Kuran’a Göre Vejetaryenlik /Veganlık ve Hayvanseverlik – 3 -son

Yazının ilk iki bölümüne şuradan ulaşabilirsiniz: Birinci Bölüm İkinci Bölüm

Üç bölümün tamamını .pdf dosyası olarak indirebilirsiniz:

Sayfaların içeriğini değiştirmek çok vakit aldığı için olası düzelti ve güncellemeleri yalnızca pdf dosyasına işleyeceğim.

İÇİNDEKİLER:

  • Konuyu Neresinden Tutalım?
  • “Hayvan Hakları”
  • Hak ve Sorumluluk Dengesi
  • Hayvanların Sorumlulukları
  • Acı Çekme Kapasitesinin Hakla İlgisi 
  • Sokak Hayvanlarını Besleyelim Mi? 
  • Mültecilere Kapılarımızı Açalım Mı? 
  • Hayvanseverlik Her İnsanda Yok Mudur? 
  • Hayvanlar Kutsal Olabilir Mi? 
  • Hayvan Hakları Fikri Nereden Türedi? 
  • Tanrı Yoksa Nesnellik Yoktur 
  • Sokak Hayvanları Mevzuatı 
  • “Bize Bundan Başka Kuran Getir” 
  • “Sokak hayvanlarına mama veriyoruz, bize bağışta bulunun…” 
  • Etyemez Takıyeciliğin Özeti 
  • İnsanın Hayvana Nasıl Davrandığı Ahlakın Konusu Değil Midir? 
  • Yargı: Etyemezlik Kuran’a Uygun Mu /Caiz Mi? 
    1) Etyemezliğin Caizliği 
    2) Hayvanları Haram Etmek 
    3) “İnsan Hayvandır” veya “Hayvanlar Birer Kişidir” Demek 
    4) Hayvanlara Haksızlık Etmek 
    5) Kuran’da Hayvan Hakları 
  • Meleklerle İlgili Bir Öneri 
  • Büyük Resim 
  • Tanrı’yla Kavgalı Olmak 
  • Her Ağacın Meyvesi 
  • Bu Yazı Neden Bu Kadar Uzun?

 

Üçüncü bölüm:

Yargı: Etyemezlik Kuran’a Uygun Mu /Caiz Mi?

Önceki bölümleri atlayıp buradan mı okumaya başladınız? Kuran’ı ancak yaşamı anlayabildiğimiz ölçüde anlayabiliriz. Deveyi bilmeyen kişiye deveden söz eden ayet hiçbir şey anlatmaz. Kömürü bilmeyene kömürden söz eden ayet, hayvanı bilmeyene hayvandan söz eden ayet anlamsızdır.

Büyük resmi görmekte başarılı olduğumuz ölçüde yeryüzündeki varoluşumuza isabetli anlam verebiliriz. Dar bir kapsamda, belli bir konuda isabetli yargı verebilmemiz, Kuran’ın genelini, ana fikrini, Elçilerin mesajlarının değişmeyen özünü anlamaktaki başarımıza bağlıdır. Onun için Kuran’a yabancı olan, onu kendi aklıyla anlama çabası göstermemiş, en azından bu yolda yorulmamış olanlara kopuk ayet ve sure parçaları sunarak bu konuda sağlıklı bir bilince varmalarını beklemek gerçekçi değildir. Benim ve başka yorumcuların Kuran’dan yaptığımız bölük pörçük alıntılar bunu bilerek incelenmelidir. Açıklamalarımız yalnızca Kuran’a belli bir aşinalığı olanları tatmin edebilir. Kitap’a yabancı olanları ise Kuran’ı incelemeye ve çıkarımları bu yolla doğrulamaya veya çürütmeye yöneltmesi umulur. Ayetleri bağlamından koparıp sağa sola fırlatmak gibi bir Kuran anlama yöntemi olabileceği izlenimi yaratmaktan Allah’a sığınırım. Bu izlenimi kötüye kullanan, ortasından bölünmüş ayetleri afişlere slogan olarak yazan, metindeki bir iki sözcüğe işaret ederek İslam’da devrim veya reform yapanların arttığı bir zamandayız. Bu gerekli uyarıdan sonra Kitap’a uygun bir içtihat yapabiliriz.

 

1) Etyemezliğin Caizliği

Yiyin ve hayvanlarınızı [enam] otlatın. Aslında işte bunda akıl yetisi olanlar için kesinlikle kanıtlar vardır. 20:54

Ondan, suyunu ve otlağını çıkardı. Ve dağları yerleştirdi. Sizin ve hayvanlarınızın [enam] yararlanması için. 79:31-33

…Meyveler ve sebzeler. Sizin ve hayvanlarınızın [enam] yararlanması için. 80:31-32

Aslında hayvanlarda [el enam] da sizin için bir ders vardır. Karınlarının içindekilerinden size içiriyoruz. Onlarda sizin için daha birçok yararlar vardır; ayrıca onlardan yersiniz. Onların üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız. 23:21-22

Ve efendin dişi balarısına [en nahl] şöyle bildirdi: “Dağlarda, ağaçlarda ve kurdukları çardaklarda evler edin! Sonra tüm meyvelerden ye; efendinin sana kolaylaştırdığı yollarını izle!” Onun karınlarından, insanlara onma sağlayan türlü renklerde bir içecek çıkar. Aslında, işte bunda, düşünen bir toplum için kesinlikle bir gösterge vardır. 16:68-69

Allah, evlerinizi sizin için dinlenme yeri yaptı. Hayvan [el enam] derilerinden [culud], yolculuk ettiğinizde ve konakladığınızda kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden [esvaf], yapağılarından [evbar] ve kıllarından [eşar] bir süreye dek yararlanacağınız ev eşyası ve çok sayıda eşya verdi. 16:80

Allah, bineceğiniz hayvanları [el enam] sizin için yapmıştır. Ayrıca, onlardan yersiniz. Onlarda sizin için yararlar da vardır. Onların üzerinde, gönlünüzün istediğine ulaşırsınız. Hem onların üzerinde hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız. 40:79-80

Kendileri için bir takım yararlara tanık olsunlar ve onlara yiyecek olarak verdiği hayvanların [el enam] üzerine belirlenen günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan yiyin ve darlığa düşmüş olanları doyurun! 22:28

Ve her toplum için, uygulayacakları bir yakarış biçimi belirledik. Onlara yiyecek olarak verdiği hayvanların [el enam] üzerine Allah’ın ismini ansınlar diye. Tanrınız, Tek ve Eşsiz Tanrıdır; artık ona teslim olun. İyi yürekli ve alçakgönüllü olanlara, sevinçli haberi ver. 22:34

Büyükbaş hayvanları [el budna] sizin için Allah’ın kutsallık simgelerinden yaptık. Onlarda sizin için iyilik vardır. Artık sıraya dizildiklerinde Allah’ın ismini onların üzerine anın. Sonunda cansız olarak yanları üstüne düştüklerinde onlardan yiyin; istemeyeni de isteyeni de doyurun. İşte onları sizin hizmetinize verdik; böylece belki şükredersiniz diye. 22:36

Ve kurtulmalık olarak, ona [İbrahim’e] büyük bir kurbanlık [zibh] verdik. 37:107

[İbrahim] Ardından sessizce evine dönerek hemen besili bir buzağı [icl] getirdi. Önlerine koydu; “Yemiyor musunuz?” dedi. 51:26-27

Ayetlerde geçen “enam” sözcüğünün anlamı sözlüklerde hayvan veya evcil hayvan olarak geçiyor. Etyemezliği Kuran’a onaylatmaya çalışanlar büyük olasılıkla bu sözcüğün anlamı üzerinde bir takım kurgular oluşturacaklardır. Ancak görüldüğü gibi “enam”a başka bir anlam vermek yetmeyecek, pek çok sözcüğe yeni anlamlar biçmek gerekecektir. Bu ayetlerle birlikte “var olmayan ayetleri” de göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Yani Kitap’ın hiçbir yerinde et yemeyen birinin öyküsüne veya etyemezlik davranışına doğrudan rastlamıyoruz.

Bu ayetlere göre yukarıda sözünü ettiğim Kongo Pigmeleri tam olarak Kuran’ın buyurduğu davranışı gösteriyorlar ve bizdeki Tanrı kavramı yerine kullandıkları orman hakkında (çünkü ormanın dışına çıkmıyorlar ve ormanın dışındaki yaşamla ilgilenmiyorlar) “Allah, hayvanları bizim yararımıza sunmuşken onlardan neden yararlanmayalım” diyorlar. Hayvanseverlik dininin etkisinde kaldığı belli olan Turnbull’a gülmeleri çok doğal. Avcı-toplayıcı, çoban veya çiftçi, sayısız kültürün mitolojisinde yinelenen bir örüntüdür bu: “Tanrı(lar) hayvanları yararlanmamız için bize sundu.”

Hayvan sözcüğü geçmeyen kimi ayette hayvanlara dolaylı göndermeler de yapılır:

O, taze et [lahm] yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi de hizmetinize vermiştir. Onun lütfundan aramanız için, gemilerin suları yararak gittiklerini görürsünüz; belki şükredersiniz diye. 16:14

Sözü edilen süs eşyasının kabuklular olduğu apaçıktır. Ancak örneğin canlı denizyıldızlarının öldürülerek süs eşyası yapıldığını biliyoruz. Ayette canlısı ve ölüsü diye bir ayrım yapılmamıştır.

Bu ayetlerde hayvanlar üzerinden giderildiği söylenen gereksinimlerin ikisi olan iş yaptırma ve giyinme, tarihte benzeri büyük olasılıkla yaşanmamış olan ve geçici bir durum olan fosil yakıt uygarlığında başka kaynaklardan da karşılanır. Fosil yakıtlar ve motorlar hayvanların yaptığı işlerin aynısını ve fazlasını yapar. Petrolden elde edilen sentetik kumaşlar ve yapı malzemeleri insanın giyinme ve barınma gereksinimini giderir. Kuran’ın yazarı fosil yakıtlardan habersiz değildir (35:27, 87:4-5, 16:8[1]). Fosil yakıtları bu gereksinimler için kullanmamızla hayvanları kullanmamız arasında ahlaki açıdan bir fark olduğu yorumunu destekleyecek hiçbir işaret bulamıyoruz kitapta.

O, tüm çiftleri de yaratmıştır. Ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan [el enam] binekler yapmıştır. Onların sırtına binmeniz için. Sonra onların üzerine bindiğinizde efendinizin nimetlerini anın ve şunu söyleyin: “Bunları hizmetimize veren, tüm yakıştırmalardan ayrıktır. Çünkü biz bunu elde edemezdik!” 43:12-13

Hem binmeniz için hem de süs olarak, atları, katırları ve eşekleri de yaratmıştır. Ayrıca, daha bilmediğiniz neler yaratmaktadır. 16:8

Yine aynı durum söz konusudur. Geçici bir süre için hayvan hizmetinin yerini fosil yakıtlar sayesinde var olabilen taşıtlar aldı. Bunlara binince de Kuran’ın buyruğu gereği “Bunu kendimiz başaramazdık” dememiz gerekiyor.[2] Hayvanlar söz konusu olduğunda insanın başardığı yalnızca yaban hayvanını alıp evcilleştirmektir. Yoksa insan hayvanı kalıtımsal olarak tasarlamış veya moleküllerinden üretmiş değildir. Bu ayetler, hayvanla otomobili ayırmaz. Ayıracak olsaydı hayvanlara özel bir buyruk olurdu. Oysa “daha bilmedikleriniz” ifadesinden, motorlu taşıtların da bu kapsama girdiği anlaşılıyor. Bu ifade (henüz) bilinmeyen hayvanları da kapsar, (henüz) bilinmeyen makineleri de. Bu durumda yaban hayvanını evcilleştirmek veya hayvansever deyimiyle “tutsak etmek” ile fosil yakıt kullanarak motorlu taşıt üretmek arasında ahlaki açıdan bir fark yoktur. Petrolden ve makineden (taştan) meşru olarak yararlandığı gibi hayvandan da meşru olarak yararlanma olanağı insana verilmiştir. İkisi de insanın başarısıdır; ikisi de nimettir; ikisi için de Allah’a şükretmelidir.

Aslında hayvan olarak sınıflandırdığımız her neyse, yalnızca o değil, bütün gezegen insanın yararlanması için yaratılmıştır:

Onun buyruğuyla denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize vermiş; ırmakları da hizmetinize vermiştir. 14:32

Muştulayıcı olarak rüzgarları göndermesi de, size rahmetinden tattırması da buyruğuyla gemileri yüzdürmesi de onun lütfundan aramanız da onun ayetlerindendir; belki şükredersiniz diye. 30:46

O, yeryüzünde olanların tümünü sizin için yarattı. Sonra gökyüzüne yönelerek yedi gök olarak onları düzenledi. Çünkü o, her şeyi Bilendir. 2:29

O, yaptığı edimler yönünden hanginizin daha iyi olduğunu sınamak için, egemenliği su üzerindeyken, gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratmıştır. 11:7

Bu yararlanma elbette akılla olacaktır. Ölçüyü kaçıran (Kuran’da ara: sarafa[3]) toplumlar kendisine yararlanması için verilen coğrafyanın (Ar. ard) veya bütün gezegenin (Ar. ard) dengesini bozarlarsa bu, Allah’ın buyruğunu yerine getirdikleri için değil, ona karşı geldikleri içindir. Nimete şükretmenin yolu kuşkusuz o nimeti korumaktan geçer.

İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma başladı. Yaptıklarının bir bölümünü onlara tattıracaktır; belki dönerler diye. 30:41

İnsanın kötülüklerinin Allah’a zarar vermeyeceğini, Allah’ın kendisi için bir şey istemediğini, yalnızca insanlara yarayacak olanı buyurduğunu bir kez anlayınca bu ayetleri yorumlamakta hiçbir sıkıntı olmaz.[4] Modern insanın “gezegenden yararlandığı için” ekolojinin sonunu getirmek üzere veya getirmiş olması, bu ayetlerle çelişmez.

Görüldüğü gibi bütün canlıların ve cansızların insanla ilişkisi yarar üzerine kuruludur. İnsanın gezegendeki cansız ve canlı bileşenleri kullanarak kendisini var eden Tanrı’ya şükretmesi, “teşekkür ederiz” demesiyle olmaz. Var oluşunun gereğini yerine getirerek olur. Bu da iyi olmaktır. İyi davranan, iyiyi var eden, iyilik eden, iyiyle yöneten, iyileştiren insan bu yolla Allah’a hizmet etmiş olur; onun adını bilmese bile. Allah insandan yalnızca iyi olmasını, yani insan için iyi olanı ister. Allah kendisi için bir şey talep etmez. İnsanın varlığını sürdürmesi iyidir çünkü sonraki kuşakların iyiliği bilmesi gerekir. İnsanı var eden şey iyiliktir. Ahlak dediğimiz şey iyiliği bir kural olarak var etmeye yönelik davranıştır. Bu denklemden Tanrı’yı çıkardığımızda geriye hiçbir şey kalmaz, her şey anlamsız bir karadeliğe düşer. Allah’ın insana verdiği karşılığında insanın Allah’a bir karşılık “ödemesi” olanaklı değildir. İnsanın görevi Allah’ın verdiği bu iyiliği almayı başarmak olarak özetlenebilir. Ve çoğunluk bunu başaramamaktadır. Hayvanseverlik bu iyiliği almamak için yeni bir gerekçe sağlar. Hayvanlar çok büyük nimettir ve doğadan yalıtılmış modern yaşamın gözlere indirdiği perde, bu nimetin yaşamsallığını hayvanseverin anlamamasına neden olmaktadır. Çok kısa süre sonra perde kalkacak ve hayvanseverliğin bir kahır olduğu herkesçe anlaşılacaktır.

