veya “söylendiği gibi oldu” anlamındaki İbranice cümleye dayanır. Kökenin İbranice “aberah kedaber” (söylediğim gibi yaratacağım) veya yine Aramice’de hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılan “abhadde ked habhra” (bu dünya gibi yok ol) olduğu da söylenir.

Yunan mitolojisinin bir öyküsünde cansız bir heykele aşık olan Pigmalyon’un dualarını aşk tanrısı Afrodit kabul eder ve heykel canlanır. Mary Shelley’in bu öyküden esinlenerek Frankenstein’ı yazmış olabileceği söylenir.[96] Aslında Golem’i yazan Praglı haham da bundan etkilenmiş olabilir. Shelley, yüce bilimin Kitabımukaddes tanrısına sözde üstün geldiği ve sözde onun gizemini yok ettiği çağda yaşadığı için duaların yerini bilim almıştır. Buna rağmen Shelley’in Kitabımukaddes’in yaratılış anlatısını benimsediğini görüyoruz.

Pinokyo da Golem’den esinlenerek yaratılmıştır. Kilin yerini ağaç almıştır. Ruh-beden ayrımını çocuk yaşta zihne sokar. Çocuklarına zehir yedirdiklerinin farkında değiller.[97]

Zavallı Türklere “yılbaşı çamı” diye yutturulan pagan/Hristiyan çamının tepesindeki yıldız da yılbaşı süslemelerindeki saçılmış yıldızlar da Dört İncil’de sözü edilen, İsa’nın doğumunda doğu ufkunda görülen yıldızdır. Matta İncili ikinci bölümde astrologların İsa’nın doğumunu yıldızları okuyarak bildikleri yazılıdır. Tanrı’nın sevgili kullarının yıldızla simgelenmesi eski bir gelenektir. Elçilerle değil, astrolojiyle ve göktanrı imgesiyle ilgisi vardır. Başarılı kişi için “yıldızı parladı” demek Kitaplıların geleneğidir. “Şans Yıldızı” kavramı Batı’da yaygındır. Amerika’da beş köşeli yıldız at nalı ve nazar boncuğu gibi kullanılır. Bu ifade geleceği, yani sözde tanrının aklında olan tasarıyı yıldızlardan okuma mesleği olan astroloji kaynaklıdır. Şarkılarda geçen “yıldızlara sormak” ifadesinin kökeni aynıdır. Yukarıda Columbia’nın alnında da Tanrı’nın kayırmasını veya şansı (Romalılara göre göre ikisi aynı şey) temsil eden yıldızı görmüştük. Gavurların mezar taşlarında doğum yılının yıldızla yazıldığını görürsünüz. Batı’da ambulans ve hastanelerde görülen altı köşeli mavi Yaşam Yıldızı’nın köşe sayısı için yapılan resmi açıklama (acil müdahale adım sayısı) Avrupa Bayrağı’nın yıldız sayısının ülke sayısını temsil etmesi gibi uyduruktur. Ruhları yıldız olarak simgelemek Yunan-Roma kültüründe zaten vardır. Çok ünlülere “yıldız” denmesi hem şansla hem de ruhların yıldızla simgelenmesiyle ilgili olabilir. Çünkü modern kültürde ünlü olmak şanslı olmakla bağdaştırılmıştır. Ölen tanınmışlar için söylenen “bir yıldız kaydı” sözünün kökeni gökte yaşayan tanrı imgesidir. Eski Yunanlar yıldızları ruhlarla özdeşleştirmişler. Yahudi ve Hristiyan mitolojisinde “gökten düşen” şeyleri anımsayın. Bu sözü Türklerin diline sokan çok büyük olasılıkla Yahudi İstanbul gazetecileridir. Çünkü Türkiye’de hiç kimse yıldızlarla ve Yunan mitolojisiyle onlar kadar ilgilenmez.[98] Böylece yıldız kayarken dilek tutma saçmalığını açıklamaya gerek kalmıyor. “Şans” kavramı da, astroloji de, yıldızların ruhlara yakıştırmak da çoktanrıcı toplumlara ve onların kültürünü günümüzde yaşatan çoktanrıcı Kitaplılara aittir. Bilimin ve aklın ışığında yol alan günümüz Batılısı “hepimiz yıldız tozuyuz” diyerek bir yandan bilimsel konuşur gibi yapıyor, bir yandan bu mitolojide debelenmek için yeni gerekçeler üretiyor.

Astroloji Ortaçağ’dan günümüze Yahudi mesleğidir ve günümüzde önde gelen astrologlar Yahudi’dir. ABD devlet başkanı Ronald Reagan’ın önemli kararları astroloğuna danışarak verdiği iyi biliniyor. Kendisi Kitabımukaddes’in İsrail krallarının örneğini izlemiştir.[99] Yahudiler İbrahim’in de astrolog olduğu iftirasını atmışlardır.

Üst soldaki resim Türk çocuklarına da ezberletilen Aslan Kral filminden alınmış bir sahnedir. Daha sonra ölecek olan babası bu sahnede Simba’ya yıldızların ölmüş kralların ruhları olduğunu söylüyor. Sağda afişte genç kralın “gökte” olan babası görülüyor. Gökteki yıldızların ölmüş iyileri temsil ettiği fikri Yahudiliğe özgüdür. Ölmüş bilgelerle, dedelerle, ermişlerle konuşma geleneği Yahudilikte önemli yer tutar.[100] Çünkü Musa’dan Ortadoğu paganlarınınkine benzer bir din isteyen İsrailoğulları gökte yaşayan tanrı algısını onlardan ithal edip önce Hristiyanlığa sonra da modern kültüre taşımışlardır. İyiler de göğe, uzak tanrının yanına çıkarlar. Bilimkurgu yapıtlarda uzaylıların insanlardan çok daha güçlü olması, onların gökteki tanrı yerine kullanılan vekil kişilikler olduğunu gösterir. Tevrat’ın Yehova’sı gibi insanları yok etmeye çalışırlar, modern insanın yeni tanrısı bilim ve teknoloji sayesinde başarısız olurlar. NASA’nın uzaylılarla iletişim projesi olan SETI, Eski Ahit’in tanrısına yapılan çağrıdır ve kendileri bile bunun farkında değildir. Alt resimde veliaht prensin yüzüne gökten inen ışık demeti ise gökteki tanrının onayını gösteriyor. Krallığın babadan oğula geçmesi ve liyakat aranmaması Eski Ahit’te büyük yer tutan soy ve seçilmişlik temalarına göndermedir.

Türk televizyonlarında da gösterilen Starchaser: Legend of Orin çizgi filminde ölmüş seçkin kullar gökte yıldız olarak değil parıldayarak uçuşan yıldız sinekleri olarak görünürler. Filmin kahramanı çoktan ölüp gitmiş bu kişilerin ruhlarından mucizevi yardımlar görür. Bunların hepsi Yahudi mitolojisidir. Müslüman ana-baba bunları çocuğuna yedirir. Sonra da Allah’ın onlara yardım edeceğini sanır.

Bu öykülerde uzanan yardım elinin gökten veya sihirli nesneler üzerinden uzanması, tıpkı Richard Gere’in King David (1985) filminde Yehova’nın sihirli fal taşları üzerinden Davut’u onaylaması gibi veya gökten inen bulut sütunu içinde İsrailoğullarına çölde kılavuzluk etmesi gibidir.[101]

Pek çok havranın mozaik süslemelerinde astrolojinin izi açıkça görülür. 6. Yüzyıl’dan kalma Bet Alfa havrasının yer mozaiğindeki Zodyak’ı şurada görebilirsiniz:[102]

Fantezi edebiyatında sıkça karşımıza çıkan fal küresi imgesi eski çağların toplumlarından Yahudiliğe, oradan da modern kültüre geçmiştir. Hahamlar /din adamları Çıkış 28/30, Levililer 8/8, Çölde Sayım 27/21, Yasanın Tekrarı 33/8, 1.Samuel 28/6, Ezra 2/63, Nehemya 7/65 bölümlerinde Urim ve Tummim adı verilen taşlara geleceği veya tanrının isteğini öğrenmek için bakarlar. Bu taşların ne olduğuyla ilgili yorumlar tahminidir. Bunlar zar bile olabilirler. Yine benzer biçimde efod adı verilen ve Musa’nın ve büyücülerin sihirli değneğini temsil eden sopa da din adamlarının kullandığı nesnelerdendir. Tevrat’ta din adamlarının kullanmaları istenen efod ve göğüslük bugün mason törenlerinde de kullanılır. Masonlar ayrıca iki aslan, iki sütun, altı basamak gibi Yahudi gizemciliğinin Kitabımukaddes’te yer alan simgelerini de kullanırlar.[103]

Batılı güncel kurgu edebiyatında sıkça karşımıza çıkan büyü kitapları ve sihirli sözler hep aynı şeyin tazelenmesinden ibarettir. Türkiye’de çocuklara okutulan Harry Potter Kitabımukaddes’in imgeleriyle doludur. Bunların büyü yaparken söyledikleri anlamsız sözler İbranice veya Avesta gibi eski kutsal dillerde “abrakadabra” benzeri anında sonuç veren “dualar” etme geleneğinin kalıntısıdır.

Fal, Çekiliş, Piyango, Kumar

Kuran’da yasaklanan bu işler nasıl olur da önceki kitaplarda yasaklanmamış olur? Urim ve Tummim’den söz etmiştim. Haydi onlar tartışmalı, bir kenara bırakalım. Eski Ahit’te açıkça kura çeken peygamberlere de rastlıyoruz.[104] Hatta kimi zaman Yehova kura çekmelerini kendisi buyuruyor.[105] Çünkü bu kitaplar bozulmuştur ve İsrailoğulları, çoktanrıcı komşularının ahlak öğretilerini edinmişlerdir. Zaten ceza, orijinal Tevrat’ı okumadan Tapınak’ta kilitli tutmaları ve putlar yapmaları sonucunda gelmiştir.[106] Orijinal Tevrat yok olduktan sonra yazdıkları Tevrat, orijinalinden bir şeyler taşıyor olmakla birlikte çevre toplumlardan edindikleri ahlakı da yansıtıyor. Tevrat dediğimiz bu ilk beş bölüm üzerine inşa edildiği için Eski Ahit’in geri kalanında ve eni Ahit’te de durum pek değişmiyor.

Roma’da şans oyunlarının tanrıların iradesini öğrenmek için meşru bir yol olduğuna inanılıyormuş. Bunun mantığı yeterince açıktır: “İnsanın kendi iradesiyle belirlemediği her şeyi tanrılar belirler. Öyleyse zar atmak, torba çekmek, bakla açmak, yazı-tura atmak gibi insanın sonucunu belirleyemediği ve hesaplayamadığı şeyler tanrıların isteğini ortaya çıkarır.” Burada tanrıların egemenliklerini insanla paylaştıklarına ve zayıf olduklarına dikkat edin. Aynı zamanda “boşlukların tanrısı” kavramı da aradan göz kırpıyor. Yeterince tanıdık çünkü bugünkü Batılı da her çoktanrıcı toplum gibi Tanrı’yı böyle anlıyor. Bunu bilince Kuran’da Allah’ın mutlak egemenliğine, kusursuzluğuna, adilliğine ve iyiliğine sık vurgu yapılması anlaşılır oluyor.

Modern kapitalizm de aynı bozuk tanrı imgesinin ürünüdür. “Çekilişin sonucunu belirleyen ve dolayısıyla meşru kılan tanrı, aynı mantıkla yeryüzünde kimin zengin olacağını da belirler. Demek ki zengin olanlar tanrı onları sevip kayırdığı ve zengin olmalarını istediği için öyle olmuşlardır.” Matta 20’de “paramla istediğimi yaparım” diyen bir “iyi adam” örnek gösterilir. Varsılın yoksula hiçbir borcunun olmadığını öne süren kapitalizmi türeten Protestan ahlakın özü budur. Aslında İslam tarihinde de buna yakın bir olgu vardır. Ansiklopedilerde kadercilik (Kaderiyye) maddelerinde sözü edilir. Yönetimi zorbalıkla ele geçirdiğini herkesin, kendilerinin de çok iyi bildiği Emeviler kendilerini aynı mantıkla savunmuşlar. “Allah bizim yönetimi ele geçirmemizi istemeseydi geçiremezdik. Demek ki yönetimimiz meşrudur.” İsmi lazım değil bazı Müslüman ülkelerin yöneticileri halka bile isteye yaptıkları zulmü hâlâ aynı mantıkla savunuyorlar.

Kaderciliği kınayan ve İslam’da yeri olmadığını bildiren modernist Müslüman yorumcular var olmasına var ama Türkiye’de yerleşmiş bulunan piyango ve kura kültürüne aynı eleştirileri yönelttiklerini görmüyorum. Bugün kurayı ve çekilişi bırakmak gerektiğini söyleyince alacağımız tepkiler, faizsiz düzen talebimizi bildirdiğimizde alacağımız tepkilerle aynıdır: “Başta türlü olmaz. Başka yol yok.” Bunu söylemelerinin nedeni bu pisliğe boğazlarına kadar batmış olmaları, pisliğin dışında bir yaşamı düşleyememeleridir. Tavla oynarken zar atmayı sürdürürüz belki ama kumarın devlet eliyle oynatılanı başta olmak üzere her türlüsünü bitirebiliriz. Kamu işlerinde, şirketlerde bölüşümün kurayla belirlenmesini bırakabiliriz. Evden çıkmayı bile yasaklayabilen bir hükümetin fal bakmayı yasaklayamayacağını öne sürmek budalalık değilse yalancılıktır. Elbette burada yasakçılığı savunmuyorum. İnsanlara neyin, niçin doğru olduğu belletmeksizin o doğruyu zorbalıkla uygulatmak başarısızlığa mahkum bir yoldur. Yalnızca şans oyunsuz bir yaşamın olanağına getirilecek itirazı çürütüyorum. “Allah’ım, ‘uyma’ dediğin Kitaplılara uymak zorundaydık, başka bir yol bilmiyorduk” gibi bir savunmanın sorgu günü geçerli olacağını düşüneniniz var mı?

Ölmüşlerin Ruhları

Önceki bölümlerde girdiğim konuyu sürdürüyorum. Hayalet (1990), Hayalet Avcıları (1984, 1989), Altıncı His (1999), Spawn (1997), Hayalet Sürücü (2007), Ruhsar (1998) ve sayılamayacak kadar çok film, dizi, roman, çizgi roman ve fazlası Kitabımukaddes’teki ruh paradigması üzerine kurulmuştur. Bu ruhun Kuran’daki Arapça ruhla ilgisi yoktur. Her insanda olan ve bedenden ayrılabilen, geri dönebilen, bedensiz olarak yeryüzünde gezebilen ve etkileşimde bulunabilen bir şeydir. Ruh çağırma ve cinci hocalığı günümüze taşıyan Yahudi kültürüdür. 1.Samuel 28 bölümünde ruh çağırma işi açıklığıyla anlatılır.[107]

Kuran’da ne bedenden ayrı bir “ruh” vardır ne de ölmüşlerin yaşayanlarla iletişim kurması. Müslüman bir toplumda “ruhlar” konuşma konusu bile olmaz.

Melek

Kitabımukaddes’te anlatılan melek, Cahiliye Araplarının anladığı melektir, Kuran’ın anlattığı melek değil. İnsanların tepesinde kuş gibi uçuşan, insan görüntülü, insanın omzunda oturup ona bir şeyler söyleyen melekler Kuran’da yoktur. Meleği dişi gösteren her anlatı Kitabımukaddes kültürüne aittir. Kitaplılar Tanrı’yla birlikte meleklerini de insansılaştırmışlardır. “O bir insan değil melek”, “melek gibi kız” gibi söyleyişler Kuran’dan habersizlerin, Kitaplıların egemenliğinde “dallin” olmuş bir topluma aittir.

En önemlisi Tevrat’ın “düşmüş melek” kavramıdır. Yaratılış 6’nın Türkçe çevirilerinde ilahi varlık diye çevrilen nefilim “düşmüş melekler” olarak bilinir. Yahudi mitolojisinde bu düşmüş melekler Tevrat çevirilerinde “teke ilah” denen yaratıklara, Hristiyan mitolojisinde Yeni Ahit’teki demonlara dönüşmüştür. Tevrat’ın “yılan” olarak geçen şeytanın meleklikten atılmış olduğu inancı da aynı şablona uyar. Ne yazık ki Müslüman tefsirciler de Kuran’ın kimi kavramını bu anlatıların etkisinde kalarak yorumlamışlar. Assassin’s Creed, Devil May Cry ve Diablo bilgisayar oyunlarında düşmüş melek karakterler bulunur. Tomb Raider: Angel of Darkness oyununun hem adında (“karanlıklar meleği”) melek kavramı yozlaştırılır hem de içinde nefilimler vardır. Legacy of Kain bilgisayar oyunu dizisinde yarı-insan başkahramanın adı Yahudi mitolojisinde düşmüş meleklerden biri olan Raziel’den gelir.[108] Noah (2004) filminde görülen taş adamlar nefilimdir. City of Angels (1998) filminde konu açık olarak düşmüş melek kavramı çevresinde örülüyor. Tam da Yaratılış 6’da olduğu gibi, “gökten yere düşmüş” erkek melek, insan kadınlara yöneliyor. Burada yine gökten yere inen, insanlara denk olabilen, insanlardan çocuk edinebilen tanrı imgesinin izini görüyoruz. Bu imgenin kökeni çok büyük olasılıkla Hint-İran dinleridir. Nitekim düşmüş melek ve demon kavramları, Hint geleneğindeki deva kavramına benziyor. İran kültüründen bize “dev” denen masal kahramanları olarak geçmiş.

Kurgu edebiyatında “karanlıklar meleği” veya “kara melek” olarak karşımıza çıkan şey şeytan olabileceği gibi düşmüş melek de olabiliyor. Kitaplıların bu ikisini birbirine karıştırması normaldir çünkü Kitabımukaddes bu konuda bulanıktır. Şeytan’ın cehennem bekçisi olarak betimlenmesi yaygındır. Oysa Kuran’da cehennemin bekçileri meleklerdir. Cehennemde şeytanın görevli olacağına, hatta var bile olacağına yönelik bir işaret yoktur.

Rolls-Royce modellerinden birinin adı Silver Seraph’tır, yani “Gümüş Melek”. Ghost, Spirit (Ruh) model adları da Hristiyan inancını yansıtır. Doom bilgisayar oyununda kahramana melekler yardım eder. Matrix film üçlemesinde Kahin’i koruyan kişinin adı Seraph’tır. Resimde Ayasofya’nın meleklerini görüyorsunuz. Camiler işlevlerini yitirdiği için “mütedeyyin” kesim bu durumu yadırgamadı.

Meleği dişi gösteren her anlatı Kitabımukaddes kültürü tarafından oluşturulmuş ve modern yaşamın her köşesine bulaşmıştır. Allah’ın cinsiyeti olmadığı gibi canlı olmayan meleklerinin cinsiyeti de olmaz. Kuran’da meleklere cinsiyet veya herhangi bir insansı zayıflık yakıştıranlar sertçe kınanır.[109]

Ayrıca omuzda duran ve insana iyi yürekliliği esinleyen iyilik meleği ve kazadan beladan koruyan koruyucu melek kavramları da Kitabımukaddes kaynaklıdır. Sağ omuzda iyilik fısıldayan, sol omuzda kötülük fısıldayan melek inanışı bize Kitaplılardan geçmiştir ve Kuran’a aykırıdır. Kuran’da sağ ve sol omuzda yalnızca yazıcı melekler vardır. Yahudilerin ikinci kutsal kitabı olan Talmud’un Şabat 119b bölümünden okuyoruz:

“Sebt günü havra dönüşü kişiye iki melek eşlik eder, biri iyi, biri kötü. Eve geldiğinde bir lambayı yanıyor bulduğunda, sofrayı hazır ve yatağını yapılmış bulduğunda iyi melek der ki; ‘Bir sonraki Sebt günü de böyle olsun’. Kötü melek istemsiz olarak ‘amin’ der.”[110]

Son yıllarda kitapçı raflarında sayısı artan ve meleklere sığınmaya çağıran kitaplar bu sahte melek kavramı üzerine kuruludur. Bunların hiçbiri Kuran’ın melek kavramına denk veya uyumlu değildir. Ne var ki çocuk kitaplarıyla, çizgi filmlerle, oyuncaklar, müzik ve sinemayla çocuk yaşta bu gerçekdışı melek imgeleri kafamıza sokuluyor. Bir gün kendi rahatsızlığımız ve irademizle Kuran’ı öğrenmeye niyet edene kadar da çıkmıyor.

Cin, Peri, Uzaylı

Hayalet kavramının mucidi değilse bile Batı kültürüne yerleştiren İncil’dir. Luka 24’te müminlere görünüp kaybolan şey İsa’nın hayaletidir. Yani bedenden ayrılmış ruhu.

Batılı korku öykülerinin hemen hepsinin kaynağı Kitabımukaddes’ten bildikleri kavramlardır. Zombi adı ansiklopedilere göre Haiti dilinden gelir ama Batılıları bu kavrama ısındıran veya hazırlayan İncil’dir.

Matta 27/52-53 Mezarlar açıldı, ölmüş olan birçok kutsal kişinin cesetleri dirildi. Bunlar mezarlarından çıkıp İsa’nın dirilişinden sonra kutsal kente girdiler ve birçok kimseye göründüler.

