
Sunuş
GerçeğinKitabı blogunun okurları İbrahim’i Hayalet Avcıları filmi incelemesinin misafir yazarı olarak biliyorlar. Bu yazısında benim feminizm okuma listemde uzun süredir bekleyen bir kitabı kelimenin tam anlamıyla inceliyor. Ve bunu bir Kuran bağlısının gözüyle yapıyor. Saygıdeğer bir emeğin ve ahlaki sorumluluk bilincinin ürünü olan bu yazıyı neredeyse değiştirmeden yayınlıyorum. Dipnotları uzun bulabilirsiniz ama lütfen bunların değerli notlar olduğunun farkına varın. Çünkü İbrahim farklı kaynakları yan yana getirerek konuya bütüncül bakmaya çalışıyor. Bütüncüllük. Uzmanlık alanlarına dalıp unuttuğumuz bir şey bu. Ve tam da ekoloji krizi, enerji krizi, jeopolitik krizler, aile krizi gibi uzayıp giden ve aldığımız eğitim ve maruz kaldığımız yönlendirmeler nedeniyle bize ilgisizmiş, kopukmuş gibi görünen bir sorunlar listesini anlayıp çözebilmek için bize gereken bir şey. Bunun yanı sıra bu değerlendirmelerin bir araştırmacı profesyonel değil, konu edilen sorunun kısmen mağdur tarafında bulunan biri tarafından yapıldığını dikkate alın. Oyun bağımlılığı, medya, toplumun kadınlaşması (feminizm), sağlığın bozulması gibi sorunların kesişim noktasında yeni kuşak ve erkekler bulunuyor. Bu kitap hem cinsiyet gözetmeksizin gençler hem de yaş gözetmeksizin erkekler için kaygılananlara. Çocuklu ailelere bu incelemeyi okutun. Oyunlardaki ve medyadaki sorunu “şiddet” sananlara okutun. Kitabı okumuş olanlara da okutun çünkü bir kitabı sizden başkalarının nasıl anladığını öğrenmek değerli olabilir. 69 sayfa gözünüzü korkutmasın çünkü bunlar başka yerde bulma olasılığınızın pek olmadığı yorumlar. Her zaman olduğu gibi geribildiriminizi rica ediyorum. Sorunlarını konuşmayı değil görmezden gelmeyi yeğleyen bir toplum hiç kuşku yok ki Allah’ın kayıracağı bir toplum değildir. Okutun, yayın, yorum yapın, eleştirin, çevrenizde tartışın. Bize zarar vermek için sıraya girmiş olan makineleri ve ağları yararımız için kullanın. Selim ÇalışkanGiriş
Kitap, Stanford deneyiyle[1] ün kazanmış olan Phil Zimbardo ve yardımcısı Nikita Coulombe tarafından yazılmış. İngilizce ismi Man Disconnected. “Disconnect” daha çok internet bağlantısının kopması anlamında kullanılan bir sözcük. Kitaba bu ismin verilme sebebi, çoğunlukla porno ve bilgisayar oyunu[2] bağımlılığı üzerinden yeni nesil erkeklerin yaşadığı teknoloji destekli sorunları, diğer bir değişle hayatla bağlantıyı koparmalarını anlatıyor oluşu. Semptomlar, Nedenler ve Çözümler olarak üç bölüme ayrılmış. Son kısımda ise çeşitli anketler ve uzun bir kaynak listesi var. Kadın haklarından bahsetmenin popüler olduğu bir dönemde unutulan erkekler için iyisiyle kötüsüyle önemli bir ihtiyacı karşılama çabasında bu kitap. Önemli bir ihtiyaç çünkü modern toplum kadınların sorunlarına -ya da sorun olduğu düşünülen konulara- eğilmekten erkekleri unuttu. Kadınlara yeni roller biçilirken erkeklerden geleneksel rollerini devam ettirmeleri, bununla birlikte önceden sahip oldukları bazı haklardan kadınlar lehine feragat etmeleri bekleniyor. Toplum üzerinde -çeşitli propagandaların da etkisiyle olsa gerek- “yüzyıllardır mağdur edilen kadınların durumlarını artık düzeltmemiz lazım” gibi bir düşünce hâkim. Tabi onları mağdur ettikleri düşünülen erkeklerin daha iyi bir halde oldukları da varsayılıyor. Ama görünen durum öyle değil. Yeni nesil erkekler bir şekilde başlarının çaresine bakamıyorlar. Nasıl “erkek” olacaklarını bilmiyor, cesaret edemiyor, tembellik ediyor ya da yeterli imkânı bulamıyorlar. Teknolojideki gelişmeler de bu ateşe benzin dökmekte. Porno ve bilgisayar oyunları, beklentileri karşılama yolunda stresle baş edemeyen erkekler için güvenli limana dönüşmüş durumda. Bunlar bir çeşit dijital uyuşturucular artık. Olabildiğince detaylı bir özet olsun istiyorum çünkü kitapta yazanların çoğu yaşadığım şeyler. Çocukluğum 90’ların sonu 2000’lerin başında geçti. Bugünkü kadar olmasa da teknolojinin ve seküler eğlence kültürünün yoğun etkisi altında büyüyen bir neslin üyesiyim. Özellikle taşınabilir cihaz ve internet teknolojilerindeki gelişmelerin, bu yazıda bahsedilen durumlara sahip erkek çocuğu sayısını arttıracağını düşünüyorum ve uyarı amacıyla da bu yazıyı yazıyorum. Hemen her şeyi görebildiğiniz bir ekrana ve internet erişimine sahip bu cihazların, çocukluk yıllarından itibaren kendilerine bağımlı olan insanları baştan aşağı şekillendirebileceği kanaatindeyim.[3] Konu hangi dini -yani varoluşa bakışımızı, ahlak anlayışımızı, yaşam biçimimizi- benimseyeceğimizle de alakalı. Daha önce çocukluk yıllarımda defalarca kez izlediğim Hayalet Avcıları filmlerinden ve bu filmlerdeki tektanrıcı karşıtı aşılamadan bahsetmiştim.[4] Şimdiki nesil benzer aşılamalara ve fazlasına bir bilgisayar oyununu oynarken de maruz kalabiliyor. Bu nedenle yazıda Kuran ve İslam’dan da söz edeceğim. Zimbardo meselenin bu kısmına değinmiyor ama tektanrıcılığın terk edilmesinin nedenleri ve sonuçları üzerine de konuşulabilecek bir kitap olmuş.[5] Kitabın önemli bir kısmını istatistikler oluştururken verilerin çoğu ABD ve İngiltere’den. Bu size “bunlar bizim sorunumuz değil demek ki” dedirtmesin. Türkiye batıdan ithal yasalarla yönetilen, yıllardır yoğun bir kültür emperyalizminin etkisi altında bulunan bir ülke. Bu nedenle batılılara has dertlerin çoğu şimdi bizim de derdimiz. Verileri okurken bunu akılda tutmak gerek. Yine bu yazıda sinirbilim alanında çalışan Michel Desmurget’in Türkçeye “Dijital Ahmak Fabrikası” ismiyle çevrilen kitabından da sık sık alıntılar yapacağım. İki kitabın beraber okunmasını tavsiye ediyorum. Yeni nesil bilişim olanaklarının büyüsünün ardındaki tehlikelerden haberdar olmak için benzer içeriklerin okunması ve okutulması şart. Çünkü durum bireyin ve toplumun sağkalımını etkileyecek kadar önemli. * * * Değişen yaşam dinamiklerinin yeni nesil erkekleri sudan çıkmış balığa döndürdüğü söylenebilir. Çekirdek ailelerde eski tip kalabalık ailelere göre yeterli erkek rol modeli yok. Baba ya hiç yok (boşanma, erken ölüm vd.) ya da var olanları yetersiz. (İşkolik, bıkkın vd.) Rehbersiz kalan erkekler içki, sigara, kumar ve uyuşturucu madde gibi kötülüklerin yanına dijital uyuşturucuları da ekledi. Porno ve bilgisayar oyunlarının etkisi büyük olabiliyor. Sürekli yeni içeriklerle desteklendikleri, belli tekniklerle üretildikleri, ulaşımlarının kolay ve ucuz -hatta bedava- olması ve sağladıkları hazlar sebebiyle kişide bağımlılık oluşturma ihtimalleri yüksek. Bu hazlar ile gelen tatmin hissi o kadar yüksek ki, bağımlı olduktan sonra ders çalışmak gibi sorumluluk gerektiren işler ya da kitap okumak, gezmek ve başka insanlarla tanışmak gibi faaliyetler genç erkekler için keyif vermeyen sıkıcı şeylere dönüşebilir. Bu durum uzun vadeli mutluluk hedefleri uğruna yapılması gereken zorunlu işleri ötelemeye ya da tamamen terk etmeye sebep olabilir. Sonuçta rehbersiz kalan, uyuşturucularla anlık tatmine ulaştığı için uzun vadeli mutluluk hedefleri adına kendilerini kamçılamayan bu yeni nesil erkekler, ilerisi için gönüllü olarak çaba sarf etmiyor ve umursamazlıkları yüzünden yitime uğrayabiliyorlar. Bazı ana-babalar ise bu durumun ayırdına varamıyor ve erkek çocuklarının dizlerinin dibinde, ekran başında olmasını güvenli bulabiliyorlar.[6] Birçok erkek ailesinin güvenli sınırları içinde kalmak istiyor (s14). Geleneksel erkek rolünde başarılı olma korkusu yaşayan genç erkekler, reddedilme korkularının olmadığı ve övgü alabildikleri porno ve bilgisayar oyunlarına yöneliyorlar. Bu durum, vakitlerinin önemli bir kısmını dört duvar arasında harcamalarına sebep olduğu için sosyal beceriler geliştirmelerinin önünde büyük bir engel.[7] Pornoyu çoğunlukla erkekler izlerken[8] tahrik edilmeleri de kolay: “Örneğin stresli çevrelerde bir erkeğin libidosu yükselirken, kadınınki düşüyor. Erkek beyni seks ve aşkı ayırırken bu sinirsel sistemler kadın beyninde birleşik, kadın beyni zihinsel ve fiziksel tahriki ayırt ederken erkek beyninde de bu ikisi birleşik. Erkekler ve kadınlar farklı erotik ipuçlarını seçiyorlar, bu ipuçlarını işleyen farklı yollara sahipler ve bu ipuçlarına cevaben farklı davranışlar gösteriyorlar (s18).” Erkeklerin cinsel arzularının tetiklenmesi kadınlara kıyasla daha kolay görünüyor. Teşhirciliğin arttığı ve normal kabul edildiği bir çağda erkeklerin daha kolay bir şekilde baştan çıkarılabileceğinin ve etki altına alınabileceğinin işareti bu durum. Sürekli cinsel uyarıcılara maruz kalan yeni nesil erkeklerin hızlı, kolay ve ucuz yoldan tatmin sağlayan pornoya yönelmeleri bu yüzden kaçınılmaz görünüyor. Teknoloji bağımlılığının dikkat dağıtıcı yönü hakkında da uyarı var (s19).[9] İlgimizi bir şeyden diğerine çabucak kaydırmamıza sebep olabilen bu durum, tek bir işe odaklanmamızı zorlaştırıyor. Mesela Twitter gibi sanal ortamlar insanları daldan dala sürükleyerek tek bir konu hakkında kapsamlı tartışmaların dönmesini, bilinçlenmenin gerçekleşmesini ve olası çözümlerin üretilmesini engelliyor. Birkaç satırlık yazılara ya da birkaç saniyelik vidyolara bağımlı olunduğunda daha fazlasına katlanmak zorlaşır. Özellikle geleceklerine yatırım yapmaları gereken çocuklar için sıkıntılı bir durum bu. Vakitlerinin önemli bir bölümü ayartıcı yönü güçlü olan bu teknolojiler tarafından çoğunlukla zararlı ya da gereksiz içeriklere maruz bırakılarak çalınıyor. Onlar bu cihazların kendilerine verecekleri olası zararlardan habersizler ve bu haldeyken bağımlı oluyorlar.[10] Boşa harcadıkları vakitlerinin değerini anlamaları için doğru şekilde yönlendirilmeleri gerek. Ama görünen o ki bunu yapmaları gerekenler tam tersi istikamette ilerliyorlar.[11] ResimEğitimdeki Fark
ABD tarihinde ilk defa erkekler babalarından daha az eğitim alıyorlar. ABD ’de 13-14 yaşındaki erkeklerin dörtte biri bile yazmada veya okumada yetkin değil, kızlarınsa yüzde 41’i yazmada ve 34’ü okumada yetkinmiş. Genç erkeklerin SAT (üniversite giriş sınavı) puanları, 2011’de son kırk yılın en düşük seviyesine gelmiş (s28). Erkekler kızlara göre daha fazla sınıf tekrarı yapıyor, daha düşük puanlar alıyorlar. Üniversite mezunlarının yarıdan fazlasının kadın olduğu ülkeler var. Kızlar okul yaşamlarında daha sosyaller, daha çok ödev yapıp daha fazla kitap okuyorlar. Erkeklerin okuldan atılma ihtimalleri daha yüksek. Okulu yarıda bırakanların suç teşkil eden işlere bulaşma ihtimali de (s30). Erkeklere hayatları boyunca kadınlara kıyasla daha fazla DEHB[18] tanısı konuyor ve bu erkekler ilkokul çağlarında bile Ritalin gibi uyarıcı ilaçlara maruz bırakılabiliyorlar (s29). Özel tedavi programlarındaki öğrencilerin çoğu erkekmiş: “Bu bir zekâ sorunu değil; genç erkekler çaba sarf etmiyorlar ve bu da kariyer seçeneklerinin olmaması anlamına geliyor (s30).” Zimbardo öğretmenlerin öğrencilerin eleştirel düşünme ya da genel ilke ve değerleri öğrenmesini desteklemediklerini iddia ediyor (s92). Bunun sebeplerinden biri olarak da okulların ve ana-babaların notları fazla önemsemesini gösteriyor. Mevcut eğitim sistemi çoğunlukla problem ve çözüm odaklı olmadığı gibi gerçek hayattaki zorluklarla ilgili de değil. Bu sistem öğrencinin zamanla canını sıktığı gibi öğretmenlerin de entelektüel düzeyini düşürebilir. Ayrıca öğretmenlerin niteliğinin yıllar içinde azaldığı da söyleniyor.[19] Erkek beyin gelişimi kızlara göre daha farklı olduğu için eğitimin erken yıllarında erkek çocukları yoğun okuma alıştırmalarında zorlanıyorlar ve ilkokul derslerinin beşte dördü dil üzerine (s97). “Eğer bir çocuk beyni hazır olmadan önce öğrenmeye zorlanırsa, istemeden, öğretilen işi beğenmemeye şartlanmış olur. Erken görülen negatif deneyimler de özelde öğrenmeye, genelde okula yönelik bir direniş ve isteksizlik yaratır (s94).” Okulu sevmediğini söyleyen erkek çocuklarının oranında büyük artış olduğu iddia ediliyor. Ayrıca erkeklerin en iyi uygulama yoluyla öğrendikleri ama okulların bu imkânları yeteri kadar sunmadıkları belirtiliyor. Daha az teneffüs, daha az serbest zaman ve daha az beden eğitimi dersi sosyal ve fiziksel etkileşimi azaltır. Hareketli erkek çocukları kızlar gibi oturup ders dinleme işinde daha çok zorlanıyorlar. (Bir dönem erkek akraba çocuklarına yarım saatten fazla ders çalıştıramıyordum çünkü yerlerinde duramıyorlardı ve akılları sürekli tabletlerinde oluyordu. Çok sıkıldıklarını söyledikleri kısa süreli derslerin sonrasında ise birkaç saat aralıksız bilgisayar oyunu oynayabiliyorlardı.) Ayrıca ilkokul öğretmenlerinin çoğu kadın ve bu durum daha az pozitif erkek rol modeli demek. Kız ve erkek çocuklarının farklı okullarda, farklı müfredatla eğitim alması tartışılabilir mi? Zimbardo 242. sayfada cinsiyete özel ders ve ödev seçeneklerinden söz ediyor. Bu öneriler, kız ve erkek çocuklarının farklı şekilde eğitilmeleri gereken “aynı türün iki farklı cinsi” olduğunu kabul etmek olacağından, kadın-erkek eşitliği savunucuları tarafından şiddetle reddedilecektir diye düşünüyorum. Yine “haremlik-selamlık” kültürünü hatırlatacağı için fanatik seküler insanlar tarafından da karşı çıkılacaktır. Dijitalleşme öğrencileri olumsuz etkiliyor (s97).[20] Çoklu görevleri (ders, sosyalleşme, dijital dünyada vakit geçirme vd.) yapmaya çalışırken dikkatlerinin dağıldığı ve hafızalarının düzensiz olduğu söyleniyor.[21] Analitik düşünmede kötüler ve bu durumun iyi ve net düşünemeyen insanlar ortaya çıkarmasından endişe ediliyor. Lise yıllarımızda şimdikilerle kıyaslanmayacak seviyede olsalar da büyük ekranlı cep telefonları birçok öğrencide bulunurdu. Ders aralarında -hatta sırasında- bunlarda oyunlar oynar, bazen komikli vidyolar, bazen de porno içerikler seyrederdik. Muhtemelen aynı durum daha yoğun bir şekilde devam ediyordur çünkü içerikler çeşitlendi, cihazlar gelişti ve artık onlara sahip olmayan genç kalmadı gibi. Bununla birlikte işin içinde özel hayatın ihlali, kişisel verilerin güvenliği ve ciddi başka sorunlar da var.[22]Covid-19 döneminde “online ders” yapılacak diye evlere alınan tablet ve bilgisayarların ne kadar verimli olduğu yeterince tartışılmadı.[23] Bu bilgisayarlardan birini Covid-19 döneminde ergen bir erkek yakınıma satın aldılar, kurulumunu bizzat ben yaptım. İki yılın sonunda çocuğun annesi “bütün gün bilgisayar başında -daha çok oyun oynamak amacıyla- olduğu için derslerine çalışmadı, lise giriş sınavında daha yüksek puan alabilirdi” dedi.[24] Bu çocuğun aynı zamanda akıllı telefonu da var ve sosyal medya ve çevrimiçi oyunlarda çok fazla vakit geçiriyor. Kitabın 98. sayfasında kütüphanelerde çalışma saatlerinin azaldığıyla ilgili bilgi var. İnternet üzerinden anlık olarak bilgiye ulaşmak ya da yüzlerce kitabı tek bir cihaza sığdırmak güzel ama bu cihazlar çocuk ve gençlerin elinde çoğunlukla eğlence aracına dönüşüyorsa, ne anlamı var?[25] “Eğer oğlunuz cep telefonunda, bilgisayarında veya oyun konsolunda aşırı zaman harcıyorsa bu aletlere erişimini kısıtlayın ve onları kullanım hakkını kazanmasını sağlayın (s254).” Ayrıca çocuğun bilgisayarını onun odası yerine evin ortak alanlarından birine koyma önerisi de var. Ebeveynleri akıllı cihazlara kısıtlama koyduğunda çocukların fazladan 1 saat uyuduğu tespit edilmiş.[26] Uykusuna dikkat eden ve ekran başında daha az vakit geçiren çocukların akademik kariyerlerinin daha başarılı olacağını bilmek için fazla veriye ihtiyaç olmasa gerek.[27]Çalışmaktan Vazgeçen Adamlar