Ve o, karanın ve denizin karanlıklarında yol bulmanız için yıldızları yaratmıştır. Bilen bir toplum için ayrıntılı olarak ayetleri açıklıyoruz. 6:97

Demek ki yalnızca gezegen de değil, bütün evren insan için yaratılmıştır. Tanrıtanımazlar (ateist), bilinemezciler (agnostik), yaradancılar (deist) örtedursunlar.

Önümüzdeki yıllarda yoğunlaşacak olan etyemezlik propagandası, Kuran’ın hayvansever yorumlarını ortaya çıkaracaktır. Kuran’ı beğenmeyip “Bize bundan başka bir Kuran getir” diyenlerin yaptıkları gibi, bu girişim çoğunlukla sözcüklerin anlamlarıyla oynayacaktır (5:41, 10:15[5]). Bu ayetlerde geçen sözcüklerin aslında hayvanı değil, başka bir şeyi anlattığı öne sürülecektir. Bunun yanı sıra, et, sığır, koyun, keçi, buzağı, deri, yün, yapağı, yemek, binek, binmek, karınlarından içmek gibi söz birimlerinin her birinin anlamını değiştirmeleri gerekecektir ki hayvanları sömürmenin Allah’ın buyruğu olmadığını düşünelim.

Kuran’da hayvanları her türlü kullanmanın uygun olduğu bildirilmekle kalmaz, hayvansal besinin görece yüksek niteliğiyle ilgili ipuçları da bulunur:

Sizi [Musa halkını] bulutlarla gölgelendirdik; güç helvası ve bıldırcın indirdik. “Size verdiğimiz temiz yiyeceklerden yiyin!” Onlar bize haksızlık etmediler. Tam tersine, kendilerine yazık ettiler. 2:57

Oysa siz “Ey Musa! Tek türden yemeğe katlanamayız. Artık bizim için efendine yakarışta bulun; yeryüzünde yetişenlerden fasulye, kabak, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!” dediniz. “İyi olanı aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Kente inin; istediğiniz şeyler kesinlikle orada vardır!” Bu yüzden aşağılanma ve düşkünlük damgası vuruldu ve Allah’ın öfkesine uğradılar. Aslında Allah’ın ayetlerini inkar ettikleri ve peygamberleri haksız yere öldürdükleri için böyle olmuştur. Karşı geldikleri ve sınırı aştıkları için böyle olmuştur. 2:61

Bu ayetlerde hayvanseverlik propagandacılarının safsata yapmak amacıyla sık sık başvurdukları gastronomi zevkinden söz edilmiyor. Tanrı’nın buyruklarında amaçlılık esastır. Allah yalnızca yararlı ve iyi olanı buyurur. Bıldırcın etinin üstün nitelikli, yararlı yiyecek olduğu bildirilmiştir, lezzete değinilmemiştir. İki yüz bin yıldır hayvanları damak zevki için değil, öncelikle sağ kalmak için, onlardan yararlanmak için öldürüyoruz.

Burada görece iyi olduğu söylenen şey yiyecekleri elde etme yöntemi olabileceği gibi yiyeceklerin besleyici değeri de olabilir. Bıldırcının besi hayvanı mı, av hayvanı mı olduğu bildirilmemiştir. Her durumda bıldırcın eti görece iyi, tarım ürünleri görece kötüdür. Sayılan bitkilerin aslında tarım ürünü olmayıp anlamı değiştirilmiş sözcükler olduğu iddiasının ortaya atılmasına karşı bir güvence olarak “yerde yetişenlerden” (tunbitu el ard) ifadesi bulunur. “Helva” olarak çevrilen yiyeceğin ne olduğu konusundaki farklı yorumlar, bu çıkarımı değiştirmeyecektir.

Etyemezlerin ve hayvanseverlerin son çare olarak kötüye kullanmak ve mesajı saptırmak için tutunabilecekleri ayetler elbette bulunacaktır.

Yeryüzünde yürüyen hiçbir yaratık ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer toplum olmasın. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra efendilerinin karşısında toplanacaklardır. 6:38

Önceki bölümlerde örneklerini verdiğim üzere uzun süredir değişmemiş, modernleşmemiş pek çok toplum, bitkilerin ve hayvanların kendileri gibi birer toplum olduklarının bilincindedir. Yani Kuran’ı işitmiş olmasalar bile bu ayetin mesajından haberdardırlar. Ne var ki insan dışı türlere “duydukları saygı”, onları bunlardan yararlanmaktan, avlayıp yemekten alıkoymamıştır. Büyük olasılıkla elçi ulaşmayan bu toplumlar ne yaptıklarını çok iyi bilmektedirler.

 

2) Hayvanları Haram Etmek

Buraya kadarki çıkarımlar, görünen köye kılavuzluk yapmak gibi olabilir. Ancak Elçi’nin bu konuda bütün söyleyecekleri bu kadar değil. Kitap’ın hiçbir yerinde et yemeyen birinin öyküsüne veya etyemezlik davranışına doğrudan rastlamadığımızı belirtmiştim. Ancak ahlaki gerekçelerle etyemezlik savunusu konusunda Kitap’ın dolaylı olarak söyleyecekleri var:

Ey inanca çağırılanlar! Size verdiğimiz temiz yiyeceklerden yiyin ve Allah’a şükredin; eğer yalnızca ona hizmet ediyorsanız. Yalnızca leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası için kesilmiş olanları size yasaklamıştır. Yine de kim umarsız kalırsa, başkasının hakkına saldırmaz ve sınırı aşmazsa üzerine suç yoktur. Kuşkusuz, Allah, Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. 2:172-173

Artık, Allah’ın size verdiği helal ve temiz yiyecekleri yiyin. Allah’ın nimetlerine şükredin; eğer yalnızca ona hizmet ediyorsanız. Yalnızca leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası için kesilmiş olanları size yasaklamıştır. Yine de kim umarsız kalırsa, başkasının hakkına saldırmaz ve sınırı aşmazsa kuşkusuz, Allah, Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. 16:114-115

Ey inanca çağırılanlar! Allah’ın size helal yaptığı temiz şeyleri yasaklamayın; sınırı da aşmayın. Kuşkusuz, Allah, sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size verdiği yiyecekleri helal ve temiz olarak yiyin ve inandığınız Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşıyın. 5:87-88

Size ne oluyor da üzerine Allah’ın ismi anılmış şeylerden yemiyorsunuz? Zorunlu kaldığınız durumlar dışında size yasakladığı şeyleri ayrı ayrı açıklamıştır. Aslında onların çoğu bir bilgiye dayanmadan kendi yakıştırmalarıyla saptırıyorlar. Kuşkusuz, efendin sınırı aşanları bilir. 6:119

Kendi sanılarına uyarak şöyle dediler: “Şu hayvanlar [enam] ve ekinler yasaklanmıştır; bizim izin verdiklerimiz [dilediklerimiz] dışında, hiç kimse onlardan yiyemez. Şu hayvanlara [enam] da yük vurulması yasaklanmıştır!” Üstelik ona iftira ederek, kimi hayvanların [enam] üzerine Allah’ın ismini anmıyorlar. Bu iftiraları yüzünden onları cezalandıracaktır. 6:138

Bilgisizlik yüzünden Allah’a iftira ederek çocuklarını beyinsizce öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği yiyecekleri yasaklayanlar kesinlikle yitime uğramışlardır. Onlar sapıtmışlardır; doğru yolu da bulamazlar. Ve o, asmalı ve asmasız bahçeleri, hurma ağaçlarını, türlü ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve birbirinden değişik biçimlerde yaratmıştır. Ürün verdiğinde onların ürünlerinden yiyin. Ürünün toplandığı gün onun hakkını verin ve israf etmeyin. Kuşkusuz, o israf edenleri sevmez. Yük taşımanız ve kesmeniz için de çiftlik hayvanlarını [el enam] yaratmıştır. Allah’ın size verdiği yiyeceklerden yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Aslında, o apaçık düşmanınızdır. Erkekli dişili, her eşeyden sekiz çift; koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “İki erkeği mi yasakladı; iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin dölyataklarında taşıdıklarını mı? Bana bilgiyle yanıt verin; eğer doğruyu söylüyorsanız?” Deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi yasakladı; iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin dölyataklarında taşıdıklarını mı? Yoksa Allah bunları size söylediğinde tanık mıydınız?” İnsanları saptırmak için bir bilgiye dayanmadan Allah hakkında yalanlar söyleyerek iftira edenden daha aşırı, kim haksızlık yapabilir? Kuşkusuz, Allah, haksızlık yapan bir toplumu doğru yola eriştirmez. 6:140-144

De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı süslenmeyi ve temiz yiyecekleri kim yasaklamış?” De ki: “Bunlar, dünya yaşamında inananlar içindir; Yeniden Yaratılış Günü’nde ise yalnızca onlarındır!” Bilen bir toplum için ayetleri işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz. 7:32

Ey peygamber! Allah’ın sana helal yaptığına eşlerin hoşnut olsun diye neden yasaklama getiriyorsun? Oysa Allah, Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. 66:1

Hemen ardından ise Allah’ın yasaklamadığı şeyi yasaklayanların örneği veriliyor:

De ki: “Bana bildirilenler arasında leş, akıtılmış kan, aslında pis olan domuz eti veya sapkınların Allah’tan başkası için kesmiş olduklarının dışında yasaklanmış bir yiyecek bulamıyorum!” Yine de kim umarsız kalırsa, başkasının hakkına saldırmaz ve sınırı aşmazsa, kuşkusuz, efendin Sınırsız Bağışlayandır; Merhametlidir. Yahudilere, tüm tırnaklı hayvanları yasaklamıştık. Sığırların ve koyunların yağlarını da sırtlarında ve bağırsaklarında bulunan ve kemiklerine karışanlar dışında yasaklamıştık. Azgınlık yaptıkları için onları işte böyle cezalandırdık. Kuşkusuz, biz doğruyu söyleriz. 6:145-146[6]

Yahudilerin yaptıkları haksızlıklar ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymaları yüzünden, helal olan temiz şeyleri onlara yasaklamıştık. 4:160

Kötü olmayan yiyecekleri veya daha geniş anlarsak, yeryüzünün kötü olmayan yararlarının yasaklanması, toplumun kendine yaptığı eziyet veya Allah’ın cezasıdır. Allah, gönendirmek istediği, esenliğe ulaştırmak istediği topluma zorluk çıkarmamış ve Kuran’da sayılan dördü dışında serbest bırakmıştır. Bu dördünün dışındakini yasaklayanlar şeytana uymuş olurlar.

Ahlak ancak nesnelliğe dayandırılabilir. Nesnelliğe yapılan tüm göndermeler Tanrı’ya yapılmış sayılmak zorundadır. Tersinden söylersek, herhangi bir eylemin ahlaksızlık olduğunu öne sürmek, o eylemi Tanrı’nın yasakladığını söylemeye denktir. Çünkü Tanrı yalnızca insanlar için kötü olanı yasaklar. Bunu önceki yazılarımda tartışmıştım.

Bu demektir ki hayvanlardan yararlanmanın ahlaksızlık olduğunu öne süren etyemezler, hayvanlardan yararlanmayı Tanrı’nın yasakladığını söylüyorlar efektif olarak. Hiçbir bilimsel veya ahlaki sabite dayandıramadıkları bu haram kılma işi, Kuran’a göre Tanrı’ya iftira atmaktır. Bunu yapan veganın, midyeyi keyfine göre haram eden mezhepçi din bilirkişisinden farkı kalmaz. Dinsel göndermede bulunmuyor olması bir şeyi değiştirmez. Dinsel göndermelerin varlığı, modern seküler toplumun din adı verdiği yapay bir sınırın varlığına inanmakla ilgilidir. Ahlak yaşamın bütününü kapsar. Tanrı’nın elçileri yaşamı “dinsel” ve “dinsel olmayan” iki parçaya ayırmış değillerdir. Tam tersine, hepsi de yaşamın bütün olarak Tanrı’ya adanması gerektiği mesajını vermiştir. İyinin Tanrı kaynaklı ve insan kaynaklı iki kategorisi olamaz; hepsi birdir. Gerçeğin Elçi’den gelen ve doğada okunan olarak iki kategorisi olamaz; hepsi örtüşür, hepsi tektir. Bir şeyin ahlaksızlık olduğunu öne sürmek, Tanrı’nın onu yasakladığını söylemeye eşdeğerdir. Bu bütünlük aynı zamanda Kuran’da ateistlerden söz edilmiyor olmasını da açıklar.

Kuran Arapça olmasına karşın metinde Arapça ahlak sözcüğü geçmez. Din sözcüğü, yükümlülük anlamına gelmekle birlikte bizim bugün kullandığımız ahlak kavramını karşılar. Doğru ahlak, kalıcı iyiliği tanımlar. Kuran’da kalıcı sonuçları olan eylemler ve bunları gerçekleştirenlerin “Allah’a yakın” oldukları söylenmiştir.[7] Yeryüzünde kalıcı olacak işlerle kuru ot gibi yok olup gidecek işlerin farkını anlatan ayetler okunduğunda “Allah’ın katında” olan şeyin kalıcı olduğu, korunmuş olduğu, tükenmeyecek olduğu anlaşılacaktır. Yükümlülüğün, yani ahlakın Allah’a özgülenmesi, insanın tasarıma uygun yaşamasının tek yoludur (39:2, 3:85[8]). Bunun dışındaki bütün yollar, uçurumdan aşağı yuvarlanacak olan yapılardır (9:109, 3:103[9]), kuruyacak otlardır (51:41-42, 54:31, 56:63-65, 57:20…[10]), yani kırılgan ve geçicidir (17:11,18-19[11]). Bu sahte alternatifler ahlaksızlık yollarıdır. “Allah’ın dini” ile anlatılan şey iyi ahlaktır. Ahlak, “Nasıl yaşanır?” sorusunun yanıtıdır.

Kuran, insanların bildikleri şeyleri farklı sözcüklerle, deyim yerindeyse birden çok kavramı kuşatacak üst kavramlarla anlatmaktadır. “Allah katı” ifadesi yaşamın dışında, gökyüzünde olup biten bir şeyi anlatmaz. Bir davranışı ahlaksızlık olarak nitelemekle Allah’ın yasakladığını söylemek arasında fark yoktur. Kuran’da “Allah’ın varlığına inanmak” diye bir kavram geçmez. İnanç anlamına gelen itikad sözcüğü Kuran’da geçmez. Yani kişiler Tanrı’nın var olduğuna inananlar ve inanmayanlar diye ayrılmaz. Yalnızca eylemlerine göre, yani ahlaklarına göre ayrılırlar. Dolayısıyla hayvansever olsun, tanrıtanımaz olsun, neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda fikir bildirirken Tanrı’nın adını kullanıp kullanmaması bir şeyi değiştirmiyor. Böyle olmasaydı, bugün ve geçmişte yeryüzünde var olan nice toplumda bizdekine denk bir tanrı kavramı olmamasını ama ahlak kavramı olmasını açıklayamazdık.