Ayrıca Yuhanna 11-12’de Lazar adlı adam öldükten sonra dirilir. Hem Eski Ahit hem de Yeni Ahit’in Batılı imgelemine perçinlediği cin ve ruh kavramları sayılamayacak kadar çok kurgu ürününe yol vermiştir. Popüler bilgisayar oyunu Prince of Persia: Forgotten Sands’te Süleyman’ın cinleri Eski Ahit’teki ve Yeni Ahit’teki demon gibi, yani insan olmayan masalsı yaratıklar olarak betimlenmiştir. Exorcist filmlerinin adı doğrudan “cin çıkaran” demektir ve İncil’deki İsa’nın cin çıkarma öykülerine dayanır. Bizim kültürümüzdeki cinlenme, cin görme, cin çıkarma, cinci hoca kavramları Kitabımukaddes’in kavramlarının devamıdır; Kuran’daki cin sözcüğüyle en küçük ilgisi yoktur. Bu cinlerden koruyan muska ve tılsımların orijinalleri Yahudilikte görülebilir.[111] Venom çizgi romanları ve Venom (2018, 2021) filmleri aslında İncil’de anlatılan ve insanların, hayvanın bedenlerine girip çıkan kötü ruhlar /demonlar kavramı üzerine kurgulanmıştır. Hatta ikinci filmin adı olan “Let There Be Carnage” (Katliam Olsun), Tevrat 1/3’teki “Işık olsun” cümlesine göndermedir.[112] Venom hem demon, hem de uzaylıdır.

Uzaylı kavramının öncüleri Kitabımukaddes’tedir. Tevrat’ın Yaratılış 6 bölümünde göksel varlıklardan ve gökteki tanrılardan söz edilir. Nefilim kavramını araştırırsanız kimi yorumcu bunların tanrının gerçek “çocukları” veya “düşmüş melekler” olduğunu düşünür. İnsanların bir bölümü yarı-tanrıların veya işten atılmış meleklerin soyundan türemiştir. Zacaria Sitchin adlı Yahudi yazar Tevrat’a dayanarak yeryüzünde yaşamı uzaylıların başlattığıyla ilgili hipotezler geliştirmiştir. Bizim Burak Eldem de onu ciddiye alarak Marduk’u yazmıştır. Bütün bunlar Bozuk Tevrat’ın uydurma öykülerinin sonucudur. Bilim-kurgu öykülerinde dünyalının bedeninin içine giren uzaylı imgesi hem Tevrat’a hem de İncil’in ruh-beden ayrımına dayanır.[113] Bugün fantezi edebiyatında uzaylı tipi, eski Avrupa’daki tanrının yerini almıştır. Artık Tanrı’dan söz etmek ayıp ve tü-kaka olduğu için vekil kavram olarak uzaylı kullanılır. The Day The Earth Stood Still (2008) filminde uzaylılar dünyalıları günahları yüzünden cezalandırıp yok etmek isterler. Uzay tarikatı kurmak isteyen şarlatanlar “bana Allah’tan vahiy geliyor” demek yerine “uzaylılar benimle iletişim kuruyor” demeyi yeğlerler. Çünkü modern toplumda Tanrı geri düşünceyi, uzaylı kavramı ise yüzde yüz dayanaksız ve uydurma olmasına rağmen bilimle bağdaştırıldığı için ileri düşünceyi temsil eder. Aynı şekilde ecinni /demon kavramının yerini de kimi zaman uzaylı alır. Modern Batılı kadın “bana cinler tecavüz etti” demeye utanır, bunun yerine “uzaylılar beni yukarı alıp üzerimde deney yaptılar” der.

Alaaddin’in Sihirli Lambası benzeri Bin Bir Gece masallarında bulduğumuz “cinler” Kuran’daki cin değil, İncil’deki demon modeli üzerinden türetilmiştir. Cin sözcüğünü içeren ayetleri incelediğimizde lamba cini gibi şeyler olmadıklarını görebiliriz. Elbette salât sözcüğünde yaptığımız gibi geleneksel yorumların etkisinde kalmadan okumak gerekir. Kuran’da cin, görünmeyen kişilere veya kişilerin gizlenmiş kötücül niteliklerine verilen bir addır. Aslında bir sıfat demek daha doğru olur. İncil’deki Yunanca demon ise tam bir lamba cinidir. İnsan değildir, insanlara girip çıkabilir. Hayvan değildir, hayvanlara girip çıkabilir. Nesne değildir, nesne biçimi alabilir.[114] Bin Bir Gece Masalları her ne kadar İslam çağlarında üretilmiş olsa da Kuran’dan çok Kitabımukaddes kültürüne yakındır. Çok büyük olasılıkla İslam öncesi Sasani İran’ında üretilmiş olan kitap cin, peri ve sihirle doludur. Ruhçuluğun, sihrin, insansı tanrıların, melekler, ecinnilerin İran’ın eski inanışı olan Mecusilikte de olması şaşırtıcı değildir. Mecusilik ve Kitabımukaddes bu konularda aralarında anlaşırlar ama Kuran’la anlaşamazlar. Sihir, büyü, hayalet ve süper güçleri olan efsanevi kişiliklerin her kültürde olduğunu söyleyerek durumu hafife almak yanlıştır. Çünkü bunların bir kültürün kutsal kitabında varken öbür kültürünkinde olmaması görmezden gelinecek bir olgu değildir.

Bütün yerli korku filmleri Kitabımukaddes’in cin, peri, hayalet/ruh, sihir kavramlarını işler. Dabbe (2006~2016) gibi Müslüman senaristlerin ellerinden çıkan işler bile böyledir. Bir tanesi bile özgün değildir ve bu şablonu kırmamıştır. İtiraz edenler olacaktır, “bunlar Doğu kültüründe de vardır” diye. Doğulu olmak derdinde olanlar buyursunlar, olsunlar. Çoktanrıcılık ve hurafeler evrenseldir. Bu şekilde evrenselliği yakalayabilirler! Ama ondan sonra kalkıp da Müslümanlık iddia etmesinler.

Mimari

Çoğunluk Anıtkabir’in bir türbe olduğunun farkına varmamış görünüyor. Düşününce bir türbeyle bir anıt mezarın arasındaki tek fark, orada yatan kişinin “dinsel” mi yoksa “dünyevi” bir kişi mi olduğudur. Böyle saçma bir ayrım olmaz elbette. İkisi de aynı şeydir. Hele Anıtkabir kalabalıkların düzenli ziyaretine uğradığı ve yatan kişiye seslenildiği için (bkz. ziyaretçi defteri) basbayağı türbedir. Ve fakat Osmanlı’nın son yüzyılında olduğu gibi Türkiye’de de zihinler Doğu’yla Batı arasında parçalanmıştır. Türbe mimarisi diye bir şey vardır ama Anıtkabir’in tasarımına karar verilirken izlenmemiştir. Yarışma jürisi geleneksel türbeleri andıran projeleri reddetmiştir. Bunun yerine seküler ve evrensel görüneceği varsayımıyla Yunan-Roma tapınak mimarisi uygulanmıştır. Resimde Artemis Tapınağı örneğini görüyorsunuz. Lincoln Anıtı da Yunan tapınak mimarisini taklit etmiştir.

Batı kendini Roma’nın devamı olarak gördüğü için klasik Yunan ve Roma mimarisini modern yapılarda da kullanıyor. Özellikle ABD ve Fransa’da örneği görülebilir. Bu vesileyle farkına varmamız gereken birinci olgu adamların “dinsel” mimariyi “seküler” mimariden bizim gibi ayırmıyor olmaları, ikinci olgu Roma’nın kültürel devamı olma iddiasındaki bir toplumun dinsel ve ahlaki anlamda da onun devamı olacağıdır. Nitekim Kitabımukaddes’te Allah’ın elçilerinin öğrettiklerini Yunan, Roma vb. çoktanrıcı toplumların ahlakıyla karışmış halde, neredeyse tanınamaz ve ayırt edilemez bir halde buluyoruz.

Düz Dünya

Bu öyküyü çoğumuz duymuştur: Antik Yunan’da bilim kullanılarak Dünya’nın yuvarlak olduğu öğrenilir (genelde Pisagor’a yakıştırırlar). Sonra “din bağnazlığı” nedeniyle Orta Çağ’da bu bilgi kaybolur. Ta ki Kilise’ye meydan okumaya cüret eden kahraman bilimadamları dünyanın yuvarlak olduğunu keşfedene, Kolomb ve Macellan da uygulamayla kanıtlayana ve böylece “Karanlık Çağ”ı bitirene kadar!

Bu baştan aşağı uydurma bir öyküdür. Modernizmin kurucu mitolojisinin büyük bir parçasıdır. Ne yazık ki “bilim, akıl” diye diye bize yedirdikleri modernizm kendi hurafelerini yaratmıştır. Dünyanın yuvarlak olduğu Yunan’dan önce biliniyordu, sonrasında da unutulmadı. Orta Amerika, Mezopotamya ve Çin uygarlıkları dünyanın yuvarlaklığı şöyle dursun hareketini, gezegenleri, güneşin büyüklüğünü bile tahmin edebilmişler. Dünyanın yuvarlaklığı çıplak gözle görülebilecek bir şeydir.[115]

Halkı uyutmak ve kendi dinlerine sokup kendilerine hizmet ettirmek isteyen azınlık (Bakara 8-14’tekilerin ele başları) dünya tarihini Avrupa gözlüğüyle okur ve insanları teizmden soğutmak için “Karanlık Çağ” diye bir dönem icat eder. Bunu yaparken en büyük yardımcısı Kitabımukaddes’in dünyanın biçimi ve yaşıyla ilgili bölümleridir. Bu bölümler kısmen uydurmadır, kısmen de kasıtlı olarak yanlış yorumlanır. Böylece bir Kepler-Kopernik efsanesi oluşturulur. Kepler’den, Kopernik’ten önce astronomiyle ilgili hiçbir şey bilinmiyormuş gibi bir izlenim edindirilerek çocukların tertemiz zihinleri kirletilir. Men In Black (1997) gibi çok tüketilen eğlence ürünleriyle eskiden dünyanın düz olduğuna inanıldığı efsanesi insanların kafasına güzelce perçinlenir. Dünyadan haberi olmayan cahil yerli aydınlarımız da dünyayı Batılıların gözlerine taktıkları şaşı gözlükten okumaya çalıştıkları için “dinlerin bilime aykırılığı” türküsünü söylerler. Yalnızca “dünyanın yuvarlaklığının keşfi” masalını fark etmiş biri için bile “din-bilim çatışması” yüzde doksan oranında aydınlanabilir. Yukarıda sözünü ettiğim yaratılış mitolojisinden de kurtulduysa sorun yüzde doksan sekiz çözülmüştür.

Kitabımukaddes’in yanlış anlaşılan veya anlamazdan gelinen ilgili sözcükleri:

Yaratılış 1/6 Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe [rakia] olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu.

1 Tarihler 16/30; Mezmur 93/1, 96/10 Dünya sağlam [tikkovn] kurulmuş, sarsılmaz.

Mezmur 104/5 Yeryüzünü temeller üzerine kurdun, asla sarsılmasın diye.

Yeşaya 40/22 Gökkubbenin [hug ha arez] üstünde oturan RAB’dir, yeryüzünde yaşayanlarsa çekirge gibidir. Gökleri perde gibi geren, oturmak için çadır gibi kuran odur.

Danyal 4/11 Ağaç büyüdü, güçlendi, boyu göklere erişti. Dünyanın [ara] dört bucağından görülüyordu.

Eyüp 26/10 Suların yüzeyine sınır [hok] çizer [hag], ışıkla karanlığın ayrıldığı yerde.

Eyüp 37/18 Dökme tunç [musak] bir ayna kadar sert olan gökkubbeyi onunla birlikte yayabilir misin? [yanlış çeviri; sert anlamına gelen bir sözcük metinde yok]

Matta 4/8 İblis bu kez İsa’yı çok yüksek bir dağa çıkardı. Ona bütün görkemiyle dünya [kozmo] illerini gösterdi…

Vahiy 7/1 Bundan sonra yeryüzünün dört köşesinde duran dört melek gördüm. Bunlar karaya, denize ya da herhangi bir ağaç üzerine esmesin diye, yeryüzünün dört rüzgarını tutuyorlardı. [nereye çekerseniz oraya gidecek bir dize][116]

Burada anlambilim incelemesi yapmaya gerek görmüyorum. Meraklısı verdiğim bu kısayolları izleyerek araştırmasını yapabilir. Kısaca söylemek gerekirse bu sözcükler çoğunlukla yanlış yorumlanıyor. Ara ve arez sözcükleri tıpkı Türkçedeki “yer” ve Arapçadaki ard gibi hem ülke hem yeryüzü anlamına gelebiliyor. Sözgelimi Nuh tufanının bütün gezegeni kapladığı varsayımı bu basit olguyu görmezden gelen yorumlara dayanır. Tevrat’ın İbranice metninin eskiliğinden dolayı anlamlandırılma sorunu olduğu zaten itiraf ediliyor.[117] Bunun yanında hem Eski Ahit’in hem Yeni Ahit’in orijinal elçi sözü olmadığı göz önüne alındığında en azından astronomi konusunda “din-bilim uyuşmazlığını” dayandırabileceğimiz sağlam bir temel olmadığı görülür.

Bugün internette gördüğümüz düz dünyacıların ezici çoğunluğu bu bilgiden yoksundur. Ne dediğini ve yaptığını bilmeyen şaşkınların yanı sıra sosyal medyada ve basında bunları göz önüne çıkarıp da tanıtımlarını yapan profesyonel oltacılar da vardır. Bu üç beş oltacı, düz dünyacı kalabalığın büyümesini sağlayarak bugün ana akım basın-yayında ve üniversite dünyasında kabul gören büyük yalanları ortaya çıkaran herkes için bir karşılaştırma ve yakınsama vesilesi olarak kullanılmasını sağladılar. Şöyle çalışır: Herhangi bir “komplo kuramcısını” düz dünyacı olmakla suçlayıp alay konusu yaparak gözden düşürürler. Örnek: “Kovid’in bir tiyatro olduğunu mu söylüyorsun? Sen kesin düz dünyacısındır.” “Ay’a gidilmediğini mi öne sürüyorsun? O zaman dünyanın da düz olduğuna inanıyorsun herhalde…” Kitabımukaddes’ten ve tarihten habersiz yığınlar bu propagandaya inanmaya dünden hazırdır zaten. Bunların başımıza gelmesinin nedeni Kuran’la birlikte Kitabımukaddes’i bilmememiz, bilmediğimiz için de sekülerlik ve evrensellik yalanını yutmamızdır.

Resimde Kitabımukaddes’e, daha doğrusu onun kötü niyetli veya kıt bir yorumuna göre evren şeması, altında da Eski Mısır papirüslerinden bir evren şeması var. Güneş kayıkla gökte yüzüyor. Göğün elleri ve ayakları yere değiyor. Burada anlamamız gereken, koca bir uygarlığı kuran kişilerin bu denli budala olamayacağıdır. Mısırlılar yıldızların ve gezegenlerin hareketlerini gözleyebiliyorlardı. Bu şema ancak mecaz dolu Mısır anlatılarını yanlış anlamak için zorlayan birilerinin çalışması olabilir. Zaten bu yazıda sözünü ettiğim bütün gerçekdışılıklar bilen birilerinin kasıtlı olarak yanıltmasının, birilerinin de aldanmasının sonucudur.

Spor Kupası

Kupa diye verilen şey saplı ve ayaklı tastır. Bunun kökeni Yunan’da ve Roma’da kutsal bir sıvı konan törensel kaptır. Latincesi calix/kaliks olan ve din törenlerinde bir işlevi olan kap, Hristiyanlar tarafından İsa’nın kanını simgeleyen şarabı törensel olarak içmek için kullanılmış. Hristiyanlığın İsa’nın öğrettikleriyle pagan Roma dinlerinin karışımı olduğunu biliyoruz. Modern zamanlarda spor yarışmalarında kupa verilmesinin kökeni Kilise’den kaynaklanan bu kutsallık olabilir. Batı dillerinde kupa anlamında kullanılan adların kökeni olan tropaion, Eski Yunan’da savaş ganimeti olarak eve getirilen anı parçalarına denirmiş. Bunlar tanrılara sunulduğu için kullanılmaz ve dokunulmaz sayılırmış. Bugün pek çok kupa tasarımında gördüğümüz kanatlar melek kanadı olsa gerek. Futbol Dünya Kupası’na baktığımızda yerküreyi veya kupayı ayakta tutan melekleri mi görüyoruz acaba? Bu dinsel arkaplanın dışında kalmak için kupaların geleneksel kupa biçimi dışında serbest olarak biçimlendirilmesi gerekiyor.

Altı Gün ve Takvim

Tevrat’ta da Kuran’da da “altı günde yaratmak” ifadesi bulunur. Kısaca; Kuran’a baktığımızda altı gün ifadesinin aşamaları veya çağları anlattığı açıktır. Tevrat bu konuda bulanıktır. Tevrat yaratışın bittiğini ima eder. Tevrat’ın tanrısı uzak tanrıdır. Yaratmış ve bir kenara çekilmiş, seyretmektedir; kızınca “müdahale” etmektedir. Kuran’da yaratış sürer. Allah sıfır uzaklıktadır ve sürekli etkindir, uğraştadır. Bir öznenin “kendi işine müdahale etmesi” diye bir şey söz konusu olmaz. Dolayısıyla Tevrat’ta bulduğumuz “yedinci gün” ifadesine Kuran’da rastlamayız. The Sixth Day (2000) (Altıncı Gün) filmi insanların klonlanabildikleri bir gelecekte geçer. Filmin adı artık insanların da Yehova’nın yaptığı işi yapabildiklerini ima eder. Çünkü Yehova, homo sapiens türünü çamurdan heykel biçiminde yaptığında veya cennetten yeryüzüne ışınladığında işi bitmiştir. Şu anda “dinlenmektedir”.

Türk Dil Kurumu 1982 sözlüğünde pazartesi için “haftanın ikinci günü” yazar (sonradan değiştirdiler). Çünkü Yahudilikte öyledir. Hristiyanlıkta ise birinci gündür. Çevrenizdeki takvimlere dikkatli bakın. Haftanın pazardan başlatıldığı takvimler çoğu zaman Yahudilerin elinden çıkmıştır. Gerçi “kullandığımız takvim Hristiyan takvimi, ne fark eder” diyeceksiniz. Aradaki farkı bilin diye söyledim.

Bir Ocak 2000’in yeni “milenyum”un başlangıcı olarak kutlanması gerçek bir akıl tutulmasıydı. Yeni binyıl 2001’de başlar. Konumuzu ilgilendiren ise kimsenin neyi kutladığını bilmemesiydi. Yılbaşı kutladığını sanan zavallı milyonlar Noel Bayramı kutladıklarını bilmedikleri (veya inkar ettikleri) gibi, yeni binyılın neyin binyılı olduğunu bilemediler. Hristiyanların “evrenin efendisi” saydıkları İsa’nın doğumunun yeni binyılıdır. Müslüman geçinen yayınlarda bile sanki özel bir tarihmiş gibi “üçüncü binyıl” ifadesini görmek tüyler ürpertici. Özellikle eski gavur kaynaklarında yıllar “year XXXX of our Lord”, “im jahre des Herrn XXXX” ifadeleriyle belirtilir. Yani “efendimizin yılı”. Üçüncü binyıl da “efendimizin üçüncü binyılından” başka bir şey değildir.

49 ve 99 Yıllık Emlak Kiralama

Vakıflar Kanunu Madde 20 – Ayrıca onarım veya inşa karşılığı kiralamalarda; onarım ve inşa bedeli göz önüne alınarak kira süresi Genel Müdürün onayı ile yirmi yıla, Meclis kararı ile kırk dokuz yıla kadar tespit edilebilir.

Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun Geçici Madde 30 – Bu Kanun hükümleri çerçevesinde Türkiye Denizcilik İşletmeleri Anonim Şirketi ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne ait bazı limanların işletme hakkı verilmesi/devri yöntemiyle özelleştirilmeleri neticesinde imzalanan kırk dokuz yıldan az süreli sözleşme süreleri…

Elektrik Piyasası Kanunu Madde 5 – Lisanslar, en çok kırk dokuz yıl için verilir…

Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun Madde 5 – Şirketlerin, demiryolu altyapısı inşa etmek istemeleri hâlinde; yapacakları demiryolu altyapısının gerektirdiği taşınmazlar, kamulaştırma bedeli ilgili şirketten tahsil edilerek Bakanlık tarafından kamulaştırılır ve belirtilen amaçla ilgili şirket lehine kırk dokuz yılı geçmemek üzere bedelsiz olarak irtifak hakkı tesis edilir.

Orman Kanununun 17 Nci Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Uygulanması Hakkında Yönetmelik Madde 15 – (1) İzinlerin süre uzatımında arazi izin bedeli bu Yönetmelik hükümlerine göre güncellenir ve kesin izin süresi kırk dokuz yılı geçemez. Ancak uzatmalar dahil toplam kırk dokuz yıllık süre sonunda 16 ncı maddeye göre süre uzatımı yapılabilir.

Milli Emlak Tebliği Ve Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik Madde  76– (1) Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlar üzerinde Türk Medeni Kanununa göre en fazla kırk dokuz yıla kadar, oturma hakkı hariç olmak üzere irtifak hakkı kurulabilir. Bu taşınmazlar üzerinde taşınmaz yükü ve taşınmaz rehni tesis edilemez. (2) Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde ilgili mevzuatı uyarınca yapılması mümkün olan yapı ve tesislerin yapılması amacıyla, en fazla kırk dokuz yıla kadar kullanma izni verilebilir.

Tevrat, Levililer 25/3-13 Altı yıl tarlanı ekeceksin, bağını budayacaksın, ürününü toplayacaksın. Ama yedinci yıl toprak dinlenecek. O yıl Şabat Yılı olacak, RAB’be adanacak. Tarlanı ekmemeli, bağını budamamalısın. … Şabat Yılı’nda ülke ne ürün verirse, sizin için, köleleriniz, cariyeleriniz, yanınızda çalışan ücretliler ve aranızda yaşayan yabancılar için yiyecek olacak. … Yedi yılda bir kutlanan Şabat yıllarının yedi kez geçmesini bekleyin. Yedi kez geçecek Şabat yıllarının toplamı kırk dokuz yıldır. Sonra, yedinci ayın onuncu günü, yani günahları bağışlatma günü, bütün ülkede yüksek sesle boru[118] çalınacak. Ellinci yılı kutsal sayacak, bütün ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz. O yıl sizin için özgürlük yılı olacak. Herkes kendi toprağına, ailesine dönecek. Ellinci yıl sizin için özgürlük yılı olacak. O yıl ekmeyecek, ürünün ardından süreni biçmeyecek, budanmamış asmanın üzümlerini toplamayacaksınız. Çünkü o yıl özgürlük yılıdır. Sizin için kutsaldır. Yalnız tarlalarda kendiliğinden yetişeni yiyebilirsiniz. Özgürlük yılında herkes kendi toprağına dönecek.