Zimbardo bölümün başında şöyle diyor; “Protestan iş ahlakı genç erkeklerin zihninden ne zaman uçup gitti? (s31)” (Tektanrıcılık terk edildikçe onunla özdeşleşen ahlaki değerlerin unutulması normal. Şimdiki çocuklar seküler ahlak aşılayan medya ve eğitim sistemi içinde büyüyorlar.[28] Tektanrıcılık karşıtlığı yapan bu kültüre çağı yakalayamayan yetersiz din eğitimini ekleyin. Tebrikler, nur topu gibi seküler bir nesil yetiştirdiniz!)[29] 2000-2010 arasında Amerikan gençleri arasında işgücüne katılım oranı %42 azalmış. 25-34 yaş erkek işsizliği 1970’tekinin iki katından fazla. Gelişmiş bazı ülkeler işsiz genç erkeklerde beş kattan daha fazla artış görmüş. Yirmilerinin sonu otuzlarının başındaki erkekler için küresel işsizlik oranı 1970’te %2’yken 2012’de bu oran %9’a çıkmış (s31). Bazı erkeklerin salt erkek oldukları için kendilerine birçok şeyi hak gördüklerinden bahsediliyor: “Şaşırtıcı derecede yüksek sayıda erkek, para getirecek işlerde çalışmayı istemiyor gibi görünüyor, hatta yaşam alanlarını düzenli tutacak temel ev işlerine bile yardım etmiyorlar (s32).” “İyi şeyler başarıya sadakati, mükâfatın ertelenmesini, oyuna değil işe öncelik vermeyi ve sosyal mutabakatın önemini anlamayı gerektirir” denilerek bu bölüm bitirilmiş (s34). (İnsanları anlık hazzın peşine sürükleyen tüketim kültürü içinde yetişen gençlerin, mükâfatın ertelenmesi konusunda nasıl eğitilecekleri ve bunu nasıl başaracakları belirsiz. Yine bu gençlerin yoğun bir şekilde “ölümden sonra yaşam yok” propagandasına maruz kaldıklarını da ekleyelim. Böyle bir ortamda neden çok daha uzun vadeli düşünsünler?)Aşırı Erkeklik: Sosyal yoğunluk sendromu
Bölümün başında genç erkeklerin utangaçlığından bahsediliyor. Sosyal izolasyon ile porno izlemek ve oyun oynamak için ayrılan zamanla, utangaçlık arasında nedensel ilişki var. Zimbardo kendisinin de dahil olduğu bir araştırmadan bahsederek, 1970’ler ve 80’lere kıyasla kendini utangaç olarak tanımlayan insanların sayısında artış olduğunu iddia ediyor (s35). İnternetin bizim için sosyal bağlantılar kurmaya gerek duymadan birçok şeyi yapması, yüz yüze iletişim kurabilme yeteneğini köreltiyor: “Bir bakıma, çevrimiçi iletişim, en utangaç olanın başkalarıyla, asenkronistik alanda iletişim kurmasını kolaylaştırıyor. Ancak biz, bunun gerçek iletişimi zorlaştırdığına inanıyoruz (s36).” Bu yeni utangaçlık türünün iletişime geçme isteğinden değil, zayıf bir izlenim bırakıp reddedilme korkusundan kaynaklandığı söyleniyor: “Daha ziyade, toplumsal bağın nasıl kurulacağını bilmemekten dolayı bunu istememekten ve pratiğini yitirdikçe kendini başkalarından daha çok uzaklaştırmaktan doğuyor (s36).” Utangaçlığın dışında genç erkeklerin neyi, ne zaman, nerede ve nasıl yapacaklarını bilemedikleri, özellikle kadınlar karşısında yüz yüze iletişim dilini bilmemekten kaynaklanan sorunlar yaşadıkları anlatılıyor. Bu durum, daha güvenli bir alana geri çekilmeyi teşvik etmekte. Genç bir erkek şunları söylüyor: – Düzenli bir şekilde video oyunları oynuyor ve porno izliyorum… ancak her zaman ortalama görünümde biri oldum ve karşı cinsi memnun etmek zorunda olmanın yoruculuğundan nefret ettim. Pahalı, kafa karıştırıcı ve nadiren başarılı olan bir şey. Bildiğim herhangi bir kadınla kişisel ilişkiler kurmanın bana hiçbir şey ifade etmediğini, erkeklerle arkadaşlık etmenin bu ilişkilerin yerine geçebileceğini ve gerisini pornografinin dolduracağını düşünüyorum (s37). Bu duruma sosyal yoğunluk sendromu deniyormuş.(Erkeklerin daha çok erkeklerle takılmak istemesi) Bu gibi gruplara askeriye, çeteler ve kardeşlik dernekleri örnek olarak gösteriliyor. Olumlu bir tarafı, erkeklere başka erkeklerle nasıl beraber çalışabileceklerini öğretmesi. Fakat zamanla bu yoğunluğun derecesi artabilir ve bu ortamdan ayrılan kişi sıkılmaya ve toplumsal izolasyon yaşamaya başlayabilir (s39). Yine bu kişilerin kadınlarla iletişim becerilerinin zayıf olması beklenecektir. Bu sendromun dünya genelinde yaygın olduğu düşünülürken gitgide cinsellikten uzaklaşan Japon erkeklerinin örneği veriliyor.Aşırı Oyun Oynamak
Benim büyüdüğüm dönem olan 90’lar, 80’lere kıyasla hemen herkesin evine televizyonun girebildiği ve özel kanalların açıldığı bir dönemdi. Bu kanallarda uzun çizgi film kuşaklarının yanı sıra yerli-yabancı yapımı dizi ve filmler, müzik klipleri ve yarışma programları da yayınlanırdı.[30] Yine bu yıllarda evlere “atari” olarak adlandırılan ve televizyona bağlı bir şekilde çalışan oyun konsolları da girdi. Bunların benzerleri 80’lerde de vardı ama çok daha az çocuk sahip olabilmişti. Böyle bir dönemin çocukları olarak yeri geldiğinde bütün gün sokakta[31] oynar, yeri geldiğinde de evlerde oyun konsollarının başına kurulurduk. Bu karışık oyun-eğlence dönemi zamanla dijital tarafa doğru kaymaya başladı. İnternet kafeler bir bir açılırken hemen her eve ikinci televizyonlar, yeni nesil oyun konsolları, bilgisayarlar ve internet girdi. 2010’lardan itibaren de akıllı cihazlar herkesi ele geçirmeye başladı. Haliyle çocukların oyun anlayışları da bundan etkilendi. “Sokağa çıkmak” yerini “Discord’a[32] gelmeye” bırakırken, çevrimiçi oyunlar çocukların yeni eğlence ve sosyalleşme alanları oldu. Bu da daha az fiziksel hareket ve daha az yüz yüze iletişim demek. Şimdilerde oyun sektörünün durumu şudur:Obezlik
Sosyal izolasyon ve hareket eksikliğinin kaçınılmaz sonuçlarından biri de obezlik. ABD bu konuda önde gelen ülkelerden, biz de Avrupa’da üst sıralarda yer alıyoruz.[59] ABD’deki yetişkin erkeklerin yaklaşık %70’i fazla kilolu ve üçte biri obez. Ayrıca Amerika’daki okullarda her yıl 400 milyar kalorilik abur cubur satılıyormuş. Süper güç olduğunu iddia eden bir ülke halkını sağlıklı besleyemiyor. Son kırk yılda obezitenin düştüğü hiçbir ülke olmamış ve bu durumun dünya çapında bir salgın olduğu yazıyor kitapta. Sigaradan daha az ölüme sebep olan Covid-19 için yapılanları bu söylenenlerle kıyaslayın. Yaşam süresini ve kalitesini düşürmesi bir yana, obezite ayrıca bir ulusal güvenlik tehdidi. Pentagon verilerine göre 17-24 yaş arası Amerikalıların üçte biri askeri hizmet için gerekli nitelikleri karşılayamıyormuş. Bir pentagon yetkilisi şöyle diyor: “Çocuklar şınav ve barfiks çekemiyorlar ve koşamıyorlar (s49).” Obezitenin erkeklerde metobolik bir değişime sebep olduğu ve hormon düzeylerini değiştirdiği iddiası da var. Aşırı kilolu olma durumu erkek vücudunda kadınlık hormonu olarak bilinen östrojeni arttırıyormuş (s50). Obeziteyle mücadele için kaçınılmaz olarak ekran bağımlılığıyla da savaşmak gerekecek. Hareket eksikliğine sebep olmaları bir yana ekran teknolojileri kilo aldıran gıdaların en önemli reklam araçlarından. Daha önce mama yerken reklam izleyen çocuk örneğini vermiştim. Haz içerikli gıdaları çoğunlukla ekranlarda görürüz ve isteriz. Şimdiki çocuklar görece daha az televizyon izliyorlar belki ama Youtube gibi platformlar yüksek çözünürlüklü abur cubur tanıtımı yapan vidyolar ve reklamlarla dolu. Ellerinde abur cuburla bunları izleyen çocukları görmüşlüğüm var. Bu tarz reklam ve diğer içerikler ahlaki olarak tartışılmalıdır. Yemek yeme ihtiyacımızın aşırı denebilecek görsellerle kilo aldıracak gıdaları tüketmemiz için kışkırtılması ne kadar doğru ve toplumun sağkalımına verdikleri zarar ne ölçüde?[60]Obezitenin artmasında bunların da etkisi var: “On beş yıldır, çocuklarda ve ergenler üzerinde yapılan tüm büyük bilimsel ve kurumsal yayınlar, her yerde olan (televizyon, sosyal ağlar, video paylaşım platformları, vb.) gıda pazarlamasının obezite riski üzerindeki olumsuz etkisine ve agresifliğine dikkat çekmiştir.” (Desmurget, s223)[61] “Reklamcılar, markalarını ve ürünlerini, yavrularımızın gelişmekte olan beyninin kalbine tam anlamıyla kazımak için açık yetkiye sahiptir. Hafıza yapıları bir kez enfekte olduğunda, tüm lezzet tercihleri, en yaygın şekilde tanıtılan yüksek kalorili yiyecekler lehine değişmektedir.” (Desmurget, s224)[62] Kadınla erkek arasında konuyla ilgili bir fizyolojik farkı hatırlayalım: Erkeğin iskelet ve kas yapısı ve metabolizması onu daha hareketli yapar. Hareketsizlik, kadına verdiğinden daha fazla zararı erkeğe verir. Bu nedenle ekran bağımlılığı genç erkeğe, genç kadına verdiğinden daha büyük zarar veriyor. Bölümün sonuna özel not: Çocuğunuzun yemek seçme ya da kilolu olma gibi problemleri varsa bu durumu bir an önce çözmek için harekete geçin, gerekirse bir uzmandan yardım alın. Yemek seçmek ya da kilolu olmak ciddi psikolojik ve fiziksel zararları olan bir konudur, tecrübeyle sabittir.Porno: İstenen Anda Orgazm
İnternet pornosunun tehlikesi, anlık tatmin sağlarken bunu yeni içeriklerle desteklediği için bağımlılık oluşturma ihtimalinin yüksek oluşu. Kitapta bu durumdan bahsedilirken Coolidge etkisinden de söz ediliyor.[63] Tek tıkla binlerce kadına hem de yüksek çözünürlüklü görüntü kalitesiyle birlikte saniyeler içinde ulaşabilmenin kolaylığını düşünün. Üstelik gerçek bir kadına kıyasla neredeyse masrafsız. Seçenek çok, utanç yok, performans kaygısı yok. Eskiye kıyasla daha kolay ulaşılabilmeleri de bağımlılık riskini arttıran başka bir sebep.[64] Fakat bağımlılık sonrasında dopamin yolları patolojikleşiyor (s140).Aynı vidyoları izlemek bir süre sonra uyarılmayı azalttığında daha yeni, daha tuhaf içeriklerin peşinden gitmek söz konusu olabilir. Kişinin tercihlerine ters gelen eğilimler ya da fanteziler gibi… Çocukların ilk porno görme yaşının ortalama 11 olduğu belirtiliyor (s103). ABD %89’la porno sitesi üretiminde lider ülke. Popüler bir porno sitesinin 2013’te 15 milyar kez görüntülendiği bilgisi var. Bu site aynı yıl İngiltere’de 6-14 yaşlarındaki çocukların en sık ziyaret ettikleri 35. siteymiş.[65] Her üç erkek çocuğundan biri “ağır” porno kullanıcısı sayılıyor (s52). Kitaptaki en dikkat çeken iddialardan biri bu. Bağımlılık oranı bu kadar yüksek ama aileler, kurumlar ya da STK’lar konuyla ilgili ne kadar dertleniyorlar düşünmeli. Zarar gören çoğunlukla erkek olduğu için umursanmıyor olsa gerek.İlaçlar ve Yasadışı Uyuşturucular
Çocuklara verilen bazı ilaçların bağımlılık yapıp yetişkinlikte de onlara zarar verebileceğine değiniliyor. Beynin ödül merkezi zarar görebilir ve bu durumdaki bir çocuk aç ya da cinsel açıdan uyarılsa bile bir şey yapma dürtüsünden uzaklaşabilir. Beynin ödül merkezi ve motivasyon arasındaki bağdan söz ediliyor. Bu merkez küçüldükçe kişi duyarsız ve dürtü yoksunu olabiliyormuş. Ayrıca bu durum depresyondan da bağımsız. Yani genç bir erkek motivasyon sahibi değilken de gayet mutlu olabilir. ABD’de bu gibi ilaçların %85’i erkeklere yazılıyormuş (s58). Yine birçok erkeğin esrar (marihuana) içtiği de belirtiliyor. Esrardaki psikoaktif madde (THC isminde) oranı eskiye göre daha da artmış. “Hayat baştan çıkarıcı ve tehlikeli zevklerle doludur” diyor Zimbardo ve Hristiyanlar arasında okunan bir duayı örnek gösteriyor; “Ayartıcı şeylerden bizi uzak tut.” (Matta İncili, 6/13) Gelecekten çok şimdiyi düşünen bir hedonizmle hareket etmenin bağımlılık yapan tüm madde ve davranışlara karşı savunmasız olmak anlamına geldiğini de ekliyor.[75] Zimbardo’nun dua vurgusu dikkat çekici. Kitapta değinilen sorunlar seküler ahlak kaynaklı ve bu durumu önleyebilecek ahlak öğretileriyle yasalar tektanrıcılıkla birlikte terk edildi. Peki, mevcut düzende bireysel özgürlüklere karışmadan bu sorunlar nasıl çözülecek? “Ayartıcı şeyler” kendi kendilerine mi yok olacak?[76]Ailenin Durumu