Sonuçta ahlaki bir savda bulunduğumuzda, Tanrı’ya doğrudan göndermede bulunsak da bulunmasak da “Tanrı böyle buyurdu” demiş oluruz. Bu saptamayı yapmamız bir yana, hayvansal beslenmeyi Tanrı’nın yasakladığını açıkça öne süren yazarlar var. Bundan dolayı, çoğunun tiksindiği Tanrı sözcüğü yerine kimi zaman vekil sözcükler de kullanıyorlar. Örnek:

“Bu beslenme biçimi Gaia’nın onayladığı beslenme biçimidir.”[12]

Tanrı’dan söz edince “geri kafalı” olacağı ezberletilmiş olan yeni kuşak, Gaia sözcüğünü “toprak ana”, “doğa ana” gibi gözle görünmeyen ancak gezegeni yöneten kapsayıcı irade, insanın baş edemeyeceği üstün güç anlamında kullanıyor. Sözcük, Yunan mitolojisindeki bir kişiliğin adından alınma. Yeni Çağ dini aşılayan kaynaklar bu sözcüğü çok seviyorlar. Tanrı adını kullanmaktan ısrarla kaçınmalarının ardında Tanrı’nın elçilerini reddetmeleri yatıyor. Evet, kıyametin koptuğu nokta, Elçilerin ne dedikleridir. Yoksa evrenin yaratıcısının var olup olmadığı değildir.

Kuran’dan uzaklaşan “Müslümanlar” olarak kavramları yerli yerine koyma derdimiz olmadığı için, yanlış anladığımız pek çok ayeti sloganlaştırmışız. Bunlardan bir kaçı:

Dinde zorlamak yoktur… 2:256

“Sizin dininiz size; benim dinim de bana!” 109:6

Allah, din nedeniyle sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz… 60:8

Bu ayetler çokça yanlış anlaşılmıştır. Din sözcüğünün yerine yükümlülük veya ahlak veya yasa yazarak çeviri hatasını düzelttiğimizde, bu yanlış anlamayı büyük ölçüde ortadan kaldırmış oluruz. Hayvanların sömürülemeyeceği, sokak hayvanlarının gözetilmek zorunda olması, herhangi bir nedenle hayvan öldürmenin ağır cezalık suç olabilmesi, bir yemek sağlayıcısının etsiz yemek seçeneği sunmak zorunda olması gibi düzenlemeler yasadır, yükümlülüktür, yani Arapçasıyla dinin parçalarıdır. Hayvanseverler kendilerine kendi ahlaki doğrularını uygulayabilecekleri bir alan yaratılmasını istemiyorlar. Eğer öyle olsaydı, yukarıdakiler ve benzer ayetler gereği toplumumuzun onlara bu olanağı adil biçimde sağlaması, seçenek sunması gerekirdi.

Hayvanseverler kendi dinlerini yani yasalarını bütün topluma dayatıyorlar. Kürk çiftliklerini, besi çiftliklerini, kasap dükkanlarını sabote edip hükümetlerden bunların kapatılmasını talep ediyorlar. Sokak hayvanlarının sorumluluğunu gönüllü olarak almak yerine bunu toplumun, vergi verenlerin sırtına yıkıyorlar. Hayvanları sömürmeden yaşama olanağının kendilerine verilmesiyle yetinmiyorlar, “kurumsal sömürünün ortadan kaldırılmasını” talep ediyorlar; yani hiç kimse et yemesin istiyorlar. Dolayısıyla yaptıkları ve yapacakları işler bu ayetlere göre haksızlıktır, Arapçasıyla zulümdür. Şimdilik azınlıktalar ancak ellerine güç geçirdikleri anda acımasız despotlar, diktatör generaller olacaklardır. Azınlıktayken bile diledikleri yasaları meclisten geçirebilmeleri bunun kanıtıdır. Buna rağmen mağdurluk bildirmekten çekinmiyorlar. Çünkü çağımız liberalizme teslim olmuştur. Liberalizm “en mağdur” olanımızın en haklı, dolayısıyla en güçlü olması gerektiği ilkesine dayalı iğrenç bir ikiyüzlülük salgınına ortam sağlamıştır.

Firavun dedi ki: “[Ben] Size izin vermeden, ona inandınız; öyle mi? Aslında, işte bu onun [ülkenin] halkını ülkeden çıkarmak için çevirdiğiniz bir dalaveredir. Madem öyle, yakında görürsünüz!” 7:123

[Musa’ya] Dediler ki: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuzdan bizi çevirmek ve bu topraklarda büyüklüğü elinize geçirmek için mi geldiniz? İkinize de inanmıyoruz!” 10:78

“İşte bu ikisi [Musa ile Harun], kesinlikle büyücü olmalı! Büyüleriyle sizi toprağınızdan çıkarmak ve örnek yaşamınızı yıkmak istiyorlar!” dediler. 20:63

[Nuh’un] Toplumu arasındaki nankörlerin ileri gelenleri, şöyle dediler: “Sizin gibi bir insanoğlundan başkası değil bu; size üstünlük sağlamak istiyor… 23:24

Dikkat ediniz; Firavun’un adamları Musa’yı ülkeye egemen olmaya çalışmakla suçluyor. Ancak öykünün devamında Musa’nın halkının ülkede barınma olanağını (“hak”kını?!) ellerinden alanlar asıl kendileri oluyorlar. Benzer şekilde Nuh’un toplumu, kendilerini iyiliğe çağıranları yine aynı şekilde ülkeye egemen olmaya çalışmakla suçluyor. İkisi de mağdurluk bildiriyor, sonra mağdurluktan gelen haklarını karşıdakini ülkeden kovmaya çalışarak kullanıyorlar. Feministler kadının ezeli mağdur olduğunu öne sürer ve Kuran’a tecavüzün cezasını sorarlar. Ne ilginç bir kinayedir; Kuran’da ırza geçmeyi veya cezasını değil, kendisine tecavüz edildiği iftirası atan ve iftira ettiği erkeği hapse attıran kadın örneği buluruz (12:24-28,35[13]). Bu kadın bir yandan mağdurluk taslayıp bir yandan zalimlik edenlerin örneğidir. Liberal düşünce kamplarının bu davranışları, Lut halkının eşcinselliği “kendilerince yaşamak” yerine toplumun yasası olarak dayatmaya, her köşeye sokmaya kalkışmalarını, normal ilişkiyi ve evliliği savunmayı yasaklamalarını anımsatıyor (11:78-80, 15:68-69[14]).

Üstte: Lut halkı gibi olmakla övünen, yaşam biçimlerine “saygı göstermemizi” talep eden eşcinsellerin yürüyüşü. Altta: “Hepimiz dünyalıyız.” Her insanın hayvan olduğunu söyleyen ve bu fikre saygı göstermemizi talep eden hayvanseverlerin yürüyüşü.

 

Hayvansever STK, sözünü ettiği yasada hiç kimseye sokak hayvanlarını besleme yükümlülüğü yüklenmemesine karşın, üretip yaydığı afişte yasanın adını ve “ceza” sözcüğünün korkutuculuğunu kullanarak öyle bir izlenim oluşturma çabasına girmektedir. Bu kişilerin, ellerine egemenlik geçirdiklerinde kendi dinlerini sopayla bütün bir topluma dayatacaklarına kuşku yoktur. İçlerindeki hırçınlık ve yakıp kavuran nefret, mesajlarında şimdiden sezilmektedir.

 

 

3) “İnsan Hayvandır” veya “Hayvanlar Birer Kişidir” Demek

İnsanın, hayvanın, bitkinin ve diğerlerinin tek bir kökenden türetildiğini bildiren Kuran, buna karşılık insanla hayvanın özel akrabalığına veya benzerliğine veya denkliğine yorabileceğimiz en küçük bir ipucu vermiyor. Tersine, hayvanların ve evrendeki öbür her şeyin insanın yararlanması için var olduğunu bildiriyor. Ve ekliyor:

İşte bu yüzden İsrailoğullarına şunu yazdık: “Bir başka canın veya yeryüzünde bozgunculuk yapmış olmanın karşılığı dışında, kim bir canı [nefsen] öldürürse tüm insanları [en nas] öldürmüş gibi olur. Kim de yaşam verirse, tüm insanlara yaşam vermiş gibi olur!” Gerçek şu ki elçilerimiz onlara açık kanıtlarla geldiler. Sonra onların çoğu yeryüzünde ölçüyü aştı. 5:32

Hakiki Tevrat’ın içeriği ile ilgili bilgi veren bu ayet, bağlamı da incelendiğinde görülecektir ki yalnızca insanlarla ilgili bir yargıda bulunuyor. Bütün canlıların ortak atadan ve sudan türediğini bildiren (4:1, 6:98, 7:189, 39:6, 24:45, 25:54[15]) Kuran, eğer “hayvanların da bizim gibi birer can” olduğunu düşünseydi burada “bütün canlıları öldürmüş gibidir” ifadesi kullanabilirdi. Bunun yerine “bütün insanları (Ar. en nas cemian) öldürmüş gibidir” diyor. Çünkü insanın değeri başka hiç bir şeyde yoktur. İnsanın sağ kalma “hakkından” söz edeceksek, Kuran bunu başka hiç bir canlıya yakıştırmıyor.[16] Kuran’a göre insan kesinlikle hayvan değildir, hayvana yakın da değildir. Benlik kavramını anlatan Arapça nefs sözcüğü Kuran’da 295 kez ve yalnızca insanlar için kullanılıyor.[17] Dirilik kavramını anlatan hay kökünden başka “can” anlamına gelecek bir sözcük Kuran’da bulunmuyor. Yani sıcakkanlı hayvanda bulunup da bitkide, bakteride bulunmayan bir “öz”den söz yok.

Ahlaki çıkarımlar yaparak insanları etyemezliğe çağıran kişilerin Allah’ın helal kıldığını yasaklama suçu işlediklerini ortaya koymuştuk. Şimdi söz ve eylem uyumu hakkında Kuran ne diyor, bakalım:

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah’ın katında sevilmeyen şeydir. 61:3

Bu ayetler ise “insan hayvandır” veya “hayvan insandır” diyenler hakkında vereceğimiz yargıya ışık tutuyor. Bu hayvansever söylemler doğrudan özdeyişler, sloganlar veya destekliymiş gibi görünen savunular biçiminde gelebildiği gibi, üstü örtülü biçimlerde de geliyor. Örneğin hayvansever çevrelerde hayvanlar hakkında kişiler olduğu, sahibinin kızı, oğlu, çocuğu olduğu mecaz olarak değil, ciddi olarak söylenir. Bunlar inanmadıkları şeyi söyleyenlerin örneğidir. İnsanın da bir hayvan olduğunu öne süren kişinin, kendisine hayvanmış gibi davranılmasını onaylıyor olması beklenir. Oysa bu kişiye hayvanlara davrandığımız gibi davranmak istersek buna razı gelmeyeceği açıktır. Hayvanın insan olduğunu öne süren kişi, evde bir karar alınacağı zaman halısında yaşayan akarlara söz hakkı tanımamaktadır. Yazı yazarak kanıtlamak güç ama “vegan” olduğunu söyleyenlerin ezici çoğunluğunun bilerek veya bilmeyerek hayvan ürünleri yedikleri ve kullandıkları, bunu yalnızca çevrelerine üstün görünerek egolarını tatmin etmek için söyledikleri yaygın bir gözlemdir. Binlerce örnek verilebilir. Bu kişiler söylediklerini yapmayan, yapmayacakları şeyi söyleyen, boş söz üreten kişilerdir. Söylediği ve yaptığı başka olan kişiler hakkında vereceğimiz yargılar, insanla hayvanın aynı olduğunu öne sürenler için de geçerli olmalıdır.

 

4) Hayvanlara Haksızlık Etmek

İnsanın iyilik ettiğinde, bunu kime yöneltirse yöneltsin kendisine de zorunlu olarak yönelir. Kötülük için de aynı ilke geçerlidir. Önceki bölümlerde bunu tartışmıştım. Kuran’da insan dışında herhangi bir şeye haksızlık anlamında hiçbir ifade bulunmaz. Haksızlık yalnızca insanadır. Ve haksızlık çift yönlüdür. Kişinin karşısında bir insan var ise ve Allah’ın ahlakını çiğneyen bir davranış gösterirse, zararını ikisi birden görür. İyi bir davranışta bulunursa yararını ikisi birden görür. Bu, istisnası bulunan, kaçıp kurtulabileceğimiz bir şey değildir. Karşıda insan yok ise, iyi veya kötü davranışın sonucunu yalnızca edimde bulunan kişi görür. Çevreden yalıtılmış, varsayımsal bir odada bir hayvana gereksiz yere acı veren kişi, yalnızca kendine haksızlık eder. İnsan dışındaki varlıklar haksızlığın, iyiliğin ve kötülüğün nesnesi olamaz. Bu ilke Kuran’da çok berrak olarak, tartışmaya yer bırakmayacak biçimde açıklanmıştır:

Kim bir suç işlerse, yalnızca kendi benliğine yöneliktir… 4:111

Kuşkusuz, Allah insanlara haksızlık etmez. Tam tersine, insanlar kendilerine yazık ederler [enfusehum yazlimune]. 10:44

“Kendine haksızlık etmek” ifadesi 3:117, 16:118, 18:35, 29:40, 30:9, 35:32 gibi ayetlerde geçer. Tuzak, tezgah, aldatmaca, komplo anlamlarına gelen mekre adı ve bunun eylem biçimi olan mekere sözcüğünün geçtiği ayetlerde de aynı ilkeyi buluyoruz:

Ve işte böylece, dalavereler çevirmeleri için [li yeMKuRu] suçluları her ülkede ileri gelenler yaptık. Oysa kendilerinden başkasına dalavere çeviremezler; üstelik ayırdında değiller. 6:123

Yeryüzünde büyüklük tasladılar ve kötülük [MeKRe] tasarladılar. Oysa kötülük [MeKRe], yapanın kendisinden başkasını kuşatmaz… 35:43

İnsanın yaptığı iyilik de, kötülük de kendinedir. Aslında evren yok edildiğinde ondan geriye kalacak olan şey, insanın davranışlarının iyi veya kötü sonuçlarıdır. Eylemin sonucuyla yine eylemi yapan buluşacaktır, başkası değil.

Yukarıdaki ayetler, insan dışı varlıklara haksızlık edilemeyeceği, evrende böyle bir mekanizma bulunmadığı önermesini doğrulamaktadır. Örneklenen kişiler insanlara haksızlık ediyorlar. Kuran’da örneklenen çok sayıda davranışın hiçbirinde insan dışı bir varlığa yapılan bir haksızlık göremeyiz. Kötü davranışlarda bulunan kişiler öbür insanlara haksızlık etmelerine paralel olarak kendilerine haksızlık ederler. Bu, iyiliğin ve kötülüğün hep iki uçlu olması olarak özetlenebilecek insan doğasıdır. Haksızlık, ancak haksızlığın öznesinin ve nesnesinin bunu bilme yetisine sahip olduğu durumlarda, yani hem öznenin ve hem nesnenin insan olduğu durumlarda var olabilir. Fareyi oyun için öldüren kedi kötü değildir; fareye zerre kadar haksızlık edilmemiştir. Yalıtılmış bir ortamda hayvana gereksiz yere acı veren yetişkin insan, evrende kendisinden başka hiçbir şeye kötülük etmiş olmaz.