Kudüs’ün Kutsallığı

Bizde pek bilinmez ama Batılı, kendi uygarlığının beşiği olarak iki kent bilir: Atina ve Kudüs. Buna kimi zaman Roma da eklenir. Bu ikili (veya üçlü) Kitabımukaddes’te rahatlıkla izlenebiliyor. Burada kısa örneklerini verdiğim üzere Kitabımukaddes, İsrailoğullarına bildirilen tektanrıcı öğretinin Ortadoğu ve Yunan-Roma paganlığı içinde ciddi şekilde sulandırılmış bir kalıntısını yansıtıyor. Nitekim “seküler” olduğunu öne sürmesine rağmen modern Batı bu mirası sahipleniyor, bırakmıyor. Peki, bizim aydınlarımız bunu anlamayacak kadar kalın kafalı mı? Hepsi değil. Anlayanlar anlatma kaygısı duymuyorlar. Bir bölümü de gerçeği bile isteye örtüyor.

Kudüs, yani Tevrat’ta geçtiği adıyla Yeruşalim’in Yahudiler için kutsallığı, “kutsal toprakların” tarihi başkenti olmasından ileri gelir. Süleyman’ın Tapınağı burada idi. Süleyman’ın Tapınağı’na yakıştırılan özellik Yahudilerin Tevrat’ı yanlış anlamalarından ileri geliyor. Tevrat’ta ve onun haham yorumunda tıpkı Yehova’nın Yahudileri gerekçesiz ve koşulsuz olarak seçip kendine ayırmış olması gibi Kudüs’ü de kalıcı olarak seçmiş ve kendine ayırmıştır. Bu, yeryüzünde herkesin bilip tanıdığı gerçeklerden kopuk olan, doğrulanamaz ve yanlışlanamaz dinlerinin bir değişmezidir.

Bozuk Tevrat’ın içindeki örtülmüş özü (özellikle Kuran’ın yardımıyla) anlamış biri Süleyman Tapınağı’nın işlevi dışında bir özelliği olmadığını, yıkıldıysa yenisinin Yahudiler her nerede yaşıyorlarsa oraya yapılabileceğini bilir. Biraz tarih ve arkeoloji karıştırdığımızda daha tapınak yıkılmadan çevrede başka tapınaklar (havralar) yapıldığını da öğreniyoruz. Yok yere kıyamet koparılıyor. Tevrat’ın düzgün özünü bozuk kısmından, bir anlamda “posasından” ayırdığımızda Mesih Kral hurafesiyle birlikte Tapınak’a yakıştırılan kutsallığın gerekçesi ortadan kalkıyor.[119] Ve fakat bugün Müslümanlar tarafından metin incelemesi yoluyla yapılmış böyle bir ayıklama çalışması bilinmiyor.

ABD hükümetinin büyükelçiliği Kudüs’e taşımasının nedeninin Kudüs’ün kutsallığı olduğunu herkes biliyor. Bize seküler olduğu söylenen ülkeler Tevrat’a göre iş yapıyorlar. Herhalde dünyanın en “seküler” ülkesi Fransa da büyükelçiliğini taşıdığında buna hiç şaşırmayacağım.

Kuran’a arkasını dönmüş gelenekçi Müslümanların Kudüs’ü kutsal saymalarının gerekçesinin Kuran metniyle bağının ne kadar zayıf olduğunun farkında mısınız? İsra Suresi’nin üstelik sure bağlamına oturan bir yorumunun yapılamadığı tek bir ayetindeki tek bir sözcük… Kudüs’ün kutsallığı için öne sürülen gerekçe bu. Asıl gerekçeler Muhammed’i Yahudileri taklit etme hatasına düşen bir çömez olarak gösteren hadislerdir ki hadislerin ne olduğunu bilen biliyor. Bilmeyen de kısa bir özetini o konuda yazdığım yazılarda bulabilir.

Düğün

Herhangi bir düğüne gidin. Gördüğünüz şeylerin hemen hepsi Yahudi-Hristiyan kültürüne aittir. Beyaz gelinlik, gelinin ayakkabısının altına arkadaşlarının adlarını yazması, çiçeği arkadaşlarına atması, kocasının ayağına basması ve belki son yıllarda bunlara eklenmiş yenileri Yahudi-Hristiyan veya pagan kaynaklıdır. Bu kişiler dinsel tören yaptıklarını asla kabul etmeyeceklerdir. Hatta imam nikahı düşüncesini gülünç bulacaklardır. Ama seküler sandıkları törenler dinseldir. “Hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde” sözü bizde söylenmez. Ama bu sözü filmlerde duyan kimisinin törenlerde telaffuz ettiğini duymak ilginçtir. Bu kişilere dikkatli bakın. Çünkü onlar filmlerle gerçek dünyayı birbirine karıştırmanın ne kadar kolay olduğunu gösteren canlı örneklerdir. “İyi günde kötü günde” sözünün söylenmesi Katolik evlenme töreni kılavuzunda yer alır.[120]

Hristiyanlık eş seçme konusunda İslam’dan ve onun gelenekçi uygulamasından daha özgürlükçüdür. Resmi Katolik ilmihalinde özgür seçime vurgu yapılmıştır, yani bu konuda İslam’dan daha katıdır.[121] Bir başka deyişle bugün “aile zoruyla evlendirilme” karşısında verilen ölçüsüz ve öbür aşırı uca götüren tepkide de Hristiyan kültürünün izi görülür. Özgürlükçülük ve bireycilik her ne kadar seküler dünyaya ait gözükse de önceki bölümlerde gösterdiğim üzere ortaya çıkmasına Kitabımukaddes’in yardımcı olduğu ideolojilerdir.

Kültürel yozlaşma olanca hızıyla sürerken ve Türkler ceplerinde taşıdıkları aptal kutusunda gördükleri her şeyi gerçek yaşamla karıştırırlarken yakın gelecekte Türkiye’de diz çökerek evlenme teklifinin yaygınlaşacağı da kesin gibidir. Tek diz üzerine çökme Türklerde yoktur. Bu hareket çok büyük olasılıkla Ortaçağ Avrupa’sının saraylarından kalmadır. Pek çok modern görgü kuralı veya davranış standardı saray kaynaklıdır. Nitekim gavur sitelerindeki “nasıl teklif edilir” başlıklı yazılar “sofraya nasıl oturulur” yazılarına çok benzer; sıralamalı ve zamanlamalı kurallar içerir. Şövalyeler madalya vb. ödüllerle onurlandırılırken efendilerinin, yani kral ve kraliçelerin, prens ve prenseslerin önünde diz çökerler. Kralın diz çökmüş sövalyeyi kayırarak onu seçkin bir takımın üyesi olma hakkıyla ödüllendirdiği gibi, soylu nişanlısı erkeği kayırarak ona kendisinin seçkin sahibi olma hakkını armağan eder. Şövalye, hizmetçisi olduğu hanedan karşısında dilenme ve yalvarma konumundadır. Dolayısıyla tebaanın seçkin bir üyesi olarak hanedanın kızı karşısında da dilenme ve yalvarma konumunda olacaktır. Romantik aşk hurafesi son bir iki yüzyılda gelişmiştir ve modern uygarlık dışında hiç bir toplumda bu kadar yayıldığını gösteren bulgular yoktur. Romantik aşıklar birlikteliklerini sıradan insanların birlikteliklerinden üstün gördükleri için erkek, kadına duyduğu sözde üstün sevgiyi sıra dışı yollarla gösterme gereği duyar. Böylece normalde papazın, yöneticilerin veya İsa’nın önünde göstereceği alçakgönüllülüğü kadının önünde göstermeye yönelebilir, “evimin kraliçesi” simgeselliğine başvurabilir. 15. Yüzyıl İngiliz öyküsü olan The Squire Of Low Degree’de düşük rütbeli bir asker prensese olan ümitsiz aşkını bildirirken tek dizi üzerine çöker. Jean d’Arras’ın Ortaçağ masalı Melusine’de adam, kadına zarar vermeyeceğini belli etmek için diz çöker.[122] Diz çökmenin Hristiyanların ve eski çağ Yahudilerinin saygılarını gösterme biçimi olduğu biliniyor. Hristiyanlar bugün de tek dizleri üzerine çökerek dua ederler.

İkinci Yüzyıl Hristiyanları Hem Tanrı’nın hem de saygı duyulan insanların önünde diz çökerlermiş.[123] Öncesinde Yunanlar, Romalılar ve Mısırlılar koruması altına girmek istedikleri tanrıların veya kişilerin önünde diz çökerlermiş.[124] Eski Yunan’da da tanrı heykelleri önünde diz çökülürmüş.[125] Nitekim hem Eski Ahit’te hem de Yeni Ahit’te Tanrı’ya diz çökerek yakaranların örneklerini görüyoruz. Bu hareketin Müslümanlardaki eşdeğeri değilse de benzeri yere kapanmaktır. Diz çökerek evlilik teklifi yapan Türk erkeğinin ne acayip bir iş yaptığını anlamak için kadının önünde secdeye kapandığını gözünüzde canlandırın.

Cenaze

Cenazeler bile payını almıştır. Çelenk göndermek Hristiyan geleneğidir. Müslüman geleneğinde mezar da gömme töreni de abartısız ve yalındır. Süslü mezarlar çok geç dönemde ortaya çıkan bir bozulmadır. “Allah rahmet eylesin” demek yerine “nur” veya “huzur” içinde “yatma” dilekleri de Gayrimüslim geleneğidir. Cenazede kadınların başlarını örtmesi yine Gayrimüslim kökenlidir.[126] Ölüye Kitap okuma veya uzun dua törenleri düzenlenmesi aslında Kitap çalışması olması gereken salâtın “duaya” çevrilmesinin bir sonucudur. Kuran’ın 9:84 ayetinde “ölenin namazını kılmak” diye çevrilen şeyin aslı, ölen kişinin her anlamda mirasına sahip çıkmak olmalıdır. Çünkü toplumun ölüye karşı onu gömmek dışında fiziksel bir görevi olamaz. Eğer iyi bir kişiyse onun mirasını sahiplenmelidir. Yarım bıraktıklarını sürdürmeli, gençlere onu örnek göstermelidir. İncil’e baktığımızda Yahudiler tam da bunu yapmadıkları ama göstermelik ve törensel kısmı yerine getirdikleri için eleştiriliyorlar.[127] Mezara çiçek veya güzel koku götürme geleneği Hristiyan geleneğidir; Luka 23-24 bölümlerinde izi sürülebilir.

İyice kuklaya dönüp kim olduğunu bütünüyle unutmuş olan kentli Türkler ölü için mum yakmaya bile başladılar. İki bin yıllık Hristiyan geleneğidir. Mum geleneğinin ortaya çıkışı büyük olasılıkla “vicil” denen gece Kitap çalışmasından kaynaklanır. Vahiy çalışması (salât) gece yapıldığında eğer bütün kitap harfi harfine ezbere bilinmiyorsa doğal olarak ışığa gerek duyulur. İşin içine bir parça şeytan karışıp da okunan şeyi anlamak yerine “ölünün ruhuna göndermeye” başladıklarında mumla cenaze bağdaşmış olabilir. Kitabımukaddes’i okuyarak öğüt alma derdinde olan kişilerin sayısı azaldıkça, mumun ve kandilin neyi simgelediğinin unutulmuş ve bunların ortama “kutsal bir hava” veren dekor olarak algılanmış olması olasıdır. Bir kilisede bolca mum veya kandil bulunmasının tek gerçek nedeni ışık gereksinimidir. Bu da Kitap okumak içindir, ortamı güzelleştirmek için değil. Yahudilerin simgesi olan yedili/dokuzlu şamdan (menora) biçimi de aynı şekilde, karanlıkta Tevrat okuyabilmek (salât) için kullanılmış olan mumluktan gelir. Bu şamdanın biçimine baktığınızda çok sayıda mumun kitabın üzerine birbirinin gölgesi düşmeyecek biçimde dizildiğini görebilirsiniz. Dolayısıyla “Kitap’ın halkını” anlatan gayet anlaşılır, şeffaf bir simgedir. Bugün kitabı çöpe atmış bir halkın bu simgeyi kullanmayı sürdürmesi bize ibret olmalıdır.

Havralarda gece yakılan kandiller dışında gündüz de söndürülmeyen bir geleneksel ateş bulunurmuş. Yahudiler bu ateşi Yehova’nın tapınaktaki veya halkın arasındaki varlığı olarak anlıyorlarmış.[128] Tevrat’ın pek çok bölümünde insansı Yehova’nın Tevrat sandığının üstünde veya sandık odasında oturduğu söylendiğini göz önüne aldığımızda ateşe veya fiziksel ışığa farklı bir anlam yüklemeleri şaşırtıcı olmuyor. Belki de ateşin veya ışığın cenazelere taşınmasının bununla bir ilgisi olabilir. Hiç söndürülmeyen ateşin varlığı, ataş behram denen Mecusi tapınaklarında sürekli yanan “kutsal” ateşi de andırıyor.

Müslüman halkta mum ve kandil geleneğinin oluşmamasının nedeni ilk dönemlerde Kuran’ın zorunluluk nedeniyle ezberden okunmuş olmasının sonradan geleneğe dönüşmüş olması olmalıdır. Gece çalışmasını yanlış anlayan yoz Hristiyanlar bu çalışmaya eşlik eden mumu başka bir şey sanmışlar. Gece çalışmasını yanlış anlayan yoz Müslümanlar ise bu çalışmanın kendisini başka bir şey sanmışlar ve “teheccüt namazı” olarak bildiğimiz duayı icat etmişler. Bunun aslı gece Kuran çalışmaktır.

Bayram arifesinde türbe ve mezar ziyareti ve mezar başında parayla “dua” okutma geleneğinin kökeni Yahudiliktir.[129]

Hristiyan Bayramları

“Yılbaşı” diye neredeyse zorla kutlatılan gün basbayağı Noel Bayramı’dır. Birkaç günlük tarih farklılığını öne sürerek boşuna itiraz ederler. Hediyeleşme, Noel Baba ve süslemeler Noel Bayramı’na özgüdür. Son yıllarda basbayağı Noel ağacı da dikmeye, kapıya Noel çelengi takmaya, hediyeleri çorapların içine koymaya da başladılar. Bunun yanı sıra Aziz Silvester’in ölüm yıldönümü olan 31 Aralık, Avrupa’da yılbaşı kutlamalarıyla karışır. Kimi ülkede “yılbaşı” yerine “Silvester” denir. Yılbaşının dinselliğini gösteren bir başka işaret “yeni yıl kararları”dır. Bunun kökeni Hristiyanların yılsonu akşamı dua edip o yılki günahları için bağışlanma dilemeleridir. Yahudiler de aynısını kendi takvimlerinin yılsonunda yaparlar. Ahlaki ve tarihsel arka planı bilinmeksizin toplumda yeni bir alışkanlığın oluştuğunu mu görüyorsunuz? Orada bir hurafenin doğuşuna tanıklık ediyorsunuz. Bütün bunlara rağmen Türkiye’dekinin hâlâ seküler bir kutlama olduğunu öne sürmeye ne denir, ben bilemedim. Rics demekle yetiniyorum.[130] Bu arada Mevlit Kandili kutlamanın da yanlış olduğunu unutmayalım.

“Kara Cuma” Noel Bayramı alışverişlerinin başlatıldığı güne denir. Yılbaşıyla ilgisi yoktur.

“Sevgililer Günü” diye neredeyse zorla kutlatılan gün aslında Aziz Valentin’i anma günüdür. İlk Hristiyanların bir şehidi olan bu adamın sevgililik veya aşkla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ilgi geç dönemde uydurulmuş ve yakıştırılmıştır. Bununla birlikte azizi anma ve dua etme günü olan 14 Şubat tarihi değişmemiştir.

Bilgisayar oyunlarında karşımıza çıkan easter egg kavramı adını özellikle Amerikan ve İngiliz Hristiyanlarının Paskalya Bayramı’nda çocukların bulmaları için saklanan yumurtalardan alır. İngilizce konuşan uluslar pesah/paschal/paskalya/fısıh değil easter adını kullanırlar. Bu aslında Hristiyanlık öncesi Avrupa’nın gündoğumu tanrısının adıdır.  Bayramın kendisi özünde uydurmadır. Uydurma bir olay olan onuncu mucizeyi, yani Yehova’nın yaptığı Mısırlı çocuk soykırımını Yahudilerin kutlamasına verilen pesah/fısıh adı, bir başka uydurma olan İsa’nın öldükten sonra dirilişinin kutlamasına verilmiştir.[131]

Tekamül ve İlerleme

Her ne kadar Kitabımukaddes metninde tekamül fikrini görmüyorsak da metinle ilgili olduğu için bu başlığı açmam gerekiyor. İnsansı tanrılar, cin, peri, sihir gibi konuları sıraladım. Aslında soyut ve maddesiz olması gereken kavramların nesneye bürünmesi Kitabımukaddes boyunca bir arıza olarak sürekli karşımıza çıkar. Kişiye bilgelik kazandırarak yol göstermesi gereken Tanrı bulutla yol gösterir, Tanrı’dan başka kural koyucu kabul etmemek demek olan tektanrıcılık heykel kırmaya indirgenir, Tanrı’nın görevlendirdiği halk onun “çocukları” olur, gönderdiği elçisi onun “oğlu” olarak anlaşılır vb. Eski Ahit’te Yehova kurban ister. İnsanlar hayvanları yoksullara yedirmek yerine Yehova’ya yedirirler, yani yakarak yok ederler. Bunları Kitabımukaddes’te bulan ama şu veya bu nedenle yazarların cahilliğiyle açıklamak istemeyen, öğretilerin yozlaşması sürecini bilmezden gelen modern yorumcular bu durumu eski insanların geri zekalı veya çocuk zekalı, kıt kavrayışlı, soyut düşünemeyen insanlar olmalarıyla açıklamaya kalkıyorlar. “O zamanlar Tanrı’yı anlayamazlardı, onun için insan biçiminde anlatıldı” diyorlar. Böylece akıllarınca çoktanrıcı yazıcıların uydurdukları Tevrat’ı ve İncil’i aklıyorlar. Aklamasalar bu kez hümanizmi, sekülerliği ve modernizmi aklamış oluyorlar. Çünkü bunlar “son model” fikirler. Oysa yapmaları gerektiği üzere bunların elçilerin sözlerine karıştırılmış efsaneler ve uydurmalar olduğunu itiraf etseler, yani eğriyi doğrudan ayırt etseler Allah’ın sünnetinde değişme olmayacağını görecekler. Böylece kendi uydurdukları ilerleme kuralına Kitabımukaddes’ten bir destek bulamayacaklar.

Eski insanların bizden daha sığ, kaba saba ve geri zekalı oldukları iddiası uydurmadır. Hiçbir tarihsel ve nesnel dayanağı yoktur. Bu hurafenin ortaya çıkışı Batı Aydınlanması’nın ürünüdür ve sözünü ettiğim kurucu mitolojinin bir parçasıdır. Bununla birlikte hemen her uygarlıkta uygar olmayan insanlara yönelik bir hor görme vardır. Kentliyse köylüyü, yerleşikse göçebeyi aşağılar. Çünkü kentli veya yerleşik olmayı ilerlemiş, olgunlaşmış, “varmış” olmakla özdeşleştirir. Öteki daha varamadığı için hamdır, geridir, aşağılıktır. Tasavvufta bulduğumuz tekamül inancı, kökenleri farklı olsa da bugün benzer sonuçlar üretiyor.

İlerleme ve tekamül çok tehlikeli bir inançtır. Uygar olmayan insanlara, mesela Kızılderililere yönelen sistemli haksızlığı kısmen bu inanç yaratmıştır. En azından soykırımcıların vicdanlarını rahatlattığı kesindir. ABD’nin modern olmak istemeyen toplumların kafasına bugün bomba yağdırmasına ses çıkarmayışlarının altında yine bu inanç yatar. Modern insanların kendilerini gelmiş geçmiş en yüksek insanlar saymasının altında bu inanç yatar. Allah’ın elçilerini reddetmek isteyenler de bu inanca sığınırlar çünkü onlara göre elçiler çocuk zekalı insanlara gelmişlerdir. Modern insanlar olarak artık o düzeyi aşıp olgunlaşmışızdır ve bu uyarılara gerek kalmamıştır. Tarihselci Kuran okuması da bu inanca dayanır. “Bu zamanda zinacıyı kamçılamak olmaz, kadına yarım hisse miras olmaz” vb. derken Kuran’ın indiği zamanları “geri” sayarlar. İlk insanların “mağara adamı” diye aşağılanmaları da bu inanca dayanır.

İlerlemeciler insanlığın zihinsel yeteneklerinin sürekli yükselip hiç düşmeyen bir grafik çizdiğine inanırlar. Grafiği bir kez böyle çizince zorunlu olarak bizden önceki kuşakları bizden daha geri kabul etmek zorunda kalıyoruz. Bu inancı iyice abartıp yalnızca bir kuşak sonrası için sırf ellerinde tablet ve bilgisayarla büyüyorlar diye “bizi geçtiler” diyenler var. Torun bile dedesini gözle görülür biçimde geçiyorsa on bin yıl öncekini kimbilir nasıl geçmiştir (!). Bu tekamül paradigması, aynı zamanda tanrıtanımazlığa da yol veriyor. Uslamlama yaklaşık şöyle ilerliyor: “Elçiler aslında tanrının insansı olmadığını çok iyi biliyorlardı. Ama karşılarındaki kalabalık, ikna etmek istedikleri insanlar soyut düşünme yetisi sınırlı insanlardı. Onlar heykelleri yapılan, gökyüzünde veya bir ulu dağın tepesinde yaşayan, öfkelendiği zaman müdahale eden tanrı imgelerine alışıktılar. Yer ve zamanla sınırlı olmayan aşkın bir tanrı imgesini yadırgayacaklardı. Onun için elçiler halka daha tanıdık geleceği, daha ikna edici olacağı düşüncesiyle tanrıya insansı nitelikler yüklediler. Soyut düşünme yetisi gelişmiş insanlar bunların hepsinin birer mecaz olduğunu biliyorlar. Soyut düşünme yetisi daha da ileri olan insanlar aslında tanrının da kurmaca olduğunu biliyorlar. Elçiler halkı aydınlatmaya, ilerletmeye çalışan önderlerdi. Bunu başarabilmek için halkın zaten bildiği kavramları, mitolojik kişilikleri kullandılar. İnsanlığın animizmden paganizme, sonra tektanrıcılığa, sonra da ateizme varması işlerin doğal izleğidir. Elçiler bu süreci hızlandıran devrimcilerdir.” Evet, sürekli ilerlemek zorundaysanız tektanrıcılıktan da bir yere varmak zorundasınız. Markistleri dinlerseniz sizi tanrıtanımazlığın son durak olduğuna inandırmakta oldukça yeteneklidirler. Ama “durmak yok, ileri, daima ileri”. İlerleme hiç durmayacağına göre tanrıtanımazlık da son durak olmamalıdır. Bir sonraki adımın ne olduğu açıklanmaya muhtaçtır.