Zimbardo önemli bir meseleye, insanlar arasında güven duygusunun azalmasına değiniyor. Posta servisiyle akrabaya yollanan çocukların olduğu eski zamanlara kıyasla[77] bebek bakıcılarına güvenilmeyen bir döneme girdiğimizi söylüyor. Çeşitli verilerle de batı toplumundaki güven kaybını ortaya koyuyor (s66).Güvensizliğin sebepleri arasında politikacılar, yalanları sık sık ortaya çıkan basın ve bol skandallı ünlüler de var. Başarılı bir evlilik için güven duygusu gerektiği gibi toplumun da bu temel üzerine kurulması gerekiyor. Ama o toplum her gün aldatma temalı dizi/filmler seyrediyor, haberler izliyor, sosyal medyada başka hayatların mahremini inceliyor. Kötüyü çağırırsanız gelir. Bu şekilde “ilerleyen” bir toplumda kadın-erkek ilişkilerinin yozlaşmaması mümkün değil.Yurttaşların birbirine güvenmediği ülkelerin ekonomisinin de iyi olmadığı söyleniyor. Bir ekonomi profesörü şöyle diyor: “Yüksek oranda güvenilir insanın olduğu ülkeler daha müreffeh… Bu ülkelerde daha çok ekonomik işlem gerçekleşiyor ve daha çok zenginlik üretiliyor, bu da yoksulluğu hafifletiyor. Bu nedenle yoksul ülkeler çoğunlukla güven düzeyi düşük olan ülkeler (s73).” Aynı sayfada güven oranının en düşük olduğu ülkeler arasında Fransa da sayılıyor. ABD’de bekâr kadınların doğurma oranlarındaki artıştan ve erkek çocuklarının üçte birinin babasız bir evde büyümesinden bahsediliyor (s64).[78] Tek ebeveyn olma oranlarında kadınlar erkeklerin çok üstünde. Sosyal yardımların evlilik dışı çocuk yetiştirmeyi desteklediği, gelir kazanma ve arama isteğini yok ettiği görüşü inceleniyor (s85). Kadınlar erkeklerden, azınlıklar da beyazlardan daha fazla gıda yardımı almış. “Örneğin İngiltere’de erkekler yalnızca iki hafta ücretli babalık izni alabilirken kadınlar elli iki hafta annelik izni alabiliyorlar ve otuz iki haftaya kadar gelirlerinin yüzde 90’ı kendilerine ücret olarak ödeniyor; ayrıca gerekirse devletten destek görebiliyorlar (s180).” İngiltere’deki vergi sisteminin evlilikle gelen sosyal, ekonomik ve sağlıkla ilgili hakları karşılamadığı, mevcut sosyal sistemin evli çiftlerin aleyhine olabildiği iddia ediliyor (s87). ABD’de genç nüfus cinsel yolla bulaşan enfeksiyon hastalıklarının neredeyse yarısını kapıyor ve diğer gelişmiş ülkelerden daha fazla ergen anneye sahipler. Ergen doğumları ABD’nin kamu harcamalarının 3 milyar dolarlık kısmına denk gelip 6 milyar dolarlık vergi kaybına sebep oluyormuş. Bu ergen annelerin çoğu evli de değil (s105). Birçok ülkede boşanma oranları artışta.[79] Nedensiz boşanmanın yasal olmasıyla beraber oranlarda ciddi artış gerçekleşmiş. ABD’deki ilk evliliklerin yarısından çoğu boşanmayla sonuçlanıyor. Hem boşanan insanlar hem de çocukları bu durumdan fiziksel olarak da -mesela daha zayıf bir bağışıklık sistemi- olumsuz etkilenebiliyormuş (s67). Polonyalı bir anne feminizmden, tek anneliğin zorluğundan, sözde ahlaki modeller sunan medyadan, yolunu kaybetmiş gençlikten ve 30 yaşındaki işsiz, sorumluluktan kaçan oğlundan yakınıyor (s68). Boşanmalardaki bu artış çocukların ilişkilere olan inancını da azaltabilir. Ana-baba iyi birer rol modeli olamadığında başkalarına güven duymak zorlaşıyor. Genç kızlar annelerinden tutarsız mesajlar alıyorlar: “Bir yandan çocuklarını hiçbir şeye değişmeyeceklerini söylüyorlar, diğer yandan kariyerin aile sahibi olmaktan daha sürdürülebilir olduğu mesajını veriyorlar. Hâlbuki ikisini birden -kendilerine göre- iyi yapan kadınların gerçek hayattaki örnekleri pek az (s69).” Çocuklu kadınlar arasında evli olanları bekâr olanlarına, ev kadınları da çalışan annelere kıyasla daha mutluymuş (s69). “Slaughter, Washington’da olduğu dönemde, kocası ebeveynlik sorumluluklarını büyük oranda üstlenmeye gönüllü olduğu halde, üst düzey bir devlet yetkilisi olarak istediği seviyede performans göstermenin ve istediği gibi bir anne olmanın kendisine ne kadar zor geldiğini ifade ediyor. Kadınların (ve erkeklerin) her şeye aynı anda sahip olabileceklerine inandığını, ancak bunun Batı toplumu ve ekonomisinin mevcut yapılanma şekliyle mümkün olmadığını söylüyor (s179-180).”“Yakın tarihli Pew Research Center anketinde, daha çok erkek tam zamanlı bir işin kendisi için ideal olacağını söylediyse de yaklaşık aynı oranda kadın ve erkek, çalışmaktan ziyade evde çocuklarına bakmak isteyeceğini belirtti. Anket yapılan annelerin yüzde 56’sı, babalarınsa yüzde 50’si işi ve ailesi arasındaki sorumlulukları dengelemede zorlandığını söyledi (s179).” Erkek çocukları da ana-babalarını gözlemliyor: “Erkekler, annelerini gözlemliyor ve bir kadını mutlu edip edemeyeceklerini merak ediyorlar. Babaları başarısız olduktan sonra onlar nasıl yapsınlar? Nihayetinde on boşanmadan yaklaşık yedisi kadınlar tarafından başlatılıyor. (s70).” Velayet davalarını çoğunlukla kadınlar kazanıyor[80] ve erkekler ciddi bir nafaka yükünün altına girebiliyorlar. Yardım almamaya ve istememeye koşullandırıldıkları için kriz anlarında daha sert adımlar atmaları da muhtemel. Boşanma sonrası erkek intihar oranları kadınlarınkinin tam 10 katı (s70). Gençler güvenilirlik konusunda rol model görmeden büyüyorlar. Uzun süreli tek eşli ilişkiler özgürlük ve bağımsızlığa bir kısıtlamaymış gibi görülüyor. Bazı çocuklar boşanma nedenlerinden birinin kendileri olduğunu düşünüp yetişkinlikte çocuk sahibi olmaktan kaçınabilir. Sevgi dolu ailelerde büyüyen çocuklarda güven duygusunun oluşumu daha kolay olurken, mutsuz bir çocukluk geçiren akranlarına kıyasla daha çok para kazanıyorlar (s72). Sağlıklı işleyen aile yapılarının güveni arttırmakla kalmayıp ülke ekonomisine katkı sağladığı da iddia ediliyor (s73). Mesela evli adamlar bekâr hemcinslerine kıyasla işgücünde daha fazla yer almaktalar (s74). ABD ve İngiltere’de evlenmeyenlerin oranı artarken, bir partnerle aynı evi paylaşma ya da yalnız yaşama oranlarında da artış var. Evli olmayan ama aynı evi paylaşan çiftlerin çocuklarının liseyi bırakma, madde kullanma ve depresyona girme ihtimalleri daha fazlaymış. Fiziksel, cinsel ve duygusal istismar yaşama ihtimalleri de evliliktekinin üç katı. Ayrıca bu çiftlerin ayrılma ve birbirlerini aldatma ihtimali de evli olanlara kıyasla daha yüksek. Ortada evlilik bağı olmayınca tüm aile bireylerinde daha az güven ve bağlılık hissi oluşuyor, diğer bir deyişle “aile” olunamıyor (s75). “Evlenmemiş kadınların çoğu, çocuklarının doğumu sırasında bir partnerle beraber yaşıyor. Fakat beraber yaşayan bu kişiler, boşanma oranlarının iki katı bir oranla ayrılıyor; hatta çocuklar 10 yaşına gelmeden önce ayrılma oranı üçte iki (s64).” Evliliğin basit bir şey olmadığı, toplumun gözü önünde ve onayıyla gerçekleştiği ve hukuki sonuçları olduğu için taraflara daha fazla sorumluluk yüklediği, bu yüzden de kolayca çıkıp gidilemediği anlaşılıyor. Toparlayacak olursak, evlilik başkalarını ilgilendirmeyen iki kişinin evcilik oyunu olmaktan çıkıp toplumsal bir meseleye dönüşüyor. Kötü aile yaşamları ve buradan çıkan çocuklar, iyi ailelerin ve onların çocuklarının geleceğini, nihayetinde tüm toplumu tehdit ediyorlar. Aynı şekilde evli olmadan beraber yaşamanın da sadece iki kişiyi ilgilendiren bir olay olmadığını söyleyebiliriz. İşin içine çocuk girmese bile aldatma ve terk etme oranlarının evliliğe göre daha fazla olması hem bu işin tarafı olan bireylerin hem de toplumun kadın-erkek ilişkilerine bakışını olumsuz etkileyeceği açık. Güven kaybı tüm topluma yansıyacaktır. Böylece sağlıklı aile yapılarını korumak ve kadın-erkek ilişkilerini düzene sokmak için “ahlak satmanın” toplumsal gerekliliği ortaya çıkmış oluyor. Feminizm, bu bölümde göz önüne serilen olguların hepsini inkar ediyor ve kadının karılık ve annelik işlevlerinin kültürel bir rol olduğunu iddia ederek, üstelik inandırıcı da olarak insanın soyunu tüketme hedefine doğru yol alıyor.Baba Figürü
Eski aileler daha kalabalıktı ve erkek çocuklarına rol modeli olabilecek daha fazla erkek figür vardı. Şimdiki aileler hem daha az bireyden oluşuyor, hem de daha az beraber vakit geçiriyor. Mesela yemek masasında bile beraber bulunmama gibi. Erkek çocuklarının babalarıyla haftada sadece yarım saat bire bir konuştuğu, buna karşılık 44 saatlerinin televizyon, bilgisayar oyunları ve internet başında geçtiği iddia ediliyor(s77). Bu veriyi birçok kişi teyit edebilir. Babalar işten eve gelip vakitlerini ekran başında geçirdiklerinde -ya da çok geç geldiklerinde- erkek çocuğunun alternatifi de yine aynı ekranlar oluyor. Artık eski toplumlardaki gibi erkekliğe geçiş törenleri yok. Bunun da etkisiyle olsa gerek yeni nesil erkekler “ben artık adam oldum, şimdi sorumluluk vakti” demiyorlar ya da demeyi erteliyorlar. Artık büyükşehirli çocuklardan erken yaşta hayata atılmaları beklenmiyor. Önemli bir kısmı 20’li yaşlarının başına kadar okul ve eğlence arasında vakitlerini geçiriyor. Ailelerinin tek beklentisi ders çalışıp iyi notlar almaları. Ne ana-babalar ne de gençler, boş vakitlerde ekran başında veya başka şekilde geçirilen süreye fazla dikkat ediyorlar. Tüm bunlar özellikle erkek çocuklarının hayat mücadelesine daha geç ve daha donanımsız bir şekilde atılmalarına sebep oluyor. Erkekler babaları evde olmadığında ya da pozitif erkek rol modellerinden uzak kaldıklarında erkekliği başka yerde arayabilirler; çeteler, alkol, sigara, uyuşturucu maddeler, kadınlar ya da dijital uyuşturucular. Kitapta üç profesyonel e-spor oyuncusunun olduğu bir belgeselden söz ediliyor (s78). Oyunculardan biri küçük yaşta babasını kaybedince kendisini bilgisayar oyunlarına vermiş. Diğer oyuncunun babası o küçükken evden ayrılmış. Son oyuncunun babası ise günde 15-16 saat çalışıyormuş. Baba figürünün eksikliği bu çocukların çevrimiçi rekabetçi oyunlara yönelmelerine sebep olmuş. Ustalaşmak için çok fazla zamanın gerektiği benzer oyunlar Türkiye’de de çokça oynanıyor ve birçok Türk gencinin de aynı durumda olduğu söylenebilir. Daha önce bahsi geçen Norveçli erkek katil Anders Breivik’in de boşanmış bir çiftin çocuğu olduğunu ve annesiyle kaldığını belirtelim. Dipnottaki haberde şöyle yazıyordu: “Annesinin evinde kaldığı süre boyunca günde 16 saat Call of Duty Modern Warfare oynadığını belirten Breivik…” Babasızlığın diğer bir etkisi de dikkat ve duygudurum bozukluklarının artması. İsveç’te yapılan bir araştırmadan söz ediliyor. Buna göre yalnız bir ebeveyn tarafından büyütülen çocukların DEHB için ilaç tedavisi görüyor olma ihtimali yüzde 54. Bir başka veriye göre de evlenmemiş ya da boşanmış çiftlerin sadece annesiyle büyüyen çocuklarının duygusal veya davranışsal sorunlar sebebiyle profesyonel yardıma ihtiyaç duyma ihtimali yüzde 375 daha fazla (s79). Norveç’te yapılan başka bir araştırmada ise hayatlarının ilk senesinde babalarıyla sık ve olumlu etkileşimde bulunan çocukların ikinci yaşlarına girdiklerinde diğer çocuklardan daha sakin ve uslu davrandıkları gözlenmiş (s75). Babasız geçen yalnız yılların ardından yetişkin olan erkeklerin, ergen erkeklerle vakit geçirmekten korktuklarından bahsediliyor. Bu erkekler kendi acılı, üzgün ve yalnız geçen ergenlik yıllarını hatırladıkları için böyle davranıyorlarmış. Konuyla ilgili bir belgeselden örnek veriyorlar (s79). Baba figürüne sahip olmayan iki çocuk, yine babasız büyümüş akıl hocası iki erkekle eşleştiriliyor. Başta zorlanan akıl hocaları zamanla açılan çocuklarla birlikte ilerleme kaydediyorlar. Erkek çocukları etrafta onların varlığından keyif alan yetişkin erkeklerle olmak ve onların rehberliğini almak ister. Yetişkinlerin arasında bulunmak, onlarla konuşmak, onların verdiği bir işi yapmak ve takdirlerini kazanmak erkek çocuğu için önemli. Yetişkin erkeklerin tecrübelerini aktaracağı ve genç erkeklerle birlikte etkinlikler yapabilecekleri erkek topluluklarının kurulması gerek. Zimbardo da böyle bir tavsiye veriyor; “Büyük ve küçük erkeklerin birlikte toplanabileceği yerler, şimdilerde eskiye göre çok daha gereklidir. Büyük yaşlardaki erkekler ailelerindeki, okullarındaki veya işyerlerindeki genç erkeklere akıl hocası olmalıdırlar (s269).” Ne kadar iyi niyetli olsalar da kadınlar erkek çocuklarına bu konuda yardım edemezler. Hatta helikopter ebeveyn örneğinde göreceğimiz gibi engel de olabilirler: “Tek bir annenin oğlunun ergenlikte sakinleşmesi ve ahlaklı olması için yalnız başına yapabileceği bir şey yok.” “Erkeklerin babaya ihtiyacı var. Neden mi? Çünkü doğa böyle. Çünkü bu insan doğası. Bir anne terbiyesi, bir de baba terbiyesi var ve bu ikisi farklı şekillerde birbirine bağlı. Erkekler, kadınlardan bir şekilde daha farklı eğitim veriyorlar ve çocuklar hem anne hem baba terbiyesine muhtaçlar (s81).” Aynı sayfada çocukların dengeli yetişmesinin herkes için faydalı olacağı ifade ediliyor (s81-82). Kız çocuklarının çocuk büyütme dışında para kazanmayı da öğrenmeye başladıkları ama erkeklerin sadece para kazanma odaklı kaldıkları belirtiliyor: “Eskiden bir aileye ekmek getiren kişi erkekti ve bir hayat arkadaşı olurdu. Gelecekte, gelişmiş teknolojiler, esnek yapılı bir aile teknesine olan ihtiyacı artıran ekonomik değişimler gerçekleştirecek ve oğullarımız nihayetinde, bugün kızlarımızın para kazanması gibi çocuklara rahatlıkla bakabilecekler.” Erkekler sadece para kazanma odaklı kaldılar çünkü bu onlardan hâlâ bekleniyor. Kadınlar kendilerine biçilen geleneksel rollerinden sıyrılıyorlar ama erkekler için bu durum söz konusu değil. Şimdi sağlayıcılık ve koruyuculuk rolünün yanında kadınlık yapmaları da bekleniyor. Bu arada kitapta eşcinsel ebeveynlerden de bahsediliyor (s90). Zimbardo’ya göre eşcinsel ebeveynlerin ne kadar yeterli olduğu konusunda az miktardaki araştırma yeterince incelenmemiş ve veriler çelişkiliymiş. Eşcinsellerin geleneksel ana-baba rollerini yeteri kadar oynayabileceklerini mümkün görmüyorum. Zimbardo bu konunun üstünde fazla durmayıp geçmiş. Bu kişiler ister