 

5) Kuran’da Hayvan Hakları

“İslamî” kaynakları taradığımızda çağdaş yorumcuların sekülerleşmenin etkisi altında kaldıklarını görüyoruz. İnsan hakları veya temel haklar kavramı kişinin karşılık ödemeksizin toplumdan alacağı anlamıyla ortaya çıktığından beri, Batı’nın ezici gücünün etkisi altında sanki Kuran’ı modern değerlere onaylatmak gerekiyormuş gibi, Kuran’da insan hakları konulu bir alay kitap, makale ve tez yazılmış. Bunlar kötü niyetli çalışmalar olmasa bile temel bir yanılgıdan besleniyor: Modernizmi Kuran’ın tartısıyla ölçüp yargılamak yerine Kuran’ı modernizmin tartısıyla ölçüp yargılamak… Nitekim içeriklerine bakıldığında doğrudan Kuran’dan çıkarım yapmak gibi bir yola ender olarak başvurdukları, çoğunlukla ikincil kabul ettikleri kaynakları dayanak olarak kullandıkları kolaylıkla görülebilir.

“Din Nedir” yazımda ve bu yazıda öznel hak kavramının (Fr. droit, İng. right, Alm. recht) çok yeni olduğunu, sekülerleşme süreciyle ortaya çıktığını ortaya koydum. Eski Türkçede hak sözcüğünü karşılayacak bir sözcük bulamıyoruz. “Adalet”i karşılayan “tüze”yi veya “tüz” kökünü buluyoruz ama hakkın karşılığını bulamıyoruz. Kökeni olan Arapçaya baktığımızda ise sözcüğün birinci anlamının “gerçek” olduğunu görüyoruz. “Din” kavramı örneğinde, Kuran’da da geçen kimi Arapça sözcüğün modern zamanlarda yeni anlam kazandığına tanık olmuştuk. Hak sözcüğünün anlamı da buna benzer biçimde yerinden kaymış gözüküyor. Kuran metninde bu sözcüğü izlediğimizde, bir iki örnek dışında bugünkü hukuki anlamıyla, yani insanların (veya hayvanların?) üzerlerinde taşıdıkları doğuştan gelen yetki, salahiyet, seçme özgürlüğü, karşılıksız talep anlamlarında kullanıldığını görmeyiz. Bu kökten türeyen sözcükler Kuran’da yaklaşık 300 kez geçiyor. Çoğu yerde “gerçek” ve onun türevleri olarak çevriliyor ve bu çevirilerin doğruluğunu kanıtlamak zor değil.

HKK kökünün hakka eylem türevinin geçtiği ayetlerden kimisinde “eylemin karşılığı olarak hak etmek”ten söz ediliyor (7:30, 16:36, 17:16, 22:18, 24:25, 28:63, 38:14, 39:71, 41:25, 46:18, 50:14). Kimi ayette Allah’ın sözünün /vaadinin /tehdidinin gerçekleşmesi anlatılırken kullanılıyor (10:33,96, 32:13, 36:7,70, 37:31, 39:19, 40:6, 6:141, 22:18, 39:19). Kimi ayette Allah’ın değerini bilmek, takdir etmek ifadesinin eylemi olarak geçiyor (6:141, 22:74,78).

Aynı kökün ahakku türevi “daha layık” anlamında sıfat veya ad olarak kullanılıyor.

Aynı kökten türeyen hakik sözcüğü ise görev, sorumluluk, borç, yükümlülük olarak çevriliyor:

Üzerimdeki yükümlülük, Allah hakkında gerçeklerden başkasını söylememektir… 7:105

Ad olan hak türevi ise, “gerçek” veya “gerçekleşmek üzere”, “gerçekleşmesi gereken”, bir şeyin “gerçekleşeceği” anlamlarında kullanılıyor. İkincil kaynaklardan gördüğüm kadarıyla Kamus, Tacul Arus, Kitabul Ayn ve Lisanul Arab sözlükleri bunu doğruluyor.

HKK kökünden türeyen bir başka türev yuhikka sözcüğü. Geçişli, oldurgan çatıdaki (yufa’ilu babı /form-IV) bu eylem 8:7,8, 10:82, 42:24 ayetlerinde “yuhıkka el hak” ifadesiyle geçiyor. Bunun anlamı “gerçekleşmek üzere olanın gerçekleştirilmesi”, “gerçekleşmesi gerekenin gerçekleşmesi”, “gereğinin yerine gelmesi”, “olacağı olanın olması” veya “gerçek olduğunun gösterilmesi” olmalı. Bu ayetlerde bu ifade “haklı çıkarmak”, “doğrulamak” olarak çevrildiğinde yine anlam korunuyor.

Hak sözcüğünün bildiğimiz öznel hak, doğuştan hak, insan hakları anlamında çevrilebildiği iki ayet var:

O halde, akrabaya hakkını ver. Yoksula, yolda kalmışa da… 17:26, 30:38 (Y. N. Öztürk çevirisi)

Burada “onun hakkını” (hakka-hu) ifadesinin çoğul olmadığına, yani “hukuk” denmediğine dikkat edelim. Tekil olan “el kurba” sözcüğünün “akraba /yakınlar” diye çoğul olarak çevrilmesine yanlış diyemeyiz, çünkü bu sözcük bir küme olarak yakınları veya kişilerle kurulmuş olan yakınlığın bağının kendisini anlatıyor. Çok kişinin tek hakkından söz ediyor. Modern zamanlarda yapıldığı gibi doyma hakkı, barınma hakkı, eğitim hakkı diye çoğul olarak “haklar” saymıyor. Bunu bir kenara not edelim, benzer ayetlere geçelim:

İhtiyaç sahibi için, yoksul için bir hak vardı mallarında onların. 51:19 (Y. N. Öztürk çevirisi)

Bunların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun için. 70:24-25 (Y. N. Öztürk çevirisi)

Elinde olan kişinin, elinde olmayan kişiyle paylaşması gerekiyor. Zekat ve sadaka ödeyerek paylaşan, infak eden kişiler, gerekliliği yerine getiren, Allah’ın “ulaştırılmasını buyurduğunu” ulaştıran kişilerdir:

Kötülükte bulunanlar onlardır ki Allah’la ahdettikten sonra ahitlerini bozarlar. Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler, yeryüzünde bozgunculuk ederler. 2:27 (Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi)

Onlardır Allah neyi ulaştırmayı emrettiyse ulaştıranlar ve Rablerinden ürkerler ve kötü hesaptan korkarlar. 13:21 (Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi)

Yani gereksinim sahiplerini yararlandıranlar, gerçekleşmek üzere olanı gerçekleştiren, gerekeni yapan, gereğini yerine getiren, olacağı olanı olduran, gerçeği görüp /gösterip onaylayan kişilerdir. Buna karşılık Allah’ın ulaştırılması /buluşturulması gerektiğini inkar edenlerin örneği şöyle veriliyor:

[Lut halkı] Dediler ki: “Senin kızlarında hakkımız olmadığını çok iyi biliyorsun. Ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun.” 11:79 (Y. N. Öztürk çevirisi)

“Bize senin kızlarından bir hak yok” veya “bizim için senin kızlarından bir hak yok” biçiminde de çevrilen bu ifadeye dikkat edelim. Modern anlamıyla bu kişilerin Peygamber’in kızlarıyla evlenme hakları elbette vardır; Peygamber bunu kendisi teklif ediyor zaten (11:78[18]). Burada eşcinseller aslında “senin kızlarında gözümüz yok” veya “evlenmeye hakkımız yok” demiyorlar. “Bizim gerçeğimiz kızlarla ilişki kurmak değil” demeye getiriyorlar. “Tanrı bizi heteroseksüel olmak üzere yaratmadı” demeye getiriyorlar. Hak sözcüğünün geçtiği ve yukarıda örneklerini verdiğim öbür ayetlerle birlikte okununca, burada Lut halkının öznel haklardan, yani “eşcinsel haklarından” söz etmediği görülebilir. “Gerçekleştirmemiz gereken şey başkadır.” “Ulaştırmamız gereken şey başkadır.” “Teslim olduğumuz gerçek seninkinden farklıdır.” “Yapmamız gereken başkadır…” Bunları söylüyorlar. Türkçe hak sözcüğüyle yapılan çeviriler yukarıdaki ayetin anlamını ne yazık ki karşılamıyor.

Burada bir şeye karar vermemiz gerekiyor: El hak sözcüğü, gerçek, gerçekleştirilmek üzere olan, olması gereken, ulaştırılması gereken anlamlarında kullanılıyor. Bu çatı anlam, farklı bağlamlarda bir dolaylama olarak kullanılıyor olabilir mi? Örneğin zekat ve sadaka sözcüklerinde örneğini gördüğümüz gibi, yazarın “gerçek” sözcüğünü, okuru amaçlılık bağını düşündürecek biçimde bir vekil sözcük olarak kullanıyor olması, ciddi bir olasılık. Zekat sözcüğü arınma anlamına geliyor ama Kuran bunu “arınmayı ödeyin” biçiminde kullanıyor (30:39[19]). Sadaka sözcüğü doğrulama anlamına geliyor ama Kuran bunu “doğrulamayı verin” biçiminde kullanıyor (2:271[20]). Yani doğrudan verinti, vergi, ödenti vb. sözcükler kullanmak yerine arınmayı ve doğrulamayı kullanıyor. Aynı biçimde, hak sözcüğünü “kimsesizin ve yolda kalmışın gerçeğini /gereğini verin” ve “bu benim boynumun borcu olan bir gerçektir /gerektir” biçiminde kullanıyor olamaz mı? Sözcüğün İngilizcedeki, Almancadaki ve Fransızcadaki kökenine baktığımızda da benzer bir şey görüyoruz. Right, recht ve droit; üçü de “sağ yön, doğru, düzgün” anlamlarına geliyor. Yani “olması gereken, olması beklenen” anlamı bu sözcüklerin içinde gömülü. “İnsan hakları” benzeri öznel hak anlamı, bu dillere daha sonra eklenmiş.[21]

Kuran’daki hak sözcüğünün modern hukuktaki ve modernizm dinindeki hak kavramının karşılığı olmadığı çıkarımının sağlamasını yapmanın bir yolu, metinde sözcüğün karşıtını aramaktır. Modern hukuktaki hak kavramının karşıtı sorumluluk, yükümlülük, görev, ödevdir. Kuran’daki hak sözcüğünün karşıtı ise batıl sözcüğüdür. BTL kökü metinde 36 kez geçiyor.

Kökün ad türevi olan batıl sözcüğü, “boş, boşuna, geçersiz, hükümsüz, gerçekdışı” anlamlarına geliyor; 26 kez geçiyor.

Kökün geçişsiz çatılı eylem türevi batala, “geçersiz olmak” anlamına geliyor; bir kez geçiyor.

Aynı kökün geçişli, oldurgan çatılı (yuf’ailu babı /form-IV) eylem türevi olan yubtila, “boşa çıkarmak, geçersizleştirmek” anlamına geliyor; 4 kez geçiyor.

Gerçek gerçekleşsin [yuhıkka el hakka] ve gerçeğe aykırı olan yok olsun [yubtıla el batıle] diye; suçlular hoşlanmasa da. 8:8

Ayrıca, şunu söyle: “Gerçek [el hak] geldi; gerçeğe aykırı olan [el batıl] yok oldu. Gerçeğe aykırı olan, kesinlikle yok olacaktır!” 17:81

Bu ayetlerde yuhıkka ile yubtıla ve el hak ile el batıl arasındaki karşıtlık açık seçiktir. Hayvan hakları batıldır, yok hükmündedir.

Kuran’daki hak sözcüğünün right, recht, droit karşılığı olmadığına bir diğer yardımcı kanıt ise Kitap’ta “benim hakkım, senin hakkın, bizim hakkımız, sizin hakkınız” gibi tamlamalar bulunmaması. Yani Kuran’ın bilge yargıçları “Bu kadının kürtaj hakkı var mıdır?” diye sormuyorlar, “Kürtaj doğru mudur /gerekli midir /iyi midir /Tanrı buyruğu mudur?” diye soruyorlar. Veya örneğin “Çocuk yetiştirmek hak mıdır, yoksa sorumluluk mudur?” diye sormuyorlar, “gereklilik midir” diye soruyorlar. Kuran, adaleti hak ve sorumluluk ikiliği üzerinden bile anlatmıyor. Bu ikisinin adaleti oluşturacak biçimde kaynaşması gerekiyor. Modernizm dininde kişilere önce hakları okunuyor, sonra zaman kalırsa sorumlulukları. Böyle olunca amaçlılık perdeleniyor ve yitiyor. Kuran ise her şeyin amacı gerçekleştirmeye yönelik olduğunu hatırlatıyor.

Arapça hak sözcüğünün üzerinde daha fazla yorum yapabiliriz. Bu kadarlık inceleme, üç noktayı açıklığa kavuşturmak için yeterli oldu:

1) Her ne kadar birkaç yerde Türkçe “hak” karşılığı uygun düşse de, Kuran’da el hak sözcüğünün “insan hakları, mülkiyet hakkı, kaderini tayin hakkı, kadın hakları, engelli hakları, eşcinsel hakları, vicdani ret hakkı, hayvan hakları” örneklerinde olduğu gibi liberal-seküler mitolojiyle buluşturulabilecek bir anlam kapsamıyla kullanılmadığı açıktır. Hayvan hakları fikrinin kökenini tartıştığım bölümde değindiğim gibi, “karşılıksız talep” anlamında kullanılmamaktadır. Zaten Kuran, insana sorumluluklarını hatırlatan bir kitaptır, yetkilerini değil. Din, yükümlülük demektir, özgürlük değil. Denebilir ki, “Kuran’da temel insan hakları kavramı bile yoktur ki, hayvana hangi hakları verdiğini tartışalım”.

2) Sorumluluğu olmayanın hakkı da olmayacağını Kuran’a başvurmaya gerek kalmadan ortaya koymanın olanağını sunmuştum. Kuran’a başvurduğumuzda, verdiğimiz yargıyı destekleyen kanıtlar buluyoruz. Tersini destekleyecek kanıt bulamıyoruz.

3) El hak sözcüğünün “hak” olarak çevrilebildiği birkaç ayetin yalnızca insanlarla ilgili olduğunu da unutmadan ekleyeyim.

 

Meleklerle İlgili Bir Öneri

Melek sözcüğünü Türkçeye veya başka dillere çevirmeden Arapça olarak bırakmak Kuran çevirilerinde belki en ağır faturalı hatalardan biri olmuştur. Egemen olma, hükmetme, iye olma anlamına gelen MLK eylem kökünden türüyor. Arapçada sözcük türetme biçimleriyle ilgili bilgilerim eksik olduğundan, hareke ile melek okunuşu verilen bu sözcüğün tam Türkçe karşılığını türetebilmiş değilim. Doğru karşılığın iye veya yönet kökünden türetilebileceğini düşünüyorum. Yönetke gibi… Sözcüğün kitap boyunca izi sürülünce Allah’ın varlığı yönetmesinin her türlü aygıtını /aracını tanımlayabileceği akla geliyor. Fiziksel evrende neye karşılık geldiği sorusuna taş, toprak, atom, ışık, hava, su, bitki, hayvan, ekosistem gibi bir karşılık vermenin sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Çünkü bunlar bizim üç boyutlu nesneler dünyasında yaptığımız olumsal ayrımlara göre belirlediğimiz sınırları anlatıyor. Varlık dünyasını birimlere ayırıyor, birimler olarak algılıyoruz. Tasarımımız gereği maddeler dünyasının birimleri arasındaki ilişkilerini hem somut adlandırma, hem de soyut kavramsallaştırma için dayanak noktası olarak kullanıyoruz. Allah’ın evreni yönetmesini sağlayan ve Kuran’da bize kişileştirme yoluyla anlatılan güç(ler) ise atomları veya fotonları sayılabilen nesne birimleri veya hacmi, sıcaklığı, voltajı, manyetizması ölçülebilen olay birimleri olmamalıdır. Böyle bir sınırlama yapmak gereksizdir çünkü Allah’ın egemenliği /gücü /varlığı kesintisiz bir bütün olmalıdır. Bir başka deyişle, Allah evreni kesintisiz bir bütün olarak her salise yeniden yaratabiliyor olmalıdır. Sonuçta melekler Allah’ın işini gören varoluş bileşenleridir, ama varlık birimleri değildir dersek işe yarar bir tanım yapmış olabileceğimizi düşünüyorum.