Efsaneler, çizgi romanlar, çizgi filmler, filmler ve çocuk kitapları bu inancı daha çocukken kafamıza ekerler ve belki milyonda birimiz yetişkinliğimizde bundan kurtuluruz. Ansiklopediler bu inançla yazılmıştır. Ders kitapları bu inançla yazılmıştır. Yusuf Hikmet Bayur’un Türk Tarihinin Ana Hatları kitabında bu aydınlanmacı ve ilerlemeci mitolojinin izleri çok belirgindir. Okursanız bu adamın Kuran’dan habersiz olduğunu görürsünüz. Mustafa Kemal’in yazdıklarında da belirgindir, yukarıda örneklediğim gibi. Atatürk ilkel insanın her şeyden korktuğunu öne sürerken yine “din animizmden başladı, çoktanrıcılığa evrildi, tektanrıcılıkla son buldu” hipotezini yineliyor, dolayısıyla İslam’ı anlamıyor.

Kuran’da her şey çok daha berraktır. Kitabımukaddes’teki yersiz somutlamaları Kuran’da bulmayız. Somutmuş gibi görünen şeylerin çoğu mecazdır. Bugün tekamül veya ilerleme sandıkları şey, son durağı yok oluş (Ar. helak) olan bir çöküş sürecidir.[132] Hiçbir yükseliş geri döndürülemez değildir.[133] Her toplum çöker ve yerine bir başka toplum kurulur.[134]

Komünizm ve Fütürizm

Karl Marks bir hahamın oğludur. Savunduğu tarihsel determinizm, yani insanın doğal halinin ilkel komünist olduğu, feodal veya faşist veya kapitalist uygarlığın bundan bir sapma olduğu ve uygar komünizme dönüşün kaçınılmaz son olduğu hipotezinin esin kaynağının Eski Ahit olduğu çok bellidir. “Sosyalist Siyonizm” fikrini savunan “komünist haham” lakaplı Moses Hess’in kendisinin akıl hocası olduğu öne sürülür. Hess’in İnsanlığın Kutsal Tarihi kitabında Yeni Ahit’in “Tanrı Krallığı” kavramı komünist düzen olarak yorumlanıyor. Kuran’la karşılaştırmalı okuduğumuzda Yeni Ahit’teki “Tanrı Krallığı”nın ölüm sonrası olduğu veya İsa’nın ikinci gelişiyle ilgisi olmayan başka şeylerin yerine kullanıldığı sonucuna varmamız gerekiyor. Yani öğretide bir bozulma yaşandığı ve yanlış anlamanın metne yansıdığı kesin. Hess gibiler bu yanlış anlamanın arkasından gidiyor. Beklenen kurtarıcı inancı metindeki bozulmanın eseridir.

Rusya’da komünist devrimi yapan kadronun hemen yarısının Yahudi oluşu ve Avrupalı kapitalist Yahudi bankerlerden yardım almış olmaları, onların SSCB topraklarının vaat edilmiş ülke, komünizmin de mecazî Mesih Kral olduğuna inanmalarından başka bir şeyle açıklanamaz. Eski Ahit’te Musa’nın beş kitabından (Tevrat) sonra gelen kitapların çoğu yeryüzünde İsrailoğullarının egemenliğini son ve kesin olarak sağlayacak olan Mesih Kral’ın özlemiyle doludur.[135] Aslında bu, Allah’ın herkesi yargılayacağı, zamanı ve evreni sona erdireceği son günün bozulmuş ve yanlış anlaşılmış bir anlatısıdır ve Mehdi, Mesih, bin yıllık saadet devri gibi anlatılar olarak Müslüman kültüre de geçmiştir. Mehdi’den sonraki saadet devri Bahçe’nin yanlış anlaşılmışıdır. Kimi Hristiyan ve Müslüman da aynı şeyi İsa’nın ikinci gelişi olarak anlamıştır.

Ne Avrupalı solcular ne de bizim solcularımız devrimci komünistliğin altında yatan bu dinsel güdülenmeyi anlamamışlardır. Zaten anlayanlar solcuların arasında barınamazlar. Avrupalı solcu haydi neyse, o Yahudi-Hristiyan kültürüyle büyümüştür; bizimkilere ne demeli? “Dinlerin sona erdiği, artık dinsel hoşgörü ve bilim çağında yaşadığımız” masallarına kanmışlardır. Mesele üretim araçlarını ve zenginliği paylaşmak ise Yahudi mitolojisinden mi esinlenmek gerekiyordu? Böylece hiç değilse ehveni şer olabilecek ve hatta görece Kuran’a yakın bir düzen düşüncesi ateizme ve kafirliğe kurban verilmiştir. Bu, kendi kültürüne ve tarihine uzak olmanın, aramızda bulunan Elçi’yi dinlememenin cezasıdır.

Fütürist veya fütürolog denen kişiler uzak gelecekle ilgili öngörü veya söylenti üretir ve genelde bu işten ekmek yerler. Ülkemizde de çok okunan Jeremy Rifkin, Alvin Toffler ve Ray Kurzweil gibi üst düzey falcıların önemli bölümü Karl Marks gibi Yahudidir. Bunların etkilendiklerini anlamak için kutsal kitaplarını okuyup okumadıklarını sormak gerekmiyor. Okusalar da okumasalar da o kitabın kültürü içinde yetişiyorlar, suyun içindeki balık gibi. Bu demek oluyor ki öngörülerini ister istemez Marks gibi mesihçilik ilkesinin gölgesi altında üretiyorlar. Gerçi Hristiyanlıkta da mesihçiliğin bir başka sürümü var ama onlarda Yahudi toplumunda olduğu kadar etkili değil. Bu dinsel kökenler öngörülerin iyimser olmasına veya kötümser öngörülerin iyimser bir ambalajla sunulmasına yol açıyor. Babil baskınından hemen önce İsrailoğulları mesih kralı bekliyorlardı. Mesih yerine kendilerine söz verilen felaket geldi ve sürüldüler. Sürgünden döndüler ve Filistin’e yeniden yerleştiler. Roma’nın Kudüs’ü yakıp yıkmasından az önce hâlâ mesih bekliyorlardı. Bekledikleri Mesih geldi (İsa), reddettiler. Az sonra Roma Kudüs’ü yıktı ve kendilerine söz verildiği gibi yeniden sürüldüler. Bugün bütün ipuçları kötü bir geleceğe işaret ederken bu aşırı gelişmiş falcılar hâlâ iyimserlik satıyorlar. Çöküşü “değişim”, bozulmayı “dönüşüm”, geri dönülmez kayıpları “geçiş süreci” olarak adlandırıyorlar. Herkesin köle olacağı bir geleceği “endüstri 4.0”, “teknolojik teklik”, “siber gelecek”; herkesin giderek daha da aptallaşacağı bir geleceği “yapay zeka”, herkesin daha hasta olacağı bir geleceği “sağlık 2.0” diye allayıp pulluyorlar. Popüler bilim yayınları iyimser gelecek öngörüsünden geçilmiyor. Bu bilimsel falcılar eski çağlarda firavunların din adamlarının gördüğü işi görüyorlar: Sömürüye rıza üretiyorlar. Halkın kültüründe mesihçilik gibi bir bileşen varsa işleri çok daha kolaylaşıyor.

Kuran’da mesihçiliğe ve yersiz iyimserliğe yer olmadığı gibi muhataplar kötüleşen koşullara karşı sık sık uyarılıyorlar. Örtücülerin düşledikleri kurtarıcılar hiçbir zaman gelmeyecekler çünkü çoktan geldiler ve gittiler.

Tasavvuf

Yeni Ahit’te bazı bölümler var ki popüler tasavvufun öğütlediği bireyciliğe tam bir uyum içinde, edilgen, pısırık, boyu eğici, kaderci bir yaşam öğütlüyor görünüyor.

Matta 5/39 Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.

Romalılar 8/36 Yazılmış olduğu gibi: “Senin uğruna bütün gün öldürülüyoruz, kasaplık koyun sayılıyoruz.”

Bunlar Kuran’ın öğrettiğine bütünüyle terstir.[136] Bunun yanı sıra elimizdeki bozuk Tevrat’a bile terstir. İsa’nın böyle bir şey öğretmiş olmasına olanak yoktur. Bu metinlerin nasıl bu hale geldiği ayrı bir konudur. Çeviri hatası mıdır, tahrif midir, konumuz açımızdan sonucu değiştirmeyecek. Şurası kesin ki İncil’in bu öğretisi bugün şiddet karşıtlığı politik gündemine dayanak yapılıyor. Dindar Hristiyanlar her hümanist doğru gibi ikiyüzlü bir ahlaki ilke olan şiddetsizliğe karşı koyamıyorlar çünkü bunları İsa’nın söylememiş olabileceğini, İsa’nın öbür söyledikleriyle[137] ve Tevrat’la çeliştiğini kendilerine itiraf edemiyorlar. Böylece hümanistler tanrıcıları, sermayeciler yoksulları, güçlüler zayıfları dövüp dururlarken dayağı yiyenlere şiddete başvurmamaları öğütleniyor. Kuran’da şiddet ve şiddetsizlik diye bir ahlaki ayrım yoktur. Kötülüğe iyilikle karşılık verme buyruğu vardır ki bu öbür yanağı çevirmekten çok uzaktır.[138]

Romalılar 7/22-23 İç varlığımda Tanrı’nın Yasası’ndan zevk alıyorum. Ama bedenimin üyelerinde bambaşka bir yasa görüyorum. Bu da aklımın onayladığı yasaya karşı savaşıyor ve beni bedenimin üyelerindeki günah yasasına tutsak ediyor.

Romalılar 8/4-5 Öyle ki, Yasa’nın gereği, benliğe göre değil, Ruh’a göre yaşayan bizlerde yerine gelsin. Benliğe uyanlar benlikle ilgili, Ruh’a uyanlarsa Ruh’la ilgili işleri düşünürler. Benliğe dayanan düşünce ölüm, Ruh’a dayanan düşünceyse yaşam ve esenliktir. Çünkü benliğe dayanan düşünce Tanrı’ya düşmandır; Tanrı’nın Yasası’na boyun eğmez, eğemez de… Benliğin denetiminde olanlar Tanrı’yı hoşnut edemezler. Ne var ki, Tanrı’nın Ruhu içinizde yaşıyorsa, benliğin değil, Ruh’un denetimindesiniz. Ama içinde Mesih’in Ruhu olmayan kişi Mesih’in değildir.

Pavlus’un mektuplarından alınan bu bölümlerde havarilerin dilinden (büyük olasılıkla Aramice) Yunancaya çeviri hatasıyla Pavlus’un uydurmaları iç içe geçmiş olabilir. Bunun üstüne bir de Türkçeye çeviri sakarlığı ekleniyor. Türkçedeki ruh sözcüğü, Kuran’daki ruh sözcüğünden farklıdır. Buradaki ruh sözcüğünün kökenini ise kesin olarak bilmiyoruz. Dolayısıyla karşımıza son derece yanıltıcı bir ruh-beden ayrılığı tablosu çıkıyor. Bu, tam olarak tasavvufun, üstelik en yoz biçiminin yaptığı ayrımdır ve Kuran’a terstir. Hristiyanlığın yayıldığı dönemde Ortadoğu’da yaygın olan Mani dininde çilecilik belirgindir. Etkilemiş olması olasıdır.

Yuhanna 12/31 “Bu dünya şimdi yargılanıyor. Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak.

Yuhanna 18/36 İsa, “Benim krallığım bu dünyadan değildir” diye karşılık verdi.

Burada kast ettiği egemen kişi şeytandır. Biz Kuran’dan biliyoruz ki şeytan yeryüzüne egemen falan değildir. Buradaki dünyadan kasıt bayağı ve aşağılık yaşam olmalıdır. Yakup 4/4’te “dünyayla dost olmayın” ve 1.Yuhanna 2’de “dünyaya ait şeyleri sevmeyin” diye çevrilen sözcükle Vahiy Kitabı bölümlerinde “dünya krallığı” diye çevrilen Yunanca sözcükler farklıdır. Bu Türkçe ve İngilizce çevirilere yansıyan bir hatadır. Bununla birlikte bu örneklerin çoğunda evren anlamına gelen kozmo sözcüğü kullanılıyor. Bu sözcüğün bir yanlış anlama olması olasıdır çünkü Kuran’da “bayağı” anlamında kullanılan ve saplanılmaması gerekeni anlatan dunya sözcüğüne yakın bir sözcüğün kullanılması gerekirdi. Dikkatsiz bir okumayla bu metin “ölüm öncesi yaşam” olarak bildiğimiz şeyi bütünüyle terk etmeyi, yani çileci bir yaşamı öğütlüyor gibi görünüyor. Böylece iyi niyetli bir okumayla bambaşka şeylerden söz ediyor olması gerektiğini düşünmemiz gereken bir metin, manastır yaşamını öğütleyen bir metne dönüşüyor. Oysa İsa’nın orijinal Tevrat’ın anlattığından farklı bir şey anlatmaması gerekirdi. Pavlus’un da eğer gerçekten İsa’nın yolunda ise ondan farklı bir şey anlatmaması gerekirdi. Gel gör ki çilecilik gerek manastır yaşamı biçiminde gerekse halkın içinde din adamlığı biçiminde Hristiyanlığın bir parçası olmuştur. Bunda birincisi bu metinlerdeki bozukluğun, ikinci olarak da art niyetli veya hatalı yorumun etkisi olmadığını düşünemeyiz.

Beri yana, tasavvufa baktığımızda aynı şablonu görüyoruz. Oysa elimizde eksiltilmemiş, artırılmamış bir Kuran metni var ama art niyetli veya hatalı yorum burada da var. Arapçada dunya gezegen anlamına gelmiyor ama Kuran’da o anlama geliyormuş gibi yorumlanıyor. Erken dönem “tasavvufçuların” içinde hiç mümin ve bilge kişiler olmadığını söylemek ölçüsüzlük olur. Ama bugün tasavvuf diye önümüze konan şeyin Kuran metniyle ilgisi kalmamış durumda. Ama gördüğümüz gibi Yeni Ahit ile uyum içinde. Bu yüzden tasavvuf, başka konularda da yapıldığı gibi, altta kalmış kalabalıklarda tepedeki firavunların sömürüsüne rıza yaratma oyununun bir aygıtı olmuştur. Tasavvufun İslam’a karşıtlığını ve Hristiyanlığa yakınlığını dışarıdan bakan bir göz şöyle saptamış:

“Yaklaşık iki yüz yıl önce İngiliz müsteşrikler Doğu’yu anlamalarını belirgin olarak değiştiren şaşırtıcı bir dinsel olgu keşfettiler. […] ‘Doğu’nun tarihsel ve yazınsal çalışmalarında bu bilginler Muhammed’i izleyenlerle ilişkili olan gizemci bir din biçimi üzerine yorum yapmaya başladılar. Cami ve minare olan her yerde bu ‘Sofiler’e rastlanıyordu ama yüz yıl önce bütün Hristiyan Avrupa’yı ele geçireyazmış olan ve nefret edilen Osmanlı Türklerinden çok daha ilgi çekiciydiler. Bu Sofiler şarap kasideleri yazan şairlerdi, bunu hiçbir dindar ‘Muhammedî’ yapmazdı. Dahası, müziği, dansı ve aşkı seviyorlardı ve Kuran’ı küçük düşüren cüretli bildirilerde bulunuyorlardı. Malcolm ve Jones bunları Arap peygamberin sert diniyle pek ilgisi olmayan özgür düşünürler olarak gördüler. Gerçek Hristiyanlığa, Yunan felsefesine ve Hint Vedanta’sının gizemci kuramlarına çok daha yakın olduklarını savladılar.”[139]

Müslüman olmuş veya İslam’a yakınlık duyuyor görünen Yahudilerin çoğunlukla “tasavvuf mezhebini” seçmeleri rastlantı olmasa gerek. “Bütün dinlerin bir sömürü olduğunu” söylemek de bu aldatmacanın bir parçasıdır! Doğrusunu eğrisinden ayırmayanlar bunun cezasını çektiler ve çekecekler.

Yahudi Soykırımı

Türk çocuğu ve Müslüman halklar İkinci Dünya Savaşı’nın gerçeğini öğrenmekten yasaklanmıştır çünkü İsrailoğulları basın-yayını ellerinde tutar. İsrailoğullarının kutsal kitabında soykırım aşağı, soykırım yukarıdır.[140] Her gün bu kitabı okuyan, her yıl soykırımın bayramını yapan birinin zihni sürekli kendi üstün soyunun kırılması veya başkalarının soyunu kırma olasılığıyla meşguldür. Sözde soykırım için kullanılan “holokost” sözcüğünü Yahudiler kendileri seçmişlerdir, büyük harfle başlatırlar ve sözcüğü başka hiçbir olay için kullanmayarak kendilerine özgülerler. Bu, Eski Ahit’in Yunanca çevirisi olan Septuagint’te “yakmalık sunu” anlamına gelen Yunanca sözcüktür.[141] Tapınak’ta Yehova’ya verilen hayvan kurbanları anlatır. Öne sürülen olay için bu sözcüğün seçilmesi Yahudilerde var olan kurban kompleksinin belirtisidir. “Fırınlarda yakılma” masalının kaynağı bile kutsal kitaplarıdır:

Daniel 3/5-21 Kral Nebukadnessar’ın dikmiş olduğu altın heykele tapınacaksınız. Her kim yere kapanıp tapınmazsa hemen kızgın fırına atılacaktır.” […] Sonra ordusundaki bazı güçlü askerlere Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed-Nego’yu bağlayıp kızgın fırına atmalarını buyurdu. Böylece bu kişiler, şalvarları, kaftanları, sarıkları ve öbür giysileriyle birlikte bağlanıp kızgın fırına atıldılar.

“Altı milyon” gibi akıl almaz ve her türlü lojistik ve matematiksel ölçüyü paramparça eden bir sayının birinci kaynağı Eski Ahit’tir:

Hakimler 15/15 Şimşon yeni ölmüş bir eşeğin çene kemiğini eline alıp bununla bin kişiyi öldürdü.

Hakimler 20/2 Tanrı halkı İsrail’in bütün oymak önderleri bu toplantıda hazır bulundular. Eli kılıç tutan dört yüz bin yayaydılar.

Hakimler 2 sam24/9 Yoav sayımın sonucunu krala bildirdi: İsrail’de kılıç kuşanabilen sekiz yüz bin, Yahuda’daysa beş yüz bin kişi vardı.

1kral20/27-29 Ülkeyi dolduran Aramlıların karşısında İsrailliler iki küçük oğlak sürüsü gibi kalıyordu. […] İsrailliler bir gün içinde yüz bin Aramlı yaya asker öldürdü.

Bu sayıların gerçekliğinin olanaksız olduğunu Yahudi ve Hristiyan Kitabımukaddes ve tarih uzmanları kabul ediyorlar. Abartılı sayıların ikinci kaynağı ise iki numaralı kutsal kitapları olan Talmud’dur:

“Babil Kralı Buhtunnasr 211000 [Yahudi] öldürdü. Yalnızca Kudüs’te bir taşla 94000 [Yahudi] öldürdü. […] “Kral Canay’ın Kral Dağı’nda 60000 şehri vardı ve her birinin nüfusu Mısır’dan Çıkış nüfusu kadardı [600000]. […] [Roma] İmparatoru Hadrian, İskenderiye’de 600000 ve bir 600000 daha [Yahudi] öldürdü, Mısır’dan Çıkış nüfusunun iki katı kadar. […] İmparator Vespasian, Beitar’da 4000000 [Yahudi] öldürdü. Kimisi 40000000 olduğunu söylüyor.”[142]

Ayrıca aynı sayfada Talmud hahamları bu sayıların abartılı olduğunu ileri süren bir kişiye sayıların doğru ve makul olduğu yanıtını veriyorlar. Tevrat’ın Yaratılış kitabında Yehova, İbrahim başta olmak üzere peygamberlere sık sık “soylarını gökteki yıldız kadar çoğaltma” vaadinde bulunuyor. Tevrat’ta “kutsamak” sözcüğünün parayı ve nüfusu çoğaltmak için kullanıldığını anımsayın. Belli ki o çağların İsrailoğullarında çoklukla ilgili bir saplantı var. Bunun yanında dikkatimizi çeken altı yüz bin sayısını içeren Tevrat’tan örnekler de var:

Çıkış 12/37 İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle yaya olarak Ramses’ten Sukkot’a doğru yola çıktılar.