istemez kendi ahlak anlayışlarını evlat edindikleri çocuklara aşılayacaklardır. Bunun toplumun sağkalımına yapacağı etkiler tartışılır. Babalar dikkatlerini oğullarına vermeli (s252). Maddi başarı peşinde koşarken ailesinin yanında olup onlara zaman ayırmayan ve sonra pişman olan kişilere benzememeleri isteniyor. Özellikle erkek çocuklarının babalarından daha fazla ilgi görmeye ihtiyaçları var. Aynı şekilde annelerin de erkek rol modele ihtiyaç duyan çocuklarının geçirdiği süreci onaylaması ve desteklemesi gerek (s271). Böylece sürecin olumlu bir parçası olacağı için anne oğlundan hayatı boyunca daha fazla itibar görecektir. Çocukların anne ve baba terbiyesine ayrı ayrı muhtaç olması konusu üzerinden geleneksel cinsiyet rollerine kısaca değinmek istiyorum. Bu rollerin “ataerkil” düzenin başındaki erkekler tarafından tamamen keyfi olarak belirlenmediğinin, birtakım doğal durumlar ve ihtiyaçlar üzerine her iki cinsiyet tarafından kurulduğunun hatırlanması gerek. Ana-babaların kız ve erkek çocuklarını hayatın gerçekleri konusunda ayrı ayrı eğitebilmesi için bu durum kabullenilmeli. Yoksa modern masallar ile yetişen çocukların hem kendileri hem de aileleri uzun vadede hüsran yaşamak zorunda kalabilirler. Sadece fiziksel farklılıklar bile geleneksel rollerin oluşmasına ve cinsiyetler arası -hatta cinsiyetlerin içinde- birçok dinamiğin şekillenmesine neden olmuştur. Bu farklılıkların doğal bir sonuçla tinsel karşılıkları da vardır. Misal uzun boylu ve güçlü erkekler ortalamanın altında boya sahip veya cılız hemcinslerine kıyasla daha özgüvenli olurlar. Bu şekilde sadece erkekler ve kadınlar arasında değil, cinsiyetlerin kendi içinde de eşitsizlik oluşur ve toplumun onlara biçtikleri roller şekillenir. Kas gücüne sahip erkeklerden ağır ve tehlikeli işleri yapmaları ve cephede savaşmaları istenmişken, kadınlardan da öncelikli olarak ailenin ve toplumun devamlılığını garanti altına alabilmek adına çocuk doğurmaları ve annelik yapmaları beklenmiştir. Kadının evde, erkeğin ev dışında daha fazla zaman geçirmesi durumu bugün de devam etmektedir: “Erkeklerin eşlerinin yüzde 60’ı ev dışında tam zamanlı işlerde çalışmıyorken bu durum kadınların eşlerinin yalnızca yüzde 10 ’u için geçerli. Bazı kadın yöneticiler “bir ev hanımına ihtiyacım var” demelerine rağmen kocalarının evde kalıp çocuk bakma, yemek pişirme, evi çekip çevirme ve çocuklara şoförlük yapma olasılığına pek sıcak bakmıyorlar (s219).” Bununla birlikte ilginç bir durumdur ki feminist söylemler kadınları erkeklerden ayıran en kadınsı özelliği, yani çocuk doğurmayı “erkeğe köle olmak ve ev hapsi” olarak göstermeyi önemli ölçüde başarmıştır. Bu mantıkla yukarıdaki veriler ışığında düşünürsek eşleri evdeyken çoğunlukla çalışan ve kazandıklarını karısı ve çocuklarına harcayan adamlar için de “ailesinin kölesi olmuş, yazık” dememiz gerekirdi. Erkeklerin sahip olduğu kas gücü[81] tarih boyunca kadınlar üzerinde egemenlik kurmalarına sebep olmuştur. Ama hayatın kendisi bize göstermiştir ki erkekler bu güçlerini birbirlerine karşı daha çok kullanmaktadırlar.[82] Kendilerine kıyasla daha zayıf olmaları kadınlara ve çocuklara karşı daha hoşgörülü olmalarına sebep olmuştur. Bu biraz da zorunluluktur çünkü toplum erkeği, gücünü kadınlar ve çocuklar üzerinde kullanmasının “erkekliğe” sığmayacak bir hareket olduğu fikrini aşılayarak büyütür. Ailesinin kadın üyelerine yapacağı ters bir davranış erkeklerce daha öfkeyle karşılanır. Yine toplum kadınlara erkeklere olduğundan çok daha korumacı yaklaşır.[83] Ki bu uğurda kadını kayırıp erkeği ona ezdiren birçok yasayı yürürlüğe koymuşlardır.[84] Buna ek olarak savaş gibi olağanüstü durumlarda toplumun varlığını devam ettirebilmesi için çocuklar ve doğaları gereği erkekler kadar çocuk sahibi olamayan kadınların korunması daha önemlidir. Bu da erkeği cephede ya da tehlikeli işlerde daha kolay harcanabilir kılar.[85] Bugün başta kadınlar olmak üzere toplumun önemli bir kesimi, erkeklerin kurduğu endüstri toplumunun sağladığı bolluk ve imkânlardan faydalanmasına rağmen, erkeğin geçmişten gelen sağlayıcı rolünü oynamaya devam etmesini ama bu rolünden gelen haklarının önemli bir kısmından vazgeçmesini bekliyor. Tabii ki erkekler bunların tamamını kendi başlarına yapmadılar. Arkalarında ana-babaları, kardeşleri, eşleri ve çocukları vardı. Ama karşılığını alamadıklarını gördükleri anda bu zor rolü oynamaya neden devam etsinler? Cinsiyetler arası uyum ve denge içerisinde olmak uygarlığı yükseltirken, kıskançlık, kibir ve kavga ise çökertecektir. Görünen o ki şu anda uygarlığın gittiği yol ikincisidir.[86]Medya Etkisi
Kendilerine ihtiyaç duyulduğunu bilmek erkekleri motive ediyor. Akranlarından ve özellikle erkeklerden saygı görmeyi istiyorlar. Ancak bu saygı topluma katkıda bulunan, hayatı başkaları için iyileştiren şeylerden gelmeli ve Zimbardo’ya göre popüler yapımlarda böyle bir erkek figürü yok. Ona göre ekranlardaki erkek karakterlerin çoğu testosteron yüklü mankafalardan oluşuyor (s83). Benim gençlik yıllarımda ülkenin en popüler kurgu karakterlerinden biri de Avrupa Yakası dizisindeki Burhan Altıntop’tu. Diziye katıldığı ilk sezonda ofisteki kadınlara elle sarkıntılık eden, Zimbardo’nun deyimiyle testosteron yüklü bir mankafaydı. Dizideki ofis kadınlarının neden erkeklerde arzu uyandıracak şekilde giyindiklerini sorgulamıyoruz tabi! Sonraki sezonlarda çıkarı için her daim yalan söyleyebilecek kadınsı yönleri de olan bir görüntü çizdi bu karakter. Yöresel ağızla karışık bozuk dili ve garip halleriyle toplum onu komik bulup ailesinin bir üyesi yaptı ve bir neslin erkekleri de onu izleyerek büyüdü. Toplum gerçek dünyada öfkeyle karşılayacağı eylemleri yapan, normalde hayatından uzak tutmak isteyeceği birini televizyonda komik bir şekilde görünce sempatik bulabiliyor. Böylece bunlarla büyüyen çocuk ve gençleri de kötüye teşvik etmiş oluyorlar. Yine zamanında eski kafalı olmakla suçlanan, gelenekle modernlik arasında sıkışmış aile babası “taşfırın Haluk” gösterilmişti Türk toplumuna. 2000’lerin başında popüler bir yapım olan Çocuklar Duymasın’daki Meltem karakteri aslında hayatında ciddi sorunlar olmamasına rağmen düzenli olarak psikoloğa giden, zaman zaman gelişim çağındaki çocuklarını umursamadan kocası Haluk’tan boşanmak isteyen bir kadındır. Hâlbuki Haluk evin maddi ihtiyaçlarını karşılıyor, çocuklarına şefkat ve sevgi gösteriyor, karısının çalışmasına izin veriyor, ev işlerinde yardımcı olsun diye gündelikçi tutuyor, kötü alışkanlıklardan ve başka kadınlardan uzak duruyordur. Bununla birlikte karısını sahiplenip zaman zaman giyimine karışır, bazı geleneksel tavırları ve söylemleri olur, karısı sevmemesine rağmen et yer ve fazla romantik değildir. Kısaca yeteri kadar batılı, modern ve kılıbık olamıyordur Haluk, hamurunda yoktur. Budur Meltem’in ve arkadaşlarının derdi. Meltem’in arkadaşının kocası ise Haluk’un kılıbık diye dalga geçtiği bir adamdır. Haluk’un istemesine rağmen ondan daha baskın, daha maço olamadığı seyirciye ince ince gösterilir. Haluk görece mantıklı ve sağduyulu taraf olmasına rağmen tartışmalarda Meltem’e yenilir. Bunlar kadınların ayağının altında paspas, elinde paçavraya dönmüş, şamar oğlanı olmuş sünepe erkeklerle dolu bugünün dizilerinin hazırlayıcısıydı. Burada Haluk’un birçok seküler değerle barışık olduğunu, iddia edildiği gibi tam anlamıyla “eski kafalı” olmadığını belirtmekte fayda var. Karısının bikini yerine mayo giymesine, ev hanımı olması yerine çalışmasına müsaade ediyor. Buna rağmen bazı “geri kalmış” tavır ve söylemleri nedeniyle izleyiciye yontulması gereken bir Türk erkeği olarak gösteriliyor. Ailenin küçük oğlu havuç aklı cep telefonu ve kızlarda olan bir erkek çocuğu. Artık yeni nesil havuçların telefon için onun kadar dil dökmesine gerek yok. Yine dizide aklı fikri kadınlarda olan ve yer yer sekreterini (bu sekreter de giyim konusunda rahat olma hakkını kullanıyor) bakışlarıyla yiyen “fısfıs İsmail” karakterinin de şiveli-komik halleriyle Burhan Altıntop gibi sempatik gösterildiğini hatırlatalım. Bu aile dizisi (!) zamanın erkek çocuklarına Haluk gibi olurlarsa tüm sorumluluklarını başarıyla yerine getirseler dahi terk edilme ve diğer insanlar tarafından yerilme riskiyle karşı karşıya oldukları fikrini aşılamıştı. Mecburen karınızın, kızınızın giyimine sessiz kalacak, sürekli romantik olacak, feminizm gibi batıdan ithal fikirleri savunup geleneğe ve eski bilgeliğe sırtınızı dönecek, böylece modern çizginizi koruyarak taşfırın erkek olmayacaktınız.[87] Bu gibi örnekler sanat camiasının (ya da basının) hayatın gerçeklerini saptırıp insanların algılarını nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.[88] Bununla birlikte gerçek hayatta eleştirdikleri ya da başlarına gelse feryat edecekleri şeyleri ekrana getirip insanların aklına sokmakta (zikir) birbirleriyle yarışıyorlar. Zimbardo “reklamcılık, basın ve eğlence sektörlerinin erkekleri daha olumlu betimlemeye istekli olmaları hoş olurdu” diyor ama feminist bir dünyada erkekleri işe yaramaz tipler olarak göstermek maddi yönden daha cazip olduğu için bunun zor gerçekleşeceğini düşünüyor (s279). Burada Zimbardo’ya katılmıyorum. Daha önce oyun sektörü için söylediğimi tekrar edeyim. Ben zengin ve nüfuzlu kişiler, gazeteciler ya da sanatçılar için paranın tek motivasyon kaynağı olduğunu düşünmüyorum. Hayallerindeki toplum yapısı için de mücadele ediyorlar. Güvendikleri değerleri yaşadıkları topluma benimsetmek için ellerindeki araçları kullanmaktalar. Bunu yaparken para kazanabiliyor olmaya da elbette hayır demeyeceklerdir. “Değişim baskısı dışardan gelmeli… Feminist materyallerin ve mesajların erkek versiyonları gösterilmeli… Bechdel testinin[89] ters bir sürümü olsaydı” gibi tavsiyeler veriyor Zimbardo. Bir müzik klibi üzerinden bile pornografinin nasıl meşruluk kazandığını düşünürsek, medya içeriklerinin erkeklere uygun hale getirilmesi özgürlükçü değerlerle mücadele etmeden mümkün olmayacaktır diye düşünüyorum.Helikopter Ebeveynler
Oblomov, İvan Gonçarov’un 1800’lerin ortasında yazdığı meşhur bir romandır. Romanın başkahramanı olan Oblomov, ailesinin çiftliklere ve kendileri için çalışan köylülere sahip olduğu Oblomovka’da doğar. Dış dünyadan izole bir çiftlik evidir burası. Pamuklara sarılı bir şekilde büyütüldüğü evin halkının en büyük derdi bir sonraki öğünde ne yeneceğidir. Bir mektup geldiğinde korku duyulur, hurafe anlatılara inanılır, gerekli şeyler için beş kuruş para harcamaktan imtina edilir ve sık sık da yaşanılan güzel hayat için Tanrı’ya şükredilir bu evde. Baba eve bir çivi çakılacağı zaman bile üşengeçlik yapar işleri erteleyip durur. Bir kitap okumak ya da yeni bir şey öğrenmek gibi hevesleri yoktur. Böyle bir evde rahata alıştırılarak büyütülür Oblomov. Tehlikeli oyunlar oynamasına izin verilmez, sürekli gözetim altındadır ve sık sık çeşitli bahanelerle okula bile yollanmaz. Hep evde güven altında tutularak büyütülür: “İlya İlyiç’in bir şeye ihtiyacı oldu mu bir işaret eder, üç dört hizmetçi birden istediklerini yapmaya koşardı. Bir şey düşürdüğü, almak istediği bir şeye uzanamadığı ya da bir yere kadar gidip bir şey getirmesi gerektiği zaman İlya İlyiç bazen her gürbüz çocuk gibi işini kendi yapmak, istediğini kendi kendine başarmak isterdi; ama annesi, babası, üç teyzesi, beş kişilik bir koro halinde bağırmaya başlarlardı.” “Belki İlyuşa çevresinde olup bitenleri çoktan anlamıştı; babasının kadife pantolonunu, pamuklu kahverengi ceketini giyerek, elleri arkasında, işsiz güçsüz bütün gün odanın içinde dolaştığını, enfiye çekip burnunu temizlemekten başka bir şey yapmadığını, annesinin kahveden çaya, çaydan kahveye koşmaktan başka işi olmadığını, yulafın, buğdayın hesabına bakmayan, tembel işçileri işe sürmeyen babasının, mendilini hemen bulamadılar diye evin altını üstüne getirdiğini görmüştü. Çocuğun düşüncesi belki de pek erkenden, çevresindeki büyüklerin, dünyanın en iyi hayatını yaşadıkları yargısına varmıştı; varmayıp da ne yapacaktı?” (Oblomov, İş Bankası Yayınları) Çocukluk arkadaşı Ştoltz ise kendisinin tam tersi bir şekilde büyütülür. Alman olan babası kaygılı Rus annesine rağmen oğlunun tehlikeli oyunlar oynamasına izin verir, ona yaptığı işleri öğretir, vakti gelince de cebine bir miktar para koyup hayata atılması için evinden yollar. Çalıştığı iş sebebiyle Avrupa’yı gezer durur Ştoltz. Bu gezmelerden fırsat buldukça Oblomov’un yanına gelir ve onu hayata döndürmeye çalışır. Çünkü Oblomov çiftlikte büyüdükten sonra şehre taşınmış, bir süre çalıştıktan sonra insanlardan soğumuş ve elini eteğini dünyadan çekip evine kapanmıştır. Cenneti öldükten sonra değil de bu dünyada yaşamaya çalışan bir hayalperest Oblomov; romantik, kırılgan, üşengeç. Hayatın gerçeklerini kaldıramadığı ve ailesinden gelen imkânları olduğu için mücadeleyi bırakıyor ve toplumdan izole ediyor kendisini. Aslında temiz kalpli birisi olmasına ve kafasındaki iyi denebilecek tasarılarına rağmen bir türlü harekete geçemez Oblomov. Geçmeye çalıştığında neyi nasıl yapacağını bilemediği için korkar ve tekrar kabuğuna çekilir. İş bilmezliği sebebiyle dolandırıldığı da olur. Ştoltz onu Olga’yla tanıştırdığında bir süreliğine hayata döner ama işler ciddiye bindiğinde Olga’nın ondan istediklerini yapacak cesareti bulamaz ve ayrılırlar. Olga her kadının yapacağı gibi kocası olmasını beklediği adamdan sorumluluk alıp işleri yoluna koymasını istiyor. Ama Oblomov her şeyin kendisine hazır sunulduğu bir hayata alışmıştı, o yüzden bunu