Allah’ın işini görme kapasitesine sahip olan insanın meleklerden ayrı bir varlık olarak anılmasının nedeni, ondaki özgür irade olmalı. Çünkü insan, Allah’ın doğrularına karşı gelme (Allah’ın işini görmemeyi tercih etme) yetisi ile insan dışı evrenden ayrılıyor. Ayetteki meleklerin insan önünde yere kapanması (fiziksel anlam, mecaz) ifadesi, onların insana boyun eğmesini (mecaz yoluyla işaret edilen işlevsel anlam) anlatıyor. Bütün evren insana boyun eğmiştir. Işık yılları uzaklıkta bulunan gökcisimleri belki bize madenlerini vermemiştir ancak orada bulunarak galaksinin yerçekimi dengesini düzenlemiş, ışığını yeryüzüne ulaştırarak kendisini bilinir yapmış ve ilk anda akla gelmeyecek yollarla insana hizmet etmiştir. Yalnızca bilinmek eyleminin bile insana hizmet etmek olarak anlaşılması gerektiği bir kavrayış sınırına geliyoruz.

Bakara Suresi’nin başlarında anlatılan Adem’in öyküsünde meleklerin, insanın kötülüğünü itiraz gerekçesi olarak kullanması da mecazi bir anlatımdır.[22] Kötülük için kullanılan taşın, bıçağın, füzenin, kalemin, kağıdın, internetin, sığırın mecazi itirazıdır bu. Dikkat ediniz: Bakara Suresi’nin başında anlatılan yaratılış öyküsünde, insan yaratılmakta iken Allah’a itiraz eden yalnızca melekler. Yer, gök, bitki, hayvan çoktan var oldukları halde bunlar ayrı ayrı diyaloğa girmiyorlar. Meleklerden başka hiç bir şey konuşmuyor. Ve meleklerden başka hiçbir şey insana secde ettirilmiyor.

İnsan dışı nimetlerin hepsi, insana boyun eğer, böylelikle Allah’a boyun eğer. Mecazi itirazları karşılık bulmamaktadır. Bu, Allah’ın nihai amacını insanlarla paylaşmaması demektir. Çünkü insan bu sorunun yanıtını anlama, bilme yetisine sahip değildir.[23]

Bu, bütün evrenin insan için yaratıldığını söylemenin başka bir yoludur. Kuran aynı şeyi başka biçimlerde yeniden anlatır. Hiçbir ayet gereksiz fazlalık değildir.

Bu görüngeden bakıldığında, hayvanlar alemini de öbür varlık sınıfları gibi melek saymak, tanım olarak doğru olmasa bile, işlevsel olarak doğru bir yorum olabilir diye düşünüyorum. Bu durumda meleklerin secdesi, onların “haklarının” olmadığını gösterir. İnsanın insana secde edip teslim olması ise yasaktır; insanların özgür iradeleri ve “hakları” vardır. İnsanın görevi meleklere karşı değil, Allah’a karşıdır. Meleklerin Allah’ın dediğini yaptıkları gibi, iyi insanlar da Allah’ın dediğini yaparlar. İnsanlar Kitap boyunca taşa, ota, ite değil, insana iyi davranmakla sorumlu tutulurlar. Meleğe secde etmeye kalkan insan ise yolunu büsbütün şaşırmıştır:

Melekleri ve peygamberleri de efendiler edinmenizi buyruk vermez. Teslim olduğunuzda, nankörlük etmenizi buyruk verir mi? 3:80

O gün onların tümünü bir araya toplayacaktır. Sonra meleklere şöyle diyecek: “Bunlar size hizmet ediyorlardı; öyle mi?” Derler ki: “Sen, tüm yakıştırmalardan ayrıksın… 34:40-41

Bu ayetlerde melek sözcüğünün kullanımı, “doğanın güçleri” olarak tanımladığımız şeyi akla getiriyor. Eski uygarlıklardan kiminin doğanın güçlerini gök, deniz, yeraltı vb. olarak böldüğünü ve isteyecekleri zaman bunlardan ayrı ayrı istediklerini biliyoruz. Burada kınanan davranışın bununla bir ilgisi olabilir.

Melek, taş, ot, it meşru olarak insana boyun eğecektir. İnsanlardan bir bölümü, bir bölümüne hukukun üstünlüğünü koruma koşuluyla boyun eğecektir:

Ey inanca çağırılanlar! Allah’a boyun eğin; elçiye ve aranızdaki yöneticilere boyun eğin… 4:59

O, sizi yeryüzünün yeni yöneticileri yapmış ve verdikleriyle sizi sınamak için bir bölümünüzü diğerlerinize değişik konumlarla üstün yapmıştır… 6:165

Efendinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Onların geçimliklerini dünya yaşamında aralarında biz paylaştırdık. Bir bölümünün diğerlerine iş yaptırabilmesi için, bir bölümünü diğerlerine değişik düzeylerle üstün yaptık. Çünkü efendinin rahmeti, toplayıp biriktirdiklerinden iyidir. 43:32

Ve fakat bu boyun eğme işini tapmaya, yani koşulsuz boyun eğmeye döndürmek yasaktır. Adı da eşkoşuculuktur. Zaten insanın sınavı, egemenliğine verilen şeyleri iyilik için kullanmasıdır. Yani gücünü kötüye kullanmamasıdır:

Sonra, o gün, nimetlerden kesinlikle sorguya çekileceksiniz. 102:8

Davut’a da Süleyman’ı armağan ettik. Ne güzel kuldu; kuşkusuz, o yönelirdi. Ona akşama doğru alımlı ve soylu koşu atları sunulmuştu. Dedi ki: “Mal sevgisini efendimi anmamı sağladığı için benimsedim!”… 38:30-32

Meleklerle ilgili yorumum, bir çıkarsamadan çok öneridir, sorudur. Ayrıca meleklerle ilgili ayetler ilk bakışta konu dışı görünebilir. Ancak bunlar bütünsel bir anlam çerçevesi oluşturdukları için, kesin yargı vermemizi sağlayan ayetlere ek olarak bunları da anımsatmakta yarar görüyorum. Hayvanseverin veya etyemezin iddiası, kavgası, sorunu varoluşsaldır; varlıkbilimseldir. Doğrudan varoluşuna verdiği (veya veremediği) anlamdan türer. Önemsiz bir “diyet tercihi” gibi görünen soruna aslında çok daha geniş bir perspektiften bakarak, onu büyük resimde bir yere koymak gerektiğinin ayırdına varıyoruz.

 

Büyük Resim

Lut da toplumuna şöyle demişti: “Sizden önce evrenlerde [halklarda] hiç kimsenin yapmadığı, sağtöreye uygun olmayan ilişkilere giriyorsunuz; öyle mi? Aslında, kadınlardan başka bir de ayrıca eşeysel tutkularla erkeklere yöneliyorsunuz! Hayır, siz ölçüyü aşan bir toplumsunuz!” 7:80-81

Lut da toplumuna şöyle demişti: “Aslında, sizden önce evrenlerde hiç kimsenin yapmadığı, sağtöreye uygun olmayan ilişkilere giriyorsunuz! Erkeklere yöneliyorsunuz, yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda utanılacak şeyler yapıyorsunuz; öyle mi?”… 29:28-29

Doğrudan konuyla ilgili olmamakla birlikte, bu ayetlerin bakış açımızı ve ufkumuzu genişleteceğini umuyorum. Özellikle gelenekçi Müslümanlıkla çatışan, gelenekçiliğin bağnazlığından kendini kurtarmış bulunan yorumcular “babalarımızın yolunu izliyoruz” ayetlerine sıklıkla vurgu yaparlar. Bu ayetler, Kuran’ın ilgilisine “Babalarınız yanılıyor olamaz mı?” diye sorar ve onları önceki kuşaktan devir aldıkları yaşam biçimindeki bozuk bileşenleri onarmaya çağırır. Ne var ki bu durum, atalarımızın çoğu şeyi yanlış yaptıkları anlamına gelmeyeceği gibi, atalarımızdan devir aldığımız her şeye ölçüsüz bir kuşkuyla yaklaşmamızı da gerektirmiyor. Ölçü kaçtığında ne olabileceğinin örneğini bugün zaten endüstrileşmiş toplumlarda görüyoruz.

Aydınlanmacı Batı, eskiye özgü ne varsa aşağılar ve tarihin çöplüğüne gömülmesi gerektiğini söyler. Ancak Batı bu yargıya titiz bir sorgulama sürecinden geçerek varmış değildir. Tersine, bu süreçte Allah’ın elçilerinden ellerinde kalanı da olduğu gibi çöpe atmıştır.[24] Gelenekçi bağnazlıkla savaşan Müslüman yorumcuların kimisi bunu gözden kaçırmış görünüyor. Lut’un halkına yöneltilen eleştiri, ilk bakışta atalar dinini eleştiren ayetlerin tam tersi gibi görünebilir. Birinde ataların yanlış yapmış olma olasılığı konu ediliyor, öbüründe ise yapılan iş, ataların hiçbirinin yapmamış olduğu hatırlatılarak eleştiriliyor.

Oysa burada kafa karıştırıcı bir şey yoktur. İnsanın uzun geçmişinde hiç kimsenin eşcinselliği normalleştiren bir ahlak öğretisi geliştirmemiş olması, Lut halkının yanlış yapıyor olmasının basbayağı kanıtıdır! Bunu daha iyi anlamak için gelin, insanın uzun geçmişiyle ilgili olarak Kuran’ın ne söylediğine dikkat edelim.

Artık gerçeğe aykırı şeylerden uzaklaşarak yüzünü dine çe vir. Allah’ın, insanların yaratılışına işlediğine yaraşan biçimde davran. Allah’ın yaratışında değişiklik olmaz. Dinin kaynağı ve dayanağı, işte budur. Fakat insanların çoğu bilmez. 30:30

İşte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler arasındadır. Adem’in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendir. Bağışlayanın ayetleri onlara okunduğunda sessizce ağlayarak secdeye kapanırlardı. 19:58

Burada soy (zurriyet) sözcüğünün kan bağı anlamında değil, ahlaki aktarım zinciri anlamında kullanıldığını anımsatayım.[25] Zincir ilk insan kuşağından (Adem) başlar ve bugüne dek kopmamıştır. Hiçbir insan bir şey bilerek dünyaya gelmez. Her kuşak, ahlak bilgisini önceki kuşaktan edinir. Doğal seçilim süreci, iyi ahlaktan sapanları “kültürel gen havuzundan” silerek yok eder, Lut halkını sildiği gibi. Kuran’ın dinini eleştirdiği babalar, bu iyi ahlak öğretisini aktaran babalar değil, bundan sapan babalardır. Uygarlaşan insan, kendisini sağ tutan süreçlerin karmaşıklaşmasıyla bir tür unutuş yaşamaktadır. Bu unutuş göze elbette bir trajedi olarak değil, kutlanacak bir başarı olarak gözükecektir, Aydınlanma ve modernleşme mitolojisinde anlatıldığı gibi (29:38[26]).

İşte, Lut halkının böyle davranmasını sağlayan, bunu kutlanacak, kutsanacak bir yeni düzen olarak benimsettiren şey, onları eskilerden ve kendine benzemeyen çağdaşlarından daha iyi olduklarına inandıran mitolojileridir. Modern Batı da aynı şablona uygun davranıyor ve Adem’den bugüne aktarılan iyi ahlak öğretisini terk ederek yerine koyduğu liberalizmi, özgürlükçülüğü, bireyciliği, sekülerliği kutluyor. “Sizden önce hiç kimsenin yapmadığı” ifadesinin anlamı budur. Hayvanseverlik de bu ahlaksızlaşma paketinin içinde kendine yer bulmuş bir bileşendir. Kökü dışarıda olan çürük ağacın bir dalıdır.

Hayvanseverliği ve etyemezliği doğuran güdülenme, önceki sayfalarda açıkladığım üzere modern insanın içine düştüğü tinsel boşluktur. Kilise Reformu ve Batı Aydınlanması ile kurulan modernist mitolojiye göre modern insan, yarı hayvanlıktan yeni kurtulmuştur. İnsan ancak “aydınlanınca” insan olabilmiştir. Kendisine benzemeyen, yani yeni modernist-seküler ahlakı benimsememiş olanlar hala yarı hayvandır. Allah’ın elçilerini “hâlâ” terk etmemiş olanlar geri kalmışlardır; gidilmesi gereken tek yön “ileridir”. Bu mitoloji, tinselliği eskiye özgü bir şey olarak reddeder ve kendine yeni, kurmaca bir tinsellik düzme çabasındadır. İnsanı insan yapan şey, yani Türkçesiyle tin, Arapçasıyla ahlak hakkında bakalım Kuran ne diyor:

Sorumluluğu [el emanet] göklere [es semavat], yeryüzüne [el ard] ve dağlara [el cibal] verdik; onu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Aslında, o çok haksızlık yapar; çok bilisizdir. 33:72

Dikkat ediniz, “bitkiye verdik” demiyor, “hayvana verdik” demiyor. Yer, gök ve dağ diyor. Çünkü hepsi aynıdır. Yazar, bitkiyi, hayvanı ayrıca anmayı unutmuş değildir. Yaratılıştan söz eden ayetlerde dağlardan, bitkilerden, hayvanlardan ayrı ayrı söz edilir (örnek; 20:53-54[27]). Burada böyle bir durum yok, çünkü insanı insan yapan niteliği edinmemiş olma bakımından insan dışı şeyler, taş, mikrop, ot, it birdir. Burada dağ sözcüğünün topografyayı anlatmadığını, genel olarak yeryüzünü veya nesneleri anlattığını anlamalıyız.

Kuran’da tekhücreliden insana doğru ilerleyen evrim sürecinde acı çekebilme veya duygulanım kapasitesi edinme gibi bir ara duraktan söz edilmez.

O, her şeyi en güzel biçimde yaratmıştır. İnsanın yaratılışına da balçıktan başladı. Sonra onun soyunu, özelliği olmayan bir suyun özünden oluşturdu. Sonra onu biçimlendirip Ruh’undan üfledi; duyma yetisi, gözler ve duygular verdi. Ne denli az şükrediyorsunuz? 32:7-9

O, yarattı; sonra biçimlendirdi. Ve o, ölçtü; sonra yol gösterdi. 87:2-3

Benliğe ve onu düzenleyene! Ardından, hem kötülüğü hem de sorumluluk bilincine erişmeyi ona bildirene! 91:7-8

İnsanın evrilmesini ve türeyişini konu alan elliye yakın ayette sıçrama olarak anabileceğimiz tek bir aşama vardır, o da son insansının insana dönüşme aşamasıdır. Bunun da belirleyicisi iyiyi ve kötüyü bilme yetisidir, acı çekebilme veya duyulara sahip olma yetisi kesinlikle değil.