Mısır’dan çıkıp Filistin’e göç eden kalabalığın yalnızca erkekleri bu kadar. Toplam nüfusun iki milyon dolayında olması gerekir ki bu kadar kalabalık olamayacaklarını tarihçiler de söylüyorlar. İbn Haldun da Mukaddime’sinde bu sayının olanaksız olduğunu söylüyor, aklı başında herkes gibi. Çıkış 38/26, Çölde Sayım 1/46, 26/51 ve 31/32 bölümlerinde yinelendiği için altı yüz binin özel bir sayı olduğunun işaretlerini alıyoruz. Nitekim İkinci Dünya Savaşı’ndan çok önceki yıllarda Amerikan gazete arşivlerinde yapacağımız kısa bir tarama, “altı milyon Yahudi” kalıbının sanki sözleşilmiş gibi defalarca kullanıldığını ortaya çıkarıyor. Yahudi kültüründe ve Kabala’da altı sayısına büyülü bir özellik ve tılsım yakıştırıldığı biliniyor.

Bu “dinsel” verileri tarihsel ve bilimsel verilerle birleştirmek size kalmış. Sekülerlik masalına kanan tarihçiler bunu yapmazlar. Soykırım anlatısı Yahudilik dininin bir parçası olmuş durumdadır. Yıllık soykırım anmaları, Yahudilerin yıllık dinî günlerinden ayırt edilemez hale gelmiştir. Burada okuduğunuz türden yorumlara Yahudilerin verdikleri saldırgan ve uzlaşmaz tepki, dinlerine “sövenlere” verdikleri tepkinin aynısıdır. Çünkü zaten soykırım anlatısı bir olgudan değil onların mitolojilerinin bağrından doğmuştur.

Yunan ve Roma Tanrıları Yaşıyor

Modernizm Batı icadıdır. Modernizmin panteonunda yer alan sekülerlik, hümanizm, insan hakları, eşitlik gibi tanrılar Batı Aydınlanması’yla doğmuştur. Batı Aydınlanması’nı Rönesans’ın hazırladığı söylenir. Rönesans ise Avrupalıların çoktanrıcı Yunan ve Roma’nın eserlerini okumaya başlamasıyla gelişmiştir. Özellikle 19.yy’da Batı’da Yunan ve Roma kültürü özentisiyle birlikte tanrıların adları her şeye verilmeye, hatta resim ve heykelleri üretilmeye başlanmıştır. Örnek vermek gerekirse adliyelerde gördüğümüz elinde terazi tutan teyzenin kökeni Roma’nın Justitia veya Yunan’ın Temis veya Dike tanrısıdır. Yirminci Yüzyıl’da gelindiğinde bu akım kültürel alanda sönmüştür sönmesine ama bu kez kapitalizm devreye girmiş ve çoktan unutulmuş bu tanrıları hortlatmıştır. Kelimenin tam anlamıyla hortlatmıştır ki “Doğa Ana”dan söz eden Türk çocukları yetişmiştir. Bu süreci Kitabımukaddes’e borçluyuz. Çünkü Kitabımukaddes zayıf ve insansı, çocuk edinen tanrı fikrini veya birden çok tanrı fikrini Batılının kafasına işlemiştir. Bu yeniyi o eskinin üzerine inşa etmek kolaydır.

Türk malı Venüs telefon ve Venüs ayakkabı, adını güzelliğine ve çekiciliğine direnilemeyen Roma tanrısından alır. Kadıköy’deki Tike lokantası adını ilk çağ İstanbul’unun yazgı tanrısından alır. Roma’da Fortuna adını da alır ki bu adı da pek çok markadan bilirsiniz. Koç Holding’in şirketlerinden Otokar’ın ürettiği Atlas kamyonun adı harita albümlerinden değil, Yunan yarı-tanrısından gelir. Ibis otel zinciri adını pagan tanrısından alır. Kibele, İştar gibi adların marka veya işletme adı olarak seçilir olması ülkemizin “sekülerlik” adı altında Kitabımukaddes kültürüne teslim olduğunun işaretidir. Hepsiburada veya Gittigidiyor gibi ürün türlülüğü bol olan bir Türk sitesi açın, ayrı bir sekmede Yunan ve Roma tanrıları listesini açın ve tanrı adlarını tek tek aratın. Gelen sonuçlar sizi düşündürmüyorsa artık ne düşündürür bilemiyorum. Gavurda bu durum elbette daha belirgindir. Spor giyim markası Nike adını Yunan tanrısından alır. Yine bir başka Yunan tanrısının adı olan Victoria/Viktorya, kumaş boyası başta olmak üzere yüzlerce ürüne ve şirkete ad konmuştur. Uluslararası dev yayın şirketi Brill’in logosunda açıkça okunan sloganı: “Tuta sub aegide pallas.” “Pallas’ın/Atena’nın himayesinde güvende”. Yunan tanrısı Pallas, Citroen’in DS model yelpazesinin bir modeline de ad olmuştur. Gerçi DS modeli “dees” diye, Fransızca tanrıça sözcüğüyle aynı okunur. Araba markaları Mercury ve Saturn adlarını Yunan ve Roma tanrılarından alır. Gerçi gezegen ve uydu adlarının hepsi Yunan ve Roma tanrılarından gelir… Bunları keşfeden ayrı ayrı astronomlar ilginç bir biçimde Yunan tanrılarının adlarını önermişler veya “bilim camiasınca” bu adlar yeğlenmiştir. Gezegenler göktedir. Tıpkı yoz kültürlerin ve Kitabımukaddes’in tanrılarının gökte olması gibi. Ansiklopedilere göre Merkür, Venüs, Mars ve Jüpiter’in adını Romalılar koymuştur. Seküler modern bilim adamları buna itiraz etmemiş ve olmadığını söyledikleri tanrıların adlarını koymayı sürdürmüşlerdir. Çocuk ve kadın mitoloji kişiliklerinin adlarını da çoğunlukla aile reislerinin çevresinde dönen uydulara yakıştırmışlardır.

Dünyanın en büyük organik tarım sertifika kuruluşu Demeter International adını Yunan doğa, bereket, tarım, toprak tanrısı Demeter’den alır. Yunan ve Roma tanrılarının listesini açın, her birinin şirketlere ve ürünlere verildiğini görürsünüz. “Doğa Ana” veya “Tabiat Ana” adı hemen her çoktanrıcı toplumda bulunan göktanrı-yertanrı ikilisinden biridir ve çocuklara yönelik olan yayınlar ve ürünler de dahil olmak üzere bu “Müslüman” ülkede pek çok yerde karşınıza çıkar. Bunlar şaka değildir, abartma da değildir. Dinler tarihini dikkatli okuyan herkes eski toplumlara ait tanrıların sonraki toplumlarda dirilmesinin sık yinelenen bir örüntü olduğunu görebilir. “Korkmayın geri zekalı gericiler, biz bunlara tapmıyoruz, yalnızca havalı oldukları için bu adları kullanıyoruz” diyerek bu yola çıkarlar. Bir iki kuşak sonra bir bakarsınız bu tanrılar veya onlardan türemiş yeni tanrıcıklar çağrılıyor. Hep böyle olmuştur. Bu tanrıları çağıracak olan torunlar bugün yetişiyorlar. Ahirada bizim torunlarımızın onlardan olmaması için bugünden bir şeyler yapıyor olmamız gerekiyor, değil mi?

Tosun Paşa’daki Gulyabani’nin heykelini yapıp denize batırsak nasıl olur? “Bilimin ve aklın ışığında ilerleyen” bir topluma yakışmaz mı yoksa?[143]

Her Yerde Tevrat ve İncil Dizeleri

Modern Türk kültürüne geçmiş kimi kalıplar Kitabımukaddes kaynaklıdır. “Göze göz, dişe diş” sözü Tevrat, Levililer 24/20 ve Çıkış 24/24’ten alıntıdır. “Gerçek özgürleştirir” sözü Yuhanna İncili’nin 8/32’sinden gelir ve Kuran’da bir karşılığı yoktur. “Günah keçisi” sözü Tevrat’ın Levililer 4/22-31, 16/5-10,20-22 bölümlerinden kaynaklanır. Bir Türk deyimi değildir, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler dilimize sokmuştur. “Mahşerin dört atlısı” deyimi Yeni Ahit, Vahiy 6/1-8 kaynaklıdır. “Güneşin altında yeni bir şey yok” deyimi yaşama kahreden birinin kaleminden çıkmış olan Vaiz 1/9’dan gelir ve bize yabancıdır. “Cehalet mutluluktur” sözü Eski Ahit, Vaiz 1/18’den esinlenilmiş ve son biçimini Kitabımukaddes dışında Papa Clementine kitaplarında bulmuştur. “Sezar’ın hakkı Sezar’a” deyiminin kaynağı İncil’in Matta 22, Markos 12, Luka 20 bölümleridir ve kimi cahil Türk’ün sandığı gibi adaletle hiçbir ilgisi yoktur, sekülerliği ve laikliği anlatır.

Ölen için “nur içinde yatsın” veya aynı anlamdaki “ışıkla kalsın” demek Hristiyan dileklerini çağrıştırır.[144] Ölenler için geleneksel bir Katolik duası “sonsuz ışık altında dinlensinler” diye bitiyor.[145] Işıktan bir ölüm sonrası ödülüymüş gibi söz edilmesine karşılık Kuran’da ışık, kulun yaşarken edinmesi gereken bir şey olarak anlatılıyor. “Huzur içinde yat” veya “rahat uyu” bir Yahudi-Hristiyan deyişidir, Türklere ait değildir, Kuran’ın ölümle ilgili bildirdiği hiçbir şeyle uyumlu değildir.[146]

Feministlerin gerek rumuz, gerekse dergi, site, ticari ürün gibi şeylere severek ad yaptıkları Lilith ve Jezebel adları Kitabımukaddes kaynaklıdır.[147] Bu adları seçme nedenleri bunların ayartıcı, isyankar, bozguncu ve günahkar kadınlar olmasıdır. Türkiye’deki bütün feministler hem Türk tarihi hem de Batı kültürü konusunda cahildir. Sekülerlik zokasını midelerine kadar yutmuşlardır.

TRT Müzik kanalının “içindeki sese kulak ver” adlı kısa tanıtım filmlerinden biri “önce ses vardı” sözüyle başlıyor. Bu Yuhanna İncil’inin ilk dizesine bir göndermedir. TRT’nin yabancı veya gayrimüslim reklamcılarla çalışması bir şey, bu reklamcıların karşılarındaki halka böyle seslenmeleri başka bir şey. Bunlar CHP değil, AKP Türkiye’sinde oluyor.

300 Spartalı (2006) filmi çizgi roman uyarlamasıdır. Çizgi roman yazarı büyük olasılıkla Eski Ahit’in Hakimler kitabının 6 ve 7 bölümlerinde Saul’un sayılamayacak kadar büyük Filistinli ordusuna 300 askerle üstün gelmesinden esinlenmiştir:

Hakimler 7/7 Rab Gidyon’a, “Sizi diliyle su içen üç yüz kişinin eliyle kurtaracağım” dedi, “Midyanlılar’ı senin eline teslim edeceğim. Öbürleri yerlerine dönsün.”

Çizgi roman ve filmlerde karşımıza sık çıkan Lucifer, Hades, Golgotha, Demonia adlarının kaynağı Kitabımukaddes’tir.[148]

Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım romanının adı Mezmur 137’den gelir.[149]

Şimdi çevrenize bakın ve nerede Kuran ayetine gönderme yapan bir kalıp, deyim, kavram veya adlandırma gördüğünüzü veya duyduğunuzu hatırlamaya çalışın. Hatırlayamadığınız gibi sloganlaştırılmış pek çok hadis aklınıza gelecek.

Aşağıda bir İmam Hatip okulunda dağıtılmış görünen bir broşür görüyorsunuz. Allah’ın Kuran’daki adlarından biri olan Vedud’un yanına İncil’den dizeler ve Kitabımukaddes ahlakının ilkeleri yazılmış. Elbette kaynak gösterilmemiş çünkü broşürü yapan şaşkın büyük olasılıkla kendisi de bilmiyor. Sevgiden bir özneymiş gibi söz edilmesi İncil’i çağrıştırıyor. “Sevgi kıskanç değildir” bölümü 1.Korintliler 13/4’den, “özgürlüğe” yapılan gönderme Yuhanna 8/32’dendir. “Değerler” sözcüğü de Müslüman kültürüne yabancıdır ve hümanist ahlakın bir terimidir. Mevlana’dan yapılan bir cümlelik alıntılar da bunun gibidir. Bu tür içi boş slogan derlemelerine iyi bakın. Bir tutam gerçekle karıştırılmış biçimde gerçekdışına maruz bırakılıyor, İslam kılığında Kitabımukaddes yediriliyor olabilirsiniz.[150]

Markalar

Genesis markalı ürünlerin hepsi de Kitabımukaddes’in yaşayan kalıntısıdır. Başlangıç anlamındaki Yunanca bu sözcük, Kitabımukaddes’in ilk kitabının adı olmasaydı unutulup gidecekti ve yerine güncel Avrupa dillerindeki karşılığı kullanılacaktı.

Apple şirketinin adı yasak elmadan gelir. Adında yasak elmanın veya yasak meyvenin herhangi bir dildeki çevirisini içeren bütün markaları bu listeye ekleyebiliriz. Kuran’da yasak olan elma veya meyve değil ağaçtır. Ağaç (şecere) sözcüğünü Kuran’da izlersek bunun ilk bakışta göründüğünden daha büyük bir fark olduğu belli olur.

Son yıllarda Türkiye piyasasına giren Sephora kozmetik markası adını Musa’nın karısının Tevrat’taki adından alır. Türk kadınları kendilerinden nefret ettikleri için “Hatice” veya “Ayşe” markalı kozmetik kullanmazlar elbette.

Goliath markalı her şey adını Tevrat’taki karakterden alır. Kuran’ı okuyan ve bilen bir toplumda ille bu öyküye gönderme yapılacaksa Calud adının kullanılması gerekirdi. Davut ve Calud göndermesi Batı kültüründe çok yoğundur. Ateistler bile bu adları kullanmaktan çekinmezler.[151] Asıl sorun bunların ahlaki olmayan bağlamda kullanılmasıdır. Sözgelimi büyük şirketlere üstün gelen yeni kurulmuş küçük şirkete “Davut” deyiverirler. Oysa ikisi de aynı dini, aynı ahlakı izler. Ortada bir haklılık kavgası yoktur. Filmler ve kitaplar bu türlü içi boşaltılmış göndermelerle insanları aptallaştırırken ahlaksızlaştırıyor.

Samsonite çantaları adını Eski Ahit’in güçlü kahramanı Şimşon’dan alır.[152]

Adında Babil geçen markaların çoğu Tevrat’taki Babil Kulesi’ne gönderme yapar. Babelfish çeviri yazılımı, Babel dilbilim dergisi, Türkiye’deki Babil kitapevi, Babylon gece kulübü, Babel (2006) filmi seküler görünen ürünler olmalarına rağmen bu adı seçerek Tevrat’ın öyküsünü doğrularlar.

Stephen King Romanları

Ben roman okuru değilim. Hele Stephen King gibi çöpü vaktim olsa bile okumam. Ama film uyarlamalarından, kitap özetlerinden ve çokça konuşulmasından bu romanların içeriğinde bolca dinsel gönderme olduğunu anlıyorum. Örneğin Devil romanındaki şeytan Kitabımukaddes’te anlatılan şeytandır, Kuran’da anlatılan değil.[153] Kitaplarda ölmüşlerin ruhları, ruh edinerek cana bürünen cansız nesneler, hayalet, ecinni (demon) figürleri çokça yer kaplıyor. Hepsi de Kitabımukaddes kültürünün öğeleridir ve bunlar Kuran’ı ayakta tutan bir toplumda asla rağbet bulmayacak, gülünüp geçilecek masallardır.

Eski Ahit’in Eyüp kitabında Eyüp’ün koyunlarını yok eden Kitabımukaddes şeytanının Kuran’ın İblis’inden farklı olarak eyleyici, oldurucu, nesneye yönelici gücü vardır.[154] Boynuzlu ve eli mızraklı olarak resmedilmesi de bunu anlatır. Kurgu edebiyatında şeytana “Karanlıklar Prensi” denmesi Maniheizm ve Mecusilik gibi dinlerde şeytana yakıştırılan egemenliğin, yönetimde ortaklığın sonucudur. Şeytan, “kralın” yanında küçük egemen olmuştur. Dolayısıyla Kuran’ın İblis’inden farklı olarak bayağı, duyusal, bedensel bir ürperti kaynağı olabilmiştir. Korku türündeki kurgu eserleri de bunun üzerine inşa edilmiştir. Şeytanın çoğu kez Yunan Pan figürü biçiminde keçi boynuzlu ve keçi bacaklı çizildiğine dikkat edin. Tevrat’ın günah keçisiyle akrabadır. Kitabımukaddes’in Ortadoğu, Yunan ve Roma pagan kültürünün etkisinde kaldığını bilen Batılı bilimadamı çoktur. Ama eğrisiyle doğrusunu ayırmaya çalışanı yok gibidir. Kitabımukaddes’in saçmalıklarını göstererek hem onun içindeki hakiki özü hem de “din” kategorisinde saydırabildikleri yeryüzünün bütün eski öğretilerini (başta Kuran olmak üzere) çöpe atar, böylece dev bir korkuluk safsatası yaparlar.

Eyleyici, oldurucu, elleri olan, nesneye hükmedebilen şeytan inancı bugünün modern, “ileri, aklın ve bilimin ışığında yürüyen” toplumunda ad değiştirerek yaşamayı sürdürüyor. “Cinler periler şeytanlar” (demon) yerine “negatif enerji”, “negatif titreşim” veya “negatif elektrik” (ing. negative vibrations) adlandırması tıpkı “Tanrı” yerine “uzaylılar” denmesi gibi bir adlandırma oyunudur. Geri kafalı görünmek istemeyen yeni adı kullanır. Fiziksel terimler kullanılması bilimsellik tınısı vermekten fazlasını yapmaz. Ortada fiziksel anlamda ne enerji, ne titreşim ne de elektrik vardır.

Kafka

Kafka bugün hak etmediği abartılı bir ilgi gören bir Yahudi yazardır. Okur sayısının Türkiye’de bile fazla olması nedeniyle kısa bir değerlendirme yapmaya değer. En bilinen iki romanından biri olan Dava’nın kahramanı neyle suçlandığını bilmez. Bu, Eski Ahit’i aklına yatıramayan, Tanrı’yla kavgalı olan bir Yahudi’nin var olmayı kendisi seçmemesine rağmen kendisine yüklenen kulluk sorumluluğunu haksız, yaşamı anlamsız bulmasının mecazıdır. Onu suçlayan kişi de kendini göstermez. Bu, Yehova’nın kendini gizlemesinin mecazıdır. Duruşma saatinin tam belli olmaması insanın öleceği ve kendini duruşmada bulacağı anı bilmemesinin mecazıdır. Yargılanan kahraman “insanın suçlu olamayacağını” söylerken kötü olma yetisini insana verenin Tanrı olmasına, bir başka deyişle “kötülük sorununa” gönderme yapar. Müşterisinin avukat Huld’a kul köle olması, insanı Tanrı karşısında savunacağı sanılan din adamlarına veya şefaatçilere edilen boşuna hizmeti anımsatır. Kafka romanı yazmadan önce filozof Martin Buber’e haksızlık edici tanrı anlatısını içeren bölümlerden biri olan Mezmur 82’yi sormuştur.[155] İnsanın ne yaparsa yapsın Yehova’nın gözünde suçlu olacağı korkusunun temeli Eski Ahit’in babanın suçunu oğlundan soran, adil olmayan, güven vermeyen, fevri, insansı tanrısıdır. Hristiyanlar bu tanrıdan kısmen kurtulmuşlardır ama kurtulmalarını sağlayan mitoloji de çelişkilidir. Romanın dinsel bir niteliği olduğunu düşünen çok kişi yoktur ama bunca benzerlik ilginç bir rastlantı olamaz.

Film Adları

Bunlar yazmakla bitmez. Yeni filmleri bilmiyorum. Netflix benzeri yayınlarla hiç ilgim yok ama baksam çok şey bulacağıma eminim. Örnekler eskilerden olacak. Bu filmler “dinsel içerikli” değildir. Bizde bazen tuhaf biçimde “İslami film” olarak anılan bir kategori vardır. Bu filmlerin o türlü bir içeriği yoktur. Zaten konumuz da tam olarak budur. Yani Batı kaynaklı olup “seküler” sanılan söz ve eylem içeriğinin aslında basbayağı dinsel olmasıdır.

Zülfü Livaneli’nin “Yer Demir, Gök Bakır” filminin adı Tevrat’ın Levililer 26/19 ve Yasanın Tekrarı 28/23 bölümlerinden gelir. Niye bilmiyorum, kendisine sormalı.

TRT’de 1990’lu yıllarda oynayan “Hayat Ağacı” dizisinin adı Tevrat’ın Yaratılış 2 ve 3 bölümlerinden gelir. Yasak ağacın adı hayat ağacıdır. Yani Tevrat mitolojisinde tanrıların insanlara yasakladıkları aslında iyi bir şeydir. Dizinin orijinal adı Generations olduğu halde TRT’cilerin neden böyle bir ad yakıştırdıkları merak konusudur. Ya kendi kültürüne müthiş yabancı kişilerdi ya da bilerek örtülü bir Kitabımukaddes göndermesi yapmak istediler. TRT televizyon kanalının kurulmasından bugüne dek yapılan planlı ve apaçık Batılı ahlak aşılaması nice ibretlere gebedir ve hâlâ ciddi olarak incelenmemiştir.

Ve Tanrı Kadını Yarattı (1956) filminin ve genel olarak “ve X Y’yi yarattı” kalıbının kaynağı Tevrat’ın Yaratılış kitabında 1/21-27 arasında yinelenen “ve Tanrı … yarattı” cümleleridir. Örnek: “Ve Steve Jobs Apple’ı Yarattı” kitabı. İnsanların tanrıya benzetilmesi Batılı kültürde normaldir çünkü onlar he denli seküler görünürlerse görünsünler tanrının insanı “kendi suretinde” yarattığına inanıyorlar.

Underworld (2003) (Karanlıklar Ülkesi) filminin konusu ve adı Kitabımukaddes’te geçen ve Yunan mitolojisinden alınmış olan Hades’ten yani ölülerin geçici olarak kaldıkları (ve “kabir azabı” çektikleri) yeraltı dünyasından gelir.