yap(a)mıyor. En nihayetinde bir erkek olan Oblomov, evinde kaldığı adamın dul kardeşiyle evlenir. Kendi boğazından kısıp Oblomov’un rahat içinde yaşaması için çalışan anaç bir kadındır bu. Tıpkı annesi gibi bakar ona ve çocukluğundaki güzel ve rahat günleri hatırlatır. Zayıf baba figürü, çevresinde dolanıp onu dış dünyadan uzak tutarak rahata alıştıran helikopter annesi ve çiftlik çalışanları, Oblomov’un böyle bir insan olmasında önemli bir paya sahiptir. Ştoltz ve Olga’nın girişimlerine cesaretle karşılık veremediği ve fırsatı teptiği için Oblomov’da da suç vardır, ama ağaç yaş iken yanlış eğilmiştir. Konuya bir kurgu eserle giriş yaptım çünkü bu başlıktaki meseleyi iyi anlattığını düşünüyorum. Daha önce kurgu eserlerin üreticilerinin hayata bakışından bir parça taşıdığını yazmıştım. Bu roman yazarın ülkesi Rusya’nın o dönemlerdeki haline yaptığı alegorik bir eleştiri. Çalışkan Ştoltz ve onun Alman babası sanayileşen ve birçok alanda değişen batıyı, tembel ve değişme konusunda çekingen olan Oblomov da dönemin Rusya’sını temsil ediyor. Yer yer sıksa da özellikle Oblomov’un çocukluğunun anlatıldığı bölümler “erkek çocuğu nasıl yetiştirilmemeli” konusunda ibretlik. Yine Rusların din ve hurafe konularına yaklaşımıyla kendi toplumumuz arasında kıyas da yapılabilir. Helikopter ebeveynlik görece yeni bir kavram ve son 30 yılda önemli bir oranda arttığı öne sürülüyor. Bu ana-babalar çocuklarının akademik, sosyal ve kişisel yaşantılarına aşırı ilgi gösterip müdahale ederek onların yaşama karşı hazırlıksız olmalarına sebep olabiliyorlar. Yapılan çalışmalarda bu ebeveynlik tarzının daha çok annelerde görüldüğü belirtiliyor. Zimbardo da Çin’deki anneleri örnek gösteriyor: “Bu sorun, modern Çin’de “oturan anneler” şeklinde aşırı uçlara kaydı. Anneler, en sevdikleri çocuklarına, özellikle ailenin onuru ve vasiyeti haline gelecek olan erkek evlatlara kolejde (üniversitede) eşlik ediyor. Okulun yakınında ev tutuyor ve okula girip çıkanları izliyorlar (s88).” Doğum anından itibaren çocuklarıyla daha fazla vakit geçirmeleri kadınların kocalarına kıyasla daha korumacı yaklaşım göstermelerinin nedenlerinden olabilir. Çünkü beslenmesinden alt temizliğine kadar çocuğun birçok ihtiyacını çoğunlukla annesi görmüştür, sanki o olmadan evladı hayatta kalamayacaktır. Gelişen teknolojiler ana babaların daha kaygılı olma sebeplerinden. Cep telefonu ve internet teknolojileri ana babaların çocukları üzerindeki kontrolünü arttırıyor. Korumacı yaklaşımın olumlu yanları da yok değil. Çocuğun yaşamına ilişkin bilgi sahibi olma ve bu bilgi akışının sürmesi, daha düşük riskli cinsel ilişki, alkol ve zararlı madde kullanımı davranışlarıyla ilişkili. Özellikle baba ve diğer erkek figürlerin ön plana çıkıp erkek çocuklarını hayata hazırlaması gerekiyor. Annelerin iyi niyeti erkek çocuğuna yetmez, hatta zarar verebilir. Sorumluluk alarak bir şeyleri kendi başına başarabildiği gerekirse burnunun sürtündüğü bir büyüme evresi geçirmesi oğlan çocuklarının geleceği için daha iyi olacaktır. Çocuklar Duymasın örneği üzerinden de gösterdim, feminen medya erkekliği bastırmaya, erkekleri kadınların yörüngesine sokmaya çalışıyor. Durum bu ve babaların oğullarını ekranların başına ya da kaygılı annelerinin şefkatli kucağına bırakma lüksleri yok. Bugüne dek bunun farkına varamadılar gibi görünüyor. Bu koşullara “ataerkil” demek olanaksız.Hak Sahibi Olma ve Gerçeklik
Bölümün girişinde erişemediği üzümler için “zaten ekşilermiş” diyerek ortamdan uzaklaşan bir tilkinin hikâyesi anlatılıyor. İnsanlar öz bütünlük imgeleri tehdit edildiğinde bu durumla baş etmek için çeşitli tepkiler verebilir. Zimbardo’ya göre modern toplum da tıpkı tilki gibi gerçeklerden kaçmakta: “Genç erkeklerin tavırları da tilkininkine benziyor. Günümüz Batı toplumunda ego hüküm sürüyor ve yanılsamalı benlik algılarımız bizi sıradan gündelik gerçeklikten kopardı. Birçok insan rahatlığı mutlulukla karıştırıyor, tanıdıklığı hakikate tercih ediyor. Politik doğrucu kültürümüz her türlü eleştirel analizi bastırır hale geldi. İnsanları birtakım etiketlerle kınamak yıkıcı olsa da böyle etiketler insanların kendi sorunlarını dışsallaştırmalarına ve kendilerini geliştirecek kişisel sorumluluklardan kaçınmalarına yol açıyor (s165).” Yine gerçeklik meselesi üzerinden genç erkeklere ne olmak istiyorlarsa o olabilecekleri fikrinin aşılandığı ama durumun öyle görünmediği belirtilmekte. Bir gün ünlü ve zengin biri olamayacakları gerçeğine hazırlamalılar deniyor. En nihayetinde bu erkekler kaçınılmaz olanla bir gün karşılaşacaklar ve bu durum ciddi bir kimlik krizini tetikleyebilir. Bu noktada ergenliğin çocukların kendi beceri ve sınırlarını öğrenmeleri gereken bir dönem olduğu söyleniyor. Modern hayatın her alanında (okul, kariyer, toplum, cinsellik) kusursuz performans gösterme yönünde baskılar varken genç erkekleri onaylanma arayışıyla pornoya, oyunlara ve hatta çetelere yöneldikleri için suçlayamayız deniyor (s166). Genç erkeklerin bir şeyler üzerinde hak sahibi olduklarını hissetmelerinin nedenlerinden biri olarak, çok azının kanıksadıkları şeylerin yapılma ve devam ettirilme sürecine dahil olması gösteriliyor (s169). Herhangi bir şeyin değerini tam olarak bilmek için ona harcanan emeği ve kaynakları da bilmek gerekir. Özellikle her şeyi hazır almaya alışmış şehirli insanın pek beceremediği bir iş bu. Beceremedikleri gibi çocuklarını da Oblomov misali hazıra alıştırarak büyütebiliyorlar: “Genç erkeklere küçük yaşlarda devamlı bir şeyler verildiğinde ya da ergenlikte başı beladan kurtarıldığında, elindekilerin kıymetini bilmeyi öğrenmez ya da bir şeyler üretmekten değil, sadece bir şeylere sahip olmaktan gurur duyar. Her şeyi beklemeyi ve ihtiyacı olduğuna inandığı şeyleri almaları için başkalarını manipüle etmeyi öğrenir (s169).” Yine erkeklerin etraflarındaki fiziksel gerçeklikten koptukları, daha çok para kazandırma ihtimali olmasına rağmen mavi yakalı işlerin kendilerine layık olmadığı gibi bir inanç geliştirdikleri söyleniyor. Bu saptama ABD kadar olmasa bile Türkiye için de geçerli. Ancak feminizmin kadınlara yalnızca az çalışıp çok kazandıran güvenli ofis işlerini ve yöneticiliği yakıştırmasının, yani eşitliği yalnızca bu iş kollarında talep etmesinin genç erkeklerde bir içerlemeye neden olduğu da kesin gibi. En basitinden buz gibi havada çalışan bir pompacının, aynı istasyonda kadın kotasıyla kayırılarak işe alınmış ve sıcak markette çalışan kadınla aynı parayı alması ağırına gitmesin mi? Çok çalışmanın enayilik olduğunu düşünenler de var: “ve genç erkeklerde başarının temellerini atacak sabır ve arzu yok. Bunu yaparken başarısız olmaları halinde alay konusu olmaya da niyetli değiller (s170).” Türkiye’nin mevcut ekonomik durumu hesaba katıldığında çalışarak bir şeyler kazanmak yerine kısa yoldan köşeyi dönme hayali kuran erkeklere ne kadar kızılabilir? Hele onlara satılan hayallere bu paralarla ulaşamayacakları düşünülürse. Erkeklerin başarılı olmak için hile yapma konusunda kızlara göre daha çok “katılıyorum” dedikleri bir araştırmanın bilgisi var. Zimbardo bu durumdan rahatsız: “Eğer mutabakat varsa ahlaksız ya da etik dışı olan şey kabul edilebilir oluyor. Bu tavır, iyi insanların, başkaları da aynı şeyi yapıyorsa kötü şeyleri haklı görmesine bir araç oluyor (s170).” (Neden olmasın? Tanrı ve ondan gelen bir ahlakın var olmadığına güvenilen bir toplumda çoğunluğun kabul ettiği değer yargıları pekâlâ norm olabilir. Hesap verilecek bir Tanrı olmadığı konusunda anlaşılmışsa mevcut rekabet ortamı kendi ahlakını oluşturacaktır. Kitabın başka bir bölümünde evlilik dışı cinselliğin gitgide arttığı ve daha açık bir şekilde konuşularak norm haline geldiğinden söz edilmişti (s91). Demek ki batı toplumunda bir mutabakat olmuş ve cinsellik konusunda yeni norm belirlenmiş. Yusuf ve Meryem anlatıları üzerinden iffetin övüldüğü tektanrıcılık ve ona bağlı ahlak terk edildikten sonra gerçekleşmiş bu durum. Zimbardo yanlış bir şey demiyor ama ahlakın sağlam bir temeli olmadığı yerde bu sözler bir anlam ifade etmez. Eğer hile yapmak materyalist bir genci başarılı kılıyorsa neden suçluluk hissetsin? Hatta böyle davrandığı için ne kadar akıllı olduğuyla gurur bile duyabilir) Yine kitabın bu bölümünde erkekleri saygı ve çeşitli başka ödülleri kazanmak için rekabete sokmanın toplumlar için faydalı olduğu, erkeklerin bu ödüllerden biri olan üreme hakkını kazanmak için kadınlara göre daha zor aşamalardan geçtikleri belirtiliyor: “Erkekler soylarını devam ettirmek istiyorlarsa becerikli ve yaratıcı olmak, risk almak ve yeni yollar keşfetmek zorundaydılar (s171).” “Kabul edilmek ve saygı görmek için yeterince iyi olmama tehlikesi, hatta çocuk yapamayacak kadar iyi olmama tehlikesi erkek rolünün ayrılmaz bir parçası (s171).” Tarih boyunca bazı erkekler birden çok kadından çocuk sahibi olmuş fakat birçok erkeğin hiç çocuğu olmamış. Burada Cengiz Han’ın soyunun hala devam etmesi örneği veriliyor. Erkekler soylarını devam ettirmek için çoğu zaman risk alırken cinsel bolluğun olduğu dönemde de tembellik görülüyor. Erkekler kadınlara kolay erişebildikleri sürece daha fazla enerji, para ya da zaman harcamıyorlar. Bu bilgiyi porno ve evlilik dışı cinsellikle tatmini bulan erkekler üzerinden değerlendirin: “Ama eskiden ödül -bir cinsel partner- sıkı çalışmanın ödülü olurdu, ya da en azından akıllıca bir planlamanın. Günümüzde ödülün bedava ve herhangi bir sıkı çalışma olmadan erişilebilir olduğu söylenebilir (s174).” Zimbardo bunu “yemekten önce tatlıyı mideye indirmek gibi bir şey” olarak tanımlıyor.Kadınların Durumu
1960’lardan beri kadınların geliri erkeklerinkine göre daha fazla artarken, evli ve çocuklu kadınların kocalarından daha yüksek gelirli olma oranlarında da yükseliş var. Lisans mezunlarının %60’ı kadın ve yükselme eğilimi devam edecekmiş (s176).[90] Yine bu bölümde kadınların kazandığı çeşitli yasal haklardan ve girişimlerden bahsediliyor: “Amerikalı kadınlar, haklarını genişleten demokratik yasalardan kayda değer oranda yararlandılar, Amerikan Gıda ve İlaç İdaresinin (FDA) 1960’ların başlarında doğum kontrol haplarının kullanım ve dağıtımını onaylaması gibi (s176).” Kadınların ücretler, eğitim fırsatları ve sosyal konum bakımından elde ettikleri kazançlara rağmen kırk yıl öncesine göre daha mutsuz olduklarını gösteren bir çalışmadan söz ediliyor. “Kadınların sahip olmayı umdukları şeyler ancak ailede erkeğin rolü desteklenirse gerçekleşebilir çünkü bunu yapmak çoğu kadının hissettiği iş hayatı-özel hayat sıkıntısını hafifletecek, erkeklerin aile ve toplumlarıyla daha ilgili olmasına imkân tanıyacaktır (s181).” Kadınların özgüveni arttıkça erkeklerle aralarındaki uyum ters orantılı olarak etkilenebilir: “kadınlar uzun vadeli hedeflerini erkeklerden ayırdıkça cinsiyetler arasındaki toplumsal uçurum daha da genişleyebilir. Bu uçurumun olabildiğince daralması için eşitlik tartışmalarında erkeklerin ve erkek sorunlarının tanınması ve ele alınması elzemdir (s181).” Kız çocuklarına yapılan “prenses” propagandaları ve bunları benimseyen ana-babaların dikkat etmeleri tavsiye ediliyor. Bu şekilde büyüyen kızların gelecekte romantik ve ekonomik olarak ne gibi şeyleri kendilerine hak görmeye şartlandıkları düşünülmeli. Kadınlar erkeklere oranla daha fazla televizyon izliyormuş. Bu durumun kadınların genel mutsuzluk seviyeleri üzerine yapılan araştırmalarla ve mutsuz insanların daha fazla televizyon izlediği verisiyle uyuştuğu iddia ediliyor (s182). Yine kız çocuklarının sosyal ağlar ve cep telefonları konusunda erkeklere oranla daha takıntılı oldukları görüşü var. Kadınların sosyal hayatının, özellikle de büyüme çağında hemcinslerinin onlar hakkında ne düşündüğüne bağlı olduğu söyleniyor: “Birçok genç kadın hâlâ birbiriyle doğrudan ve açık konuşurken rahatsızlık duyuyor çünkü eleştirme ve eleştiri alma konularında çok az pratikleri var ve eleştirinin altındaki niyet iyi olsa bile yapan kişiye kin beslememekte zorlanıyorlar (s183).”[91] Sosyal medya sürekli başkalarının hayatlarının incelendiği bir yer, imrenme ya da kıskançlık gibi duyguların açığa çıkması ve buna bağlı mutsuzluk tehlikesi yüksek. Başkalarının hayatları hakkında öğrenilen bilgiler dedikoduyu, bu da insanlar arasındaki güvensizliği arttıracaktır. Sosyal medyayı daha çok kullandıkları söylenen kadınlar bu konularda erkeklere kıyasla daha takıntılı olabilirler. ABD’de yirmili ve otuzlu yaşlardaki kadınlarda evlenmek ve çocuk büyütmek yerine bir köpeğe bakmayı tercih etme eğiliminden söz ediliyor: “Bir kadın, köpek bakmanın daha zahmetsiz olduğunu ve dışarı çıkmak için kendisine daha fazla zaman bıraktığını söyledi (s184).” Küçük köpeklerin sayısının 2008’den 2012’ye kadar yüzde 20 arttığı bilgisi de var. Bir erkek partneri tercih edecek kadınların çoğu olağandışı beklentilere sahip. Porno nasıl erkeklerde cinsellik konusunda gerçek dışı bir izlenim bırakıyorsa kurgu eserler ve sosyal medya da kadınların erkekler konusunda gerçek dışı beklentiler geliştirmesine sebep olabiliyor. Kendileri daha eğitimli ve ekonomik açıdan bağımsız hale gelen kadınların potansiyel partnerlerinin sahip olması gereken nitelikleri artıyor. Bu da eşleşebilecekleri erkek havuzunun daralması demek (s185). 25-34 yaşlarında işi olan ve hiç evlenmemiş her 100 kadına aynı durumdaki 91 erkek düşüyormuş. Bu şekilde düşünülürse kadınların yükselişi ve erkeklerin düşüşünün uzun vadede aile kurumuna büyük zararlar vereceği söylenebilir.