***

Hayvanseverlik konu olunca ezberlenmiş bir refleks olarak aktarılan, Muhammed Peygamber’in sözde kediyi uyandırmamak için eteğini yırtması hadisine ve benzeri hadislere kısaca değineyim. Kuran’ın Allah’ın elçileri hakkında yeterli ve kusursuz bilgi içermediğini öne sürenler ve buna ikna olanlar, Kuran’dan çıkarım ve içtihat yapmakta başarısız olmaya mahkumdurlar. Konuyu Neden Yalnızca Kuran ve Hadislerin Yahudi ve Hristiyan Kökeni yazılarımda enine boyuna tartıştım. Elçi Muhammed, kediyi uyandırmamak için eteğini yırtan bir hayvansever değildi. Aklı başında, onurlu, sağduyulu, güçlü bir tektanrıcıydı.

 

 

 

Tanrı’yla Kavgalı Olmak

“Hayvanlar, onları yemek de dahil insana sayısız yarar sağlar. Bildiğimize göre insanlar başından beri hayvanlardan yararlanıyorlar, bu özel veya sıradışı bir durum değil. Bitkisel besin hayvansal besinin yerini doldurmuyor. Öyleyse tanrı insanı hayvanı sömürecek biçimde yaratmış olmalı. Öyleyse insanın hayvanı sömürmesi tasarımı gereğidir, olması gerekendir.”

Bu basit uslamlamayı ancak tanrıcı (teist) olanlar, yani Tanrı’nın kusursuz olduğuna ve en az bir elçi gönderdiğine güvenenler yaparlar. Etyemezler ve hayvanseverler bu uslamlamayı yapamıyorlar.

İnsanın et yemek üzere evrildiği sindirim sisteminden ve kimyasından bellidir. Bunun yanında insanın dişleri de et yemek üzere evrildiğinin belirtisidir. Gerekli kaloriyi almak için insanın başlıca iki seçeneği vardır: Et veya nişastalı, yağlı tohumlar. Bunların dışında kalan yaprak ve meyve, gerekli kaloriyi sağlamaz. Zaten vejetaryen beslenme kitaplarında günde beş, sekiz, on porsiyon meyve önerilmesi gerçekçi değildir. Bol, çeşitli ve dört mevsim meyve, tarihte çok yeni bir olgudur ve fosil yakıtların sağladığı benzersiz taşıma olanakları sonucu ortaya çıkmıştır.

Tarım yapan (uygar) toplumlarda diş çürümesi sorunu, et ağırlıklı beslenmeden nişasta ağırlıklı beslenmeye geçmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. İngiliz antropolog, evrimsel psikolog ve primat davranışı uzmanı olan Robin Dunbar, çokça atıf yapılan Grooming, Gossip and The Evolution of Language (Tımar, Dedikodu ve Dilin Evrimi) kitabında insanın sindirim sisteminin primatlardan farklılaşması üzerinde duruyor.[28] İnsana yakın nitelikler gösteren büyük maymunların hepsi otçul. Bunların sindirim sistemleri bitki sindirecek biçimde özelleşmiş. Bu da sindirim organlarının hacim olarak büyük olmasına ve otlayan hayvanlarda gördüğümüz gibi beslenme işinin günün büyük vaktini almasına neden oluyor. Çünkü yaprakların ve meyvelerin enerji yoğunluğu düşük. İnsan fizyolojisinin bu büyük maymunlardan iki önemli farkı var. Birincisi, sindirim organlarının görece küçük olması. Böylece kazanılan vücut ekonomisi, kol ve bacakların çok uzun olabilmesine izin veriyor. İkinci önemli fark, beyinde. İnsan beyni benzer dokulara göre, ağırlığına oranla beş kata kadar fazla enerji harcıyor. Çok uzun bacakların ve beynin enerji gereksinimini karşılaması için sindirim bölümünün küçülmesi gerekiyor. Beslenme dışındaki uğraşlara yeterli zaman ayırabilmesi, bir başka deyişle insan olabilmesi için beslenme süresinin kısalması gerekiyor. Farklı bilim dallarındaki verileri toparlayan bu hipotez, insanın bu fizyolojik gereklilikleri etçilliğe geçerek sağlamış olması gerektiğini çıkarsıyor. Uygar toplumların çokça yediği nişastalı bitkiler aslında etin ikamesidir. Çoban toplumlar da tohum ve ekmek yerler ancak bunu iki temel besin olan ete ve ota katık ederler. Nişastayı, etin uygun olmadığı ender durumlarda takviye olarak yerler. Besi hayvanı da olsa etin görece üstün nitelikli besin olduğunu bilirler. Bıldırcın ve helva ayetini hatırlayınız.

Afrika’nın yıl boyu sıcak ikliminin dışına çıkan insanın soğuktan korunmak için hayvan derisinden başka hiç bir seçeneği yoktu. Daha pek çok bilimsel bulgu, insanın et yemek ve hayvanları sömürmek üzere tasarlandığını gösteriyor. Tasarımdan söz etmek bizi ister istemez amaçlılığı düşünmek zorunda bırakıyor. İşte bu noktada etyemezler ve hayvanseverler Tanrı’yla kavgalı duruma düşüyorlar. Çünkü insanın et yemek ve hayvanlardan yararlanmak üzere tasarlanmış olduğu gerçeğiyle[29] kavgalılar. Dolayısıyla yukarıda örneğini verdiğim uslamlamayı yalnızca tanrıcılar yapabiliyor ve bilişsel uyumsuzluktan arınıyorlar.

Köleliği ortaya çıkaran gerçekleri görmezden gelenlerin kağıda yazı yazarak köleliği yok etmeye çalışmalarını hatırlayınız. ABD’de devlet başkanı Lincoln meclisten yasa çıkararak köleliği “kaldırdığında”, gidecek yerleri, taşınmazları veya geçim kaynakları olmadığı için kölelerin çoğu, sahiplerinin yanında aynı koşullarda çalışmayı sürdürdüler. ABD’de köle soyundan gelenlerin çoğu yüz elli yıldır belini doğrultabilmiş değil. Bu tarihsel olaya bir göz atıldığında, yaşamdaki pek çok olumsuzluğun yasaklamayla, fetvayla, bağırmakla, tehditle yok edilemediğini gösteren bolca belgeye ulaşılabilir. Toplumsal bir olguyu öznel bir takım tercihler yaparak, kağıtlara ferman yazarak değiştirmek olanaklı değildir. Hele olgu biyolojik ise hiç değildir.

Hayvan hakları fikrini türeten koşulların başında modern yaşamda erkek emeğinin göze görünmez oluşunun geldiğini belirtmiştim. Hayvanseverlikle feminizm arasındaki bu yakınlık, Homo Sapiens’in yukarıda özetlediğim ve pek çok kaynaktan doğrulanabilecek olan gelişimini yadsıma çabasına yol vermiştir. Feminist yazar Rosalind Miles, salt erkeğin avlanma etkinliğindeki rolünü küçümsemek için şöyle der:

“Sonuçta boyu sağ tutan şey, erkeğin avlanması değil kadının toplamasıdır. Kadın her gün gündüz durmadan çalışarak boyun toplam yiyeceğinin %80’ini sağlar. Bu sayının bir yorumu, her avcı-toplayıcı toplumda grubun sağ kalması için gereken işin beşte birini erkeklerin, beşte dördünü bütünüyle kadınların yaptığıdır.”[30]

Yazar, kitap boyunca tarihi erkekle kadının birlikte yazdığını değil, yalnızca kadının yazdığını öne sürüyor ve “kanıtlarını” sunuyor. Yukarıda yaptığı çıkarsamayı yalnızca Güney Afrika Pigmelerinden yola çıkarak genelleştiriyor. Herhangi bir sayısal veriyle desteklemiyor. Sağ kalmak için yapılan tek etkinliğin karın doyurmak olduğunu varsayıyor. Toplamanın zorluğu ve tehlikesiyle avın zorluğu ve tehlikesini karşılaştırmıyor. Besin değerini kiloyla ölçüyor. Kadınların böyle bir adaletsizliğe nasıl razı olabildiklerini açıklama zahmetine girmiyor. Vesaire…

Hem feminist, hem de hayvansever, insanı ete gereksinim duyacak biçimde tasarlayıp erkeği avlanma yetisiyle donatan Tanrı’yla kavgalı olma konusunda müttefiktir. Tanrı’nın insanı yaratış aşamalarının bilimsel bilgisi yavaş yavaş önümüzde birikirken, buna alternatif bir evrim öyküsü anlatmaya çalışıyorlar. Bu kurmaca evrimde etçilliğin hiçbir önemi yoktur. Hatta etçillik bir arızadır. Dolayısıyla erkeğin avlanması da önemsizdir. Erkek, kadını sömürerek geçinen bir asalaktır…

Feminist erkek ve feminist kadın, eşeyleri “eşit” yaratmayan Tanrı’dan daha adil, daha sevecen olduklarını öne sürerler. Aynı biçimde barışsever (anti-militarist) eylemci, insanlara savaşmayı buyuran Tanrı’dan daha iyi, daha insancıl olduklarını düşünürler. Aynı şablonu hayvanseverlikte ve etyemezlikte görürüz. Hayvansever, Tanrı’nın tanımadığı hakları hayvanlara tanıyarak ondan daha merhametli olabilme iddiasındadır. Bu hiç kuşkusuz Tanrı’ya barışık olmaktan çok uzak bir durumdur.[31]

Hayvansever, Tanrı’nın kusurlu olduğunu ve evreni kusurlu yarattığını söyler. Tanrı’nın adına hiç başvurmasa bile etkin olarak bunu söyler. Kimsenin et yemediği, et yiyenlerin terörist muamelesi gördüğü bir geleceğin düşünü kurar. Böyle bir an, insanın kimine göre bir milyon, kimine göre yüz bin yıllık geçmişinde hiç var olmamıştır. Bu anlamda hayvansever aslında mesihçidir. Yahudi gibi, komünist gibi, fütürist gibi, mehdiyi bekleyen mezhepler gibi mesihçidir. Aydınlanma düşüncesinin var ettiği ilerleme paradigması sürekli mesihçiliğin yeni sürümlerini ortaya çıkarmaktadır. Tanrı’nın işi yarımdır, insan onu tamamlayacaktır. Tanrı kusurludur, insan onu kusurlu olmaktan kurtaracaktır. Bir doların üzerinde ve masonların imzası olarak sayısız yerde gördüğümüz ucu kesik piramit simgesi bunu anlatır. Mesihçi Kabala-mason öğretisine göre piramidin tepesine konacak son taş, insanın çabası olacaktır. Kabala öğretisindeki Tikkun Olam (yeryüzünün onarımı) kavramı da bunu anlatır. Tanrı kusurludur, insanı et yiyen kusurlu bir yaratık olarak yaratmıştır. İnsan ilerleyecek, kendi kusurunu kapatarak kusursuzluğa ulaşacak, “Homo Deus” olacaktır. Böylece insan Tanrı’yı da kusursuzluğa ulaştıracaktır. Mesihçi öğretilerde bu kusursuzluk durumuna altın çağ veya teknolojik teklik (İng. technological singularity) gibi türlü adlar veriliyor.

Bugünlerde bir “İslam barış dinidir” sloganı almış başını gidiyor. Gelecekte daha da yoğunlaşacaktır. Her yalanın kendine dayanak ettiği bir gerçek olduğu gibi, bu bomboş sloganın altında bir gerçek yatar. Arapça selam, İslam sözcüklerinin anlam kapsamında barış anlamı da bulunur. Ama Kitap’ta kast edilen şey Tanrı’yla barıştır; gerçeklikle barıştır. Modern-seküler anlamıyla “herkesle barış” değildir.

 

 

Her Ağacın Meyvesi

Sözü duyarlar ve en güzeline bağlı kalırlar. Allah’ın doğru yola eriştirdikleri, işte onlardır. Sağduyulu olanlar da işte onlardır. 39:18

Ve efendin, dişi balarısına, şöyle bildirdi: “Dağlarda, ağaçlarda ve kurdukları çardaklarda evler edin! Sonra tüm meyvelerden ye; efendinin sana kolaylaştırdığı yollarını izle!”… 16:68-69

Modern uygarlığın çarpıklıkları, kendini yeniden ve daha yoğun olarak türeten, insan doğasını gittikçe daha çok zorlayan yapısı, insanları bilinçli ve bilinçsiz tepki vermeye yöneltiyor. Tepkilerin çoğunluğu doğru tepki olmaktan uzak (1:6-7[32]). Kuran’a baktığımızda tepkilerin çoğunun yanlış yönlendirilmiş olacağını bize haber verdiğini görüyoruz (5:100, 6:116, 10:60…[33]). Yirminci yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, uygar yaşamın insanın varoluşunda bir arıza olduğunu, bunu onarmaktan başka şansımız olmadığı söylemi ortaya çıktı. Öncesinde, 19. yüzyılda uygarlaşmayı çizgisel olarak anlayan düşünürler uygarlığa “sınıflı toplum” adı vererek onun daha üst bir aşamaya ulaşılmasında bir basamak olduğunu söylemişlerdi. Bu, aslında Yahudilikte ve kısmen Hristiyanlıkta ve Hindu mitolojisinde gördüğümüz mesihçilik inancının modern bir sürümü idi. Komünizm ve ondan esinlenen ütopyacı ideolojiler ilerlemecidir; ilerleme paradigmasının dışını düşünemez. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan eko-anarşizm gibi ilkel, avcı-toplayıcı, göçebe yaşam kiplerine dönmeyi savunan ideolojiler ise ilerlemeci değildir. Ancak burada gözden kaçan bir incelik var. Bunların ikisi de uygar toplumu reddediyor ve uzaklaşılması gereken bir durum olarak görüyor. Biri onu “aşmayı”, öteki de ondan “kurtulmayı” öneriyor yalnızca.

Yoğunlaşan antropoloji ve toplumbilim çalışmaları, uygar olmayan yaşam kipiyle ilgili bize önemli bilgiler sağlıyor. Bu bilginin tabana yayılması, günümüzde uzay-zaman düzlemi içinde bulunduğu yeri yadırgayan kişi sayısının artmasına neden oluyor. İnsanlar masum bir aydınlanma yaşar gibi olurken bir yandan da içine doğdukları ortama yabancılaşıyorlar. Biraz abartılı bir deyimle, “matriksin” farkına vardığını düşünerek ondan kurtulma senaryoları yazan ayran gönüllü hevesliler ortaya çıkıyor.