Abyss (1989) filminin adı Kitabımukaddes’in Yunancasından gelir ve derin deniz veya derin çukur anlamına gelir.[156] Genesis sözcüğüne benzer olarak, sözcüğün güncel Batı dillerinde karşılığı olmasına rağmen modern zamanlarda kullanılmayı sürdürmesinin nedeni günahkarların kabir veya cehennem azabı çekecekleri yer olarak Kitabımukaddes’ten iyi bilinmesidir.

Chariots of Fire (1981) (Ateş Arabaları) filminin adı 2.Krallar 2/1 bölümünden gelir.

Yeni ölmüş kişileri diriltme amaçlı bir bilim projesini konu edinen Lazarus Effect (2015), adını Yuhanna İncili 11-12’de öldükten sonra diriltilen adamın adından alır.

Jacobs Ladder (1990) filminde Yakup’un merdivenine veya Kitabımukaddes’e doğrudan hiçbir gönderme yoktur. Bağlantı ancak alt metni okuyunca ortaya çıkabiliyor.

Arnold Schwarzenneger’in The Sixth Day (2000) (Altıncı Gün) filminin adı Tevrat’ta geçen “altı günde yaratma” öyküsünden gelir. Aşağıda Takvim başlığına bkz.

Salt of The Earth (1954, 2004) (Yeryüzünün Tuzu) filmlerinin adı İncil’in Matta 5/13 bölümünden gelir.

ABD’nin Irak işgali sırasında geçen bir öyküyü anlatan ve içeriğinde doğrudan “dinsel” bir şey bulunamayan Three Kings (1999) (Üç Kral) filminin adı “Biz Üç Kral” adlı Hristiyan ilahisinden gelir.[157] Filmin bir sahnesinde askerlerden biri ilahiye gönderme yaparak “biz üç kral, altınları çalıyoruz” diyor. Türk izleyici anlamıyor…

A Scanner Darkly (2006) filminin ve temel aldığı romanın adı 1.Korintliler 13/12 bölümünün Kral James çevirisinde bulunan “through a glass darkly” ifadesinden gelir.[158]

Leonardo DiCaprio’nun sunduğu 2007 yapımı The 11th Hour çevre belgeselinin adı İncil, Matta 20’de geçer ve iş işten geçmeden önceki son saat anlamına gelir. Çok sayıda film, dizi, kitap, şarkı aynı adı taşır ve bunların çoğu “dinsel” içerikli değildir.

Adında “Revelations” taşıyan filmler, sözcük aynı zamanda “vahiy” anlamına geldiği için dinsel gönderme içerir.

Pek çok televizyon dizisinin bölüm adları Kitabımukaddes kişilerine, kavramlarına ve öykülerine gönderme içerir.

Şarkı Sözleri

1980’lerde ünlü olan Mr.Mr. pop grubunun çok dinlenen şarkılardan “Kyrie”nin adı Latince söylenen bir Hristiyan duasından gelir; “estağfurullah”a yakın bir anlamı vardır. Türkiye’de bu şarkıyı dinleyen on binlerce gençten kaçı bunun farkındaydı, merak ederim.

Rak ve metal müziğe şöyle bir dokunup geçeceğim. Özellikle metal müzik baştan sonra dinseldir, yazmakla bitmez. Yalnızca şarkı sözüne ve imgelere bakacak olsak kendimizi kilisede gibi hissederiz. Ama tersten. Çünkü kilisenin yücelttiği her şeye iyisini kötüsünü ayırt etmeden söverler. “Hristiyan metal” diye ayrı bir tür ortaya çıkmış olması modaya uyan bir dindarlık gösterisi değil, buna bir tepkidir. Ezginin saf ve masum çekiciliğine kendilerini kaptırarak güfte kanalıyla ahlaksızlaştırılan gençliğe alternatif göstermeyi amaçlamışlardır. Metal müzik yapımcılarının çoğu Yahudidir. Ne yazık ki bunu dinleyen gençler de, onların ana-babaları da, öğretmenleri de bütün bunlardan habersizdir.

Metal müzik ürünlerinde bastard (piç) sözcüğünü aratırsanız, bulduğunuz her iki yerden birinde İsa’ya gönderme yapıldığını görürsünüz. Benzer biçimde whore (orospu) tekil olarak kullanıldığında çoğunlukla Meryem’e göndermedir. Metal müzik Hristiyanlığa saldırdığının binde biri kadar Yahudiliğe saldırmamıştır.

Grup ve kişi adları:

Testament (Ahit), Avenged Sevenfold (Yaratılış /24 göndermesi), Black Sabbath (Kara Sebt), Candlemass (Meryem Yortusu), Deicide (Tanrıyı Öldürmek – İsa’nın öldürülmesi göndermesi), Sabaton (Sebt), Morbid Angel (İğrenç Melek), Rotting Christ (Çürüyen İsa), Anathema (Hristiyanlıkta dinden çıkaran günah), Abaddon (Venom grubu üyesi; Vahiy 9:11’deki İbranice sözcük), Judas Priest (İsa’yı ele veren kişiden türetilerek “Papaz Judas”), Exodus (Mısır’dan Çıkış). All Shall Perish grubunun adında ve Immortal grubunun All Shall Fall albümünün adında İngilizce Kitabımukaddes çevirilerinde kullanılan shall yardımcı fiili kullanılarak kitabı veya vahyi çağrıştıran bir tını elde edilmiştir. Buna benzer ince sözel dokunuşlar sayılamayacak kadar sıktır.

Şarkı adları:

Lady Gaga – Bloody Mary (Markos 15-16, Matta 27-28, Luka 8,24, Yuhanna 19-20’de sözü edilen, İsa’nın ayağını yıkadığı için kurtulan fahişe üzerinden İsa’ya sövüyor) Sandra’nın 1980’lerde bir numara olan Maria Magdalena şarkısı da aynı dizelere gönderme yapar.

Lady Gaga – Judas (İncil’de İsa’yı ihbar edip yakalanmasını sağlayan Cudas İskaryot’a aşık olan bir kadının şiiri. Video klibinde Magalenalı Meryem kılığındadır. Gaga’nın Yahudi olduğunu ekleyelim. Yahudiler İsa’dan nefret ederler.)

Metallica – Creeping Death (Yayılan Ölüm; Tevrat’ta Mısırlılara gösterilen onuncu mucizeye gönderme)

Metallica – The Four Horsemen (Yeni Ahit, Vahiy 6’da anlatılan mahşerin dört atlısına gönderme)

Iron Maiden – Number Of The Beast (Hayvanın Sayısı; Vahiy 13/18’e gönderme)

Bob Marley – Exodus (konusunu ve adını Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış bölümünden alır)

Bon Jovi – Blaze of Glory (Tevrat’ın yaratılış mitolojisine göndermeler var)

Depeche Mode – Jezebel (1.Krallar 16-21 ve 2.Krallar 9’da anlatılan putperest İsrail kraliçesinin adı üzerinden ahlaksız bir kadını över)

Slayer – Cast The First Stone (bütün kariyeri boyunca Tanrı’ya ve Hristiyanlığa söven grubun şarkısı adını Yuhanna 8/7’den alır)

AC/DC – Highway To Hell (Cehenneme Karayolu)

Led Zeppelin – Stairway To Heaven (Cennete Merdiven, Yaratılış 28/12’de Yakup’un merdivenine göndermedir)

Burce Springsteen – Adam Raised A Cain (Adem ve Kain/Kabil öyküsü)

Morbid Angel – Blessed Are The Sick (Ne mutlu hasta olanlara; Matta 5/5 üstünde sözcük oyunu)

Slayer – Altar of Sacrifice (Süleyman Tapınağı’nın önündeki yakmalık sunu sunağı)

Martika – Love, Thy Will Be Done (İsa’nın Matta 5/5’teki “Senin istediğin olsun” duasını Tanrı’dan alıp “aşk”a yönelten pop şarkısı)

Çok sayıda müzisyen – Burnt Offerings (Yakmalık Sunu; Tevrat’ta Yehova’ya sunulan kurban ve hediyeler)

Çok sayıda müzisyen – Redemption (Felah; İsa’da kurtulmak)

Çok sayıda müzisyen – Kingdom Come /Thy Kingdom Come (Matta 6/10 Luka 11/2 “Egemenliğin gelsin” cümlesi. Aynı zamanda ilahilerde söylenir.)

Sayısız müzisyen – Stranger(s) In Paradise (“Cennette yabancı”; Tevrat’ın cennette aniden ve yoktan var edilmiş Adem’inin ve Havva’sının yalnızlığına gönderme)

Şarkı sözleri:

Michael Jackson’un Dangerous şarkısı Süleyman’ın Özdeyişleri 5/3’teki “zina eden kadının bal damlar dudaklarından, ağzı daha yumuşaktır zeytinyağından” cümlesine doğrudan gönderme içerir.

Katy Perry’nin Who Am I Living For şarkısında seçilmişlik inancına gönderme vardır ve Eski Ahit’in Ester kitabının kahramanı Ester’in adı anılır.

Rolling Stones’un She’s So Cold şarkısında “Ben yanan çalıyım, ben yanan ateşim” dizeleri Tevrat’ın Çıkış 3 bölümüne göndermedir. Prodigal Son şarkısı sözlerini İncil’in Luka 15 bölümündeki kaybolan oğul öyküsünden alır.

U2’nun In God’s Country şarkısı Adem’in sözde yaşamın tadını çıkaran Kabil tarafındaki torunlarına gönderme yapar. Grubun “40” şarkısında doğrudan 40. Mezmur’un dizeleri okunur. Gloria şarkısı adını ve sözlerini Latince bir ilahiden alır. Grubun çok sayıda şarkısı örnek olarak sayılabilir.

Coldplay’in Viva La vida şarkısında havari Petrus’tan şefaatçi olarak söz edilir.

Mariah Carey’nin Fly Like A Bird şarkısında doğrudan kitaptan dizeler okunur.

Coolio’nun Gansgter’s Paradise şarkısı Eski Ahit’te çokça sözü geçen “ölümün gölgesi vadisi” sözleriyle açılır.

Joan Osborne’un What If God Was One of Us (Tanrı bizden biri olsaydı) şarkısı Kitabımukaddes’in insansı tanrı imgesi üzerine kuruludur. Sözleri bir Müslüman’ın midesi kalkmadan dinlemesi zordur.

Yahudi müzisyenler olan Bob Dylan ve Leonard Cohen’in pek çok şarkısı örtülü ve açık Kitabımukaddes göndermeleri içerir.

Grammy ödüllerinin “Hristiyan müziği” kategorileri vardır.

Klasik müziğe girdiğimizde ilahilerin, “dinsel” ve “dünyevi” yapıtların arasını ayırmak olanaksızdır.

Haleluya (Elhamdülillah) ezgisini Türkiye’de bir asansörde duydum. “Karışık müzik” CD’sine Hristiyan ilahisi konmuş, kimse farkında değil.

Tersten çalınınca şeytani mesajlar verdiği şakası yapılan şarkıların esin kaynağının İncil’deki demonlar yani ecinniler olduğu bellidir. Çünkü inanışa göre bunlar insanların içine girip çıkıyorlar. Girdiklerinde insanlar tuhaf hareketler yapıp anlaşılmaz sesler çıkarıyorlar. Bunların “ecinni dili” olduğu düşünülüyor. Lovecraft gibi Batılı kurgu yazarları böyle diller uydurmuş veya ecinnilerin unutulmuş eski dilleri konuştuklarını düşlemişler. Bizdeki cinci hocalara da bakılırsa cinlerle konuşuyorlar, cinler de kendi aralarında konuşuyorlar. Öyleyse bunların bir dili olmalıdır. Nitekim İncil’e baktığımızda şunu görüyoruz:

İncil, Markos 16/17-18 İman edenlerle birlikte görülecek belirtiler şunlardır: Benim adımla cinleri kovacaklar, yeni dillerle konuşacaklar, yılanları elleriyle tutacaklar. Öldürücü bir zehir içseler bile, zarar görmeyecekler. Ellerini hastaların üzerine koyacaklar ve hastalar iyileşecek.

Cinleri kovmakla yeni dillerle konuşmak yan yana anılmış. Çok farklı yorumlara neden olmuş olan bu cümle pekâlâ cinleri kovma yetisiyle onların dilini konuşma yetisini bağdaştırıyor olabilir. Devam eden bölümle birlikte okunduğunda bunların aslında yeryüzünün çok farklı coğrafyalarında görülen şamanların ortak özellikleri olduğu açıktır. Yeni Ahit’in İncil’den sonra gelen bölümü olan Pavlus’un mektuplarında yeni (bilinmeyen) dillerle konuşan müminlerin “haber verdiklerinden” söz ediliyor. Yani Tanrı’nın emirlerini anlatıyor veya İsa’nın öğretisini açıklıyorlar. Bunlar şamanların çok sayıda kitapta anlatılan nitelikleridir. Çoğu zaman hafif bir uyuşturucu yardımıyla esrime haline geçer, bazen anlaşılmaz şeyler söyler, ardından topluluk adına Tanrı’ya dua eder veya Yeni Ahit’te örnekleri görüldüğü gibi hastayı tedavi etmeye çalışırlar. Eski Ahit’i hem orijinalinden hem de Türkçe çevirisinden okuduğumuzda ise peygamber, kahin, büyücü ve din adamı kavramlarının iç içe geçtiğini görüyoruz. Yani aslında bu sözcükler bunların toplamı olan şamanı anlatıyor. Bu sonuca ulaşmak için uzun ve yorucu bir metin incelemesi yapmak gerektiği için şimdilik bu kadarla bırakıyorum.

Rak ve metal müzikte grup ve şarkı adlarında ve şarkı sözlerinde bu yazıda anlatılan her konuyu bulabilirsiniz.

Kişi Adları

Havva, Sara, Azra, Siren, Hızır, Bünyamin, Mikail, Cebrail, Melek, Burak, Züleyha (Zeliha) gibi adlar kültürel olarak yabancı olduğu gibi Müslüman çocuklarına bunların verilmesi ahlaki olarak yanlıştır. Bunlar Kitabımukaddes’ten veya onun üzerine kurulu kültürden kaynaklıdır, Kuran’da geçmez.

Nerede Yaşadığımızı Sorgulatacak Görüntüler

Tayyip Erdoğan, Atv röportajında başbakanlık konutu dekoru olarak menora, yani geleneksel Yahudi şamdanı kullanmıştır:[159]

Birsel Aybek’in Eleştirel Düşünme kitabından bir sayfa:

Bir yerli diziden bir kare:

Ankara’da Avrupa Evleri sitesinin bahçesinde Davut yıldızları yıllarca durmuştur:

AKP’li belediye başkanı Melih Gökçek’in yaptırdığı Aski Spor Salonu’nun çitlerindeki desen apaçık bir menoradır:

Aşağıda Ankara metrosu vagonunun duvar kağıdındaki Davut yıldızlarını görüyorsunuz.

AKP’li belediye başkanı Melih Gökçek’in beğendiği duvar kağıdı bu. “Bunda ne var, bu geleneksel duvar bezemesi” diyeceksiniz ama bu vagonların yaptırılmasından birkaç yıl önce Gazi Üniversitesi mimarlık fakültesi binasının cephesinde Davut yıldızı olduğu gerekçesiyle kimi “muhafazakar”, üniversite yönetimini süslemeleri sıvatmaya zorlamıştı.[160] Gökçek’in vagonlarının ve spor salonunun haberini kimse yapmadı. Basına “unzurna” değil de “raina” diyen bir toplumun olaylarıdır bunlar.[161]

***

Şimdi yazıyı okudunuz. Eminim kimi yerde şaşıran, “yok artık” diyen, “haydi oradan” diyen olmuştur. “Önce bir araştırayım, eleştirel düşünür acele karar vermez” diyen de olmuştur. Eksik bile yazdığımı bilen de vardır umarım. Peki, çevrede bunları konuşan, yazan kaç kişi biliyoruz?

Bana birkaç kez soruldu: “Kuran’ı okuduk, yavaş yavaş anlıyoruz; peki şimdi ne yapacağız?” Umarım bu yazı bir parça daha somut yanıt olmuştur. Hep kötü haberler mi veriyorum? Hayır. Ben bütün bunları oturduğum yerden, bütünüyle akademik çevre dışında kalarak, hiçbir yardım görmeyerek tek başıma öğrenebildiysem, örtülü dinsel aşılamalardan kendini korumayı öğrenebildiysem kafa kafaya vermiş eğitimli kişilerin neler yapabileceklerini siz düşleyin. Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır.[162] Allah kendisine yönelen topluma fazla fazla yardım eder.[163] Zerre kadar iyilik boşa gitmeyecektir.[164] Umutsuzluk yalnızca inkarcılar içindir.[165] Kötülüğe inat, çalışmaya devam…

[1] seküler: Dinsel olmayan, dünyevi. Türkiye’de yalnızca yönetim biçimi için kullanılan ama aslında seküler anlamına gelen laic sözcüğünden gelen laik sözcüğünü kullanmıyorum. Sözcüğün anlamı din sözcüğüne bağımlı olduğu için dini tanımladığımızda seküleri de tanımlamış oluyoruz. Dinin tanımı için Din Nedir yazıma bakınız. Seküler kesimden kastım Türk çoğunluktan olan, Müslüman soydan gelen ama dinsel olmadığını düşündüğü Batılı yaşamı ve laikliği benimseyen kesimdir.

sekülerleşme: Rasyonelleşme, farklılaşma, kentleşme gibi modernleşme sürecinde meydana gelen gelişmelerin sonucunda din yapılarının zemin kaybederek ortadan kalkması; din ve devlet işlerinin ayrılması; dindarlığın özelleşmesi, dini inancın erozyona uğraması, dinden/kutsaldan uzaklaşma. Konu devlet yönetimiyle sınırlı olmadığı ve yaşamın bütününü kapsadığı için laiklik/laikleşme sözcüğünü kullanmıyorum.

[2] Ehl el Kitab: Kitap’ı bilenler, Kitap’ın adamları, Kitaplılar. Kuran’da Kuran’dan önce kitap verilmiş toplumları anlatan ifade. Hristiyanlar ve Yahudilerin toplamı olarak anlıyoruz. Onların içinde Kitap’ı bilen kesim olarak da anlamak olanaklıdır.

[3] Bu iki anlamı Din Nedir yazımda tartıştım.

[4] Yeni Ahit’in İncil bölümlerini ve Pavlus’un Mektupları bölümlerini karşılaştırmalı okuyarak Pavlus’un yorumu, bakış açısı, niyetleri ve gerçek havarilerle arasındaki gerginlik hakkında bilgi edinmek mümkün. Özellikle Elçilerin İşleri 9 bölümünde bu rekabet görülebiliyor. İşler 11 ve 15’te Barnabas’la kavgası görülebilir. “Oğul” kavramını nasıl çarpıttığı Galatyalılar 3 bölümünde görülebilir. Pavlus’un kısa bir biyografisini veya Saadettin Merdin’in İslam’ın Pavlusları kitabının ilk bölümünü okumak da yeterli olabilir. Merdin’in kitabının özellikle ilk bölümlerini tasavvuf hakkında bilgi edinmek için tavsiye ederim.

[5] Mustafa Göregen, İslam-Yahudi Polemiği, Doktora Tezi, 2002, s.212’den akt. Hakan Uğur, Tevrat’ın Kuran’a Arzı, Emin Yayın, 2011, s.118.

[6] https://web.archive.org/web/20210309204508/https://www.islamic-awareness.org/history/islam/dome_of_the_rock/estwitness

[7] Yahudi kültüründe Yahudi olmayana verilen aşağılayıcı ad. Goy tekil, goyim çoğul.

[8] https://gerceginkitabi.wordpress.com/2021/07/20/modern-hurafelere-giris/

[9] Tevrat, Yaratılış 6~9. Hayvanlar için Yaratılış 8/1’e bkz.

[10] “Do you think god stays in heaven because he too lives in fear of what he’s created?”

[11] Tevrat, Yaratılış 6 ve 11 bölümleri.

[12] Hakan Uğur, Tevrat’ın Kuran’a Arzı, Emin Yay., 2011, s. 277.

[13] https://elestireldusun.wordpress.com/2020/01/30/film-okumasi-supermen-filmleri/

https://gerceginkitabi.wordpress.com/2022/08/25/insansi-ve-zayif-tanri-imgesinin-asilanmasi-hayalet-avcilari-ornegi/

[14] Tevrat, Yaratılış 8/21, Çıkış 29/18,25,41, 30/34-38, Levililer 1/9, 3/16, 4/31, 6/15, Çölde Sayım 15/7 vb.

[15] Tevrat, Levililer 18/21, 20/2-5, 2.Krallar 23/10; Eski Ahit, Yeremya 32/35, 1.Krallar 18/22-39 vb.