[92] Kitabın sonunda kadın-erkek ilişkilerine dair bazı tespit ve tavsiyeler var; “Zaman zaman kaçamaklar ve geçici tanışıklıklar size hayatın ağırlığından eğlenceli bir kaçış sağlayabilir fakat bir zaman sonra bunun etkisi, doğru erkeğin daha az bulunur hale gelmesidir (s274).” “Erkekler kadınların genelde kendilerinden cinsellik ve ilişki açısından eskiden düşündükleri kadar enerji, zaman veya bağlılık yatırımı beklemediklerini gördüklerinde davranışlarını da ona göre değiştireceklerdir (s275).”[93] “Yıllar boyunca gerçek niteliklere sahip adamlar yerine pazarlama stratejisi iyi olan erkeklere kapılmaları, kadınların şu anda önemli ölçüde azalan seçeneklerle baş başa kalmalarına neden olmuştur (s274).”[94] Zimbardo genç erkeklerin özgür ruhlu kadınlardan şöyle bir mesaj aldığı kanaatinde: “Biriniz beni piyasadan alana kadar aktif olarak erkeklerle yatacağım.” Bu mesaj erkeklerin yaşayabileceği vicdan azabını ortadan kaldırıyor (s276). Kitabın başka bir yerinde Batılılaşan dünyada birçok genç erkeğin eş olarak erdemli bir kadın ya da sevgili olarak fahişemsi birini beklediklerinden söz edilmişti (s144). Hem hoş hem de cinselliğini yaşayan kadınlardan endişeleniyor ve çoğu zaman onlardan uzaklaşıyorlar. Böylece genç erkeklerin kadınlara geçici ve değiştirilebilir seks nesneleri olarak bakma ihtimalleri artıyor.[95] “Feminizm kadınlara daha fazla cinsel özgürlük getirirken erkeklere daha da fazla cinsel özgürlük getirdi” diyor Zimbardo. Daha önce bahsedilen bir durum. Evlilik yükü olmadan cinselliğe erişme fırsatı. Buna karşın şunu da ekliyor: “…annesinden sevgi gören erkeklerin çoğu, bir kadının hayatında eş ya da uzun süreli tek partner olarak bulunmayı biraz olsun istiyor. …hayatlarında belli bir noktadan sonra, birkaç sevgilinin ardından en çok arzu ettikleri partneri bulduklarına inandıklarında araştırmalarına devam etme eğiliminde olmuyorlar (s276).” Kadınların kendilerine daha az çekici gelen nitelikli erkeklerin yaptığı uzun süreli ilişki tekliflerini reddederken, erkeklerin ilişkilere yaklaşımını nasıl etkileyeceklerini düşünmeleri isteniyor (s277). Reddedilen bu gibi adamların uzun vadede amaçlarına ulaşmak için yaklaşımlarını değiştireceği uyarısı var: “Eğer fazla çabalayan ve ilişkilerini gerçekten ciddiye alan erkekler için ortada bir teşvik olmazsa kadınlar bu erkeklere talebi azaltacak ve en sonunda arz da gittikçe azalacaktır.” Yaklaşımlarını değiştirmek isteyen erkeklerin bazıları daha önce bahsettiğim Kırmızı Hap gibi akımlara yönelip duruma ayak uydurmaya çalışıyorlar. Kadınların işbirlikçi ve destekleyici olmaları, erkeklerin erkek olmasının iyi bir şey olduğunu kabul etmeleri de isteniyor (s278). Yapılan bir ankete göre erkek ve kadınların çoğu ilk buluşmada bütün hesabı erkeğin ödemesi gerektiğini söylüyorlar. İlişki ilerlediğinde de tüm faturaları çoğunlukla erkekler ödüyormuş (s185). Sözde eşitlik konusunda söylem-eylem farklılığına bir örnek… Kadınların kendilerine iyi ve saygılı davranan erkeklerle birlikte olmak istediklerini söylerken duygularına daha az önem veren erkeklere yaklaşmaları, diğerlerinde kafa karışıklığına sebep olabilir (s186). Bu konuda genç bir erkek şunları söylüyor: “Bugün erkekler hassas ve şefkatli olacak ve herhangi bir agresif dürtüye engel olacak şekilde yetiştirildiler. Fakat bununla hiçbir yere varmadıklarını fark ettiler… kadınlar, kadının güçlenmesinden bahsediyorlar ama hala kuvvet ve saldırganlığın açıkça sergilenmesine cinsel ilgi duyuyorlar… Hassasiyet, nezaket ve bir kadının ne istediğini sormak cinsel ilgiyi aşırı azaltan şeyler çünkü zayıflık olarak algılanıyorlar. Ne yapmam gerektiği hakkında açıkça belirlenmiş kurallar yok, yalnızca yapmamam gereken birtakım şeyler var; onlar da sonuç almamı sağlayacak şeyler. Ben gidip bilgisayar oyunu oynayayım, teşekkürler (s188).”Ataerkillik Efsaneleri
“Oğlanlar kızlardan daha farklı şartlandırılırlar ve erkek olmak çocuk oyuncağı değildir.” (Bölümün girişinden bir cümle) Birçok erkek bebekken veya çocukluk yıllarında sünnete maruz kalıyor. (İlginç bir durumdur ki Kuran’da olmayan bu uygulama hadisler yoluyla dine girmişken aynı hadislerde kadın sünnetinden de bahsedilmesine rağmen Türkler kız çocuklarına kıyamamıştır) Ayrıca oğlan çocukları ağladıktan sonra daha uzun sürede kucağa alınıyor ve daha az ninni söylenip hikâye anlatılıyormuş (s197). Erkekler karşı cinsle ilişkileri sırasında finansal beklentilerin farkına varıp daha fazla gelir getirmeleri için daha az sevilen işlerde çalışabiliyorlar: “Hâlâ genç erkeklerin inandırıldıkları toplumsal mesaj, eşlerine ve çocuklarına bakabilmeleri için yüksek maaşlı bir iş bulmaları gerektiğidir. Fakat genç kadınlar böyle bir mesaj almıyor (s198).” Akademik ve spor burslarının çoğunun kadınlara sunulduğu bilgisi var. Kız çocuklarının eğitimine erkeklere oranla daha fazla harcama yapılıyor.[98] Kadınlar için beklenen ortalama yaşam süresi tüm dünyada erkeklerinkinden 5 yıl daha fazla (s201). Erkekler başlıca 15 ölüm nedeninin neredeyse hepsinde daha fazla oranda ölüyor ve ABD’deki erkekler kadınlara oranla dört kat daha fazla intihar ediyor. İngiltere’de 3,5 kat ve çoğu 40-44 yaş arasında. TÜİK 2023 ölüm istatistiklerine göre Türkiye’de intihar edenlerin dörtte üçü erkek.[99] Yine ABD’de 2012 yılında iş kazalarında ölenlerin %92’si erkek ve tehlikeli işlerde çalışan erkek sayısı kadın sayısını kat kat aşıyor (s202).[100] Prostat tanısı konulan erkekler göğüs kanseri tanısı konulan kadınlardan daha fazla olsa da ABD’de bu konudaki federal harcamalar kadınlar lehine neredeyse ikiye bir oranında daha fazla destekleniyor (s201). Türkiye’de de durum farklı değil. Kitabın 107. Sayfasındaki “çevresel değişimler” bölümünde erkeklerde eskiye oranla artan kısırlıktan ve prostat kanseri vakalarından bahsediliyor. Yine ABD’deki evsizlerin yarıdan fazlası -İngiltere’de de %86’sı- erkek ve bunların bir kısmı silahlı kuvvetlerde görev yapmış. Bu ulusal utancın herhangi bir büyük medya yayınında ele alınmamasına kızıyor Zimbardo. Bunda şaşılacak bir şey yok. Basın kuruluşları kamuya hizmet etme zorunluluğu olmayan özel şirketlerdir, topluma değil şirket hissedarlarına karşı sorumludurlar. Erkeklerin kadınlara yapılan cinsel saldırıları umursamadığı imasına yer veren bir Fransız kısa filmine gönderme yapılıyor: “Yönetmen, erkek karakterleri oynayan kadınların tembelliği ve duyarsızlığı aracılığıyla, erkeklerin kadınlara yapılan cinsel saldırıları umursamadığını ima ediyor ki bu görüş, erkeklerin genelde kadınları ve dolaylı olarak özgürlüğü korudukları tehlikeli işlerde daha çok çalıştığına bakarsak ilginçtir.” (s205) Örnek olarak Birleşik Krallıktaki polis ve asker gücünün çoğunluğunun erkek olduğu bilgisini veriyor. Yine Türkiye’deki polislerin %90’ından fazlası erkek ve tehlikeli görevlere girenlerin tamamı erkek.[101] PKK’ye kurban verdiğimiz tek bir kadın polis yok. Kadınların bazı erkeklerden zarar görmesine dikkat çekip “erkek terörü” yaygarası koparanlar milyonlarca kadının can, mal ve ırz güvenliklerini erkeklerin sağladığı gerçeğinin üstünü örtüyorlar. Nafaka mağduru olan ya da aldatılan adamları gösterip her akşam “kadın terörü” başlıklı haberler yapan bir tv kanalı olsaydı acaba ne olurdu?[102] Zorunlu askerlik tüm ülkelerde olmasa da savaş zamanlarında erkekler zorunlu olarak silah altına alınmakta. Bu konuda Ukrayna örneği verilmişti. Kadınlar erkeklere göre kendilerini daha az güvende hissetseler de Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütüne (OECD) göre aslında erkeklerin saldırı suçu mağduru olma riski çok daha yüksek (s208). Ayrıca erkek kurbanların başlarına gelen olayları ihbar etme ve hizmetlerden yararlanma ihtimali daha az. Karısından dayak yiyen bir erkeğin karakolda, savcılıkta veya mahkemede alaylı bakışlara maruz kalmaması olanaksız gibi. Erkeklerin kurban olduğu durumları inkâr etmek “erkek gibi davranmalarının” beklendiği vakaların önemini azaltıyor. “Yalnızca kadınların hassasiyetlerinden bahsedip, erkeklere potansiyel fail, kadınlara da potansiyel kurban olduklarını söylersek, herkese zarar veren bir davranış sergilemiş ve dengesizliği devam ettirmiş oluruz (s210).” ABD’nin dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’ini oluşturmasına rağmen dünyadaki mahkûmların neredeyse dörtte birini bulundurduğuna dair bir yetkilinin açıklaması var (s212). Aynı suçlardan suçlu bulunan erkeklerin kadınlar gibi hafif bir hüküm olan şartlı tahliyeyle değil, ağır bir hüküm olan hapis cezasıyla karşılaşma olasılığı daha fazla. İngiltere’de kadınlar cezaevlerindeki nüfusun yalnızca yüzde 5’i ve çoğu kısa süre hapis yatıyor.[103] Durum böyleyken erkekler için neden daha fazla iyileştirme programı olmadığı sorgulanıyor. Ayrıca mahkûmların yüzde 76’sı babasız büyümüş kişiler (s213). İngiltere’de bir milletvekilinin söylemesine göre kadınların kefaletle serbest bırakılma ihtimali erkeklere göre daha fazla. Tutuklu kadınların yüzde 60’ı 18 yaşından önce çocuk sahibi olmuş. Her mahkûm yılda yaklaşık 40.000 sterline mal olurken önemli bir kısmı dışarı çıktıktan sonra hapse geri dönüyor ve birçoğu dışarı çıkınca iş bulamıyor. Ziyaret edilmeyen mahkûmların tekrar suç işleme oranı da daha fazla. Erkeklerin hapishanelerde tecavüze uğrayıp HIV virüsüne yakalanma oranı genel nüfusa göre daha yüksek. Zimbardo kadın hareketinin bu kadar başarılı olmasının nedenlerinden biri olarak eşit haklardan bahsedilirken eşit sorumlulukların öneminin azaltılmasını gösteriyor: “Böylece genç kadınlara “her şeye sahip” olabilecekleri masalı yutturulmuştur ki bu en iyi ihtimalle yanıltıcı, en kötü ihtimalle zarar vericidir (s215).” Kadınlar baştaki yöneticilerle aynı hakları istiyor ama erkeklerin daha ağır ve stresli işleri de yaptıkları unutuluyor. Ayrıca yakın dönemdeki bazı araştırmalar profesyonel şartlar altında kadınların da diğer kadınlara aynı oranda cinsiyetçi yaklaşabildiğini ortaya çıkarmış. Bununla ilgili Hollanda’da yapılan bir araştırmanın örneği veriliyor (s216). Cam tavanlar söylemiyle kadınları mağdur göstermek anlamsız. Bir erkek iş hayatında en tepeye tırmanmak istiyorsa kadınlar kadar hemcinsleriyle de mücadele ediyor ve muhtemelen kadınlardan daha çok sayıda erkek bu mücadele sırasında eleniyor. Aslında bu konu da cinayet tartışması gibi. Erkekler daha çok öldürülse de kadınlar daha fazla yakınıyor ve onların ölümü basında daha çok konuşuluyor. Rekabette elenen ya da hakkı yenenler arasında erkeklerin çoğunluk olmasına rağmen daha çok kadınların yükselememesi sorun ediliyor. İş kazaları sebebiyle ölenlerin çoğu erkekler olduğunda bu bir sorun olmuyorsa en tepedekilerin de çoğunlukla erkeklerden oluşması bir sorun olmamalı. Ayrıca zorunlu kotalar ve yeni girişimlerle kadınların iş hayatındaki durumları her geçen gün iyileştiriliyor.[104]Ekonomik Gerileme
ABD ve İngiltere’de ev sahibi olmanın ve üniversite okumanın eskiye oranla çok daha masraflı olduğuyla ilgili veriler var bu bölümde. Lise ve daha aşağıdaki eğitim seviyelerinde olan çalışanların gelirleri üniversite mezunlarıyla kıyaslandığında eskiye oranla çok daha fazla düşmüş: “Bireyin iş ahlakı sağlam olduğu takdirde eğitim durumunun düşük olması pek engel teşkil etmiyordu, çünkü üretimin yarattığı etki hâlâ oldukça fazlaydı (s223).” Bir köşe yazarı, makinelerin işleri kolaylaştırmasının fiziksel çaba gereksiniminin azalmasına yol açtığını ve bu sayede kadınların işlere hiç olmadığı kadar katılmasını sağladığını anlatıyor. Fakat bu durum alt tabakadaki erkek işçilerin talep gören temel nitelikleri olan fiziksel güç ve dayanıklılık ihtiyacını azalttı. Bununla beraber erkeklik gururu ve işe yarar olma hissi de azaldı: “Bir çelik fabrikasında, hatta bir kömür madeninde bir ömür çalışmanın bir erkeğin hayatına, süpermarkette raf doldurmak gibi sürekliliği olmayan bir sürü işten daha uygun olduğunun rahatsız edici bir şekilde farkındayız (s226).”[105] “Dünyanın her yerinde sıradan erkeğin başarılı olması zorlaşıyor” diyor Zimbardo. Aileye ekmek getiren kişi olma ihtimalleri bulunmayan genç erkekler beklenen başarısızlık duygularıyla uğraşmak durumundalar. “Alfa erkeği olmaları mümkün değilse hangi yeni rolleri üstlenebilirler?” Hem ulusal hem de bireysel çözümler üreterek bir an önce bu sorunun çaresine bakılmazsa genç erkeklerin tüm dünyada yalnız olacağını da ekliyor (s228). Tabi ki genç erkeklerin yalnız olması diye bir sonuç yok. Erkeğin eşek yerine konmasının sonu uygarlığın çöküşüdür. Hak, eşitlik, özgürlük, ilerleme vb. sevimli adlar altında feminizm zehirini yutan kadınlar ve erkekler bindikleri dalı kesiyorlar.Sonuç