Hayvanseverlik ideolojisi ve onun yavrusu olan etyemezlik savunuculuğu, uygar olmayan bir yaşama olan artan öykünmemizden güç alıyor, belli. Öbür canlılarla bir olduğumuz, onlardan biri olduğumuz, onlardan üstün veya ayrıcalıklı olmadığımız, dolayısıyla onları sömürmemizin doğru olmadığı fikirlerini aşılıyorlar. Bunu yaparken görece ciddi olan etyemezlik savunucuları sıklıkla avcı-toplayıcı ve göçebe insanların yaşam biçimlerine gönderme yapıyorlar. Ve fakat modern insanlar olarak hastalığımıza biçilen tanı ve tedavilerin çoğunluğu gibi, uygarlık öncesi yaşama olan öykünme de yanlış. Kuran’a baktığımızda, ilgilisini uygarlığın dışında bir yere çağırmadığını görüyoruz. Tersine, kitabın yalnızca uygar toplumlara yönelik olduğu yazılı:

İşte bu, hem ellerinde bulunanı doğrulayan hem de kentlerin anasını ve tüm çevresini uyarmak amacını taşıyan, indirdiğimiz Kutsal Kitap’tır… 6:92

Kitap altı yüz sayfa boyunca ilgilisini uygar olduğu için eleştirmiyor. Yalnızca uygar insana özgü olan mülk edinme (68:17…[34]), tarım yapma (6:141…[35]), topyekûn savaşma (22:58, 8:60…[36]) davranışlarını kategorik olarak kötülemiyor. Onları düzenliyor. Yalnızca uygar toplumlarda var olan bir san olan krallığı eleştirmiyor. Süleyman’ı ülkesine demokrasi getirmemekle suçlamıyor. Tek adamlık yetkisini Allah yolunda kullandığı için övüyor (38:30, 18:86[37]). Davut’u veya Talut’u eşitlikçi ve demokratik bir rejim kurmamakla suçlamıyor (2:247[38]). Sütunlar kentinin halkını sütunları inşa ettiği için değil, haksızlık ettiği için eleştiriyor.   Keskin politik hiyerarşi yalnızca uygar toplumlarda görülür ve Kuran yöneticiye uyulmasını buyurur (4:59[39]). Sözleşmelerin yazıya geçirilmesi yalnızca uygar toplumlara özgüdür (2:282[40]). Kadına yalnızca uygar toplumlarda gördüğümüz bir örtünme biçimini uygun görüyor. Avcı-toplayıcı toplumlarda uygun (Ar. maruf), normal, doğru ve ahlaklı olabilen çıplaklığa uygar kadın için izin verilmemiştir (24:31[41]). Arı, karınca gibi sınıflı hayvan toplumları olabiliyorken Kuran’ın sınıflı insan toplumunu bir arıza sayması çelişki olurdu.[42]

Adem’in bahçeden atılması öyküsünün farklı okuma katmanları olabilir. Avcı-toplayıcı yaşamdan uygar yaşama geçişin temsilinin bunlardan biri olabileceğini düşünüyorum. Buna rağmen Kuran, ilgilisine uygar yaşamın dışında bir yol aramasını söylemiyor. Hatta denebilir ki uygarlığı bir nimet sayıyor ve ancak uygar kalarak yerine getirilebilecek bir yaşam biçimine çağırıyor:

O, kalemle yazmayı öğretendir. 96:4

Allah, evlerinizi sizin için dinlenme yeri yaptı. Hayvan derilerinden yolculuk ettiğinizde ve konakladığınızda kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye dek yararlanacağınız ev eşyası ve çok sayıda eşya verdi. 16:80

O, tüm çiftleri de yaratmıştır. Ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan binekler yapmıştır. 43:12

Çağımızın hastalıkları, bizi tanı koymaya ve tedavi reçetesi bulmaya zorluyor. Yetiştirgen’in arıya her çiçekten öz toplayıp insanlar için yararlı bir şey yapmasını esinlendirmesi aynı zamanda bir mecazdır. İnsanın deneyimi zenginleştikçe yaşama bakışı en, boy ve derinlik kazanır. Kuran’ı, yaşamı bildiğimiz ölçüde anlarız. Reçete yanlış da yazılsa, tanı doğru koyulduğunda hakkını vermemiz gerekir. Hiçbir şey mutlak doğru veya mutlak yanlış değildir. Aklı başında bir Kuran öğrencisine düşen, her sözü dinleyip ondaki doğruyu ve yanlışı ayırmasıdır.

Endüstriyel besicilik iyilikten çok kötülük doğuruyor. Bu teşhis doğrudur. Ama buna karşı yazılacak reçete etyemezlik değildir. Uygarlığa küsmek değildir. İnsanın biyolojik ve ahlaki gerçekliğini reddetmek değildir. İnsanlardan nefret edip sevgi gereksinimini hayvanlarla gidermeye kalkmak hiç değildir. Bu yazının bu kadar uzun olmasının nedeni, etyemezliği türeten dünya görüşünü anlamamız gereğidir. Batı’nın varoluşsal krizi bir ağaçsa, veganlık ve vejetaryenlik bu ağacın ancak bir dalıdır. Dala değil, ağaca, köke, kökün beslendiği toprağa odaklanmamız gerekiyor. Sapla samanı birbirinden soğukkanlılıkla ayırarak çözümler bulmamız gerekiyor. Her sözü dinleyip en güzeline uymak veya her ağacın meyvesini alıp dikeninden uzak durmak ahlakı, işte bu noktada kendini göstermeli.

Kurban yazımda endüstriyel besicilikle ilgili kısaca değindiğim gerçeklere etyemezlik propagandasının içeriğinde de rastlıyoruz. Tıpkı, hadislerle ilgili yazdıklarıma Kuran düşmanı yayınlarda da rastladığımız gibi. Ağrıyan kolu kesip atmak dışında acıyı dindirme yolları var. Etyemezliği veya hayvanseverlik savunucularının bir veya birkaç noktada haklı olmaları, bu görüşlerden yararlanabileceğimiz anlamına gelebilir ama onlara katılmamızı gerektirmez. Hele, çelişik olduğu apaçık olan bu görüşleri Kuran’la bağdaştırmaya çalışmak şaşkınlıktır. Etyemezliğin ve hayvanseverliğin Kuran yasasıyla hiçbir kesişim kümesi yoktur. Bununla birlikte, onların bu yöneliminden çıkarmamız gereken bir ders olabilir.

Hayvanseverlik veya etyemezlikle ilgili vereceğimiz yargı, “ilgili ayetlerden” değil, Kuran’ın bütününden çıkmak zorundadır. Çünkü bu fikir akımının kökeninde modern seküler insanın varoluşuna verdiği (veremediği) anlam krizi yatıyor. Varoluşsal sorunumuzu gidermeksizin şu veya bu saçma düşünceyi çürütme çabasını, her yeri su alan bir gemide deliğin birini tıkamaya benzetiyorum. İyidir ama sonuç verecek midir? Modern insanın benzerinin görülmediğini tahmin ettiğim ahlaksızlığını bütünsel olarak çözümlemekten kaçamayız. Gereksiz tüketimin özendirildiği, ekonomik büyümenin iyi sayıldığı, nüfus artışının denetlenmediği, fosil yakıt bağımlılığının arttığı, insanların sevmedikleri işlerde çalışmaya zorlandığı, parası ve gücü olanın haklı olduğu, bankaların egemen olduğu, her ülkede bir Amerikan üssünün olduğu, kadınla erkeğin rekabet ettiği, ahlaksızlığın kanıksandığı bir gezegende et yemekten vazgeçmek veya belli bazı hayvanlarına dokunulmazlık sağlamak hiçbir şeyi düzeltmez. Modern toplumu bir organizmaya benzetirsek, liberalizm çerçevesi içinde saydığım yıkıcı ideolojileri, bu organizmanın alerjik tepkimeleri sayabiliriz. Alerjik tepkimeler vücuda zararlı olacak bir dış uyarana karşı oluşur ama o uyaranın zararını gidermez; onarmaz. Çoğu kez daha da büyük sıkıntı verir. Alerjinin kaynağını anlayan kişi o dış uyarandan uzak durarak sıkıntıdan kurtulabilir. Ahlaksızlığın ilacı etyemezlik değildir. Tanrı’nın yasasını üstün kılmaktır.

Etyemezlik ve hayvanseverlik, modern seküler toplumun Tanrı’nın yasasından ne denli uzaklaştığını gösteren alarmlardan biridir. Modern seküler toplum, pek çok nimetten olduğu gibi hayvandan yararlanmayı da becerememekte, onu kalıcı yarara çevirememektedir. Hayvansever akım ortada bir sorun olduğunu seziyor ama tanıyı yanlış koyuyor, tedaviyi yanlış yerde arıyor. Hayvansever olanı da olmayanı da iyiye, doğruya, gerçeğe çağıracaksak herhalde bunun en güzel yolu Tanrı’ya çağırmaktan geçecektir.

 

 

Bu Yazı Neden Bu Kadar Uzun?

Çünkü hayvan haklarını veya etyemezliği, hakkında yargı vermek zorunda olduğumuz bir sorun olarak ortaya çıkaran süreçleri anlamamız gerekiyor. Bu, yalnızca bu konuda vereceğimiz doğru yargı için değil, ilintili pek çok fikri doğru yargılayabilmemiz için gerekli. Sözgelimi “vegan yemek seçenekleri” için kampanya yapıp gürültü çıkaran, adliyeye başvuran birileri olduğunda yetkilinin bu konuda vereceği yargı, etyemezlik fikrinin kökenlerini ve bağlaşık ideolojilerini kavradığı ölçüde doğru olacaktır. Sözgelimi eko-anarşistlerin veya feministlerin hayvanseverlerle neden müttefik olduklarını anlamamız da buna bağlıdır. İlk bakışta ilgisiz gibi görünüyor ama “helal sertifikalı” yiyecek talebini anlamak için de aynı tarihsel ve ideolojik /dinsel arka planı bilmemiz gerekiyor. Ve kanser gibi toplumun her kesimini saran mağduru oynama, mazlumluk öne sürme, ayrıcalık isteme davranışı hakkında vereceğimiz yargı da bu genel çerçeveyi anlamamıza bağlıdır. Din Nedir yazımda sözünü ettiğim dönüşümü (veya bozulmayı) anladığımız ölçüde, farklı gibi görünen sayısız soruyu Kuran’a ve gerçekliğe uygun yanıtlama yetkinliğimiz olacak. Bu özü anlamayanlar ise gereksiz veya yanlış sorularla fetva isteyip duracaklar. Bu özü anlamayanlar yakın gelecekte bitki hakları, tekhücreli hakları, yapay zeka hakları, robot hakları, makine hakları, nesne hakları vesaire sorulara da yanlış yanıtlar verecekler.

Us, mantık, sağduyu ve vicdan, herkese farklı bir yön gösteren bozuk pusulalara verdiğimiz adlar değildir. Bunlardan payını almayı kendi iradesiyle reddedenlerin yaşamın gerçek sorunlarına çözüm olarak sundukları reçeteler, zücaciye dükkanına girmiş fil misali kırıp döker, düzelttiğinden fazlasını bozar. Us, mantık ve sağduyuya sahip olup Kuran’ın ışığından yararlanabilmeyi başaranlar gerçek sorunlara gerçekçi çözümler bulabilirler.

 

 

 

[1] Aslında Allah’ın gökten su indirerek türlü renklerde ürünler çıkardığını görmüyor musun? Dağlardan hem beyaz hem kızıl türlü renklerde hem de simsiyah damarlar. 35:27
O, yeşillikler çıkardı. Sonra onu kapkara bir artığa çevirdi. 87:4-5
Hem binmeniz için hem de süs olarak, atları, katırları ve eşekleri de yaratmıştır. Ayrıca, daha bilmediğiniz neler yaratmaktadır. 16:8

[2] Bu ifade “dua” türünden bir söz söylemek gereğini değil, bir bilinç ve eylemlilik durumunu anlatıyor. Kuran’da rastladığımız benzer ifadeler söylenen kuru sözleri değil, yapılan işleri özlü bir biçimde anlatır. Bu konudaki tartışma için “Kuran’daki Dualar ve Konuşmalar Simgeseldir” yazıma bkz.

[3] http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=srf

[4] İnsanın iyiliği de, kötülüğü de kendine yani insanadır; gezegene veya doğaya veya Allah’a değil. İnceleyiniz: 2:57,110,272,286, 4:170, 6:104, 10:23, 29:6, 35:15, 39:41, 41:46, 42:30, 45:15, 47:38, 64:16…

[5] …Sana yaklaşmayan bir topluma yalan söylemek için kulak verirler; sözlerin anlamlarını saptırırlar. “Size bu verilirse alın, ama verilmezse kaçının!” derler… 5:41
Oysa ayetlerimiz onlara açık kanıtlarla okunduğunda, bize kavuşacaklarını düşünmeyenler şöyle dediler: “Bundan başka bir Kuran getir veya onu değiştir!” De ki: “Onu benim değiştirmem olacak şey değildir. Ben yalnızca bana bildirilene bağlı kalırım. Kuşkusuz, efendime karşı gelirsem, Büyük Gün’ün cezasından korkarım!” 10:15

[6] Vereceğimiz yargıyı değiştirmiyor ama 6:146 ayetinin çevirileri ile ilgili küçük bir düzeltme yapmakta yarar var. “Tırnaklı hayvan” olarak çevrilen sözcük zufurin sözcüğüdür. Burada enam sözcüğü geçmiyor. Bununla birlikte zufurin ile kast edilenin besi hayvanı olduğu açıktır. Ayrıca sözcüğün anlamının “tırnaklı” değil “toynaklı” olması gerekir. Çünkü sığır ve davar zaten tırnaklıdır ve yağı dışında helal olduğu söyleniyor. Yahudiler toynaklıları yemezler; zaten Tevrat’taki ilgili bölümlerden de bu anlam çıkıyor. Böylece kimi Müslüman toplumun kendine at ve eşek etini haram etmesinin Yahudi etkisi olduğu da açıkça ortaya çıkar.

[7] http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=Sbr; http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=Axr; http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=bqy

[8] Kuşkusuz, Kitap’ı gerçek olarak sana indirdik. Artık, dini yalnızca Allah’a özgüleyerek ona hizmet et. 39:2
Kim İslam’dan gayri bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana düşenlerdendir. 3:85 (Y. N. Öztürk çevirisi)

[9] Allah’a yönelik sorumluluk bilinciyle ve bir hoşnutluk üzerine yapısını yapan mı iyidir; yoksa çökmeye başlamış bir uçurum kenarına yapısını yapan ve onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? Çünkü Allah, haksızlık yapan bir toplumu doğru yola eriştirmez. 9:109
Ve hep birlikte Allah’ın güvencesine sımsıkı sarılın; ayrılığa sürüklenmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinize düşmanlar olmuşken yüreklerinizi birleştirdi. Böylece, onun nimetiyle kardeşler oldunuz. Ve siz bir ateş çukurunun kenarındayken sizi oradan kurtardı. Allah, ayetlerini işte böyle açıklıyor; belki doğru yola erişirsiniz diye. 3:103

[10] Ve Ad? Köklerini yok eden bir kasırgayı, onların üzerine gönderdik. Üzerinden geçtiği her şeyi kül durumuna getirmeden bırakmıyordu. 51:41-42
Aslında, benzersiz bir gürlemeyi, onların üzerine gönderdik. Hayvan barınaklarındaki ufalanmış kuru otlar gibi oldular. 54:31
Ektiğiniz tohumu görüyor musunuz? Onu siz mi yetiştiriyorsunuz; yoksa yetiştiren biz miyiz? Eğer dileseydik onu kuru bir çöp yapardık ve şaşkınlık içinde kalırdınız. 56:63-65
İyi bilin ki dünya yaşamı [bayağı yaşam] ancak bir oyun, bir eğlence, bir çekicilik, aranızda bir övünme, mal ve çocuk edinme tutkusudur. Yağmur örneği gibi; onun yeşerttiği bitki, nankörlük edenlere sevinç verir. Sonra kurur, onu sararmış görürsün; sonunda çöp olur. Sonsuz yaşamda [fi el ahiret: sonuçta] ise hem yaman bir ceza hem de Allah tarafından bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Zaten dünya yaşamı, aldatıcı bir geçimliktir. 57:20

[11] İnsan, hayra davet eder gibi şerri çağırıyor/insan, hayra duasıyla şerri davet ediyor. İnsan çok acelecidir. 17:11
Peşin isteyene dünyada peşin veririz: dilediğimize dilediğimiz kadar. Sonra da ona cehennemi veririz; yaslanır ona kınanmış ve kovulmuş olarak. Kim de ahireti ister ve inanmış olarak ona yaraşır bir gayretle çalışırsa, böylelerinin gayretleri teşekkürle karşılanır. 17:18-19 (Y. N. Öztürk çevirisi)

[12] “…it is the diet which gaia approves.” Colin Spencer, The Heretic’s Feast: A History of Vegetarianism, University Press of New England, 1996, s.347.