[16] Kuran’da dokuz mucize vardır ve “dokuz” diye özellikle anılmıştır. Demek ki Tevrat’taki bu onuncusu hahamların uydurmasıdır. Kuran’daki dokuz mucize:

Ayrıca gerçek şu ki Musa’ya çok açık dokuz mucize verdik. Kuran 17:101

“Şimdi elini göğsüne sok; Firavun ve onun toplumuna dokuz mucizeden biri olarak pürüzsüz bir biçimde ışıldayarak çıksın. Aslında onlar yoldan çıkmış bir toplumdur!” Kuran 27:12

Bunun üzerine değneğini attığında apaçık büyük bir yılan oldu. Ve elini çekip çıkardığında o ışıltıyı seyrettiler. Kuran 7:107-108

Biz de Musa’ya şöyle bildirdik: “Değneğini at!” Bir de ne görsünler; onların uydurmuş olduklarını yutuyor. Kuran 7:117

Gerçek şu ki, Firavun ailesini yıllar süren kuraklık ve ürün kıtlığına uğrattık; belki öğüt alırlar diye. Kuran 7:130

Bunun üzerine başlarına tufan, çekirge, haşarat, kurbağa ve kan gönderdik. Her biri ayrı ayrı mucizelerdi. Yine de büyüklük tasladılar ve suçlu bir toplum oldular. Kuran 7:133

Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendi yakıştırmalarıyla kutsallaştırdıkları simgelere tapınan bir toplumla karşılaştılar. Dediler ki: “Ey Musa! Bize de onların tanrıları gibi bir tanrı yap!” Dedi ki: “Aslında siz bilisiz bir toplumsunuz!” Kuran 7:138

Bir yoruma göre değneğin iki ayrı yerde yılana dönüşmesi iki sayılır ve toplam dokuz eder. Bir başka yoruma göre değnek bir sayılır, denizin yarılması dokuzuncudur. Sonuçta Tevrat’ın onuncusu Kuran’da kesinlikle yoktur. Uyduruk onuncu mucizeden Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 11~13 ve Çölde Sayım 33 bölümlerinde, ayrıca Mezmurlar 78/51, 105/36, 136/10 ve Yeni Ahit’in İbraniler 11/28 bölümünde söz edilir. Bu onuncu mucize Yehova’nın Mısırlı günahsız çocuklara uyguladığı soykırımdır. Yahudiler bu soykırımı her yıl Fısıh Bayramı olarak kutlarlar. Wikipedia’nın ve Türk gençlerinin bilgi kaynaklarının Yahudilerin elinde olduğunun bir başka işareti dokuzun bilinmeyip onun bilinmesidir:

https://web.archive.org/web/20201003234325/https://tr.wikipedia.org/wiki/On_Bela  https://web.archive.org/web/20201010185835/https://tr.wikipedia.org/w/index.php?search=dokuz+bela&title=Özel%3AAra&go=Git&ns0=1  https://web.archive.org/web/20201010185938/https://tr.wikipedia.org/w/index.php?search=dokuz+mucize&title=Özel%3AAra&go=Git&ns0=1

[17] İncelemek isteyenler için çok kısa bir özet: 3:59,98, 4:1, 6:2,98, 7:11, 10:34, 15:26,28-29, 18:37, 21:30, 23:12, 24:45, 26:68, 29:20, 30:20, 32:7-9, 35:1,11, 36:36, 37:11, 38:71-72, 39:6, 40:67, 50:15, 55:14, 56:60, 71:14-17, 75:37-39, 76:1,28, 82:6-8, 87:2,3, 91:7.

[18] “Yahudilerin kutsal saydığı efsanelerden çıkan bu görüşler, kaynakların eleştirisi ile ve son zamanların ilmi keşifleriyle artık tamamen kıymetini kaybetmiştir.” Sinan Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, İnkılap, 2013, s.299 “İnsan tabiatın mahlukudur” (s.288) derken ise Kitaplıların yaptıkları doğa-Tanrı ayrımına aldanmıştır.

[19] Gershom Scholem, On The Kabbalah and Its Symbolism, Schocken, 1969, s.159.

[20] Tevrat, Yaratılış 2/7 Rab Tanrı Adem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu.

[21] Araştırmak isteyen için anahtar sözcükler: İnsan hakları -> “Nuh yasaları”. Dünya barışının sağlandığı altın çağ -> Mesih Kral. İngilizcelerini kullanmanızı öneririm.

[22] Her Yahudi Kubrick kadar incelikli değildir. İsrail başbakanlarından İzak Şamir “Ağaçlardan inen insanlardan oluşan ulusların dünyanın liderliğini üstlenmeleri kabul edilecek bir şey değildir. […] Biz diğer uluslar gibi değiliz” demiştir. Kanak: Garaudy, Siyonizm Dosyası.

[23] Kabil’in çiftçi, Habil’in çoban olması; Allah’a adanan yakınlıkların kimsenin işine yaramayıp çöpe atılan yiyecekler veya boş yere öldürülen hayvanlar olması; Allah’ın kabul edip etmemesinin gerçek yaşamda görülebilir hiçbir somut karşılığının olmaması Tevrat’a uygun, Kuran’a aykırıdır. Şeytan’ın sivri kulaklı kızıl bir suratla betimlenmesi ve açıkça söylenmese de filmde bir “ilk günah” tınısının olması da Kitabımukaddes kültürünün öbür etkileridir.

[24] Bunu anlamak için Eski Ahit’i ve Yeni Ahit’i, yani Kitabımukaddes’in bütününü okuyabileceğiniz gibi Teoman Duralı’nın Çağdaş Küresel Medeniyet kitabında Yahudilik başlığını (2010 baskısı s.132-138), Salime Leyla Gürkan’ın Yahudilik kitabında İsrail başlığını giriş olarak okuyabilirsiniz.

[25] Söylemeden geçemeyeceğim; 300 Spartalı filminde Yunanlar (Spartalılar) kendileri gibi uygar bir toplum olan Persleri insandan saymazlar. Yazar eski Yunan değil bugünün Amerikalısıdır ama bakış açısı değişmemiştir.

[26] Tevrat, Yasanın Tekrarı 13/15, 20/16; Yeşu 6/21, Hakimler 20/48, 1Samuel 15/3,8, 22/19, 27/9, Ester 8/11, Yeşaya 13/16, Mezmurlar 137/9 vb.

[27] Okan Arslan, Selçuk Arı, Amerika: Özgürlük Havarisi Mi, Günah Keçisi Mi, Platin Yay., 2004, s.36.

[28] Bkz. James Bacque’nin Diğer Kayıplar kitabı.

[29] https://web.archive.org/web/20200924222631/https://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2003/12/text/20031225.html

[30] Yahudi yazar Göbbels’in uyanıklığını kendi dilinde itiraf ediyor: http://archive.is/bTmei

[31] Tevrat, Yaratılış 6/2, Çıkış 4/22, Yasanın Tekrarı 14/1, 32/6 vb.

[32] Musa’nın değneğine sihirli güçler yakıştıran Tevrat’ın Çölde Sayım 20/8 bölümlerini öykünün Kuran’daki sürümüyle (ör. 20:77, 26:63, 44:24) karşılaştırırsanız Musa’nın değneğinin aslında sihirli olmadığı ortaya çıkar. 2.Krallar 2 bölümünde İlyas’ın/Eliyah’ın cüppesi sihirlidir. 1.Samuel 6, 2.Samuel 6 bölümlerinde Tevrat sandığı kendisi sihirlidir. Yeşu 3,4,6 bölümlerinde Tevrat sandığı, tıpkı He-Man kılıcı gibi veya Yüzüklerin Efendisi’nin yüzüğü gibi taşıyana büyülü güçler verir. 2.Samuel 7 bölümünde çalınan sandığı Filistinlilerden kurtaran Davut, özlemle kitabı açıp okumayı düşünmez çünkü önemli olan sihirli koruyucu güçleri olan sandığın İsrail’de olmasıdır. Tıpkı Müslümanların cevşen veya muska taşıdıkları ama iki satır okumadıkları gibi. Zaten önceki bölümlerde sandık Filistinlilere “uğursuz” gelmiştir. Eski Ahit’te efod, Urim, Tummim adlı taşıyana olağanüstü güçler veren büyülü nesneler de vardır. Bugünkü Yahudiler mezuza, menora, tefilin vb. nesnelere doğrudan “sihirli” denmezse de abartılı bir önem verirler.

[33] Uzak, İnsansı Tanrı Algısı yazımdaki örneklere bkz.

[34] Tevrat’ta seçilmişliğin gerekçesi kesinlikle bildirilmiyorken, yani tutarsız, mantıksız, kuralsız davranan haksızlık edici bir tanrı anlatılıyorken Kuran’da seçilmenin gerekçeli ve koşullu olduğu 7:137, 44:32, 68:3-4 gibi ayetlerde bildirilmiştir. 40:25, 44:18,35-40’ta Musa’nın yanında Yahudi olmayanlar da vardır.

[35] Cemaat sitesinin bildirimi: https://web.archive.org/web/20150329191355/https://www.chabad.org/library/article_cdo/aid/2878949/jewish/Is-the-Vulcan-Salute-a-Jewish-Symbol.htm

Bir başka hahamın bildirimi: https://web.archive.org/web/20170914155147/https://www.patheos.com/resources/additional-resources/2000/01/the-jewish-origin-of-the-vulcan-salute

[36] Bunu fark eden bir izleyicinin yorumları: https://archive.ph/COdfH

[37] 2:120-144 ayetlerinde Kitaplıların müminlerin kıblesini izlemeyecekleri söyleniyor. Bunu yaparken dürüst olmayacaklar. Yani tanık olduklarını itiraf etmeyecekler. 3:64-73’

[38] 28:5

[39] 1:1-7

[40] Üstünlükçülük konusunda ayrıca bkz: 3:188, 5:18,71, 7:169, 62:6.

[41] https://web.archive.org/web/20130127132603/http://sinanmeydan.com.tr/

[42] Kitabımukaddes’te Olimpos’un Zeus’u misali gökteki tanrıyı anlatan bölümlerden örnekler: Eski Ahit, Çıkış 9/29, 13/21, 14/19,24, Çölde Sayım 11/17, Hakimler 13/19, 2.Samuel 5/24, 22/10-17, 1.Krallar 8/22-66, 2.Krallar 2/11, 1.Tarihler 14/15, 21/16, 2.Tarihler 6/12-21, 7/14, 20/6, 30/27, Ezra 7/21-23, Nehemya 9/13,27, Eyüp 22/14, 36/29-32, 38/1, Mezmurlar 14/2, 18/8-16, 52/2, 80/14, 102/19, 104/3, 144/5-7, 150/1, Yeşaya 19/1, 26/21, 30/27, 31/4, 34/5, 40/22, 63/15, 66/1, Danyal 4/31-37, 7/13, 8/11, Mika 1/3, Nahum 1/3, Zekeriya 6/1; Yeni Ahit, Matta 14/19, Yuhanna 11/41, Elçilerin İşleri 1/9-10, 2/2-3, 2.Selanikliler 1/7, İbraniler 11/5, Vahiy 1/7, 4/1-6, 8/5-10, 10/1-8, 11/12-19, 12/1-10, 14/14-16, 15/1-5, 18/1-4, 19/11-17, 20/1, 21/2.

[43] https://archive.is/i7y9

“Gökte olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay ayaklarının altındaydı, başında on iki yıldızdan oluşan bir taç vardı.”

[44] Özgürlük dini hakkında Din Nedir ve Kölelik yazılarıma bakınız.

[45] Örnek: 1.Korintliler 10/23, Romalılar 3/21-31. Pavlus’un mektuplarını bugün bir tasavvufçu da yazabilirdi.

[46] Tevrat, Çıkış 22/25, Levililer 25/35-37, İncil, Matta 5/17, Luka 6/32-36; ayrıca bkz. Mezmurlar (Zebur) 15/5, Süleyman’ın Özdeyişleri 28/8-11, Hezekiel 18/8-17, 22/12. Özellikle Luka’daki sözleri Kuran 2:261-280 ile karşılaştırınız.

[47] 28:48-50 Onlara bizim katımızdan gerçek geldiği zaman şöyle dediler: “Musa’ya verilenlerin tıpkısı verilmeliydi; öyle değil mi?” Oysa daha önce Musa’ya verileni inkar etmemişler miydi? Dediler ki: “Birbirini destekleyen iki büyü; aslında tümünü inkar ediyoruz!” De ki: “Allah’ın katından, bu ikisinden daha çok doğru yola eriştiren bir Kitap getirin ona uyayım; eğer doğruyu söylüyorsanız?” Yine de sana yanıt veremezlerse artık bilmelisin ki ancak kendi kuruntularına bağlı kalırlar…

5:68 De ki: “Ey kitap halkı! Tevrat’ı, İncil’i ve efendinizden indirileni uygulamadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz!”

[48] 2:58-59,75,78-79,97+106,102-106, 3:70-71,78,187, 4:46, 5:13,15,19,72+117, 6:91, 7:162=2:59, 13:37-39, 14:28, 19:34…

[49] Çıkış 28/30, Levililer 8/8, Çölde Sayım 27/21, Yasanın Tekrarı 33/8, 1.Samuel 28/6, Ezra 2/63, Nehemya 7/65.

[50] http://archives.yalealumnimagazine.com/issues/01_03/seal.html

[51] Sözcük Kitabımukaddes’te geçmiyor ama Tevrat’ın Çıkış 25/8, Çölde Sayım 5/3 gibi Yehova’nın “yaşadığı” fiziksel yerden söz eden bölümlerde; İncil’in Markos 1/10, Matta 3/16, 17/5, Luka 2/9 3/22, Yuhanna 1/32’de insanların üzerine güvercin gibi inen ruhtan söz eden bölümlerde gönderme var. Ayrıca bkz. https://jewishencyclopedia.com/articles/13537-shekinah

[52] Elçilerin İşleri 7/38

[53] https://www.columbiamedicinemagazine.org/ps-news/fall-2017/deciphering-columbia-seal-motto-and-more

[54] Kuran 2:42,146,159,174, 3:71,187, 5:15, 6:91 vb.

[55] “Ve İsrailoğullarına elçi yapacak!” “Aslında, Efendinizden, size bir mucize getirdim. Çamurdan kuş biçiminde bir şey yaparak içine üflerim; artık o Allah’ın izniyle kuş olur. Körleri ve cüzzamlıları iyileştiririm. Allah’ın izniyle ölülere de yeniden yaşam veririm. Hem yediğiniz şeyleri hem de evlerinizde biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm. Aslında işte bunda sizin için kesinlikle bir gösterge vardır; eğer inanıyorsanız?” Kuran 3:49

[56] Dinden Boşalan Yeri Din Doldurur yazımda bu konut sitesinin reklam broşürüne de bakınız. Mozaik adı hem “Musa’ya ait” anlamındaki İngilizce ve Fransızca Mosaic sözcüğünün okunuşu olması hem de çokkültürcülük çağrışımı yapması açısından anlamlıdır.

[57] Bunlar Türkçe kaynaklarda farklı yazılabiliyor. Ben doğru şekilde, okunduğu gibi yazdım.

[58] Kuran’a Göre Vejetaryenlik /Veganlık ve Hayvanseverlik yazımda bunu tartışmıştım.

[59] Yaratılış 11/5-9 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

[60] Sonraki adı: https://en.wikipedia.org/wiki/Kinetic_bombardment Orijinal adı: https://en.wikipedia.org/wiki/Staff_of_Moses

[61] https://en.wikipedia.org/wiki/Project_Plowshare

[62] https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/bd/Isaiah_Wall.jpg/800px-Isaiah_Wall.jpg

[63] Menna: Tevrat’ın Çıkış 16 bölümünde Musa’nın halkı çölde iken bıldırcın ile birlikte yedikleri ve 105. Mezmur’da “göksel ekmek” diye anlayıp çevirdikleri yiyecek.

Çıkış 16/31 İsrailliler o ekmeğe man adını verdiler. Kişniş tohumu gibi beyazımsı, tadı ballı yufka gibiydi.

Ayrıca bkz. Yasanın Tekrarı 8, Yeşu 5, Mezmur 78.

https://en.wikipedia.org/wiki/Operations_Manna_and_Chowhound

[64] https://en.wikipedia.org/wiki/Beresheet

[65] Yaratılış 28/12 Düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini, başının göklere eriştiğini gördü. Tanrı’nın melekleri merdivenden çıkıp iniyorlardı.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Yakup_merdiveni

[66] https://slowfoodusa.org/noah-ark-of-taste/

[67] Sinan Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, İnkılap, 2013, s.297-298.

[68] Batılı doğrulara göre yetişmiş olan bilimadamlarımızdan Yusuf Hikmet Bayur’dan bir alıntı: “İptidaî insanlar, hemen adeta her şeyden korkuyordu; şüphesiz bu korktuğu şeyleri rüyasında da görüyordu. Bunlarda birtakım kudretler tahayyül ediyor ve bu kudretleri tatmine gayret ediyordu. Canlı ve cansız şeyler arasında sarih bir tefrik yapamıyordu. Meselâ, cansız bile olsa herhangi bir şey kendisini cerihadar etse ona ayağiyle vuruyordu. Bir nehir fazlalaşır veya taşarsa kendisine hasım olduğuna zahip oluyordu. Bir fikirden, diğer bir fikre intikali anlaşılmaz ve mantıksız bir halde idi… Faraza, ölülerini gömmelerinden ve yanlarına erzak ve silâh bırakmalarından bu insanların müstakbel bir hayata inandıkları neticesi çıkarılacağı gibi, ölenlerin hakikatte ölmediklerini zannettiklerine de hükmetmek mümkündür. […] Ecdada hürmet ve ondan korku hisleri, erkek ile kadın arasındaki rabıta, sari hastalıklardan halâs arzusu, sihir vasıtasile kudret ve muvaffakiyet temini, hasat zamanlarında kurban kesilmesi gibi amiller birçok itikatlar ve tevehhümle karışarak girift bir kül teşkil ediyordu. Bu hâdise, insanların hayatında bir mevkii mahsus tuttu ve aralarında zihnî ve hissî birtakım rabıtalar doğurdu ve insanlarda, müşterek düşünce ve müşterek harekete saik oldu. İşte bu hâdiseye, biz bugün Din namını veriyoruz. İnsanlar, bu hâdise karşısında basit ve mantıkî bir telâkki ile temasa gelmiş bulunmuyorlardı; bilâkis, birtakım ruhlara, ilhamlara, emirlere, ve nehiylere taallûk eden karmakarışık düşüncelerle hali temasa geliyorlardı.” Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930, s.39-41.

[69] Sandığın savaşa götürülmesi, Eski Ahit’i yazan Yahudilerin mesajı ne kadar yanlış anladıklarının kanıtıdır. Bugünkü Yahudiler Eski Ahit’in gerçek olayları anlattığını öne sürecek olurlarsa atalarının Musa’yı hiç anlamadıklarını söylemiş olurlar. 2.Samuel 5/21 gibi bölümlerde çoktanrıcı Ortadoğu toplumlarının uğur ve sihir olsun diye putlarını savaşa getirdiklerini görüyoruz. Demek oluyor ki Yahudiler sandığa ve içindeki yazılı Tevrat’a put muamelesi yapmışlar. Nitekim sandığa, efoda, Umim ve Tumim adlı falcı kürelerine yüklenen sihirli, doğaüstü güçler Eski Ahit boyunca defalarca karşımıza çıkıyor. Sandık Filistinlilere kaptırılıp geri alınmasını anlatan Samuel ve Krallar kitaplarının hiçbir yerinde sandığın işlevinden, yani içindekinin okunmasından söz edildiğini görmüyoruz. Eski Ahit’in Davut’u sandığı geri alınca içindekini okuyayım, çoğalttırayım demiyor, onun yerine sandık çadırda, kendisi sarayda diye kaygılanıyor (2Samuel 7/2). Eski Ahit boyunca tanrının “sandığın üstünde” koruyucu melekler olan “keruvların arasında” oturduğu yazar (Çıkış 25, Çölde Sayım 7, 1.Samuel 4, 2.Samuel 6, 2.Krallar 19, 1.Tarihler 13, Yeşaya 37 vb.). Sandıktan söz edilen cümlelerde “rabbin önü” ifadesi bulunur, hani neredeyse sandığın kendisi tanrıdır. Filistin’in ve Ortadoğu’nun çoktanrıcı toplumlarının tapınaklarda tanrı heykelleri koydukları oyuklara (ansiklopedilerde conch, exedra, niche arayın) daha sonra Yahudilerin Tevrat tomarını koymaları ilginçtir.

[70] animizm: Canlıcılık. Canlı ya da cansız her şeyin bir ruha ya da tinsel bir töze sahip bulunduğunu savunan öğreti.

[71] 2:213 + 16:124, 5:48, 10:19, 11:118, 16:93, 21:92-93, 23:52-53, 42:8…

[72] Bolca kanıt olmakla birlikte Kuran’daki Lut toplumu örneği Altın Kural’ı çürütmeye yeter de artar. Yeni Ahit’in 1.Korintliler 6/19 dizesi Kuran’da da yer alan bir gerçeği onaylar ve böylece yine Yeni Ahit’in Altın Kural’ıyla çelişir. Gerçekte Altın Kural olsa olsa yararlı ama tek başına yeterli olmayan bir tutarlılık sınaması olabilir.

[73] Bkz. “İnsan, Akıl ve Toplum” kitabı.

[74] Yeni Ahit, Matta 7/1 Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız.

Yeni Ahit, Yakup 4/12 Oysa tek yasa koyucu, tek yargıç vardır; kurtarmaya da mahvetmeye de gücü yeten odur. Ya komşusunu yargılayan sen, kim oluyorsun?

[75] Hak ve özgürlük kavramlarını Din Nedir, Hayvanseverlik, Eşkoşuculuk ve Kölelik Hurafesi yazılarımda tartıştım.

[76] https://web.archive.org/web/20210508104011/https://berkleycenter.georgetown.edu/responses/the-global-ethic-hans-kung-s-lasting-gift-to-the-world

[77] Örneğin bir feminist şu yazıda hiçbir görünür dinsel gönderme yapmadan, yapay rahim teknolojisinin kadını “özgürleştireceğini” söyleyerek Tanrı’nın doğayı yanlış tasarladığını öne sürmüş oluyor: https://aeon.co/ideas/is-artificial-womb-technology-a-tool-for-womens-liberation

[78] Eski Ahit, Yaratılış 2/21-22, 3/6-16, Levililer 12/2-4, 15/19-20, Yeni Ahit, 1. Korintliler 11/9…

[79] Kuran 4:46 Yahudilerden öyleleri vardır ki, sözlerin anlamlarını saptırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “Duyduk ve karşı çıktık!” ve “Dinleyin, ama kulak asmayın!” ve “Bizi davar gibi güt!” derler. Onlar “Duyduk ve boyun eğdik!” ve “Bizimle ilgilen!” deselerdi, kendileri için kesinlikle daha iyi ve doğru olurdu. Fakat Allah, nankörlük ettikleri için onları lanetlemiştir. Artık, çok azı dışında inanmazlar.

[80] Kuran 2:104, 4:46, 5:13.

[81] Bunun Kuran’daki İblis’ten farkını Uzak Tanrı yazımda tartışmıştım.

[82] Murdock, G.P. & Wilson, S.F. 1972. Settlement patterns and community organization: cross-cultural codes. Ethnology 11: 254–295.