-Oğlanları eğitmezsek, köyü yakarlar. (Kitabın 76.sayfasında “bir Afrika atasözü” olarak geçiyor) Erkeklerin “erkek” olmaktan başka seçeneği yok. İlerlemeci söylemler aksini öne sürmeye devam etsin, bir erkek işinde ve sosyal yaşamında başarılı olmak, hemcinslerinden, toplumdan ve kadınlardan saygı görmek istiyorsa bunu yapmak zorunda.[106] Başka sebeplerle birlikte kadınlara saygınlık, para ve güç kazandıran politikalar yüzünden bugün bunu başarmak daha zor. Akıllı olan bir toplum böyle yapmazdı. Ama modern toplum eski olanı mutlak kötü saydığından olsa gerek, böyle yapınca işlerin daha iyiye gideceğini düşündü ve eşitliği denge ve uyuma tercih etti. Şimdi köyün yanmakta olduğunu fark ediyorlar. Köyü yakan küresel ısınma falan değil, feminizm adlı ahlaksızlıktır. Varoluşun herhangi bir bilinçten, bilgiden, iradeden ve amaçtan yoksun olduğunu söylediğiniz anda hiçbir şeyin anlamı kalmaz.[107] Bırakın ahlakı ya da hukuku, insanın neden yaşaması gerektiğini bile temellendiremezsiniz. Yazı boyunca pek çok örneğini verdiğim üzere ekranlar bu kafadaki insanlarla ve onların işleriyle dolu. Bu kişiler sık sık tektanrıcılık karşıtlığı yaparak bu düşüncelerini doğrudan aşılamaya çalışırlar. Kimi zaman da amacın olmadığını iddia ettikleri evrende insanlara çeşitli amaçlar edinmelerini öğütlerler. Çünkü insan bir amacı olmadan yaşayamaz. Öğütlemeye çalıştıkları değerler ise daha çok anlık hazla ve hümanist ahlakla bağlantılıdır. Kendilerine göre doğru olduğunu düşündükleri fikirleri (aslında dinlerini) benimsetmek için ekran teknolojilerini sonuna kadar kullanırlar. Bunu yaparken de insanların paralarını ve zamanlarını alır, onların en temel arzularını tetikler, farklı duygular yaşatıp gerçeklerden uzaklaştırabilirler. Çocukluk yıllarından itibaren bu ekranlarla büyüyen kişilerin nihilist bir psikolojiye bürünmesi olasıdır. Bu psikolojiden uzaklaşma yollarından biri yine ekran bağımlısı olup kendini uyuşturmaktan ve aynı aşılamalara maruz kalarak kısır döngüye girmekten geçer. Bu sürecin sonunda size aşılanan hümanist değerleri benimseyebilir ve aslında var olmasının bir temeli ve anlamı olmayan amaçlar edinerek yolunuza devam edebilirsiniz. İşte yazının din ile bağlantısı bu.[108] Kitabın sonunda bir anket sorusuna verilen cevaplar var (s292). “Genç erkeklerde motivasyonel sorunlara katkıda bulunan faktörler nelerdir?” Bu soruya verilen cevaplar arasında “hiçbiri/diğer” seçeneği en son sırada. Hemen ardından ise “inanç ya da maneviyat eksikliği” seçeneği geliyor (%16 ile). Yani insanlar bu soru ile din arasında fazla bir ilginin olmadığını düşünmüşler. Ama en çok verilen ikinci cevaba bakınca işin rengi değişiyor: ”Belli bir yönelim yok/ Hedef eksikliği (%59 ile)” Aslında “hedef eksikliği” ile “inanç eksikliği” aynı şeydir. Bu erkekler varoluşlarının bu dünyayı aşan bir amacı olmadığını düşündükleri için ne yapacaklarını bilemez haldeler. Ama bunun farkında olmasalar gerek, çünkü aynı soruya aynı cevapları iki farklı şekilde vermişler; cevapların biri ikinci sırada, diğeri ise sondan ikinci sırada kalmış. Motivasyon kaybının sorumluları arasında “Medya, kurumlar, ebeveyn ve akranlardan gelen çelişkili mesajlar/dijital eğlence” seçenekleri birinci ve üçüncü sırada seçilmiş. Ekranların, varoluşun amaçsız olduğu fikrini aşılamayı “amaçlayan” insanlarla dolu olduğundan bahsettik. Hem bu ekranlarla hem de bunlara maruz kalan insanlarla sürekli muhatap olursanız siz de varlığınızın amaçsız olduğunu düşünür, uzun vadede gerçekleşecek bir şeyleri başarma konusunda isteksiz olursunuz. Ancak bu sözde gerçeği unutabildiğiniz, daha doğrusu kabullenemeyip inkâr ettiğiniz ölçüde bir şeyler yapabilirsiniz. Modern dünyanın insanı sürüklediği kaçınılmaz bir ruh halidir bu. Kitapta sözü edilen bağımlılıklar ve bozulan kadın-erkek ilişkileri seküler ahlak ve onun üstüne kurulmuş hukuk ile ilgili. Zimbardo bu gerçeği biliyor olmasına rağmen (yani öyle düşünüyorum) seküler düşüncenin dışına çıkmadan meseleleri çözmeye çalışıyor. Öyle ki porno sektöründen bile anlayış ve yardım beklemiş (s283). Bu insanlar yaptıkları işin ahlaken yanlış olduğunu kabul etmiş olsalardı böyle bir sektör var olmazdı. Tanrı’nın hesap soracağını düşünmüyor olmalılar ki rahatlar. Mevcut ahlaki söylemler ve yasalar onların yanında olduğu sürece neden vazgeçsinler? Burada sorulması gereken soru bu yozlaşmanın nereye kadar devam edeceğidir. Bu bağımlılıkların ya da bozulan aile kurumunun bir bedeli olmayacak mı? Zimbardo bunun farkında olmalı ki batı toplumunu açıktan uyarıyor (s255).[109] Ana-babalar bu krizi fırsata çevirip çocuklarını ekranlar yerine kitaplara, hayatın gerçeklerine ve aşkın bir amaca bağlayarak onları akranlarının önüne geçirebilirler.[110] Ama toplum olarak uyanıp silkinmedikçe bireysel çabaların ne kadar başarılı olacağı tartışılır. Yine de hiçbir şey yapmayıp beklemekten iyidir. Her ne kadar sonuçları olacaksa da sürüye uymak zorunda değiliz. Yazının içinde birkaç kez değindiğim, yazdığım sıralarda da daha çok farkına vardığım bir konuyla bitiriyorum. İnsanlar olarak birbirimizin hayatları üzerinde ciddi etkilerimiz var. Nasıl göründüğümüz, nelere sahip olduğumuz, ne konuşup bunu nasıl söylediğimiz ve daha birçok detay sayılabilir. Ekranlar aracılığıyla milyonların önüne çıkan insanların aldıkları sorumluluk çok büyük. Bu yazı da size ekranlar üzerinden ulaşacak. Olabildiğince anlaşılır olmaya çalıştım ve inşallah amacına ulaşan bir yazı olmuştur. Soru ya da görüşleriniz için e-posta atabilirsiniz: oku_gk@protonmail.com[1] 1971 yılında bir grup üniversite öğrencisinin mahkûm ve gardiyan rollerine girmesiyle gerçekleştirilen, sonradan meşhur olmuş bir psikoloji deneyi. [2] Kişisel bilgisayar, oyun konsolu veya taşınabilir aygıtlarda oynanabilen oyunlar için bu yazıda genel olarak “bilgisayar oyunu” adı kullanılacaktır. [3] Toplumun beklentilerinin, değerlerinin, algılarının değişmesi teknoloji ile doğru orantılıdır. (Ömür Kurt – Küçük Adamlara Büyük Oyunlar, s24) “Antropolojinin, sosyolojinin ve psikolojinin üzerinde sözleştiği bir ilke olarak şunu rahatlıkla iddia edebiliriz; toplumlardaki genel davranış, konuşma, hissetme ve düşünme tarzlarındaki büyük dönüşümler yeni araçların benimsenmesiyle de sıkı sıkıya bağlantılıdır.” “Ancak matbaanın, elektriğin, radyonun, televizyonun ve nihayet dijital devrimle beraber akıllı ekran teknolojilerinin icadı zamanı adeta hızlandırmış, çok büyük değişimleri çok kısa zaman dilimlerine sıkıştırmıştır. Üstelik bu teknolojilerle dünyayı bilme biçimimiz kökten değişmiştir.” (Desmurget – Dijital Ahmak Fabrikası, s11) “Bir kültürün içinden ya da dışından bir teknoloji başlatılır ve bu teknoloji duyularımızdan birine ya da diğerine yeni bir vurgu ya da üstünlük verirse, bütün duyularımız arasındaki oran değişir. Artık ne eskiden hissettiğimizin aynısını hissederiz ne de gözlerimiz ve kulaklarımız ve öteki duyularımız aynı kalır.” (Desmurget, s12, Marshall McLuhan’dan bir alıntı) “Youtube, diziler, filmler, müzik klipleri, video oyunları, standartları, yani genellikle örtük davranış, görünüm veya beklenti normlarını üretmeye yarayan gerçek makinelerdir.” (Desmurget, s225) [4] https://web.archive.org/web/20240409044920/https://gerceginkitabi.wordpress.com/2022/08/25/insansi-ve-zayif-tanri-imgesinin-asilanmasi-hayalet-avcilari-ornegi/ [5] Konuya Kuran’daki zikir (hatırlama, göz önüne getirme, bilinen şeyleri akılda tutma) kavramı üzerinden de yaklaşılabilir. Dünyaca ünlü şirketlerin dünyaca ünlü olmalarına rağmen reklam ve pazarlamaya milyonlar harcamaya devam etmelerinin sebebidir bu. İnsanların gözlerinin önünden çekilirlerse akıllarından da gideceklerini ve yerlerini daha fazla reklam yapan diğer şirketlerin alacağını bilirler. Çocukluk yıllarıyla birlikte ekranların etkisinde büyüyen insanlar bu ekranlarda çoğunlukla özgürlükçü seküler yaşama ait öğeleri gördükleri ve her izleyişte tekrar tekrar hatırlayıp belleklerine kazıdıkları için, akıllarında bunlar kalacak ve bu da ahlaki tercihlerini, uzun vadeli kararlarını ve günlük eylemlerini etkileyecektir. (Yeme-içme, giyim-kuşam, kadın-erkek ilişkilerine yaklaşım vd. birçok konu) Kuran’da güvenen insanlardan sürekli Allah’ı anmaları ve belli vakitlerde salat/namaz eyleminde bulunmalarının istenmesi de muhtemelen bu sebepten. Kişi Allah’ı, onun öğütlerini ve yasalarını ne kadar zikrederse aklında o kadar kalacak ve bu durum eylemlerine de o kadar yansıyacaktır. Ne kadar unutursa da yerini farklı düşünceler ve eylemler alacaktır. Çünkü ne zihin, ne de eller boş durabilir. https://web.archive.org/web/20240409050658/https://gerceginkitabi.wordpress.com/2015/09/03/dinden-bosalan-yeri-din-doldurur/ [6] Oysaki biz aslında paket halinde satılan televizyon programları, çizgi filmler ya da bilgisayar oyunlarıyla çocuklarımıza gelecek satın alıyoruz! Onlar izledikleriyle mutlu oluyorlar, bizler ise onların sessizce televizyon izleyerek ‘uslu birer çocuk’ olmalarından dolayı ‘mutlu’ oluyoruz! (Ömür Kurt – a.g.e. s147) [7] “Tasarım itibariyle çocuk sosyal etkileşimler için bağlantılandırılmıştır.” (Desmurget, s134) [8] Kitapta bazı porno sitelerini takip edenlerin %70’den fazlasının erkek olduğu, fakat iş pornoya para ödemeye gelince bu oranın %98’e çıktığıyla ilgili veriler var (s17). [9] “Yakın zamanlı bir çalışmaya göre ders esnasında bir öğrencinin telefonunu masaya koyması istenmiş, telefon tamamen pasif ve sessiz kaldığında bile, bilişsel performansını olumsuz yönde etkileyecek biçimde dikkatinin dağıldığı ortaya çıkmıştır.” (Desmurget, s120) [10] “Hazza yatkınlık açısından çocuklarımızın beyinleri tüm o yaşlı laboratuvar farelerinin beyinlerinden pek de farklı değildir. Bu fareler, bir pedal aracılığıyla ödül sistemlerinin belirli anahtar hücrelerini elektrikle uyarma fırsatını bulduklarında en ilkel ihtiyaçlarından (besin, üreme, vb.) dahi vazgeçebilmektedir. Bir çocuğun ya da ergenin bu fizyolojik önceliğe karşı mücadele etmesi, özellikle de araştırmacı ve mühendis orduları her potansiyel biyolojik zayıflığı para birimine dönüştürmek için gerekli tüm anahtarları endüstriyel dünyaya utanmadan sattıklarında, gerçekten kolay değildir.” (Desmurget, s198) Yine aynı kitapta, bağımlılık düzeyine ulaşılmasa bile ekranların potansiyel zararlarına maruz kalınabileceği anlatılıyor: “Bir davranışın zararlı olması için patolojik olması gerekmemektedir. Başka bir deyişle, bir çocuğun klinik anlamda akıllı telefonuna, sosyal ağ platformlarına veya oyun konsollarına “bağımlı” olmaması, her türlü olumsuz etkiden beri olması demek değildir.” (Desmurget, s61) [11] “Çocuklarımıza yaptıklarımız affedilemez. İnsanlık tarihinde hiçbir zaman bu kadar büyük ölçekte böyle bir beyinsizleştirme deneyimi yaşanmadı.” (Desmurget, s259) [12] Akıllı telefon, akıllı televizyon, akıllı saat, akıllı ev… Son yıllarda bu “akıllı” sözcüğünün kullanıldığı birbiriyle alakasız birçok yer var. Ben bu yazıda “akıllı” sözcüğünü internete bağlanabilen televizyon, telefon ya da tabletler için kullanıyorum. Yanlış sözcük seçimleri algıları bozar. Bugün adına “akıllı telefon” dediğimiz cihazların özellikleri itibariyle aslında birer “cep bilgisayarı” ya da “cep oyun konsolu” olduğunu bilmek gerek. Eskiden derslerini aksatır diye çocuklarına bilgisayar ya da konsol almaktan korkan aileler şimdilerde rahat bir şekilde akıllı telefon alıyorlar. Ne de olsa isminde “telefon” geçiyor değil mi? En fazla birileriyle konuşurlar, başka ne yapacaklar! [13] “Verimsiz, gelişimsel faydadan yoksun saatler. Çocukluk ve ergenliğe özgü büyük beyin plastisite dönemleri bittikten sonra bir daha telafisi olmayacak mahvolmuş saatler.” (Desmurget, s73) “Beyin plastisitesi (esneklik) bir ömür boyu devam etse de ilk altı yıl ve sonrasında da ergenlik dönemi beynin en yoğrulabilir ve esnek yıllarını oluşturur.” (Desmurget, s13. Bu “esnek” yıllarda yoğun bir şekilde maruz kalınacak aşılamaların etkisini düşünün. Bu etkinin bilincinde olanlar ağacı yaşken eğmek için ekran teknolojilerini sürekli kullanıyorlar) “Başka bir deyişle, yaptığımız, yaşadığımız veya deneyimlediğimiz her şey beynimizin hem yapısını hem de işlevini değiştirmektedir.” (Desmurget, s35) [14] “Bir çocuk ekranlarla ne kadar erken yüzleşirse, daha sonra onların ayrıntılı ve çalışkan bir kullanıcısı olma olasılığı o kadar artar.” (Desmurget, s46) [15] “Birçok çalışma, çocukların tüketiminin ebeveynlerinkiyle orantılı olarak arttığını göstermiştir.” (Desmurget, s56) Aynı sayfada 116. dipnotta bahsi geçen Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramı ve Bobo Doll deneyi için bkz: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1622510 “Medya, kimi zaman toplumu yansıtan bir araç olarak görülse de toplumu ve gençleri belli davranışlara yönlendirecek potansiyele de sahiptir. Bu noktada Bandura, çocuklar ve yetişkinlerin televizyon aracılığıyla yeni davranışlar, duygusal tepkiler ve yeni tarzlar edindiklerini ileri sürmektedir.” [16] Kitabın 120. sayfasında bir tv dizisinden örnek veriliyor. İlgili bölümde erkek karakter cinsel ve duygusal tatmini bir robotta bulduğu için eskiden ilgi duyduğu kızdan uzaklaşıyor. Hikâyenin sonunda robotlarla tatmini yakalayan toplum uzaylılar tarafından işgal ediliyor. Aynı sayfadan konu ile ilgili bir alıntı: “Gerçek hayat, varoluşun neredeyse her alanında dijital alternatiflerle rekabet ediyor.” [17] İnternet pornosu, dijital bağımlılıklar ve dopamin üzerine bkz: (Not: Erkekadam.org sitesindeki yazılarda zaman zaman +18 bir dil kullanılabilir. Aynı şekilde bazı yabancı terimlere de denk gelebilirsiniz) https://web.archive.org/web/20230304170929/https://erkekadam.org/2017/09/04/internet-porno-bagimliligi/ https://web.archive.org/web/20230304171132/https://erkekadam.org/2022/09/06/dijital-bagimliliklar-bizi-dopamine-boguyor/ [18] Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu. İng. Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) “Eğlence amaçlı ekran tüketiminin, konsantrasyon üzerindeki etkilerinin ötesinde, çocuklarda ve ergenlerde DEHB riski ile önemli ölçüde ilişkili olduğunu hatırlamak gerekmektedir.” (Desmurget, s184) Yine çeşitli veriler ışığında çocukluk ve ergenlik döneminde aşırı duyusal uyarılmanın beyin konuşlandırması üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu da iddia ediliyor. [19] Desmurget’e göre eğitimde dijitalleşme beklenen etkiyi yapamaz, kaliteli eğitim ancak nitelikli öğretmenlerle sağlanabilir: “Bu arada, işler daha iyiye gitmemekte ve gerçek acılaşmaktadır. Okul sisteminin mecburen dijitalleştirilmesi gerektiğini destekleyenlerin de bunun farkında olması şüphesiz iyi olurdu. Bugüne kadar, öğrencilerin geleceği üzerinde gerçekten olumlu ve derin bir etki gösteren yalnızca bir kaldıraç vardır: Nitelikli ve iyi eğitimli öğretmen. Gezegen çapında en iyi performans gösteren tüm okul sistemlerinde ortak olan tek unsur budur.” (Desmurget, s262) [20] “Beynimizin kendisini inşa etmek için duyusal ölçülülüğe, insan varlığına, fiziksel aktiviteye, uykuya ve uygun bilişsel beslenmeye ihtiyacı vardır. Bununla birlikte, dijitalin her yerde oluşu bu ihtiyaçlara karşıt bir dünya sunmaktadır. Süreğen algısal bombardıman; kişilerarası iletişimlerin çökmesi (özellikle aile içi); hem nicel hem de nitel anlamda uyku bozukluğu; hareketsizliğin teşvik edilmesi ve kronik entelektüel yetersiz uyarılma.” (Desmurget, s261) [21] “Genç ya da yaşlı, modern ya da geride kalmış fark etmez, insan beyni kesinlik, doğruluk ve üretkenliği kaybetmeden aynı anda iki şeyi yapmaktan tamamen acizdir. Beynimiz bir bilgisayar işlemcisi değildir.” (Desmurget, s179) “Gelişmekte olan beyin ne kadar çok göreve maruz kalırsa, dikkat dağınıklığı için o kadar geçirgen hale gelir. Ayrıca, aynı anda ne kadar çok şey yaparsa, o kadar az başarılı olur, o kadar az öğrenir ve o kadar az ezberler. Bu, beynimizin yeni dijital modernitenin uygulamaları için yaratılmadığının kanıtıdır.” (Desmurget, s266) [22] Ocak 2022 haberi: “Bursa’daki lisede iğrenç olay! Öğretmenin fotoğrafını çekip, sosyal medyada paylaştılar” https://web.archive.org/web/20230307142430/https://www.lifebursa.com/bursa-haberleri/bursa-daki-lisede-igrenc-olay-ogretmenin-fotografini-cekip-sosyal-medyada-paylastilar-154436 Kadın öğretmen ya da kız öğrencilerin görüntülerinin gizlice kaydedilmesi uzun zamandır olan bir şey. Tabi şimdi bu görüntüler kısa sürede internete düşebiliyor. Peki, erkek öğrencileri suçlayıp ceza vermek yetecek mi? Öğretmenin, devletin, okulların, medyanın ve ana-babaların tavırlarının ayrı ayrı tartışılması gerek. Özellikle ergen erkekleri zor duruma sokan, cinsel uyaranların yoğun olarak bulunduğu zamanın özgür ruhu tartışılmalı. Ayrıca haber hakkında okuduğum bazı yorumlarda kadının kıyafetinde bir sorun olmadığını belirtenleri gördüm. Bunu diyenler ya hiç ergen erkek olmamışlar ya da bildikleri gerçeklerin üstünü örtüyorlar. Olayı büyük bir skandal gibi gösterip az kişinin gördüğü ve ortadan kaldırılabilecek bir fotoğrafı tüm ülkeye servis eden basına ne demeli peki. Haberin görsel olmayan bir halini bulamadım. [23] Eğitimde dijitalleşmenin başarısızlığı üzerine: “Çoğu durumda sonuçlar başarısız olmuştur, yararlanıcılar bilgisayarlarını çalışma yerine eğlence (oyun, müzik, TV, vb.) için kullanmayı tercih etmişlerdir (buna kim şaşırır!).” (Desmurget, s92, akademik ve entelektüel becerileri arttırma amaçlı olduğu söylenen, çocuklara bilgisayar dağıtılan bir proje üzerine değerlendirme) “Her çocuk için bir dizüstü bilgisayar, karmaşık sosyal sorunları aşırı basit çözümlerle çözmeyi başaramayan uzun bir teknolojik ütopik gelişim planlarının sonuncusunu temsil etmektedir.” (Desmurget, s93, bir makaleden alıntı) [24] Oyun oynadıkça ders notları düşen, notları düştükçe daha fazla oyun oynayan bir kişi hakkındaki vaka çalışması -Bir Uzamış Ergenlik Öyküsü- için bkz: https://www.researchgate.net/publication/331498637_Oyun_Bagimliligi_Bir_Uzamis_Ergenlik_Oykusu_Vaka_Calismasi [25] “Genç kuşakların kullanımları öncelikle en azından temel olan ve çok da öğretici olmayan eğlence etkinlikleri etrafında dönmektedir: TV programları, filmler, diziler, sosyal ağlar, video oyunları, ticari siteler, müzik klipleri, muhtelif videolar vb.” (Desmurget, s29) “8-12 yaş arası çocuklar ekranlarını kullanırken ders çalışmaktan 13 kat daha fazla zamanı eğlenceye harcamaktadır (22 dakikaya karşı 284 dakika). 13-18 yaşındakiler için bu oran 7.5 kattır (60 dakikaya karşılık 442 dakika).” (Desmurget, s29-30) “Başka bir deyişle, bugün kullanımda olan ekranlar (tabletler, bilgisayarlar, konsollar, akıllı telefonlar vb.) çocukların ve ergenlerin kullanımına sunulduğunda, olumlu kullanımlar değil, araştırmaların zararlı özelliklerini ortaya koyduğu eğlence amaçlı kullanımlar göze çarpmaktadır. Tabii ki çocuklar ve ergenler olumlu kullanımlara yönelecek olsalardı, bu kitabın da yazılmasına gerek olmazdı.” (Desmurget, s22) Ağustos 2023: Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı! Öğrencilere vergisiz ÖTV’siz telefon satışı sözünü tutacağız! (Bu haberi yukarıdaki veriler üzerinden değerlendirin) https://web.archive.org/web/20230826180221/https://emlakkulisi.com/cumhurbaskani-erdogan-acikladi-ogrencilere-vergisiz-otvsiz-telefon-satisi-sozunu-tutacagiz/777669 [26] “Odasında televizyon bulunan çocuklarda (5-11 yaş) uyku bozukluğu riskinin neredeyse üç katına çıktığı gözlemlenmiştir.” (Desmurget, s193, kitapta uyku ve ekranlar konusunda daha ayrıntılı yazılar var) [27] “Bir bütün olarak ele alındığında bilimsel literatür ev ekranlarında geçirilen zamanın okul başarısını önemli ölçüde azalttığını açık bir şekilde göstermektedir. Cinsiyet, yaş, geçmiş ve/veya test protokolleri ne olursa olsun, ekran tüketim süresi okul performansıyla negatif ilişkilidir.” (Desmurget, s82) “Evde sadece bir bilgisayar bulunması bile öğrencilerin dikkatini dağıtarak etkili öğrenimin önüne geçer gibi görünmektedir.” (Desmurget, s99, bir araştırma sonrası yazarların vardığı sonuç) [28] “Böyle bir ortamda, çok uluslu şirketler vasıtasıyla bütün dünyaya ulaşan küresel yapımlar, kolaylıkla Türkiye’ye ve başka anlaşma ve uygulamalarla da diğer ülkelere sızmış, kendi düşünce ve ideolojilerini kültür ürünleri ile bu ülkelerde yayma fırsatı bulmuşlardır. Giyim-kuşam, yemek kültürü, yaşam biçimi, dil, eğlence şekilleri, spor faaliyetleri ve hatta ev düzenlemeleri bile hızla tek tipleşmektedir. Millete ve kültüre özgülük, yerini küresel düzenin ürünlerine ve yaşam biçimine bırakmaktadır.” (Ömür Kurt – a.g.e. s20) Burada “yaşam biçimi” olarak bahsedilen şeyi “din” olarak da anlayabiliriz. Örneğin İslam, ritüellerin ötesinde hayatın her alanını kapsayan bir yaşam biçimi, bir ahlaki değerler sistemidir. Batılılar aydınlanma döneminden sonra tektanrıcılığı terk ettiklerinde yerini daha insancıl (hümanist) gördükleri özgürlükçü değerlerle doldurmuşlardır. Bugün evrensel bir olguymuş gibi bahsedilen bu değişim aslında batılıların kendi deneyimleridir. Bir üst paragrafta anlatıldığı gibi çeşitli kültür ürünleri ve dayatmalarla başka toplumların da bu deneyimi yaşaması amaçlanır. Bu durum batılıların dünyaya “biz hak yolu bulduk, siz de gelin ve bize uyun” demesidir. -Dinlerine girmedikçe ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar, senden hoşnut olmazlar. De ki: “Doğru yol ALLAH’ın yoludur.” Sana gelen bilgiden sonra onların fantezilerine uyarsan ALLAH’a karşı seni savunacak ne bir dost ne de bir destekleyici bulamazsın. (2:120, Allah’ı yok sayan seküler kültürün temsilcisi Yahudi ve Hristiyanlara karşı yapılan bir uyarı) [29] Bu duruma bir örnek: 2003 yazında mahalleden bir arkadaşımla son kez yaz Kuran kursuna gitmiştim. Arapça Kuran okumanın öğretildiği ve kısa sureler ezberlenen bir din eğitimi alıyorduk. Ders aralarında o sene birkaç ay arayla vizyona giren Matrix filmleri ve oyunu hakkında sohbet ettiğimizi, arada kursu asıp internet kafeye gitmeye çalıştığımızı hatırlıyorum. Batı eğlence kültürü yetersiz din eğitimine baskın gelmişti anlayacağız. İlgili serinin Yahudiler tarafından çekildiğini ve içinde Kitab-ı Mukaddes, Yunan mitleri, Hinduizm vd. göndermelerin olduğunu daha sonra öğrendik. Ama zehir çoktan kana karışmıştı. Allah’ın dinini öğretmesi beklenen camiler bu işlevini yerine getiremedi ve birçoğumuz batılıların fantezilerinin peşinden gitmeyi seçti. “Çocuklarını belli değerler etrafında yetiştiren aileler, bu tür çizgi filmler ya da dizilerle değerlerini örtüştürememektedirler. …Özellikle muhafazakâr toplum geleneğine sahip bizim gibi ülkelerde bu tür yayınlar, kültürel yabancılaşma etkisi yaratmaktadır.” (Ömür Kurt – a.g.e. s55) Özgürlükçü ahlak ve kültürü ile İslam kültürü aynı bünyede barınamaz, çünkü birbirlerine zıt değerleri savunurlar. Birisi sizden zor yokuşu tırmanmanızı isterken (90:10 ve sonrası) diğeri iradenizi zayıflatır, size anlık mutluluk getirir. Burada ekran teknolojileri üzerinden yapılan yayınlar kritik bir öneme sahip. Çoğunlukla eğlence adı altında özgürlükçü ahlak aşılaması yaparlar. Bu sebeple bunlar “eğlence” kategorisinde olmakla birlikte ayrıca “dinsel” içerikli yayınlardır da. [30] İlk özel televizyon kanalı 1990 yılında -anayasaya aykırı ve tartışmalı bir şekilde- “Magic Box Star 1” (sihir kutusu) adıyla yayına başladı. Kanalın kurucuları Cem Uzan ve liberal politikalarıyla bilinen dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’dı. Bu önemli gelişmeyle birlikte tek kanal devrine kıyasla daha çeşitli ve daha yoğun bir şekilde liberal yaşam tarzı ve Amerikan pop kültürü aşılaması yapılabilmişti. Müstehcen içeriklerin yanı sıra vahşet görüntülerinin olduğu “reality show” programları da bu dönemde yayınlanabiliyordu. [31] 2000 nüfus sayımına göre İstanbul’da 10 milyon civarı insan yaşıyormuş. Şimdilerde ise sayının 16 milyona ulaştığı söyleniyor. 24 yılda %60 artış! Bu durum boş arsaların bina, sokakların da daha fazla taşıtla dolması demek. Dijitalleşmenin de etkisiyle oyun alanları azalan -hatta yok olan- çocukların evlere kapanması teşvik edilmiş oluyor. [32] Discord: Genellikle çevrimiçi oyun oynayanların iletişim kurmak için kullandıkları bir uygulama. [33] İki sektör arasında bazı ortak yönler var. Filmler gibi öykü anlatan birçok oyun büyük bütçeler ve kalabalık ekipler ile geliştiriliyor; senaryo, karakterler, müzik, sanat departmanı, reklam ve pazarlama vd. Yine iki sektörün sürekli birbirlerinden içerik aldığını hatırlatalım. Ayrıca birebir modellenmiş yüzleri ve sesleriyle bilgisayar oyunlarında oynayan Hollywood aktörleri de var. https://web.archive.org/web/20230311144438/https://fandomwire.com/9-famous-actors-who-have-starred-in-video-games/ [34] Ocak 2024 haberi: “Anlık Oyuncu Sayısı İle Steam Yeni Rekor Kırdı” (Steam: Dijital oyun dağıtım platformu) https://web.archive.org/web/20240126202817/https://www.merlininkazani.com/steam-yeni-rekor-haber-125290 [35] Bu süre zarfında oyunun 8 milyar dolardan fazla gelir kazandırdığı ile ilgili bilgiler var. Doğruysa tüm zamanların en çok gişe yapan -Avatar (2009)- filmini neredeyse üçe katlamış oluyor. Oyun sektörünün yatırımcıların ve toplumları şekillendirme hayali kuranların daha fazla ilgisini çekmesi için önemli bir veri. https://levvvel.com/grand-theft-auto-v-statistics/ [36] 5 Aralık 2023 günü yayınlanan ilk resmi tanıtım vidyosu bir gün içinde yaklaşık 100 milyon kez izlendi. İlk saniyelerde “çocuklar için uygunsuz içerik” olabileceği uyarısı var. Bolca müstehcen görüntü eşliğinde çılgınlar gibi eğlenen koca bir şehir (Miami) görüyoruz. Serinin diğer oyunlarındaki özgürlükçü ahlak çizgisi korunmuş. https://web.archive.org/web/20240126204758/https://www.webtekno.com/gta-6-guinness-rekorlar-kitabina-girdi-h139093.html [37] Yine bu yayıncıları kısa bir süre izlerseniz, oynadıkları oyunların terimleri üzerinden yarı Türkçe yarı İngilizce bir dille konuştuklarını görebilirsiniz. Benzer duruma internetteki pek çok mecrada rastlanabilir. “Bununla birlikte, çok sayıda araştırma, eğlence amaçlı ekran tüketiminin dil gelişimine önemli ölçüde zarar verdiğini göstermektedir.” (Desmurget, s142) Yine devam eden sayfada çeşitli araştırmalardan örnekler vererek, eğlence amaçlı maruziyetin dil, okuma ve daha genel olarak bilişsel işleyişi destekleyen beyin ağlarının organizasyonunu ve gelişimini bozduğunu iddia ediyor Desmurget. Daha ilerleyen sayfalarda da sözel alanın sözcüksel ve sözdizimsel anlamda genellikle daha az zenginlik sunduğunu söylerken, “çocukları okumaya erkenden başarılı bir şekilde başlatmanın önemini abartmak zordur” diyen araştırmacılardan alıntı yapıyor (s153). [38] Espor: Bilgisayar oyunu müsabakalarının düzenlendiği organizasyonların genel adı. İsmi üzerindeki tartışmalar bir yana, sürekli büyüme eğiliminde olan bir sektöre dönüşmüş durumda. Büyük spor organizasyonları kadar olmasa da turnuvaların yayınlarını milyonlar izliyor ve çoğunlukla genç erkeklerin ilgisini çekiyor. [39] İnternette kişisel gelişim üzerine içerikler üreten bir yayıncının, espor organizasyonları da düzenlenen meşhur bir çevrimiçi rekabetçi oyununu oynadığı dönemde, ömründen 17.000 saat (yaklaşık 2 sene) harcamasıyla ilgili anılarını dinlemek için bkz: youtube.com/watch?v=n6aPTyPLIJQ [40] Spor kulüpleri, ünlü kişiler, küresel şirketler, üniversiteler ve resmi kurumlar son yıllarda espor yatırımlarını arttırdılar. Birçok belediye halkın parasıyla ödüllü turnuvalar düzenliyor, e-spor merkezleri açıp eğitimler veriyor. Genç erkeklerin sosyalleşebileceği ortamlar kurmak güzel ama bunun amaçlarından biri de onları ekran bağımlılığından kurtarmak olmalı değil miydi? Bu şekilde ne yapılmak isteniyor? E-spor yatırımlarının artması daha fazla ekran bağımlısı genç erkek demek olacak. “Öğrencilere vergisiz telefon” satışı ile birlikte e-spor yatırımlarını beraber okursak, devletin gençlerin bağımlılığını azaltmaktan çok ağırlaştıracak adımlar attığını söyleyebiliriz. İşin içinde ya cehalet ya da kötü niyet var.