[13] Gerçek şu ki, kadın ona istek duymuştu. Efendisinin kanıtını görmemiş olsaydı o da ona istek duymuştu. Kötülüğü ve sağtöreye uygun olmayan ilişkileri ondan uzak tutmayı dilediğimiz için, işte böyle olmuştur. Çünkü o, seçkin kullarımızdandı. İkisi de kapıya koştu. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının kocasıyla karşılaştılar. Dedi ki: “Ailene kötülük yapmak isteyenin cezası hapsedilmek veya acı bir cezadan başka nedir?” “Beni elde etmek istedi!” dedi. Bu sırada kadının yakınlarından birisi şöyle tanıklık etti: “Gömleği önden yırtılmışsa kadın doğruyu söylüyor; o ise yalan söylüyor! Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylüyor; o ise doğruyu söylüyor!” Gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce şöyle dedi: “Kuşkusuz, bir dolap çevirmişsiniz. Aslında, sizin çevirdiğiniz dolaplar çok yamandır!” 12:24-28
Sonra, kanıtları görmelerine karşın, belirli bir süreye dek, O nu, tutukevine atmayı uygun gördüler. 12:35

[14] Toplumu, koşarak onun yanına geldi. Zaten daha önce çirkin eylemleri yapmış olanlardı. “Ey toplumum!” dedi; “İşte bunlar kızlarım; onlar sizin için daha temizdir. Artık Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşıyın ve konuklarımın önünde beni küçük düşürmeyin. Aranızda aklı başında bir adam yok mu?” Dediler ki: “Gerçek şu ki senin kızlarında gözümüz yok. Aslında bizim ne istediğimizi kesinlikle biliyorsun!” Dedi ki: “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı veya güçlü bir desteğe dayanabilseydim!” 11:78-80
[Lut] Dedi ki: “Bunlar konuklarımdır; sakın beni utandırmayın! Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşıyın ve beni küçük düşürmeyin!” “Senin insanlarla ilgilenmeni yasaklamamış mıydık?” dediler. 15:68-69

[15] Ey insanlar! Sizi bir tek benlikten yaratan, onun eşini ondan yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan efendinize karşı sorumluluk bilincine erişin. 4:1
O, sizi bir tek benlikten yaratmıştır… 6:98
O, sizi bir tek benlikten yaratan ve gönlünün ısınması için eşini de ondan oluşturandır. 7:189
Sizi bir tek benlikten yarattı. Sonra, onun eşini ondan oluşturdu… 39:6
Allah, tüm yaratıkları sudan yaratmıştır… 24:45
Ve o, insanoğlunu sudan yaratan, sonra ona soy ve yakınlık ilişkileri oluşturandır… 25:54

[16] Allah’ın kutsal [haram /dokunulmaz] kıldığı canı haksız yere öldürmeyin… 17:33 (Edip Yüksel çevirisi)
Aynı ifade 25:68 ayetinde de geçer.

[17] İstisna olarak düşünülebilecek olan ifade; “tek benlik”, aşağıdaki ayetlerde geçer:
Ey insanlar! Sizi bir tek benlikten [nefsun] yaratan, onun eşini ondan yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan efendinize karşı sorumluluk bilincine erişin… 4:1
O, sizi bir tek benlikten yaratan ve gönlünün ısınması için, eşini de ondan oluşturandır… 7:189
Sizi, bir tek benlikten yarattı. Sonra, onun eşini, ondan oluşturdu… 39:6

[18] Toplumu, koşarak onun yanına geldi. Zaten daha önce çirkin eylemleri yapmış olanlardı. “Ey toplumum!” dedi; “İşte bunlar kızlarım; onlar sizin için daha temizdir. Artık Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşıyın ve konuklarımın önünde beni küçük düşürmeyin. Aranızda aklı başında bir adam yok mu?” 11:78

[19] İnsanların mallarında artış olması için verdiğiniz faiz, Allah’ın katında artmaz. Allah’ın hoşnutluğunu dileyerek verdiğiniz zekat [ma ateytum min zakat]; katlayarak artıranlar, işte onlardır. 30:39

[20] Karşılıksız yardımları [es sadakat] açıkça yapmanız güzeldir, ama yoksullara gizlice vermeniz, sizin için daha iyidir… 2:271

[21] Fıkıh kaynaklarında hak sözcüğüyle yapılan yargıların çoğunun kişinin kendi taşınmazı veya taşınırı üzerindeki yetkisini anlattığını eklemeliyim. Sözgelimi bu “haktan” vazgeçilebiliyor olması (ıskat deniyor), sözcüğün temel insan haklarından çok farklı bir anlamda kullanıldığını belli eder. 

[22] Efendin, meleklere şöyle demişti: “Aslında, yeryüzünün yeni yöneticisi olacak birisini atayacağım!” Dediler ki: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan akıtacak birisini mi atayacaksın? Oysa biz, övgülerle seni yüceltiyoruz ve kutsuyoruz!” Dedi ki: “Kuşkusuz, ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” 2:30

[23] Meleklerin sorusunun yanıtsız bırakılmasını akılda tutarak okuyunuz:
Üstelik şöyle demiştiniz: “Ey Musa! Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız!” Bunun üzerine sizi yıldırım çarptı; bakakaldınız. 2:55
Allah’ın ve meleklerin buluttan gölgeler içinde kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Öyle olsaydı buyruk yerine getirilmiş ve tüm işler Allah’a döndürülmüş olurdu. 2:210
Bilgisizler şöyle dediler: “Allah bizimle konuşmalı veya bize bir mucize gelmeliydi; öyle değil mi?” Öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi; yürekleri birbirine benzedi. Kesin bilgiyle inanan bir topluma ayetleri gösteriyoruz. 2:118
Meleklerin kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Yoksa efendinin gelmesini veya efendinden mucizelerin gelmesini mi?… 6:158
…“Efendim! Bana görün; seni göreyim!” dedi. “Beni, asla göremezsin! Fakat dağa bak; o yerinde durursa o zaman beni görebilirsin!” Efendisi dağa belirince onu paramparça etti ve Musa bayılarak yere düştü… 7:143
Bize kavuşacaklarını düşünmeyenler şöyle dediler: “Bize melekler indirilseydi veya efendimizi görseydik olmaz mıydı?” Gerçek şu ki, kendi benliklerinde büyüklüğe kapıldılar ve azgınlıkta çok ileri gittiler. 25:21

[24] Kitabı Mukaddes’in nasıl etkisiz hale getirildiğini Din Nedir yazımda tartıştım.

[25] Şu ayetten kolayca bellidir:
Meleklere “Adem’e secde edin!” dediğimizde İblis dışında secde ettiler; cinlerden olduğu için efendisinin buyruğunun dışına çıktı. Yine de onu ve onun soyunu [zürriyet] benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Üstelik onlar size düşmandır. Haksızlık yapanlar için, ne kötü bir değiştirme. 18:50

[26] Ad ve Semud da öyle. Yerleşim yerlerinden açıkça belli oluyor. Şeytan, yaptıklarını kendilerine çekici göstermiş; böylece yoldan alıkoymuştu. Oysa gerçeği görebilirlerdi. 29:38

[27] O, yeryüzünü sizin için beşik yapmıştır. Size yollar açmış ve gökten su indirmiştir. Böylece onunla türlü bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Aslında işte bunda akıl yetisi olanlar için kesinlikle kanıtlar vardır. 20:53-54

[28] Faber and Faber, 1997, “Up Through The Mists Of Time” bölümü.

[29] Allah’ın kendisine verdiği adlardan biri Gerçek’tir (6:62, 10:32, 18:44, 22:6,62, 31:30). Nitekim Kuran’da öyle bölümler var ki, “Allah”ı silip onun yerine “gerçek” yazdığımızda anlamda ciddi bir bozulma olmuyor. Bakınız:
“Yalnızca gerçeğe hizmet ederiz ve yalnızca gerçekten yardım dileriz!” 1:5
Ey inanca çağırılanlar! Kendinizin, anne-babanızın ve akrabalarınızın çıkarlarına aykırı da olsa, varlıklı veya yoksul da olsalar gerçek için tanıklık ederek adaleti ayakta tutun. Çünkü gerçek onlara daha yakındır. Öyleyse duygularınıza tutsak olarak adaletten ayrılmayın. Ama dilinizi eğip büker veya yüz çevirirseniz, kuşkusuz, gerçek, yaptıklarınızdan haberlidir. 4:135
Ey inanca çağırılanlar! Adaletli tanıklar olarak gerçeğe bağlılığınızda sağlam durun. Bir topluma duyduğunuz öfke, sizi adaletten saptırmasın. Adaletli olun; sorumluluk bilincine en yakın olan budur. Ve gerçeğe yönelik sorumluluk bilinci taşıyın. Kuşkusuz, gerçek, yaptıklarınızdan Haberlidir. 5:8
…Yine de gerçeğe aykırı şeylere inanarak, gerçeğin nimetine nankörlük mü ediyorlar? 16:72
İbrahim’in babasına çağrı yaptığı ayette de tersini yapıp “gerçek”in yerine “Allah” koyunca anlam korunuyor:
“Ey babacığım! Aslında bana, sana gelmeyen bir bilgi geldi. Artık beni izle; Allah’ın yoluna seni eriştireyim!” 19:43

[30] Rosalind Miles, Who Cooked The Last Supper: The Women’s History of The World (Kadınların Dünya Tarihi), Three Rivers Press, 2001, s.20. Çeviri benim.

[31] Kuran’a göre hiçbir insan Allah’tan daha bağışlayıcı olamaz:
De ki: “Efendimin rahmet kaynakları sizin olsaydı, harcamakla tükenir korkusuyla kesinlikle tutardınız… 17:100
“…Sen, Merhamet Edenlerin En Merhametlisisin!” 7:151

[32] Dosdoğru yola eriştir bizi! Nimet verdiklerinin yoluna… Öfkeye uğrayanların ve sapkınların değil! 1:6-7

[33] De ki: “Pis şeylerin çok olması seni şaşırtıyor olsa da pis ile temiz bir değildir… 5:100
Yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna uyacak olursan, Allah’ın yolundan seni saptırırlar… 6:116
…Kuşkusuz, Allah, doğal olarak, İnsanlara Karşı Lütuf Sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmez. 10:60

[34] Ürünlerini sabahleyin kesinlikle toplayacaklarına yemin eden bahçeciler gibi onları sınayacağız. 68:17

[35] …Ürün verdiğinde, onların ürünlerinden yiyin. Ürünün toplandığı gün, onun hakkını verin ve israf etmeyin… 6:141

[36] Allah’ın yolunda göç ettikten sonra öldürülen veya ölenlere gelince; Allah, güzel bir geçimle, onları kesinlikle onurlandıracaktır… 22:58
Onlara karşı, toplayabildiğiniz kadar güç ve besili atlar hazırlayın… 8:60

[37] Davut’a da Süleyman’ı armağan ettik. Ne güzel kuldu; kuşkusuz, o yönelirdi. 38:30
…Ve orada, bir toplumla karşılaştı. Dedik ki: “Ey Zulkarneyn! İstersen onları cezalandırırsın, istersen güzel davranırsın!” 18:86

[38] Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Allah, Talut’u size kral olarak gönderdi!”… 2:247
Not: Tam eşitlik, gerçek hiyerarşisiz yaşam gibi idealleri gerçekleştirmek uygar yaşamda, yani yüksek düzeyde işbölümünün olduğu yaşamda olanaksızdır. Adalet, dirlik, kalıcılık kavramları yerine bu ideallerin vurgulanması kişide gerçekçi olmayan beklentiler yaratır. Yaşamdan olanaksızı isteyenin mutlu ve geçimli olması olanaksızdır.

[39] Ey inanca çağırılanlar! Allah’a boyun eğin; elçiye ve aranızdaki yöneticilere boyun eğin… 4:59

[40] Ey inanca çağırılanlar! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde yazın. Aranızdan bir yazıcı, doğru olarak yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği biçimde yazmaktan kaçınmasın; yazsın… 2:282

[41] İnanan kadınlara da söyle; bakışlarını korusunlar ve eşey organlarını sakınsınlar. Görünenlerin dışında çekiciliklerini açığa vurmasınlar. Örtülerini yakalarının üzerine kapatsınlar… 24:31

[42] Aynı mantıkla Kuran’da kadınla erkeğin eşitliğini aramak da bir çelişki. Kadınla erkek avcı-toplayıcılarda da tam anlamıyla eşit olmamakla birlikte uygar toplumlarda bu eşitsizlik zorunlu olarak artmıştır. Kuran ışığında modern dogmatik düşüncenin etkisinden kurtulduğumuzda, uygarlığın kötü bir şey olmadığını anladığımız gibi, eşitsizliğin de kötü olması gerekmediğini ve eşeylerden birinin ötekini ezmesi demek olmadığını anlayabiliriz.

Kuran’a Göre Vejetaryenlik /Veganlık ve Hayvanseverlik – 3 -son” üzerine bir yorum

  1. Haber ve hayvanseverlerin sevgi dolu tepkileri:
    https://ibb.co/GWPfCVn
    Baro’nun parmağı:
    http://ankarabarosu.org.tr/HaberDuyuru.aspx?DUYURU&=3490
    Arşiv görüntüsü: http://archive.is/ErWqp

    Sözde hak, hukuk konusunun bilirkişileri olan Baro, vicdanı ve sağduyuyu çiğneyerek, mahkeme hakimine sayı çokluğu ile baskı yaprak yasaya aykırı bir karar almaya zorlamıştır. İnsanların aralarındaki anlaşmazlıkları adaletle çözen bir meslek icra etme iddiasında olan, yani bir tanrıya kulluk etme iddiasında olan meslek örgütü, “hayvan hakları kurulu” adı altında bir başka tanrıya kulluk etmekte, sahipsiz hayvanların haklarını yalnızca sahipleri ilgilendiren yasa maddesinin kapsamına aldırmaktadır. Öte yandan bu türlü olaylar sözde “sevgi dolu” insanların içlerindeki kapkara nefreti kusmalarına vesile olmakta ve Allah kimin ak, kimin kara olduğunu akıl sahiplerine tekrar tekrar göstermektedir.

    Hayvanseverler çoktanrıcılardır. Bir it heykeli yapıp önünde secde etmelerini beklemeyin bunu anlamak için.

GerceginKitabı için bir cevap yazın Cevabı iptal et