[83] White, D.R. 1988. Rethinking polygyny: co-wives, codes, and cultural systems. Current Anthropology, 29: 529–572.

[84] Bobbi S. Low, Ecological and socio-cultural impacts on mating and marriage systems, Oxford Handbook of Evolutionary Psychology ed. Robin Dunbar, Louise Barrett, 2007, s.451-453. Çeviriler benim.

[85] Henrich J, Boyd R, Richerson PJ. 2012. The puzzle of monogamous marriage. Philos Trans R Soc B 367:657–669.

Ayrıca bkz: Dupanloup, I., Pereira, L., Bertorelle, G. et al., A Recent Shift from Polygyny to Monogamy in Humans Is Suggested by the Analysis of Worldwide Y-Chromosome Diversity, Journal of Molecular Evolution July 2003, Volume 57, Issue 1, pp 85–97.

[86] “Societies with higher male contribution to subsistence are more monogamous.” (en azından avcı-toplayıcılar için) Marlowe, 2003, The Mating System of Foragers in the Standard Cross-Cultural Sample, Cross-Cultural Research, Vol. 37 No. 3, August 2003 282-306. Ayrıca bkz. Henrich, a.g.e.

[87] Eski Ahit boyunca tanrının “sandığın üstünde” koruyucu melekler olan “keruvların arasında” oturduğu yazar (Çıkış 25, Çölde Sayım 7, 1.Samuel 4, 2.Samuel 6, 2.Krallar 19, 1.Tarihler 13, Yeşaya 37 vb.). Sandıktan söz edilen cümlelerde “rabbin önü” ifadesi bulunur, hani neredeyse sandığın kendisi tanrıdır. Filistin’in ve Ortadoğu’nun çoktanrıcı toplumlarının tapınaklarda tanrı heykelleri koydukları oyuklara (ansiklopedilerde conch, exedra, niche arayın) daha sonra Yahudilerin Tevrat tomarını koymaları ilginçtir.

[88] 1. Krallar 3/16-27.

[89] https://en.wikipedia.org/wiki/Seal_of_Solomon

[90] Tevrat, Yaratılış 8/7-11 Kuzgunu dışarı gönderdi. Kuzgun sular kuruyuncaya kadar dönmedi, uçup durdu. Bunun üzerine Nuh suların yeryüzünden çekilip çekilmediğini anlamak için güvercini gönderdi. Güvercin konacak bir yer bulamadı, çünkü her yer suyla kaplıydı. Gemiye, Nuh’un yanına döndü. Nuh uzanıp güvercini tuttu ve gemiye, yanına aldı. Yedi gün daha bekledi, sonra güvercini yine dışarı saldı. Güvercin gagasında yeni kopmuş bir zeytin yaprağıyla akşamleyin geri döndü. O zaman Nuh suların yeryüzünden çekilmiş olduğunu anladı.

[91] Sözcük Kitabımukaddes’te geçmiyor ama Tevrat’ın Çıkış 25/8, Çölde Sayım 5/3 gibi Yehova’nın “yaşadığı” fiziksel yerden söz eden bölümlerde; İncil’in Markos 1/10, Matta 3/16, 17/5, Luka 2/9 3/22, Yuhanna 1/32’de insanların üzerine güvercin gibi inen ruhtan söz eden bölümlerde gönderme var. Ayrıca bkz. https://jewishencyclopedia.com/articles/13537-shekinah

[92] Çünkü Eski Ahit’te olduğu gibi Yeni Ahit’te de tanrısal olan başın veya yüzün ışımasıyla anlatılır: Matta 28/3, Luka 2/9, 24/4, Yuhanna 20/12. İnsanların başlarının ışıması örnekleri: Matta 17/2, Elçilerin İşleri 9/3.

[93] https://tfwiki.net/wiki/Matrix_of_Leadership

Transformers tanrısı Primus’un robotları “kendi suretinde” yarattığına dikkat edin: https://tfwiki.net/wiki/Primus

[94] 44:24’te Musa’ya “denizi açık bırak” dendiğine dikkat edin. 2:60 ve 26:63’te “değneği vur /değneği kullan” dendiğine dikkat edin. Allah bir “mucizeyle” bu işleri Musa için yapıverecek olsa bunlar denmezdi. 20:17’de değneğin sıradan bir nesne olduğuna veya doğal yollarla öğrenilmiş yetenekleri simgeleyen bir sözcük olduğuna dikkat edin. Değnek He-Man’in kılıcı gibi bir şey olsaydı Kuran’da bu cümleleri görmezdik.

[95] Bu ayetler Eski Ahit’in mucizeyle dolu olan Eski Ahit’le ve özellikle Tevrat’ın Musa’lı bölümleriyle karşılaştırarak okunursa ayrım daha belirgin olur.

Üstelik şöyle demiştiniz: “Ey Musa! Allah’ı açıkça görmedikçe, sana asla inanmayız!” Bunun üzerine sizi yıldırım çarptı; bakakaldınız. Kuran 2:55

Kitap halkı kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Bundan daha büyüğünü Musa’dan istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster!” demişlerdi. Bunun üzerine yaptıkları haksızlık yüzünden onları yıldırım çarptı. Sonra onlara açık kanıtlar gelmesine karşın buzağıyı onayladılar. Ardından onları bağışladık ve Musa’ya apaçık bir yetki verdik. Kuran 4:153

[96] Anca Munteanu, Cliffscomplete Shelley’s Frankenstein, HungryMinds, 2001 içinde s.64.

[97] Ruh-beden ayrımı için Uzak Tanrı yazıma bkz.

[98] Yaratılış 15/5, 22/17, 26/4, Çıkış 32/13, Yasanın Tekrarı 1/10, 10/22, 28/62, 1.Tarihler 27/23, Nehemya 9/23’te Yahudilerin sayısı gökteki yıldızlarla karşılaştırılır. Matta İncil’i bölüm 2’de İsa’nın doğumunda doğu ufkunda bir yıldız görünür. Ayrıca Yeni Ahit’in Vahiy 1/20 bölümünde melekler yıldıza benzetilir.

[99] Birkaç örnek: 2.Krallar 20/1, 2.Tarihler 21/12-15, Daniel 2/2. Eski Ahit’te müneccim, peygamber ve şamanı ayıran sınır çok bulanıktır. Tevrat yazıcılarının tanrı ve elçi algısı hakkında önemli bir ipucudur. Örnek: Tesniye 13/2, 18/22, Sefanya 3/4, 1.Samuel 9/9, 10/5.

[100] Daha fazla ayrıntıyı Michael Hoffman’ın Judaism Discovered kitabında bulabilirsiniz.

[101] Bulut sütunu: Tevrat, Çıkış 13-14,33, Çölde Sayım 12,14, Yasanın Tekrarı 31; Eski Ahit, Nehemya 9, Mezmurlar 99.

Sihirli taşlar: Tevrat, Çıkış 28/30, Levililer 8/8, Çölde Sayım 27/21, Yasanın Tekrarı 33/8; Eski Ahit, 1.Samuel 28/6, Ezra 2/63, Nehemya 7/65.

[102] Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Beth_Alpha#/media/File:Beit_Alpha.jpg

[103] 1.Krallar 7/21 Hiram sütunları tapınağın eyvanına dikip sağdakine Yakin, soldakine Boaz adını verdi.

2.Tarihler9/19 Altı basamağın iki yanında on iki aslan heykeli vardı. (Süleyman’ın sarayı)

[104] Yaratılış 44/5, Yeşu 7/14, 16-17 (“kura sözcüğü yok ama kura çekildiği belli), 18/6-8,10, Hakimler 6/37, 20/9,10,18,23,28, 1.Samuel 10/20-21 (tefsiciler başka yerlerde kura çeken Samuel’in burada da kura çektiğini düşünüyorlar), 14/42, 23/2,4 (23/9-10’la karşılaştırınca kura çektiği belli), 1.Krallar 22/6 (şamanlara soruyor), 1.Tarihler 24/6,31, 25/8, 26/13-14, Nehemya 10/34, 11/11.

[105] Levililer 16/8-9, Çölde Sayım 33/54, Yeşu 13/7, 16/1, 17/1,17, 18/8,10,11, 19/1,10,17,24,32,40, 21/4,5,10,20, 23/4, Yeşaya 34/17,

[106] Tevrat’ın kaybolduğunun düşünüldüğü Babil ordusu baskınından söz eden ayetler (Yeşaya 1’le karşılaştırın):

Kuran 17:4-5 İsrailoğullarına Kitap’ta şunu bildirdik: “Yeryüzünde iki kez bozgunculuk yapacaksınız. Ve kesinlikle büyük bir böbürlenmeyle büyüklük taslayacaksınız!” Sonunda birincisinin zamanı geldiğinde kaba güç kullanan kullarımızı üzerinize gönderdik. Öyle ki, evlerinizin aralarına değin girip araştırdılar. Yerine getirilmesi gereken bir sözdü.

[107] Karşılaştırın ve çelişkiyi görün: Levililer 19/31, 20/6,27, Yasanın Tekrarı 18/10-11.

[108] Meleğin adı yaygın olarak kullanılan Kitabımukaddes derlemesinde değil, “apokrif” sayılan ve çoğunlukla derlemenin dışında tutulan Enok kitabında geçer.

[109] Kuran 17:40 Efendiniz oğulları size seçti de meleklerden kızlar mı edindi? Aslında çok büyük bir söz söylüyorsunuz.

Kuran 43:19 Bağışlayanın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına tanık mı oldular? Onların tanıklığı yazılacak ve yargılanacaklar.

[110] https://halakhah.com/shabbath/shabbath_119.html

[111] Tevrat, Çölde Sayım 5/12-28’de muska ve büyü görebilirsiniz. Ayrıca bkz. Yasanın Tekrarı 6/8-9, 11/20, Yeşaya 57/8. Bizde kapılara odalara konan “karınca duasının” Yahudilik başta olmak üzere yoz toplumlardan geçtiği bellidir.

[112] Herhangi bir arama motorunda “let there be” kalıbını arayın.

[113] Matta8/32 İsa onlara, “Gidin!” dedi. Cinler de adamlardan çıkıp domuzların içine girdiler.

Markos 5/13 İsa’nın izin vermesi üzerine kötü ruhlar adamdan çıkıp domuzların içine girdiler. Yaklaşık iki bin domuzdan oluşan sürü, dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğuldu.

[114] Sözcüğün geçtiği yerler: https://biblehub.com/greek/strongs_1140.htm

[115] Bazı günler günbatımında yerkürenin gölgesinin bulutlara düştüğü görülebilir. Earth’s shadow diye aratır ve sabrederseniz güzel fotoğraflara denk gelebilirsiniz. Bunu gözüyle gören bir “mağara adamı” dünyanın yuvarlaklığını anlar. Eski insanlar zamanlarının çoğunu açık havada, doğada geçiriyorlardı ve bu yüzden gözlem yetenekleri bizimkinden kat kat yüksekti.

[116] Orijinal metni, sözcük dizinini ve sözlüğü biblehub.com adresinde bulabilirsiniz.

[117] Aşağıdaki ayet 103, 116 ve 118. ayetlerle birlikte okunduğunda Tevrat’ın İbranicesinin zor anlaşıldığına işaret ediyor olabilir:

Ve gerçek şu ki, “Ona bir insan öğretiyor!” dediklerini biliyoruz. İlişkilendirdikleri kişinin dili zor anlaşılır [acemiyyun]. Oysa bu, çok kolay anlaşılacak apaçık bir dildir [arabiyyun mubinun]. 16:103

[118] “Boru” olarak çevrilen koç boynuzunun İbranicesi Yobel, İngilizce’de jubilee olmuş, futbol üzerinden Türkçe’ye jübile olarak geçmiştir.

[119] Yahudilerin konuyu nasıl algıladıkları hakkında İsrael Shahak’ın kitabına başvurulabilir.

[120] Sayfa 16: https://web.archive.org/web/20170825054521/https://litpress.org/Products/GetSample/4641/9780814646410 Veya: https://web.archive.org/web/20090822054015/http://www.catholicweddinghelp.com/topics/text-rite-of-marriage-mass.htm

[121] https://www.vatican.va/archive/ENG0015/__P53.HTM

[122] John Ashen, Romances of Chivalry, Routledge, 2003.

[123] Encyclopedia of Early Christianity Second Edition, Routledge, 1999, s.273

[124] Encyclopedia of Ancient Christianity, InterVarsity Press, 2014, 1/272.

[125] Michael Lovano, The World of Ancient Greece: A Daily Life Encyclopedia, Greenwood, 2020, s.474.

[126] Baş örtme geleneği, Hristiyan kadınların kiliseye girerken başlarını örtmesi kuralından gelir. Cenaze töreni tapınakta yapıldığı için tapınağa girerken başı örtme kuralı mezar başına taşınmış olmalıdır. Yahudilikte aybaşı olan kadına mezar ziyaret etmenin yasaklanması ise ölülere dua edip tapınma geleneğinin bir kalıntısı olabilir.

Yeni Ahit, I. Korintililer 11/5-13 Ama başı açık dua ya da peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür. Böylesinin, başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. Kadın başını açarsa, saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün. … Siz kendiniz karar verin: Kadının açık başla Tanrı’ya dua etmesi uygun mu?

[127] Yeni Ahit, Matta 23/29-31 “Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yapar, doğru kişilerin anıtlarını donatırsınız. ‘Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla birlikte peygamberlerin kanına girmezdik’ diyorsunuz. Böylece, peygamberleri öldürenlerin torunları olduğunuza kendiniz tanıklık ediyorsunuz.

Mustafa Kemal’in mirasını sahiplenme iddiasında olup da yarım kalan hiçbir projesini tamamlamayan ama posterlerini her yere asmakta, mezarını ziyaret etmekte hiç ihmalkar davranmayan Atatürkçüleri ne kadar andırıyor!

[128] https://jewishencyclopedia.com/articles/9599-lamp-perpetual

[129] Kuran Bağlısı Kurban Keser Mi Yazımın son bölümüne bkz.

[130] https://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=rjs

[131] https://www.etymonline.com/search?q=easter

[132] 6:42-45, 7:94-95, 13:41=21:44, 15:88=20:131, 25:18, 46:20, 74:12-26, 89:19…

[133] 8:59, 29:22, 76:30…

[134] 4:133, 5:54, 6:11,89, 9:39, 10:4,13-14, 11:57,116-118, 14:19, 21:105, 33:27, 28:58-59, 70:39-41, 76:28, 77:16-18, 108:1-3…

[135] Çıkış 1/8; Yasanın Tekrarı 28/12-13; Yeşu 2/9-14, 17/13, 24/13; Hakimler 1/28-36, 7/22, 8/21-26; 1.Samuel 14/20; 2.Samuel 11, 12/31; 1.Krallar 8, 9; 1.Tarihler 20, 22; 2.Tarihler 2/17-18, 8/8-10, 20, 36/13; Ezra 7; Nehemya 6/5-8, 13/19-21; Ester 2, 8, 9,10 (veya bütün Ester kitabı); Mezmur 2/8-12, 18/43-50, 72/9-11, 102/15, 105/44, 137/8-9, 141; Yeşaya 2/2-4, 9-6, 11/1-10, 14, 16/11-12, 18/7, 41, 45, 49/22-26, 54/3, 60, 61/5-6; Ezekiel 34/23, 37/24, Danyal 7/13-14, 11, Mika 4/1-3, 5; Zekeriya 8/22-23, 9, 12/2-6.

[136] Kuran 5:105, 8:73, 9:41, 22:60, 42:39-40, 61:4…

[137] İncil, Yuhanna 2/13-15 Yahudiler’in Fısıh Bayramı yakındı. İsa da Yeruşalim’e gitti. Tapınağın avlusunda sığır, koyun ve güvercin satanları, orada oturmuş para bozanları [bankerleri –S.Ç.] gördü. İpten bir kamçı yaparak hepsini koyunlar ve sığırlarla birlikte tapınaktan kovdu, para bozanların paralarını döküp masalarını devirdi.

[138] Örnek: 4:75, 9:41, 42:39-40, 61:4.

[139] Carl W. Ernst, Sufism: An Introduction to the Mystical Tradition of Islam, Shambhala Publications, 1997. Sufizm: İslamın Mistik Geleneğine Giriş kitabının İngilizce orijinalinden benim çevirim.

[140] Yaratılış 34/26, Çölde Sayım 21/35, 23/24, 24/23, 31/14,  Yasanın Tekrarı 13/15, 20/16, 21/10, 32/42, Yeşu 2/13, 4/24, 6/21, 8/22, 11/11-14, 10/28, 21/10, 19/47, Hakimler 18/27, 20/48, 1.Samuel 8/13, 14/36, 15/3-20, 22/19, 27/9, 2.Samuel 8/2, 1.Tarihler 4/41, 18/12, 2.Tarihler 25/11, 36/17, Ester 8/11, 9/5-24, Mezmurlar 83/9, 110/6, Nahum 2/3, Yeşaya 13/1,16, 15/1, 63/1-6, Yeremya 45/2, 46/9, Ezra 9/7, Zekeriya 12/2-6…

[141] https://studybible.info/strongs/G3646

[142] Babil Talmudu, Gittin 57b bölümü: https://www.sefaria.org/Gittin.57b.1?lang=bi

[143] https://web.archive.org/web/20221223052355/https://www.arkeolojikhaber.com/haber-tanrica-ve-nike-heykellerinin-imitasyonlari-enezde-denize-batirildi-24035/

[144] Yeni Ahit, 1.Timoteos 6/15, 1.Yuhanna 1/7, 2/10.

Kullanım örneği https://salom.com.tr/haber-117096-toraacutedan_hayat_dersleri.html https://archive.is/RgH7M

[145] https://web.archive.org/web/20211128105812/https://ucatholic.com/hymns/requiem-aeternam/

[146] Yeşaya 57/2 Doğru kişi esenliğe kavuşur, doğru yolda yürümüş olan mezarında rahat uyur.

[147] https://biblescan.com/search.php?q=jezebel

https://biblehub.com/topical/l/lilith.htm

[148] 2.Korint 11/14 Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık meleği [Lusifer] süsü verir. (Aslında yanlış bir şey demiyor. Kuran 6:112, 7:16,30, 35:5, 37:28, 43:37 ile krş.)

Matta 27/33-34 Golgota, yani Kafatası denilen yere vardıklarında içmesi için İsa’ya ödle karışık şarap verdiler.

Yuhanna 19/17 Askerler İsa’yı alıp götürdüler. İsa çarmıhını kendisi taşıyıp Kafatası –İbranice’de Golgota– denilen yere çıktı.

Yunanca demon sözcüğünün dizini: https://biblehub.com/greek/1140.htm

Hades: https://biblehub.com/greek/strongs_86.htm

[149] Mezmur 137/1 Babil ırmakları kıyısında oturup Siyon’u andıkça ağladık…

[150] Görsel kaynağı: https://web.archive.org/web/20170610195843/https://www.hafizoglu.net/degerler-egitimi-sevgi-konulu-brosur/

[151] Örnek: https://aeon.co/essays/economic-bubbles-are-irrational-but-we-can-understand-them

[152] Hakimler 13~16.

[153] Aralarındaki fark için Uzak, İnsansı ve Kusurlu Tanrı İmgesi yazıma bakınız.

[154] Ayrıca 2.Korintliler 12/7’de Pavlus’u hasta eder. Yeşaya 54/15’de tanrı, belanın ve sınavın “kendisinden olmadığını” söyler. Yahuda 1/9’da melek, İblis’le tartışır. Yuhanna 12/31’de şeytana “yönetici/baş” (Yun. arko) denir. Kuran’ın “egemenlikte (Ar. mülk) ortağı yoktur” ayetleriyle karşılaştırın.

[155] Franz Kafka, The Trial, Translated by Mike Mitchell With an Introduction and Notes by Ritchie Robertson, Oxford, 2009, xxiii.

[156] https://biblehub.com/greek/strongs_12.htm

[157] İlahide sözü edilen krallar Matta 2’de yeni doğmuş İsa’yı ziyaret eden astrologlardır.

[158] 1.Korintliler 13/12 Şimdi her şeyi aynadaki silik görüntü gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlıdır, ama o zaman bilindiğim gibi tam bileceğim.

[159] Tevrat, Çıkış 25/31-37 Saf altından bir kandillik yap. Ayağı, gövdesi dövme altın olsun. Çanak, tomurcuk ve çiçek motifleri kendinden olsun. Kandillik üç kolu bir yanda, üç kolu öteki yanda olmak üzere altı kollu olacak. … Kandillik için yedi kandil yap; kandiller karşısını aydınlatacak biçimde yerleştirilsin.

[160] https://web.archive.org/web/20140407135720/http://www.yapi.com.tr/haberler/gazi-mimarlikta-neler-oluyor_108784.html

[161] “Raina” (bizi güt) diyenlerin nasıl bu duruma düşürülmekte olduğunu elestireldusun.wordpress.com sayfamdaki Basın yazı dizisinde tartışmıştım.

[162] Demek ki, aslında, zorlukla birlikte kolaylık var. Aslında, zorlukla birlikte kolaylık var. 94:5-6

…Allah, zorluktan sonra bir kolaylık verecektir. 65:7

Aslında, sizin çalışmanız, gerçekten türlü türlüdür. Kim verir ve sorumluluk bilincine erişirse ve en güzeli doğrularsa onu en kolay olana kolayca iletiriz. 92:4-7

[163] …inananlara yardım etmek, üzerimizde bir yükümlülüktür. 30:47

[164] “Ey oğul! Kuşkusuz, bir hardal çekirdeği ağırlığında da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde veya yeryüzünde de olsa, Allah, onu getirir. Kuşkusuz, Allah En İnce Ayrıntılarla Gerçekleştirendir; Haberlidir!” 31:16

[165] Sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öyle yoksulluklar ve zorluklara uğradılar ve öyle sarsıldılar ki, elçi ve onunla birlikte inananlar “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyorlardı. İyi bilin ki kuşkusuz, Allah’ın yardımı çok yakındır. 2:214

Dedi ki: “Efendisinin rahmetinden sapkınlardan başka kim umudunu keser?” 15:56

Bir Cevap Yazın